11. Yeni Bir Yol
1412 Senesi - Bahar Mevsimi
ASPARGON HANLIĞI
Altınova Şehri - Hanedanlık Sarayı
Hanzade Korkut
İsyan bitmişti. Her yerimiz kan içinde avluda öylece duruyorduk. Yanımızdaki halk zaferimiz için naralar atıyordu. "Yaman Han çok yaşa! Hanzade Korkut çok yaşa! Hanzade Toygar çok yaşa!" Hepimizin adı anılıyordu sırayla. Altın, mavi, açık yeşil ve koyu sarı flamalı askerler sarayın önünde toplanıyor sadakatlarını göstererek önümüzde diz çöküyordu. Yıllardır böyle kanlı bir olay yaşamamıştık. Bunun verdiği şaşkınlığı üzerimden atamıyordum.
Daha da kötüsü gözlerimi kuzenimin kanlı bedeninden alamıyordum. Koral'ın cansız bedeni kanlar içinde, gözleri ölüm dehşetiyle açılmış bir şekilde yüzükoyun yatıyordu. Parmak uçlarım uyuşuyordu. Ölümün gerçekliği ve yakınlığı bedenimi titretiyordu. Orada dimdik duruyordum fakat içimde kaçmak isteyen bir yan vardı.
"Gökben hatunun oku."diyen Toygar'ın sesiyle dikkatim dağıldı. Benim peşimden o da koşup gelmişti. "Bizi kurtardı. Gökben hatunun oku bu."diyerek beni yakalayan adamın gözüne saplanan oku gösteriyordu. Alevler hızla sönmüştü, yarısı yanık mavi tüylü ok ucu kalmıştı geriye. Evet bu kesinlikle Gökben'in okuydu. Hızla kalabalığı taradı gözlerim. Kimseyi göremedim.
"Hatunun ok kullandığı nerede görülmüş."dedi hanım annem. "Bozok askerlerinin marifetli okçularından birinin işidir. Her kimse seni kurtardı oğlum."diyerek yanıma geldi. Kolumu tuttu. Dışarıda olmasaydık sıkıca sarılacağından emindim.
"Ulu Tanrı onu korusun. Ödüllendirilmesi gerek."dedi han babam da yanımıza gelerek.
"Ben öğrettim ona ok atmayı."diye ısrar etti Toygar. "Çalışırsan hemen öğrenirsin dedim. O da öğrenmiş işte. Burada olmalı." Gökben'i görmek için hevesle parmak ucuna çıktı kalabalığı taradı. Ama görünürde yoktu.
"Kötü bir gündü. Ağır kayıplar verdik. Yaralarımızı sarmak zorundayız. Koral Bey'e hanedan cenazesi hazırlamamız gerek."dedi hanım annem. Öfkeyle ona döndüm. Benim yerime Koral'ı çıkarmıştı dışarı. Beni korkak durumuna düşürerek içeri kapattırmıştı. Koral'ı kurtarabilirdim. Yetişememiştim.
İçeri girdik. Her şey yoluna konulacaktı elbet. Kısa bir isyandı. Dostlarımız destek vermeseydi belki babam da ben de canımızdan olacaktık. Gecenin bir yarısı kopmuştu kıyamet. Güneş doğana kadar kaybetmeye mahkum olduğumuzu düşünüyordum. Fakat güneş göğe yerleşince şansımız da döndü.
Acı haber verildi Bozok'taki Dora Hanım Sarayı'na. Halam dağılacaktı. Kuzenimi koruyamamıştım. Bizim yerimize farklı iki kişiyi çıkarmıştı hanım annem. Bizi korumak istiyordu biliyordum ama Koral yerine başka birini bulabilirdi.
"O acelede sarayda bulabildiğim kişileri yerleştirdim."diye soludu bunu dile getirdiğimde. "Evlatlarım ve diğerleri arasında seçim yapmak zorunda bırakıldığımda evlatlarımı seçeceğimi hepiniz iyi biliyorsunuz!" Yeşil gözleri büyümüş, dişi bir aslanın ifadesi vardı yüzünde.
