7. Bölüm: Ömer'in Aşkı

(Kamer'den...)

Korku insana pek çok şey yaptırabilir. Buna yapmam dediğimiz şeylerde dahildir. Asla dediğimiz şeyler oluverir. Sadece değer vermek yeter. Birine kendimizden daha çok değer verdiğimizde değişiriz.

Onun için kendimizi iyileştiririz. Onun için aslında olmasakta bir kahraman oluveririz. Onu korumak isteriz ve koruruz. Gücümüzün yetmediğini hissettiğimizde söz konusu o olunca güçlü oluruz.

Gözlerim arada bir mutfak duvarına asılı saate kayarken bunları düşünüyordum. Saat gece yarısını çoktan geçmişti ve Ömer hala ortalarda yoktu. Eve gelmediği gibi bize haber verme gereği de duymamıştı. Kollarımı göğsümde kavuşturmuş salonun balkonunun pervazına başımı yaslamıştım.

Gökyüzündeki devasa ayı ve yanındaki minik yıldızları izleyerek derin bir iç çektim. Sıkıntıdan özellikle de meraktan kafayı yemek üzereydim. Diğerleri ise onun iyi olduğunu söyleyip yatmaya gitmişti. Fakat ben öyle bile olsa onu görmeden uyumak istemiyordum. En azından onun odasına çekilişini görmek istiyordum.

Açık balkona doğru bir adım attım. Sonra bir adım daha derken parmaklarım balkonun demir parmaklıklarını kavradı. "Neredesin Ömer?" diye mırıldandım kendi kendime. Hava soğuk olmasada serindi. Üşütüp hasta olmasından endişe ediyordum. Onu merak ediyordum.

Bir süre balkonda onu bekledim. En sonunda onun eve gelmeyeceğinden emin olup içeriye geçmeye niyet ettiğimde koyu harelerin sahibiyle göz göze gelmiştim. "Birini mi bekliyorsun?" diye sordu gülerek. Gülüşünden etkilenmemek elde değildi. Geceyi kıskandıracak güzellikte gülüyordu.

Ona ne diyeceğimi bilemedim. Ama gülümsemesi bir hastalıkmış gibi bana da bulaşıvermişti. Gözümün önüne gelen bir tutam saçı kulağımın arkasına sıkıştırdım. Ardından, "Uyku tutmadı," diyiverdim. Ömer bu söylediğime inanmışa benzemiyordu.

Başını hafifçe sallamış genişleyen gülüşünü benden saklamayı tercih etmişti. "Neredeydin?" diye sordum bu sefer. Onu merak etmiş olmam oldukça hoşuna gitmişti. Keyifli kıkırtısının ardından, "Kuzey tarafında birtakım işlerim vardı," demişti. Duyduğum şeyle tüm moralim yerle bir olmuştu.

Kollarımı göğsümde kavuşturdum ve tek kaşımı sinir bozukluğuyla kaldırdım. "İşlerini halledebildin mi bari?" dedim iğneleyici bir tonda. Ömer sorumu soruş şeklim karşısında dumura uğramıştı. Benden böyle bir şey beklemediği yüzündeki ifadeden okunuyordu.

"Hallettim hallettim. Güneş ile konuşmaya daldığımdan saatin kaç olduğunu fark edememişim. Kusura bakma."

Benim için kırmızı alarm niteliğindeki ismi söylemesi yetmezmiş gibi bir de onunla bu saate kadar bir arada olması kıskançlıktan çıldırma aşamasına geçmeme yetmişti. "Demek arayıp haber verme tenezzülünde bile bulunmamanın sebebi buydu," dedim birden. Ömer gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı. Bense bu krizlik gerçekle yüzleşmek için kendimi odama kapatmanın daha iyi bir fikir olacağı konusunda düşüncelere dalmıştım.

