1. İnci ve Safir
1412 Senesi - Bahar Mevsimi
ASPARGON HANLIĞI
Altınova Şehri - Hanedanlık Sarayı
Müge Hanım
Geçen kış saltanatımızın sekizinci yıl dönümüydü. Eşim Yaman Han'ın tahta çıkışından beri sekiz yıl geçmişti. Oysa ben bir asır geçmiş gibi hissediyordum.
En büyük oğlum Hanzade Korkut baharın ikinci ayında on sekizini bitiriyordu. Yanımızda geçireceği iki senesi kalmıştı. İki sene sonra Hanzade illerinden birine tayin edilecek, yönetim eğitimleri artacaktı. İlk hanzade olduğu için tahminim veliaht hanzade ili olan Ecrinok yönündeydi. Güçlü bir han olması için her türlü eğitimi alması için uğraşıyorduk.
Bugün ise baharın ilk ayı şerefine bir kutlama düzenlemiştik. Baharın bereketini sarayda ve ülkemizde hissetmek için başka yerlerde de küçük eğlenceler ayarlamıştık. Baharın kutlanmasını Yaman da ben de önemsiyorduk. Baharı kutlamak bütün yıl, başımıza gelebilecek uğursuzlukları def etmemiz için gerekliydi. Bunun önemini saltanatımızın ilk yılında acı bir şekilde öğrenmiştik.
Zor bir dönemde taht bizim olmuştu. O bahar kutlama yapacak durumda değildik. Yaşanan talihsizlikler de bunun önüne geçiyordu. Fazla harcama olmaması için o yıl bahar kutlamasını yapmamıştık ve o yıl sahte bir hanzade ortaya atılarak ülkenin bazı illerinde ayaklanmalar başlatılmıştı.
İsyanları bastırmış, sahtekarı alaşağı etmiştik elbet. Fakat bir daha bahar kutlamasını ne olursa olsun es geçmeyeceğimize emin olmuştuk. Çok şükür o günden sonra başımıza uğursuz bir iş gelmemişti.
Odamın kapısı tıklatıldı. Yardımcım Asya içeri girdi. "Hanımım, emrettiğiniz üzere hazırlıklar tamam. Eğlencede dans edecek kızlar hazır. Yemekler sipariş edildi. Aşçıbaşı bütün hünerlerini her zamanki gibi ortaya dökecek. İstediğiniz davetiyeler geçen hafta gönderilmişti. Bugün kesin geleceklerin listesi hazır." İnci yüzüklü elimi uzatarak listeyi vermesini işaret ettim. Parşömeni verdikten sonra birkaç adım geriledi. Listeye hızlıca göz gezdirdim.
Handan Suna'nın bu yıl davetime icabet edeceğini görünce kaşlarım şaşkınlıkla havaya kalktı. Suna... Dora Hanım annemin tek kızı. Sekiz yıldan sonra aradaki mesafeyi kapatmaya karar verdi demek.
"Handan Suna sizi de şaşırttı değil mi hanımım?"dedi Asya bilmiş bilmiş. Onun da gözünden kaçmamıştı.
"Hayırlar olsun Asya."dedim yeşil gözlerimi onunkilere dikerek. "Tedbirlerimizi artıralım. Handan Suna buraya geliyorsa sadece soframıza oturmak için gelmiyordur." Derin bir nefes aldım. Sol elimin yüzük parmağındaki inci yüzükle oynamaya başladım. "Gözünüz üstlerinde olsun. Kimlerle gelecekmiş öğren." Kızı Burçin'i getirecek miydi merak ediyordum. Oğlu Koral sekiz yıldır bizdeydi. Onu görmeyi talep edecek miydi? Etse ne olurdu sanki. Sadakatini ispatlamadan oğlunu görmesine izin vermeyecektim.
Asya odadan çıktıktan sonra ayağa kalktım. Boy aynamın karşısında durdum. Yeşil gözlerime baktım uzun uzun. Kaşlarım çatılmıştı. Suna'nın gelişi canımı sıkmıştı. Yaman Han'ın ablasıydı Suna. Hanzade Yiğit'in akıbetinden sonra bir daha saraya ayak basmamıştı. İyi hoş biz de onu sürgün etmiştik. Yine de her yıl bahar kutlaması için formalite davetiye gönderiyorduk. Peki bunca zaman sonra neden şimdi geliyordu? Bekleyip görecektik.
