10. Savaşçının Kanı


1412 Senesi - Bahar Mevsimi

ASPARGON HANLIĞI

Bozok Şehri - Dora Hanım Sarayı

Gökben Hatun

Gecenin bir vakti kapıların vurulmasıyla yatağımdan sıçradım. Birileri kapımıza dayanmış içeri girmek için elinden geleni yapıyordu. Beyaz geceliğimle yataktan fırladım. Üzerime ipek sabahlığımı geçirdim ve koridora koştum.

Handan Suna benden önce davranmış ve inmişti. Burçin ise benim gibi sonradan geliyordu. Benim aksime o oldukça rahattı. Gözlerinin donukluğu tüm hayatına yansıyordu.

Handan Suna kapıları açtığında kapıdaki ulak telaşla bir rulo verdi. "Altınova yanıyor. Hanedanlık Sarayı yanıyor."diye soludu dehşetle.

"Emine, çabuk ulağı mutfağa alın su verin."dedi Handan Suna. Benimse kalbim sıkışmıştı. Korkut oradaydı. Neler oluyordu?

Handan Suna rulonun mührünü kırdı ve salona gitti. Yolda açtığı ruloyu salona girince okumaya başladı. Okurken dudaklarını ısırıyordu. Ruloyu kapattı ve mum ateşinde yakıp metal tepsiye bıraktı.

"Ne olmuş?"diye sordum.

"Altınova'da isyan çıkmış. Asker saraya dayanmış. Yaman Han'ı tahttan indirmek istiyorlarmış."

"Peki başa kim geçecekmiş?"diye sordum korkuyla.

"Bilmiyorum. Yaman benden destek istiyor."dedi sakince. Sonra hemen dolapları karıştırmaya başladı. Yeni parşömenler indirdi. Tüy kalemi ve mürekkebi hazırladı. Hızla yazmaya başladı.

"Haber Yaman Han'dan mıydı?"diye sordu Burçin.

"Evet." Yazmaya devam etti. Dört küçük kağıt hazırlamıştı.

"Roshta! Bana dört adam çağır. Çabuk."

"Neler oluyor?"diye sordum. Bir şey söylemedi. Dört adam hazırlanmış halde yanımıza geldi. Handan Suna hepsinin eline kağıtlar sıkıştırdı ve,

"Bozok, Ecrinok, Yeşiltepe, Altınova." Sadece bu dört şehri saydı. Bozok bizim şehrimizdi, Altınova başkent, Ecrinok veliaht hanzadenin sancak ili olarak biliniyordu ve Yeşiltepe de vaktiyle merhum Hanzade Yiğit'in sancak iliydi. İsyan Altınova'da çıkmıştı peki bizim orada dostlarımız var mıydı? Handan Suna'nın planı neydi?

Adamlar apar topar atlara binip yola düştü. Burçin kollarını bağlamış merdivenlere oturmuştu. "Bırak da hepsini katletsinler. Hak ettikleri bu."dedi. Handan Suna öfkeyle ona döndü.

"Kardeşin de o sarayda!" Hızla ona doğru yürüdü. "Askerler saraya girmeyi başarırsa ne olur biliyor musun? Biliyor musun?!"diye bağırdı. "Koral'ın kimden olduğunu umursarlar mı sanıyorsun?" Burçin'in gözleri dehşetle açıldı. "Senin kinin gözünü kör ediyor. Aklını başına al. Sen benim kızımsın. Akıllıca davranmak zorundasın!" Mutfağa ilerledi. Kendine su doldurdu. Ben de yanına gidip su aldım.

"Zamanında yetişebilirler mi?"diye sordum endişeyle.

"Bozok ve Altınova müdahalesi gecikmez. Fakat neyle karşı karşıya olduğumuzu bilmiyorum. Bu sebeple Ecrinok ve Yeşiltepe'yi de devreye soktum. Onlar da birlik gönderecek. Umarım Ecrinok'ta hala hanedana sadık dürüst adamlar vardır. Eğer hepsi Müge'ye sadıksa yandık demektir." Son cümleyi fısıldayarak söylemişti. Gözlerim açılarak bakakalmıştım.