"Madem geldin. Ben de artık yatmaya gidebilirim," dedim balkon kapısına doğru ilerlerken. Sinirden olduğum yerde tepinesim geliyordu. Belki de odamda bu istediğimi gerçekleştirebilirdim. Balkon kapısından içeriye doğru bir adım atacağım sırada durmak zorunda kalmıştım. Ömer öyle bir şey söylemişti ki ona karşı ne cevap vereceğimi bilememiştim.

"Uyuyamadın. Çünkü bütün gece beni bekledin öyle değil mi?"

Kızardım. Vücudumdaki tüm kan yanaklarımda toplanmıştı sanki. Yanaklarımın sıcak kanla dolduğunu hissedebiliyordum. Yüzüm ateş varmış gibi yanıyordu. Balkondan çıkmayayım diye bir anda önüme geçmiş koyu harelerini benim yeşillerime dikmişti. "Hadi itiraf et," dedi gülümseyerek.

Beni hipnotize eden şey gülüşü müydü yoksa gece kadar karanlık gözleri miydi bilmiyorum ama kilitlenmiştim. "Ayrıca sana Güneş'in selamını getirdim," diye de ekledi. Sinirden gözlerimi yumdum. Gözlerimi yeniden açtığımda kırmızı harelerim ateş saçıyordu. Ama Ömer buna rağmen gülümsüyordu.

Onu kıskanmam hoşuna gidiyordu. Bana işkence yaptığının farkında bile değildi. "Odama gitmek istiyorum," dedim her kelimenin üzerine basa basa. Ömer tam kenardan geçeceğim sırada kolunu kapının pervazına dayayıp geçmeme mani oldu. Kırmızıdan yeşile dönen gözlerimi onunkilere diktim. Eğer şimdi geçmeme izin vermezse çığlık atıp Arda'yı uyandırmaktan geri durmazdım.

"Seni bir yere götüreceğim," dedi Ömer birden. Bunun üzerine inadımı ortaya koydum. Madem o bütün gece Güneş ile gününü gün etmişti o halde bende ne yapıp ne edip onunla gitmeyecektim.

"Ben gelmiyorum."

"Gideceğimiz yeri hiç merak etmiyor musun?"

"Hayır etmiyorum. Sen git."

"Kamer inat etme. Seni bir yere götüreceğim diyorum."

"Bende sen git diyorum. Madem tek gidemiyorsun. Güneş ile gidersin. Zaten ayrılamıyorsunuz."

Söylediklerimle keyifle gülmeye başlamıştı. Kahkahası sinirlerimi bozuyordu. "Gülme," dedim uyarıcı bir tonda ama bana mısın demiyordu. Kahkahasının dozu her saniye daha da artıyordu. Eğer şimdi bu oyuna bir son vermezse onu hipnotize ederek tıpış tıpış odasına götürmesini de çok iyi bilirdim.

"Sana yeterince dil döktüm. Gidiyoruz dediysem gidiyoruz."

Ömer elimi tuttu. Daha ne olduğunu bile anlayamadan onunla birlikte balkondan çıkmış merdivenlerden inerken bulmuştum kendimi. "Gece gece nereye gidiyoruz?" diye sordum en sonunda dayanamayarak.

Ömer daha önce hiç olmadığı kadar mutluydu ve ben bunun sebebini anlamamıştım. Ayakkabılarımızı giyip kapıyı çarptık. Zifiri karanlıkta in cin top oynayan sokaklara kendimizi atmıştık. Ömer ile yan yana yürüyordum. Onunla baş başa olmak istemsizce gerilmeme neden oluyordu.

"Bana nereye gittiğimizi söylemeyecek misin?"

Ömer duraksadı. Yüzündeki dalgalanmayı fark edebilecek kadar onu iyi tanıyordum. Bir şey vardı ve bu şey her ne ise onu geriyordu. Parmakları benimkilere uzandı. Sıcak parmakları elimi okşuyordu. Koyu hareleri yeşillerimde geziniyordu. "Yıldızların arasına gidiyoruz," dedi gergin bir nefes verdiği sırada.