***
Öğleden sonra hanzadelerim Korkut ve Toygar'ın odalarına gittim. Ulaş bey'le kılıç talimi yaptıklarını öğrenince bahçeye ilerledim. Ulaş Bey Toygar'ı çalıştırıyordu. Korkut kenarda yüzünde tebessümle onları izliyordu. Toygar henüz on iki yaşındaydı. Fakat şimdiden yaman bir dövüşçü olacağı belliydi. Fakat abisi Korkut kadar iyi olabilecek miydi bilmiyordum.
Korkut'um korkusuzdu. Dedesi Kubat Han'ın kıvrak zekasına, politik diline sahipti. Büyüdükçe yiğit bir delikanlı olmuştu oğlum. Gururla onu izlerken beni fark etmiş hafif bir baş selamıyla beni karşılamıştı. Talim kıyafetleriyle etkileyici gözüküyordu.
Yanlarına kadar geldiğimde Ulaş Bey boynunu eğdi. Toygar heyecanla üstüme atıldı. Hala küçük çocuk gibiydi. "Beni gördün mü anne? Ulaş amcamla neler yaptığımı gördün mü?" Ona amca deyişiyle hafifçe gerildiğimi hissettim. Fakat bozuntuya vermedim.
"Ulaş Bey sizi iyi yetiştiriyor oğlum. Bunu görebiliyorum."dedim sakince. "Elleriniz dert görmesin Ulaş Bey. Hanzadelerimin sizin yanınızda iyi yetiştiğini bildiğim için gönlüm oldukça ferah." Yüzüme tatlı bir tebessüm yerleştirmiştim. Ulaş Bey boynu eğik bir şekilde sakince iltifatıma teşekkür etti. "Toygar'ım, siz çalışmaya devam edin. Benim abinle konuşacaklarım var." Toygar'ı gönderdikten sonra Korkut'a yaklaştım. Oğlum artık benim kadar olmuştu. Birkaç sene içinde babasının boyuna erecekti. "Nasılsın güzel oğlum?"dedim şefkatle.
"İyiyim."dedi sert ses tonuyla. Erkek olmayı öğreniyordu. Dedesinin sertliğini görüyordum onda. "Siz nasılsınız hanım annem?"diye sordu.
"Sizi görünce çok daha iyi oldum oğlum." Kolunu okşadım. Güçleniyordu, belliydi. "Bu akşam güzel bir eğlence düzenledim. Baharın şerefine adaklar sunacağız. Belayı üzerimizden def edeceğiz. İkindiden sonra hazırlıkları kontrol etmeye çıkacağım. Zadesen İdil'i de yanıma almayı düşünüyorum." Oğlumun yüzü ifadesizdi.
"Siz en iyisini bilirsiniz hanım annem."diyerek yanıtladı. Gözleri Toygar ve Ulaş Bey'deydi.
"Zadesen İdil canını sıkacak bir şey mi yaptı yoksa? Eğer öyleyse hemen ağzının payını vereyim."
"Yok."dedi. Gözleri hala onlardaydı.
"İdil hatun akıllıdır. Seni üzecek bir şey yapmaz. Yoksa ne olacağını bilir."
"Evet." Korkut'um bugün çok dalgın görünüyordu.
"Hanzadem, bugün seni hiç iyi görmedim."dedim. Kara gözleri bana çevrildi. Bir derdi vardı, belli. Fakat konuşmaya yanaşacak gibi değildi. "Derdini söylemeyen derman bulamazmış."