"Müge Hanım mı?"diye fısıldadım. Beni kolumdan tuttuğu gibi görüşme odasına götürdü. Kapıları kapattı. Halı kaplı duvarlar ve kapılar sayesinde kulak tıkayan bir sessizlik hakim oldu.

"İşte böyle bir şeyle karşı karşıyayız küçük kız."dedi odanın ortasında. "Müge her yerden karşımıza çıkıyor. Sırf Yaman'dan sıkıldığı için onu devirmek isteyen akılsız bir kadın!"

"Ama kendi kocasına neden bunu yapsın?"

"Aptal olma Gökben!" Gözleri faltaşı gibi büyümüş öfkeyle yüzüme bakıyordu. "Oğullarını hafif zehirle zehirleyen bir kadın söz konusu. Hırsı gözünü kör etmiş. Sana yaptıklarını unuttun mu? Aysima'yı idam ettiği halde sana işkence etmeye devam etti. Seni konuşturmak için ağır dozda doğruluk iksiri kullandı. Kaç gün kendine gelemedin." İçim donmuştu. Ellerim buz kesmişti. "Belki Korkut'u da gözden çıkardı. Onun kontrolü dışında olan kimseyi kabul etmiyor. İkisini de ortadan kaldırıp başa Toygar'ı geçirecek. Tabii Toygar on iki yaşında olduğu için Hanım Saltanatını başlatacak. Kim bilir kaç sene içinden çıkamayacağımız bir felakete sürükleneceğiz."

"Korkut onun gözbebeği."

"Sancağa gideceğini öğrendiğinden beri bu değişmiş olabilir."

"Sancak mı? Ama daha yirmi yaşına girmedi."

"Yaman Han bugün bir fermanla sancak yaşını on sekize düşürdü. Korkut bu hafta sancağa çıkacak. Tabii isyanı bastırabilirlerse."

Korkut gidiyordu. Kendimi çok kötü hissetmiştim. Midem kasılmıştı. İsyan canımı yeterince sıkarken bir de bu haberi öğrenmem beni iyice fenalaştırmıştı. "Peki ne olacak şimdi?"

"İsyanın bastırılmasını bekleyeceğiz. Suçlular cezasını çekecek ve her şey yoluna girecek."

"Korkut ve ben ne olacağız?"

"Siz neydiniz ki?"diye sordu. Alt dudağımı ısırdım. Neden böyle demişti ki? "Cevap ver bana Gökben." Ben onu çok seviyordum. Gitmesini istemiyordum. Beni bırakmasını istemiyordum.

"Beni onun için yetiştiriyordunuz."diyebildim.

"Doğru. Seni yetiştirmeye devam edeceğim."

"Fakat ya bu süreçte başka birine nikah kıyarsa ve hanım ederse?"

"Hanzadeler evlenemez. Han oldukları vakit canları ne zaman isterse, kimi uygun görürlerse onu nikahlarına alırlar." Avuçlarımı sıktım. "Korkut Asperan Hanedanlığın veliaht hanzadesi. Görevlerinin farkında. Aşka zamanı olmadığını biliyor."

"Ama-"

"Ama değil Gökben! Bu işin ne kadar ciddi olduğunun farkında değil misin? Haremle baş edemeyeceğini kanıtladın! Seni yeterince güçlü eğitememişim! Korkut'un haremine girmeye hazır değilsin! Bu sürede evet, başka hatunlarla birlikte olacak, aklındaki soru bu değil mi?!"diye bağırdı tam karşımda.

Kelimeler boğazıma dolanmıştı. Konuşmak istiyordum fakat dudaklarımı oynatamıyordum. Karşı çıkmak istiyordum ama çıkamıyordum. Korkut'un başkalarına dokunduğunu düşündükçe delirecek gibi oluyordum.

"Ben de gitmek istiyorum."dedim sessizce. "Beni de gönder onunla."