Elini sıkıca tuttum. Gerginliğini almaya çalıştım. Benim yanımda biraz olsun rahat olmasını istiyordum. "Gidelim," dedim gülümseyerek. Ömer'in yüzünde belirgin bir rahatlama ifadesi belirdi. Şimdi daha iyiydi. Birlikte yüksekçe bir binanın önüne geçtik. Bunun anlamı yukarıya tırmanacağımızdı.

"Gel," dedi Ömer. Kollarımı onun boynuna dolamıştım. Beni sırtına aldı. Bacaklarımı düşmemek için onun beline doladım. Ömer ellerini duvara koydu. Avuçlarından yayılan kızıl ışık hüzmesini görebiliyordum. Yavaş yavaş yukarıya tırmanmaya başladık. Yerden yükseldikçe etrafımızdaki şehirde bununla birlikte küçülüyordu.

Her zaman geçtiğimiz sokaklar ince bir çizgi oluvermişti. Binalar minicik maketler haline gelmişti. Sokaklarda kimse yoktu. Her yer ıssızdı. Gecenin sadece karanlığı değil sessizliği de adeta bir battaniye gibi tüm şehri kuşatıvermişti. Ömer ile birlikte kısa bir süre sonra kendimizi çatıda bulmuştuk. Onların sırlarını ilk öğrendiğim zamanı anımsadım. Yıldızlara doğru ilk adım atışımı anımsadım. Şimdi yine buradaydım.

Ömer yıldızların mühürlü kapısını güçleriyle araladığında birlikte içeriye doğru bir adım atmıştık. Burayı ilk gördüğüm anla şu an arasında pek de bir fark yoktu. Çünkü şu an içinde bulunduğum şeyi aradan ne kadar zaman geçerse geçsin her gördüğümde böyle büyüleneceğimi biliyordum.

Ömer'in parmakları usulca benimkilere kapandı. Kenetlenen parmaklarımıza baktım. Sıcaklığını hissettim. Etrafımızdaki değil koyu harelerinden parıldayan yıldızlara baktım. "Buraya gelmemizin özel bir nedeni var Kamer," dedi Ömer. Elimden tutup beni yıldızların arasına doğru götürdü.

Etrafımızda parlayan yüzlerce yıldıza bakarken onun beni bırakıp başka tarafa gittiğinin farkında bile değildim. Öylece durmuş Ömer'in yanıma gelmesini beklemeye başlamıştım. Bir süre sonra sağ avucunun üzerinde havada duran karanlık bir yıldızla yanıma gelmişti. Yıldızı ikimizin ortasında bir yere yerleştirdi. Bu yıldızın üzerinde ikimizin görüntüleri vardı. Ömer ile benim görüntülerim...

"Buraya ilk geldiğimizde sana ne söylediğimi hatırlıyor musun?"

Tabii ki de hatırlıyordum. Hiçbir zaman unutmamıştım.

"Her parlayan yıldız dünyada gerçekleşen bir dileğin sonucunda oluşur. Henüz gerçekleşmemiş dileklerin olduğu yıldızlar şuradakiler gibi karanlık görünür demiştin."

Birlikte ortamızda havada duran karanlık yıldıza baktık. Karanlık yıldızın içindeki görüntünün anlamını ikimizde biliyorduk. Birbirlerine sarılan Kamer ile Ömer bize bunu bir kez daha gösteriyordu.

"Bu yıldızın içindeki şey benim hayalim Kamer ve ben bu hayali bu gece gerçeğe dönüştürmek istiyorum."

Ömer'e baktım. Koyu harelerinin ışıltısına baktım. "Ben sana aşığım Kamer," dedi bu sefer. Sesi yıldızların hatta kalbimin derinlerinde bile yankılanıyordu. Gözlerimden akan yaşlar yanaklarımdan süzülmeye başladı. Duyduğum şeyin şokunu atlatmakta zorlanıyordum. Ömer'in de bana aşık olduğunu öğrenmek benzersiz bir histi.