"Bugün bir düş gördüm hanım annem."diye başladı konuşmaya. "Düşümde sevdiğim herkesi kaybetmiştim. Kalbim kor gibi yanıyordu. Soluğum tıkanıyordu. Bir el vardı boğazımda. Boynuma incilerden bir kolye geçirmiş olabildiğine sıkıyordu. Ablalarım bir kenarda, Toygar diğer kenarda öylece yatıyordu. Nefesim kesildi kesilecek..." Hayra alamet olmayan bir rüyaydı bu. "Sonra ipek gibi bir el geliyor inci kolyeyi parçaladığı gibi söküp atıyordu. Nefesim geri geldiğinde beni kurtaranı görmeye çalıştım. Arkasını dönmüştü. Kumral saçlarından hoş bir koku geliyordu." Duraksadı. Hatırlamaya çalıştı. "Elinde gümüş bir ayna vardı. Gözünün gök mavisini gördüğümde ayna çatladı, paramparça oldu. Sonra heybetli bir adam gördüm uzakta. Size el uzatmıştı. Öldürmeye niyetlenmişti. Tam o anda fırladım uyandım." Şimdi bile alnında boncuk boncuk terler vardı. "Sabahtan beri düşümü düşünüyorum hanım annem. Neyin nesidir bu? Bahar arefesinde hiç hayra alamet değil. Ona sıkıldım."
Gördüğü imgeleri düşündüm. Ailemizin içinde bir düşman vardı. Kardeşleri dört bir yana atacak sinsi bir yılan... Peki inci kolye neydi? İnci benim sembolümdü. Fakat oğlumun boğazını sıkan inci kolye ben olamazdım. Biri benim ardıma sığınarak oğlumun canını mı almaya çalışıyordu yoksa?
"Rüyamda sadece bir an huzurlu hissetmiştim."diyerek devam etti. "Gümüş kaplamalı el aynasındaki mavi gözlere bakarken." Kaşlarımı çattım. "Fakat sonra ayna tuzla buz oldu. Saadetim kısa sürdü."
"Elbet düşmanlarımız çok hanzadem. Birileri ince bir oyun planlamış, kolyeye dizmiş. Her boncuk bir oyun olsa gerek. Fakat bu oyunlar bir bir bozulacak gönlünü ferah tut. Seni sıkan kolye dağılmış, oyun bozulmuş." Gülümsedim.
"Siz öyle yorumladıysanız öyledir hanım annem."dedi büyük bir saygıyla.
"Sen canını sıkma böyle şeylerle. Akşam eğlencesine odaklan. Zadesen İdil'i senin için hazırlatacağım. Eğlenceden sonra odanıza çekilirsiniz." Başıyla onayladı.
Bir yıldır İdil Hatun'dan sıkılmamıştı. İdil Hatun işini iyi yapıyordu. Ne de olsa onu ben yetiştiriyordum. Kendi topraklarımdan özel olarak seçip getirtmiştim bu kızı. Çekirdekten yetiştirmeye başlamıştım. Sabırlı olursa mükafatını zamanı gelince Hanım olarak alacaktı.
***
İkindiden sonra İdil Hatun'la denetimimizi yapmıştık. Ona bahar şenliğinin önemini bir kez daha anlatmıştım. Her şeyin iyice beynine yerleşmesini istiyordum. Eğer bir gün hanım olacaksa en iyi şekilde yetişmeliydi. Akşam olmadan onu hamama yollamıştım hazırlanması için. Kalan şeylerle ben ilgilenecektim.
Yemekler enfes gözüküyordu. Tatlılar harikaydı. Sunum muhteşemdi. "Hiçbir aksilik olmayacak!"dedim ve çıktım. Harem ağası Gürbüz ağayı buldum. "Eğlencede hata istemiyorum! Kızlar uslu duracak! Taşkınlık yapan cezasına katlanır!"diyerek onu da iyice tembihledikten sonra eşim Yaman Han'ın odasına doğru gittim.
Kutlama başlamadan önce onunla zaman geçirmek istiyordum. Zaten az kalmıştı. Biraz sohbet ederdik. Planlar kurardık. Bahar geldiğine göre yeni bir sefer hazırlığımız olmalıydı. Asker savaş ister, halk ganimet beklerdi.
Odasının önüne geldiğimde nöbetçi asker öne çıkarak, "Yaman Han'ımız şu an müsait değil Müge Hanım."dedi. Fakat ona öyle sert baktım ki asker geri çekilmek zorunda kaldı. Hızla kapıya yaklaştım. İçeriden gelen kıkırtılar kalbimin sıkışmasına sebep oldu. İşte yine aynı kız içerideydi. Aysima denen kadın.