"Hayır!"dedi kesin bir sesle. "Bu halinle seni gönderip cesedini almayı planlamıyorum. Hayatta kalabileceğini kanıtladığın gün Korkut'un haremine gidebilirsin ancak. Senin efendin benim ve benim iznim olmadan seni kimse alamaz! Ben sıradan bir kadın değilim. Kubat Han'ın kızı Handan Suna'yım. Ancak ben hediye edebilirim seni!" O kadar net bir şekilde söylemişti ki bunları çaresizliğimle yere düşmüştüm. Dizlerimin üstündeydim. Ağlamaya başlamıştım.

Neden ağlıyordum ki? Gerçekler bunlardı. Bir ailem yoktu benim. Handan Suna köle pazarından gümüş kaplı bir ayna karşılığında almıştı beni. Pek çok pislikten onun sayesinde kurtulmuştum. Diğer kölelerin anlattığı gibi iğrenç bir ortamda değildim. Bana evini açmıştı. Bana bir prensesin yaşamını sunmuştu.

Ama nihayetinde onun kölesiydim işte. Sadece süslü bir köle.

"Ağlama. Kalk."dedi. Ayağa kalktım. Yüzümü parmaklarının arasına aldı. Gözlerimin içine baktı. "Güçlü olmak zorundasın Gökben. Korkut'u istiyorsan her anlamda güçlü olmak zorundasın. Onun sadece aşığı olmayacaksın çünkü. Gözü, kulağı, sırdaşı, kadını, yoldaşı, her şeyi olacaksın! Anladın mı?" Başımı salladım. "Güzel. Şimdi odana çık. Biraz uyumaya çalış. Güneş doğmak üzere. Haberleri alacağız."

Odama çıktım. Yatağıma oturdum. Gökyüzünün güneş doğmadan önceki koyu aydınlığını izledim. Burası ne kadar sakindi. Fakat Altınova'da bir isyan vardı. Ne durumdaydılar bilmiyordum. Sabaha ne haberi alacağımız kesin değildi. Güneşin ilk ışıkları doğduğunda elimi kalbimin üstüne götürdüm. Gözlerim acıyordu. Kalbim korkuyla atıyordu.

Hayır! Onu yalnız bırakmayacaktım! Üstüme binici kıyafetlerimi giydim. Sessizce evden çıktım. Ahırlara koştum. Atımı hazırladım. Ok takımımı da yanıma aldım ve atımı sürmeye başladım. Güneş aheste aheste yükseliyordu Bozok'un toprak yollarına. Yolum açıktı. Ateşin ortasına sürüyordum atımı. Etasha, bana yardım et.

Güneş iyice tepeye yerleştiğinde Altınova'nın sınırlarına gelmiştim. Havaya yükselen dumanları görebiliyordum. İnsanlar panik halindeydi. Herkes oradan oraya koşuyor evlerine kapanmaya çalışıyorlardı.

Atımla ilerlerken askeri birlikler yolda göründü. "Herkes evine, haydi haydi. Zarar görmek istemiyorsanız eve!"diye bağırıyorlardı. İnsanları korkutuyorlardı. "Hatun! Sen de sokaklarda gezme!"diyerek bana seslendiler.

"Ben, ailemi arıyordum." Yalan söylemek zorundaydım.

"Bir ev bul ve sığın. Son durum herkese ilan edilecektir. Eğer sokakta gezerseniz onlardan olduğunuz düşünülür ve canınızdan olursunuz." Onlar derken kimi kastediyordu bilmiyordum. Bunlar kimdendi onu da bilmiyordum.

"Tamam."dedim ve başka sokağa sürdüm atımı. Merkeze doğru ara sokaklardan gitmeye çalıştım. Askerler nereye gidiyorsa ben de onları takip ediyordum. Kim kimi savunuyordu belli değildi. Acaba askerlerimiz ne zaman gelecekti?

Derken yine bir savaş koptuğunu duydum. Atımdan indim. Kendimi saklayarak ne olduğuna bakmaya çalıştım. Açık bir alanda iki grup çarpışıyordu. Mavi flamalılar Bozok askerleriydi. Karşılarında yeşil flamalı başkaları vardı. Hanedanın rengi kırmızıydı. Bunlar kimin adamıydı peki?