"Hanım annem."diyerek içeri büyük ablam Handan Bengü koştu. Sarayın zindanına sığınmıştı. Her şey bitince bırakmışlardı onları. Eşi Toraman Bey de yanındaydı. Nefes nefese ve terli görünüyordu. "Ah, hanım annem. Neler yaşandı böyle?" Gözleri buğulanmıştı. Fakat ona zerre güvenmiyordum. Benim yanıma geldi. Yüzümü elleri arasına aldı. "Korkut, kardeşim, büyük bir tehlike atlatmışsın. Kendini öne sürmemeliydin. Bir hanzade olarak sana yakışan bu değildi."dedi azarlar gibi. "Sen bu hanedanlığın, bu hanlığın geleceğisin."
"Korkak bir çocuk gibi kapatıldığım odada uzanmayı tercih etseydim adımı yerin dibine sokmuş olurdum canım ablam. Böylece halk da gördü hanzadelerinin cesaretini. Gerek ben gerek Toygar kimseden korkumuz olmadığını ispatladık."
"Cesur hanzadelersiniz buna şüphe yok."dedi mesafeli bir tonla. "Fakat mantıklı hareket etmek sizin ilk göreviniz. Her isyanda kendinizi öne atamazsınız. Size bir şey olsa hanlığın başına kim geçer?"
"Babam hala genç, kendine yeni bir hanzade yapardı."dedim alayla. Ablamın da hanım annemin de yüzü karardı.
"Bir daha asla böyle bir şaka yapayım deme!"dedi annem dişlerinin arasından.
"Ben temizlenmeye gidiyorum."dedim ve karşılama salonundan çıktım. Geçmiş olsun dileklerini dilemek üzere bütün Altınova ve aile dostlarımız bugün burayı doldururdu. Onları kanlı üstümle karşılamak istemiyordum.
Akşama doğu halamın geldiğini öğrendim. Yanında Burçin ve Gökben de vardı. Han babamın yanına gitmişti halam. Burçin ve Gökben de karşılama salonundaydı. Ben de han babamın odasına gittim önce.
"Geldiğimi haber verin."dedim kapıdaki adamlara. Biraz bekledim. Sonra içeri aldılar beni. Halam siyahlar içindeydi. Gözleri kıpkırmızıydı. Han babam ona koltuğunu vermişti oturması için.
"Korkut'um. Çok şükür sen yaşıyorsun."dedi kalkmaya çalışarak. Fakat o kadar güçlü değildi. Hızla yanına geldim. Önünde dizlerimin üstüne çöktüm. Ellerini tuttum. Buz parçası gibiydiler.
"Özür dilerim halam. Koral'ı koruyamadım."dedim gözlerinin içine bakarak. Başını iki yana salladı.
"Hanlığın istikbalinde verilmesi gereken bir kayıp." Gözleri yine dolmuştu. Ellerimle yaşlarını sildim.
"Böyle olmayabilirdi."dedim karşı çıkarak.
"Size bir şey olmasındansa bir oğlumu daha feda ederdim Korkut'um."dedi. "En azından şimdi oğlumu görebileceğim." Böyle kötü bir durumda bile tutunacak bir parça bulabilmesine hayran kalmıştım.
"Bunu hiçbir şekilde telafi edemem biliyorum."dedi han babam. "Dün onu çıkartmalıydım. Ertelememeliydim." Dün böyle bir karar mı vermişti? Haberim yoktu. Koral'ın sürgünü bitecek miydi? O halde dün gece çıkan isyan kaderin en ağır cilvesi olmalıydı.
"Ulu Tanrım benim için böyle bir imtihan çizmişse kaderime razı gelmekten başka yapabilecek bir şeyim yok."dedi. Derin nefesler aldı. Gücünü toparlayınca ayağa kalktı. "Hanlığımız daim olsun."dedi ve odadan çıktı. Han babam dağılmış görünüyordu. Ablasına bir söz vermişti ve o sözü tutamamıştı.
"İsyanın elebaşını yakaladılar mı?"diye sordum. Başını iki yana salladı.
"Bu bir 'ya tutarsa' isyanıydı oğlum. Aniden parlayan, alabildiğini alan ve hızla sönen bir isyandı."
"Peki neden?"