"Padişahım, sultanım, hanlar hanım."diyordu cilveyle. "Size teslim oldum, acıyın bana."
"Acımak yok hatun."diyen Yaman'ın sesi kalbimi kırmıştı. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Kapıdan uzaklaştım. İşleri bitene kadar kalbim gümbürdeyerek bekledim. Belki de odama dönmeli, askere Yaman Han müsait olduğunda beni çağırmasını söylemeliydim. Fakat bunu yapmamıştım. Kendime eziyet edercesine burada beklemiştim. Bunlarla yüzleşmek istiyordum. Yaman'ın eskisi gibi sadece beni düşlemediğini, yeni şeyler peşine düştüğünü kabul etmeliydim.
Durulduklarında kapıları açarak içeri girdim. Yaman çoktan yataktan çıkmış, üzerine ince bir üst geçirmiş, masasının başında oturuyordu. Yeni bir kolye ucu hazırlıyordu. Benim girmemle gözleri sertçe kapıya dikildi. Bense ifadesizce onu izliyordum.
"Hanlığımın güzel hanımı."dedi gülümseyerek. Kara gözlerinde hala bana karşı bir şey var mıydı artık emin olamıyordum. Heyecanla ayağa kalktı. "Günüme güneş gibi doğanım."dedi. Gözü yatakta şımarıkça uzanan Aysima'yı görmüyor gibiydi. "İyi ki geldin. Bak sana ne göstereceğim." Kolumdan yakaladığı gibi beni masasına çekti. Kolumu tutan elinin az önce Aysima Hatun'un nerelerinde gezdiğini düşünmeden edemiyor, kolumun kirlendiğini hissediyordum. "Bak."dedi bana safir taşlarını göstererek. "Yeni bir kolyeye başladım. Gök gözlü bir gelinimiz olacağını gördüm düşümde. Bunu onun için hazırlıyorum." Kaşlarımı çattım. Baba oğul bugün oldukça değişik rüyalar görmüş olmalılardı. İkisinin ortak elemanı olan bu gök gözler beni endişelendirmişti.
"Üzgünüm ama gelinimiz konusunda hemfikir olduğumuzu sanıyordum ve İdil hatunun gözlerinin mavi olmadığından eminiz."dedim buz gibi bir sesle. Yaman'ın heyecanı sönmüştü. Bir an duraksadıktan sonra gözleri yataktaki Aysima'yı buldu. Onun da mavi gözleri vardı. Sert bir sesle "Sen çık hatun." Aysima etrafına çarşafları dolayarak odadan çıkmıştı.
"Neden bana bunu yapıyorsun?"diye sordum kırgınca.
"Ne yapıyorum kalbimin yegane sahibi?" Sözler... Hep böyle tatlı dilliydi Yaman.
"Aysima Hatun'un burada ne işi var? Hem de bugün? Her kutlama öncesinde sohbet ettiğimizi, seferler planladığımızı biliyorsun."
"Yine yaparız zümrüt gözlüm."dedi elini yüzüme yaklaştırarak. Fakat hızla geri adım attım.
"Her yerin o kadına bulanmışken bana dokunmana izin veremem."dedim mesafeli bir tonla.
"Kızma bir tanem. Her şey halledilir. Bugün olmazsa yarın konuşuruz. Günler çuvala girmedi ya?" Derin bir iç çektim. Her yıl daha da pervasızlaşıyordu Yaman ve bu hiç hoşuma gitmiyordu. "O zaman ben üstümdeki kirden arınayım, gül yüzüne öyle dokunayım olur mu?"
Balkona çıktım. Geniş koltuğa oturdum. Onun hazırlanmasını bekledim. Yaman Han'ın arada sırada böyle kaçamakları olurdu. Bir türlü alışamıyordum. Kim alışabilirdi ki? Bundan birkaç sene öncesine kadar gözleri benden başka kimseyi görmeyen bir adamın şimdi rahatça gönül eğlencelerine gidişini hazmedemediğim doğruydu. Aysima dört kez daha bu odaya girmişti. Haremdeki diğer kızlara kendine Hanzen Aysima diye hitap ettiriyordu. Tabii benim yanımdakiler ona hala Aysima hatun diyordu.