Bir haykırış duydum ve arkamı döndüm. Eli kılıçlı yeşil flamalı bir adam gözleri büyüyerek üstüme koşuyor avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Kalbim hızla atmaya başladı. Paniğe yer yoktu. Yayımı indirdim okumu yerleştirdim ve adama fırlattım. Adam yere yığıldı. Yerimi değiştirdim. Ara sokaklardan devam ettim. Yorulmuştum. Nefesim boğazımı yakıyordu artık.

Saraya geldiğimde yeşil flamalı büyük bir grubun kapılara dayandığını gördüm. "Gökben Hatun?"diyen bir sesle sola döndüm. Kim olduğunu bilmediğim bir adam bana bakıyordu.

"Sen kimsin?"diye sordum.

"Ben Ulaş." Ulaş Bey. Handan Suna'nın evlilik dışı kardeşiydi. İsmen biliyordum. Handan Suna onu anlatırdı hep. Fakat hiç görmemiştim. Beni nasıl tanımıştı peki? "Burada ne işin var? Suna acil bir mesaj göndermiş, senin atınla evden çıktığını yazmış." Demek ulak benden önce varmıştı buraya. "Korkut seni bulmak için çıkacaktı fakat Yaman Han da Müge Hanım da izin vermedi. Seni bulmak için görevlendirildim."

"Korkut iyi mi?"diye sordum heyecanla.

"İyi. Seni güvenli bir yere götürmek zorundayım."

"Hayır. Korkut'a götür beni."

"Seni saraya götüremem. Orası şu an çok tehlikeli. İçeri sızmaya başladılar."

"O zaman oraya gitmek zorundayız."diye bağırdım. Bir grup asker sokağa daldı. Yeşil flamalıydı hepsi. Ulaş kılıcını çektiği gibi beni arkasına aldı. Fakat ben korunması gereken bir kız değildim. Ben de okumu ve yayımı hazırladım, sırtımı ona yasladım. Askerler etrafımızı sardı.

"Okçulukta iyi olduğunu söylemişti Korkut. Iskalama olur mu?" Güldüm.

"Iskalamam."dedim ve küçük bir savaş başladı. Yaklaşmaya çalışan herkesi yarı yolda vuruyordum. Ulaş Bey de diğer yandan gelenleri kılıçtan geçiriyordu. Adamlar gittikçe yaklaşıyor alanımız daralıyordu. Şimdiye kadar en az on kişiyi vurmuştum. Ulaş Bey de altı kişiyi devirmişti. Son iki okum kalmıştı. Birini daha vurduktan sonra sol kolumda bir sancı hissettim. Koluma bir ok saplanmıştı. Acıyla inledim. Onlar da okçu getirmişti.

"Dayan hatun. İlla birileri gelecektir."dedi. Fakat hiç umutlu değildim. Karşımdaki adam yayını germişti. Okunu bıraktığında Ulaş Bey'i kolundan yakalayıp yana atıldık. Bu ıskalamıştı. Fakat diğeri Ulaş Bey'i bacağından vurmuştu.

İşte şimdi bitmişti. Burada ölecektik. Kalbim deli gibi atıyordu. Her şey yavaşlamış gibi hissediyordum. Ölümün esintisi kulağıma çalınıyor bilmediğim dilde melodik bir şeyler fısıldıyordu. Ena reina, enda rein. Ena reina varier vinein. Un varier klosi los. Enda rein kom te ros.(1)

Melodi devam ederken dudaklarımdan da anlamını bilmediğim kelimeler döküldü. Güneş kayboldu. Gri bulutlar üstümüze toplandı. Etrafımızdaki askerler bu ani değişimle bir anlığına durdu. Okunu geren okçu bile şaşkınca etrafına bakıyordu. Birkaç damla düştü önce. Sonra bardaktan boşanırcasına başladı yağmur.

Şaşkınlığını atan okçu yayını tekrar gerdiğinde gözlerimiz birleşmişti. Belki okunu bırakmasına çok az vardı. Fakat o an gök yarıldı ve koca bir yıldırım tam önümüze düştü. Güçlü bir patlama da onu takip ettiğinde hepimiz yere yattık. Celladım simsiyah olmuş yere yığılmıştı. Derken mavi flamalı başka askerler doldurdu sokağı. Onlara altın rengi flamalılar katıldı. Ulaş Bey kendini tanıttı ve adamlar bizi geçerek diğerlerine saldırdı.