"Hanlığımızın gücünü kırmak için elbette. Seni sancağa gönderiyor oluşum bazı kesimleri rahatsız etmiş olmalı."
"Kim buna cüret edebilir? Sen Aspargon Hanlığının Han'ı Yaman Han'sın! Kim senin kararını sorgulayabilir?!"
"Cevaplar belli oğlum."dedi sakince. Bir şeyler biliyor veya tahmin ediyordu. Ama dile getirmek istemiyordu.
Karşılama salonuna gittiğimizde Gökben'in gözleri benim üstümdeydi. Onunla konuşmak istiyordum. Deli kız nasıl da Bozok'tan buraya gelmişti tek başına. Beni sevdiğini kesinlikle inkar edemezdi artık. Ulaş amcamla ona haber gönderdim. Yemekten sonra onu odamda bekleyeceğimi söyledim.
Ağır bir sessizlik hakimdi. Handan Suna'nın kaybına herkes büyük saygı gösteriyordu. Hanım annem bile akşam için siyah kıyafetler tercih etmişti. Ulu Tanrımıza dualar ettik. Bizi koruduğu için ve korumaya devam etmesi için kurbanlar sunduk. Baş Tangay'ın elinde tütsülerle yaptığı küçük ayinden sonra birazdan geleceğimi söyleyerek oradan ayrıldım. Çıkmadan önce gözlerim Gökben'deydi. İşaretimi almıştı.
Benden biraz sonra onun da çıktığını duydum. Aramızda mesafe vardı. Beni gözden kaybetmeden takip ediyordu. Odama girdim ve biraz sonra o da kapıda göründü. Onu içeri aldım.
Kapıyı kapatmamla dudaklarımız birleşti. Birbirimize sıkıca sarıldık. "Sana bir şey olsaydı ne yapardım."dedi titreyen sesiyle. Yumuşak elleri yanağımda gezindi. "İyisin değil mi?"diye sordu sakince.
"Gözlerine bakarken kötü olmam mümkün mü?"diye fısıldadım gülümseyerek. Tekrar dudaklarını öptüm. Öpüşerek odanın ortasına kadar gelmiştik artık. İkinci kez birbirimizden ayrıldığımızda nefeslerimiz hızlanmıştı.
"Gidecekmişsin."dedi kırgınca. "Beni bırakıp gidecekmişsin." Sancak meselesini öğrenmişti.
"Haremime girmen için talepte bulunacağım. Sen de benimle geleceksin. Birlikte Ecrinok'u yöneteceğiz."dedim onun yüzünü avuçlarımın arasına alarak. Bir kez daha öptüm dudaklarını. "Her yeri birlikte gezecek, birlikte denetleyeceğiz."dedim. Hayatımı onunla geçirmek istiyordum. Bugünden itibaren Gökben benim olmalı, benimle yaşamalıydı.
"Handan Suna beni bırakmaz. Beni ancak o hediye edebilir."dedi üzgün ifadesiyle.
"Halam beni kırmaz. Onunla konuşurum." Başını iki yana salladı. "Sen de benimle geleceksin."dedim ısrarla. Yine dudaklarını öptüm. Yumuşacık saçlarını sevdim. Başımı boynuna gömdüm ve baş döndüren kokusunu içime çektim. "Gökben. Aklımı başımdan alıyorsun."diye fısıldadım. Elimi omzundan koluna indirirken acıyla inledi. Elimin altında bir sargı hissettim. "Yaralanmışsın." Omuz silkti.
"Bir şey değil."dedi gözlerime bakarak. "Seninle gelmek istiyorum."diye fısıldadı. "Beni de götür Korkut."derken yavaşça yaklaştı. Boynumu öperken kalp atışlarım hızlandı. Yatağa doğru yuvarlandık ve onu tek hamlede altıma aldım.
"Benim ol."diye fısıldadım kulağına. Kollarını bedenime doladı ve beni kendine çekti. Bacağını belime dolarken kollarını boynuma sarmıştı. Ellerim bacağından eteğinin altına ilerlerken aşk sarhoşuyduk. Üzerimdekileri çıkarmaya çalışırken hırçın bir şehvetle doluydu. Gözlerinin mavisinde kaybolmak istiyordum. Kapım çalındığında durmaya niyetimiz yoktu. Fakat ısrarla çalmaya devam edince ikimiz de durulduk.