Dora Hanım annem nasıl başa çıkıyordu bunlarla? Öğrenecek hiç fırsatım olmamıştı. Beni hiçbir zaman istememişti. Fakat ben asla onun gibi olmayacaktım. Her zaman gelinimin yanında olacak ona yol gösterecektim. Saray oyunlarından kendini nasıl koruması gerektiğini öğretecektim. Kimseye yem etmeyecektim onu. Benim gibi düşe kalka öğrenmek zorunda kalmayacaktı.
***
Sonunda davetliler gelmeye başlamıştı. Herkesi büyük salona toplamıştık. Ben ve Yaman Han en baştaydık. Benim yanımda Hanzade Korkut, Yaman Han'ın yanında Hanzade Toygar oturuyordu. Kızlarımın da burada olmalarını çok isterdim. Fakat her zaman buraya gelemiyorlardı. Çoğu dış ülkelere gelin gitmişti. Sadece Bengü buradaydı. Bilgecik şehrimize vali olarak atadığımız Toraman Bey'le evliydi. Diğer dört ülkeyle aramız iyiydi. Kızlarımın üçü evliliklerini erkek evlatlarla garantiye almıştı bile.
İlk ikramlar başladığında Handan Suna hala görünürde yoktu. Son anda vazgeçmiş olabilir miydi? Belki de daveti kabul ettiğini sırf adını hatırlatmak için belirtmişti. Gelmeyecek ve bütün gece aklımızı meşgul ettiğiyle kalacaktı.
Bu durum Yaman'ın hiç umurunda değil gibiydi. Oğullarıyla ve danışmanlarıyla sohbet ediyor zaman zaman gülüyordu. Şerbetlerimizi masaya bırakırken iyice öne eğilerek reverans yapan Aysima hatunu görünce canım sıkıldı. Uzun bir süre öyle bekledi. Yaman onun farkında bile değildi. Bu kendimi biraz da olsa iyi hissetmeme sebep oluyordu.
"Başka bir isteğimiz yok hatun. Gidebilirsin."dedim sertçe. Aysima küskün bakışlarını Yaman'dan bana çevirdi. Bir şey deme cesaretinde bulunacak mıydı çok merak ediyordum. Gözleri bana döndüğünde öfkeye bürünmüştü. Sanki beş kez han yatağına girdi diye hanımlığa oynayacağı hayalini kafasına ben sokmuşum gibi.
Bu sırada salon kapısında Handan Suna ve yardımcıları gözüktü. Kızı Burçin'i getirmemişti. Kızıl saçlarını alttan topuz yaptırmış birkaç buklesini önden bırakmıştı. Saçlarının üstüne ince safir taşlarından bir taç yerleştirmişti. Boynundan sarkan safir kolyesi gözlerinin mavisini iyice ortaya çıkartıyordu. Mavi parlak kumaştan elbisesinin üstü gümüş işlemelerle süslüydü. Mavi ve gümüş onun rengiydi. Zaferlerini kutlayacağı zaman özellikle bu renkleri giyerdi. Şimdi ne sebeple giymişti acaba? Onun buraya gelişinde bir hayır olmadığını biliyordum. Hali de bunu gösteriyordu.
Bütün gözler o yandaydı. Suna bıraktığı etkiyi zevkle izledi. Sekiz sene sonra saraydaydı. Yakın kesim fısıldaşıyordu. Suna ise zevkle gülümseyerek bize doğru ilerliyordu.
"Biricik ablam Handan Suna."diyerek ayağa kalktı Yaman. Bu rahatlık nereden geliyordu çok merak ediyordum. Geçmişte olanlar ortada iken ablasına nasıl bu kadar içten davranabiliyordu?
Suna ve yardımcıları Yaman'ın önünde durdular, Yaman'ı selamladılar.
"Biricik hanım Yaman Han."dedi Suna kollarını iki yana açarak. Ses tonu beni tiksindirmişti. Oğlunu elimizde esir tutuyorduk ve buna rağmen yüzünde gülümsemeyle, gözleri parlayarak konuşabiliyordu. Birbirlerine kısaca sarıldılar. "Hanlığın hayırlı ve daim olsun kardeşim."dedi neşeyle. "Hanımlığın hayırlı ve daim olsun Müge Hanım."diyerek bana döndü.