Bense şaşkınlıktan bakakalmıştım. Sırılsıklamdım artık. Sokaklardan sular akıyordu. Akan sulara kanlar karışıyordu. "Hadi gel."dedi Ulaş Bey ve beni bir eve sürükledi. "Burada kal."

"Kalmam. Korkut'u görene kadar hiçbir yerde beklemem." Dışarıda korkunç bir fırtına kopuyordu. Baharın ortasında böyle bir yağmur, böyle bir fırtına hayra alamet değildi.

"Ne inatçı hatunsun! Canını tehlikeye atıyorsun!"

"Beklemem!"diye bağırdım. Girdiğimiz evin camları patladı. İçeriye rüzgar doldu. Eşyalar rüzgarın etkisiyle oradan oraya savruldu.

"İyi! Gel o zaman!"dedi ve yine dışarı çıktık. Saraya doğru gitmeye çalışıyorduk.

"Ecrinok geldi."diye bağıranları duyduğumda kalbim sevinçle atmaya başladı. Koyu sarı bayraklarıyla güçlü askerler sokakları doldurmaya başlamıştı. "Yeşiltepe geldi!"diye bağırdı bir başkası. O tarafa döndüm. Açık yeşil flamalarıyla başka bir birlik o yandaydı.

"Kazandık Ulaş Bey!"diyerek sevinçle zıpladım. "Kazandık!"

"Sarayda durum ne acaba?"

Sokaklar sakinleşmeye başlamıştı. Yeşil flamalılar pes etmişti. Canlarını kurtarmak için kılıçlarını bırakmıştı çoğu. Buradan sonra saraya gitmek kolaydı. Yağmur da yavaşlamıştı. Sarayın girişine geldiğimizde bizim tarafımızdakiler girişi temizlemişti. Biz de içeri girecekken komutanlardan biri bizi durdurdu.

"İçeri girmeyi başarmışlar. Hanzadelerden biri ölmüş diyorlar. Korkut olabilirmiş ölen. Büyük biriymiş."

O an kalbim acıyla sıkıştı. Gözlerim doldu. "Hayır."diye inledim sessizce. Korkut ölmüş olamaz. Ulaş Bey olduğu yerde donmuştu.

"İçeri girmeniz şu an güvenli değil. Bırakın askerler işlerini yapsın."dedi komutan. Başımı iki yana salladım. Ulaş Bey'in koluna yapıştım.

"Girelim Ulaş Bey. Ne olursun girelim."diye yalvardım. Yaşlar gözlerimden iniyor bedenim titriyordu. Yağmur tekrar hızlanmış saçlarımdan yüzüme süzülüyordu damlalar.

Temkinli adımlarla sarayın ön bahçesine ilerledik. Büyük bir kalabalık vardı. İnsanlar bağrışıyordu. Ağlayanların sesini duyabiliyordum.

"Bırak! Ne olursun bırak oğlumu!"diye ağlayan Müge Hanımı duyuyorduk. "Ne istiyorsunuz? Söyleyin!"

"Yaman Han tahttan inecek!"diye bağırdı diğeri.

"Oğlum tahta çıkmak için çok küçük. Bırakın."diye yalvardı Müge Hanım. İyice yaklaştık. Görmek istiyordum. Korkut öldüyse bile bedenini gözlerimle görmek istiyordum. Sol kolum kan içindeydi, yanıyordu fakat ben Korkut'un ölmüş olma düşüncesiyle onu da hissetmiyordum.

Görüş yakalayabildiğimiz korunaklı bir yer bulduk ve yerleştik. Şimdi alan seçiliyordu. Yaman Han birkaç asker tarafından esir alınmıştı. Yanında Hanzade Toygar yaşında başka bir çocuk vardı. Yerde bir beden uzanıyordu. Mideme sancı girmişti. "Hayır. Korkut olamaz."diye fısıldadım hıçkırıklarımı bastırmaya çalışarak. Önümdeki kalabalığın küçük bir hareketiyle bedenin yüzünü seçmiştim. Korkut değildi. Kumral, kıvırcık saçlı, yirmilerinde genç bir oğlandı.