"Bekle!"diye seslendim öfkeyle dışarıdaki kişiye. Gökben'in yanakları al aldı. Utangaç bir ifadeyle gülümsüyordu. Dudaklarını öptüm doya doya "Sen de bekle. Şimdi geleceğim."diye fısıldadım çapkınca gülümseyerek. Ayağa kalkmamla Gökben üstünü başını düzeltip balkona hareketlendiğinde isyanla ona döndüm fakat aldırmadı. Ben de odamın kapısını yarım olacak şekilde açtım. İdil hatun karşımdaydı. "Ne var hatun?"diye sordum öfkeyle.
"Sizi salonda göremeyince merak ettim hanzadem. Bugün yaşananlar hepimizi korkuttu. Yanınıza gelmek istedim."
"Yanımda seni isteseydim haberin olurdu."dedim mesafeli bir tonla. Hanım annem gibi her an peşimde olması canımı sıkıyordu. Beni kontrol etmeye çalışıyordu. Kimse beni kontrol edemezdi! "Beni gördün işte. Birazdan geleceğim salona. Biraz yalnız kalmak istedim. Sakıncası mı var hatun?" Hızla başını iki yana salladı.
"Senin için endişelendim Korkut."dedi küskün bir ifadeyle. Boş yere terslemiştim yine hatunu.
"Sinirlerim gergin İdil hatun."dedim daha yumuşak olmaya çalışarak. "Sonra konuşuruz." Eğildi ve uzaklaştı. Kapımı kapattım. Derin bir nefes aldım. Az önceki tutkunun izleri hala damarlarımı yakarak dolaşıyordu.
Gökben'in yanına balkona çıktım. Ellerini mermere koymuş ileriyi izliyordu. Ay ışığı sarayın avlusunu aydınlatıyordu. Şehir tekrar sessizliğe bürünmüştü. Yer yer tütmeye devam eden dumanlar vardı. Elimi beline doladım. Saçlarının kokusunu içime çektim. "Bir gün bu saraydan dünyayı yöneteceğiz." Gülümsedi. Belindeki ellerimi tuttu. Elleri sıcacıktı.
"Zadesenin İdil'le mi?"diye sordu gözlerini karşıdan ayırmadan. Beline doladığım ellerimi sıktım ve boynunu öptüm emer gibi.
"Seninle Gökben."dedim başımı omzuna yasladığımda. Elimi karnına götürdüm. "Çocuklarımız olacak ve geleceklerini en iyi şekilde hazırlayacağız."
"Çok güzel bir hayal."
"Hayal değil. Gerçek." Kollarımın arasında bana döndü. Gök gözleri gözlerimdeyken konuştu,
"Belki bir gün sana hediye edildiğimde hala kendine birini hanım etmediysen neden olmasın."
"Seni yanımda götüreceğim." Ona olan susuzluğumu giderir gibi öptüm dudaklarını. Ayrıldığımızda dudaklarımda kalan nemli tadı hoşuma gitmişti. "Cenaze geçsin. Halamla konuşacağım."
"İçeri gitsem iyi olacak. Bu kadar uzun süre ortalıkta olmamam dikkat çeker."dedi ve kollarımdan sıyrıldı. İç çekerek balkonda kaldım bir süre. Tüm bedenimi uyuşturmuştu ve üzerimde bıraktığı etkiyi umursamadan gitmişti.
***
Koral'a sade bir hanedan cenazesi yapıldı. Altınova'nın sokaklarında duyurulmuştu bir hanedan mensubunun hayatını kaybettiği. Naaşı hanedan mezarlığına defnedildi. Herkes onu Şehit Koral Bey diye anacaktı. Bizim için hayatından olan "Bey".
Birkaç gün sona Dora Hanım Sarayı'na doğru yola çıktım. Yanımda amcam Ulaş Bey vardı. Annem sancak hazırlığı sırasında bu ziyareti gereksiz bulsa da ona halamla son kez görüşmek istediğimi söyledim.