"Sekiz yıldır hayırlı ve daim olduğu gibi elbet bundan sonra da hayırlı ve daim olur Handan Suna."dedim gülümseyerek. O da gülümsedi.
"Buna ne şüphe." Yanındaki kızlardan birine döndü. "Gökben hatun, minderimi hazırla. Aşçıbaşının şerbetlerini özlemiştim. En güzelinden bir bardak limon şerbeti hazırlat ve getir."
"Bunları bizim hizmetlilerimiz yapabilir, hatun sizin yanınızda dursun."dedim hızla araya girerek.
"Endişelenme Müge Hanım. Sarayına zehir sokacak değilim. Gökben hatun sarayı çok merak ederdi. Ben anlatırdım elbet. Bugün kendi göreceği için çok heyecanlanmıştı. Ona sarayın izin verilen bölümlerini görebileceğini söylemiştim. Eğer istemezsen yapmaz tabii ki. Hanım sensin. Senin lafının üstüne laf söylenmez."dedi masumane bir ses tonuyla. Keskin mavi gözleri ise adeta meydan okur gibiydi.
"Ne olacak canım?"dedi Yaman araya girerek. "Küçük bir kızdan neden sarayımızı gizleyelim?" Sekiz sene sonra ablasını iyice özlemiş olmalıydı. Geçmişi unutmaya dünden hazırdı Yaman. Fakat ben unutmaya hiç niyetli değildim.
"Zadesen İdil."diye seslendim masamızın hemen önünde kızlarla sohbet eden hatuna. Oğlumun bir tanesi sesimi duyar duymaz ayağa kalktı. Sakince yanıma geldi ve eğildi.
"Buyurun hanımım."dedi.
"Handan Suna'nın küçük yardımcısına eşlik etmeni istiyorum. Buraları sen iyi bilirsin."
"Emriniz olur."dedi İdil hatun asilce başını eğerek. Bugün kırmızılar içindeydi. Eğlenceden sonra Korkut'la birlikte olacağı için ayrıca özen göstermişti kendine.
"Belki yemekten sonra da arka bahçeyi gösterirsin. Kim bilir bir daha ne zaman görecek."dedim gülümseyerek.
"Anlayışınız için teşekkür ederim."dedi Handan Suna kibarca. Yanındaki hatuna bir baş hareketi yaptı. Hatun gitti ve onlara ayrılan masanın minderini düzeltti. Hemen arkasından Handan Suna yerine yerleşti.
Yaman Han koltuğuna dönüp İdil hatunla baş başa kaldığımızda yavaşça ona yaklaştım, "Gözünü şu hatunun üstünden ayırma. Suna'ya güvenmiyorum. Hatunlarına da güvenmiyorum. Gereksiz bir konuşmaya girme. Çok soru sormasına izin verme. Hemen mutfağa gidin ve gelin. Hiçbir şeye dokunmayacak. Aşçıbaşı şerbet bardağını eline verdiği gibi buraya geleceksiniz. Anladın mı?"
"Anladım."dedi sakince. "Fakat bu kadar tedbire gerek-" yeşil gözlerimi büyüterek ona döndüm. Sustu.
Yirmi yaşındaydı İdil hatun. Güzeldi, kibardı. Eğitimlerini aksatmazdı. Onu severdim. Beş yıldır onun eğitimi için uğraşıyordum. Fakat bazen gereksiz yorumlarda bulunuyordu. O anlarda verdiğim emeğin karşılığını tam olarak alamadığımı hissediyordum ve tahammül sınırlarım zorlanıyordu.
Sayemde burada ne kadar rahat yaşadığının farkında değildi. Arkasından dönen işleri bilmiyordu. Onu herkesin gizli yüzü olduğu konusunda defalarca uyardığım halde masum bir yüz gördüğünde hemen aldanıyordu.
Belki de birkaç kez ağzının yanmasına izin vermeliydim. Böylece temkinli olmayı kendi tecrübesiyle öğrenirdi.
***
İlk bölümle merhabalar :)
-Müge hakkında ilk izleniminiz nasıl?
Beğendiyseniz oy verip yorumlarınızı paylaşırsanız sevinirim. 🌟
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top