"Koral."dedi Ulaş Bey nefesini tutarak. Ellerimi ağzıma kapadım. Handan Suna'nın sarayda esir tutulan oğluydu. Ölmüştü. Onu öldürmüşlerdi. Peki neden?

"Korkut yok."dedim panikle. Ulaş Bey de fark etmişti. Her yeri izledik. Hiçbir yerde yoktu. "Toygar da yok."

"Koral'ı Korkut'un yerine çıkarmış olmalılar."dedi acı bir şekilde. Korkut güvendeydi o zaman. Handan Suna... Bunu duyunca yıkılacaktı. "Toygar'ın yerine de Alperen'i getirmişler."dedi küçük çocuğa bakarak. "Seyis yardımcısı olarak yetişiyor."diye açıkladı.

Bir bağrışma oldu tekrar. Sonra arkadan kapılar açıldı. Genç bir adam belirdi elinde kılıcıyla. Korkut'tu bu. Hemen arkasında saray muhafızları vardı. Yine bir arbede çıktı orada. Yerimden fırlamaya çalıştım fakat Ulaş Bey beni tuttu.

"Hayır!"diye haykırdı Müge Hanım. İsyancılar Korkut'un üstüne yürüdü. Korkut muhafızlarla birlikte onlarla dövüşmeye başladı. Cesurca savaşıyordu.

"Dur yoksa baban da kardeşin de ölür!"diye bağırdı Yaman Han'ın başındaki adam. Kılıcını iyice bastırdı Yaman Han'ın boynuna. Korkut durdu. "Kılıcını bırak."

"Yapmayın."diye inledi Müge Hanım. Eli göğüs kafesinin üstünde ayakta zor duruyordu.

"Seç kadın. Toygar mı tahta oturacak yoksa Korkut mu? Az önce bizi kandırmayı başardın. Fakat şimdi tek bir şansın var."

Beynim deli gibi çalışıyordu. Kafamdan bir sürü düşünce geçiyordu. Dile getirmek istediğim o kadar cümle vardı ki... Korkut'un esir edilip boğazına bıçak dayanmasıyla olduğum yerden çıktım.

"Gökben hatun dur!"diyen Ulaş Bey'i dinlemedim. Sağ elimle sol kolumu ovaladım. Ellerime bulaşan kanımın sıcaklığını hissettim. Sonra kalan son okumu aldım. Sol kolumun acısını hissetmemek için derin bir nefes aldım ve tuttum. Mavi tüylü okumun ucunu kanlı parmaklarımla tutarak yayı gerdim. Nişan aldım. Mırıldandım. Savaş Tanrısı Etasha için savaşçının kanı!

Parmaklarım oku bıraktı. Ok kalabalığın arasından geçerken yağmura aldırmadan alev aldı ve Korkut'u tutan adamın tam gözüne saplandı. Bu panikle diğerlerinin dikkati dağıldı ve Yaman Han kurtulup adamlardan birinin kılıcını kaptığı gibi onu tutsak edenin kalbini yerinden sökercesine sapladı kılıcı.

"Ulu Tanrı adına."diye fısıldadı Ulaş Bey. Şaşkınlıkla olanları izliyordu. "Sen ne yaptın öyle?"

"Bilmiyorum." Başım döner gibi oldu. Ulaş Bey kolumdan yakaladı. Halsiz hissediyordum. Biraz da yorgun. Ama biliyordum ki Korkut'u kurtarmıştım.

***

Açıklamalar:

(1): Damla, yağmura döner. Savaşçı yağmurla kazanır. Savaşçı kaybedecek olursa. Yağmur kurtuluşa ulaştırır.

*Etasha: Savaş Tanrısı. Omena ve on iki seçilmişi inancındaki seçilmişlerden biridir.

***

Bölümü beğendiyseniz oy vermeyi unutmayın. Yorumlarınızı bekliyorum.

Sonraki bölüm Korkut'tan.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top