Dora Hanım Sarayı'nda hala yas vardı. Herkes siyahlar içindeydi. Burçin ve Gökben görünürde yoktu. Halam o güne göre biraz daha iyiydi. Fakat yüzüne derin bir hüzün oturmuştu. Kolay kolay gitmeyecek bir hüzündü bu. "Hoşgeldin Korkut'um."dedi. Kollarını açıp beni karşıladı. Ona sarıldım.
"Merhaba halacığım." Oturduk. Önümüze ikram getirilmesi için emir verdi.
"Hazırlıklar nasıl gidiyor? Kaç gün sonra yola koyulacaksın?"
"Önemli eşyalarım toplandı. Ufak tefek şeyler kaldı. Annem haremim için bazı ayarlamalar yapıyor. Ecrinok'taki Yedi Gürgen Sarayı'nda çalışacak kişileri seçiyor. İki gün sonra yola çıkacağız." İkramlarımız geldi. Tek lokmalık sade poğaça dilimleri, vişne suyu ve cevizli irmik helvası. Yas evinde yapılan en sade sunumlar. "Yola çıkmadan önce seninle Gökben hakkında konuşmak istiyordum." Bir an önce bu meseleyi halletmeye niyetliydim. Halam vişne suyundan birkaç yudum aldı.
"Gökben'i seninle yollayamam."dedi net bir şekilde. "Bu çok tehlikeli olur. Gökben benim için çok kıymetli. Kızım gibidir. Koral'dan sonra onu da riske atamam."
"Onu koruyabilirim."
"Koruyamazsın." Gözlerindeki yas biraz dağılmış yerine meydan okur bir ifade gelmişti. "Kendi gücünü eline almadan Müge'nin gözüne batan kimseyi koruyamazsın." Yüz ifadem sertleşti.
"Ne demek istiyorsun?"
"Gökben'in bir ay içinde ölüsü çıkar Ecrinok'tan." Bardağını masaya koydu. "Rüştünü ispatladığın gün Gökben sana verilecek Korkut. Ama bugün değil."dedi ve salondan çıktı.
"Hala?"diyerek ayağa kalktım.
"Dinlenmek istiyorum."dedi ve odasına gitti. Salonda tek başıma kalmıştım. Uğradığım şaşkınlıkla yerimden kıpırdayamıyordum. Halam ricamı dinlememişti. Gökben'i götürmeme izin vermemişti.
"Hala bunu yapamazsın!"diyerek merdivenleri çıktım. Kapısının önünde durdum. "Gökben'i kalbime sokup onu benden alamazsın!" Kapıya vurmaya başladım. "Hala! Bize bunu yapma! İzin ver Gökben'i götüreyim!" Kapı açıldı. Halam öfkeli bir ifadeyle karşımda dikildi.
"Bu mu senin hanzade tavrın Korkut?"dedi sert bir sesle. "İstediğin olmayınca sızlanmak mı? En başında yanlış hanzadeye mi güvendim?" Afallamıştım. "Elbet hanzade olarak konumun üstün fakat ben diğer handanlara benzemem. Kimse benimle bu şekilde konuşamaz!" Geri adım attım. Koral'ın kaybı yüzünden böyleydi. Yoksa halam bana asla böyle davranmazdı. "Gökben'i öldürmek mi istiyorsun? Buyur odası şurada."dedi merdivenin girişindeki kapıyı göstererek. "Hanım annenin biçtiği kanlı ölümdense sevdiğinin kollarında kutsal bir ölüm ver o zaman. Hadi!"
"Hala neler söylüyorsun böyle? Onu nasıl sevdiğimi biliyorsun." Bana bir adım yaklaştı. Kızaran yorgun gözlerini gözlerime dikti.
"Hanlık aşkla sevgiyle yönetilmez!" İşaret parmağıyla sertçe şakağıma bastırdı. "Akılla mantıkla yönetilir! Ne sen ne Gökben buna hazır değilsiniz! Aptal bir aşk uğruna hanlığımızı heba edecek değilim! İkiniz de kendinizi ispatladığınız gün birbirinizin olursunuz! Öncesinde değil!" Sözleri o kadar kor gibiydi ki bana söyleyecek bir şey bırakmamıştı.
Bozok'tan elim boş dönerken Ulaş amcamın beni telkin etmesini dinledim yol boyu. Halamın haklı olduğunu, artık ciddi bir yola girdiğimi ve çocukluğu bırakmamı, halamın dediği gibi bu ülkenin hanı olabileceğimi ispatlamamı söylüyordu.
"Bunları Gökben'siz nasıl yapacağım amca söyler misin? Aklım sürekli onda kalacak."
"Yazı yazmayı da mı unuttun Korkut?"dedi atını üstüme sürüp beni yoldan çıkartarak. "Ayrıca o hatunu hak etmelisin. Suna sana her konuda güveniyor. Bugün sert çıkmasının sebebi seni silkelemekti. Bir çocuk olmadığını göstermelisin. Ecrinok'ta her şeyi yoluna koy ve Aspargon Hanlığı'nın gelmiş geçmiş en başarılı hanzadesi sonra da hanı ol!"
***
Ecrinok yolculuğumuz başlamıştı. Buraya giden iki yol vardı. Ladinay üzerinden giden; yaz, bahar ve güzün bazı dönemlerinde tercih edilen yoldu. Kartalkale'den geçen Sangür yolu ise güzün bazı dönemleri ve kışın tercih edilirdi. Ladinay yolu dağlık, tepelikti ve kötü hava şartlarında tehlikeliydi. Sangür yolu ise dümdüzdü. Biz Ladinay üzerinden ilerliyorduk.
Yolculuğu at arabasında değil at üstünde yapıyordum. İdil hatun yanında olmamı çok istemişti fakat şu an onu görmek istemiyordum. Kalbimde yoğun bir eksiklik, kırgınlık hissediyordum ve bu beni öfkelendiriyordu. Bu öfkeyi bir başkasından çıkarmak bana yakışmazdı. Zaten Ecrinok'ta geçirecek bol zamanımız olacaktı.
Ladinay'da bir gece konakladık. Bana ayrılan odaya geçtiğimde küçük sandıklarımdan birini yanıma çıkartmıştım. Birkaç kıyafetim içindeydi. Gökben'in doğum günümde gönderdiği kutu da buradaydı. Oymalı tahta kutuyu çıkarıp yatağın üstüne oturdum. Kapağını açtığımda bana bakan koyu gözlerimde buruk bir ifade vardı. İşlenmek üzere alınmış gümüş kaplı aynanın yanında küçük bir not kağıdı duruyordu. Bir kez daha elime alıp okudum.
Kalbimi tek seferde mühürleyen adam,
Bu aynayı borcum olarak sana gönderiyorum. Bilmeni isterim ki tek dileğim, orada senin yanında kendi yansımamı görmektir. Kavuştuğumuz gün gelene dek işlediğin her taşta beni hatırlaman dileğiyle.
Sensiz biçare kalan küçük kız,
Gökben
O gün gelecek Gökben. Yanımda sen olacaksın. Kalbimde olduğu gibi ömrüm de sana ait olacak. O günü sabırla bekleyeceğim.
Notu ahşap kutuya, Ahşap kutuyu da sandığa yerleştirdikten sonra uyudum. Ertesi sabah erkenden bir şeyler yiyip yola koyulduk.
Ecrinok girişinde büyük bir kalabalık bizi karşıladı. Gelişim önceden haber verilmişti ve halkın coşkusu hoşuma gitmişti. "Hanzade Korkut çok yaşa!" naraları atıyorlardı. Onları elimle selamladım ve yüzüme büyük bir gülümseme yerleştirdim.
Onlar benim halkımdı. Burayı yönetmek için gelmiştim. Bu şehir benimdi. Yeni bir yola girmiştim ve bunu layığıyla yapacaktım. Günü geldiğinde Gökben'i yanıma alacak, hanlığıma hanım edecektim. O zamana kadar buradaki düzenimi kuracak, güç kazanacak, kendimi en iyi şekilde hazırlayacaktım.
***
Bölümü beğendiyseniz yıldıza dokunarak oy verebilirsiniz. Sonraki bölüm Suna'dan.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top