"Dudaklarımdan bir türlü dökülmedi. Halbuki on üç harfli, altı heceli iki kelimeden ibaret bu sözleri söylemek bu kadar zor olmamalıydı. Üstelik iç sesim bunu sana baktığım her an haykırırcasına söylerken. Seni seviyorum demek işte benim için böyle bir şey. Sana baktığım her an içimden dökülen ama dudaklarıma bir türlü ulaşamayan iki sözcüktü. Ama şimdi sadece içimden değil geceyi aydınlatan binlerce hayalin önünde söylüyorum. Seni çok seviyorum Kamer. Hem de miktarını söyleyemeyeceğim kadar çok. Dile getiremeyeceğim kadar çok seviyorum seni."

"Belki de hayalin çoktan gerçekleşmiştir. Belki de diğer yıldızlar bizim yıldızımızın ışığını bastırdığı için biz onu karanlık sanıyoruzdur olamaz mı?"

Sözlerimle uzanıp onun elini tuttum. Sonra da diğer elini ve gözlerimi onun güzel gözlerine diktim. "Bende sana aşığım Ömer Aktan," dedim gülümseyerek. Mutluluk gözyaşlarım dudaklarımı ıslatıyordu. Ömer gülümsüyordu. Elinin tersiyle yanağımdan süzülen yaşları sildi. Sonra da dudaklarını benimkilere bastırdı.

Nefesimin kesildiğini hissediyordum. Ömer yüzümü ellerinin arasına aldı ve beni tutkuyla öpmeye başladı. Zihnimdeki tüm kuruntuların aklımla birlikte uçtuğunu hissediyordum. Her şey birer yıldız olup başımı terk etmişti. Onu kendime çektim. Sadece o ve ben vardık. Ne içerisinde bulunduğumuz yıldızlı boşluk ne de başka bir şey vardı. Sadece biz vardık. Ömer ile ben...

Dudaklarımız ayrıldığında gözlerimi onunkilere diktim. Onu daha önce hiç bu kadar mutlu görmemiştim. İkimizde nefes nefeseydik. Alnını benimkine dayadı ve "Hayalim gerçek oldu," diye fısıldadı. Karanlık yıldız artık parlıyordu. Üstelik göz kamaştırıcı bir şekilde...

Gerçekleşen dileğinin içindeki anıya baktım. Kamer ile Ömer dans ediyordu. Şarkıları bizimde etrafımızı sarmıştı. Ömer gülümsedi ve "Bu dansı bana lütfeder misiniz?" diye sordu. Elini bana doğru uzattığında kıkırdamıştım. Bir elimi onun avucuna indirirken diğerini onun omzuna koymuştum.

Etrafımızı saran müziğin sesine kapıldık. Ömer elini belime yerleştirdiğinde kendimizi müziğin sakinleştirici tınısına kapılmış ağır ağır dans ederken bulmuştuk. "Uzun zamandır bu anın hayaliyle yaşıyorum Kamer," dedi Ömer.

Koyu hareleri sıcacıktı. Şefkatli dokunuşu, sıcaklığı, bakışları, gülüşü tüm benliğimi ele geçirmiş gibi hissediyordum. "Bende," diye fısıldadım. Başımı onun omzuna yasladım. Bir süre müziğin bizi birbirimize bağlamasına izin vererek dans ettik. Daha sonra onca yıldızın arasında göz kamaştırıcı bir şekilde parlayan kendi yıldızımıza baktık.

"Şimdi gökyüzünün en parlak yıldızı bizimkisi," dedim gülümseyerek. Ömer kolunu belime doladı. Bana arkadan sarıldı ve çenesini omzuma dayadı. Bu halimiz ve bulunduğumuz yer bana evde uyandığımda gördüğüm rüyayı anımsatmıştı. O zamanlar onu tanımadan rüyamda görmüştüm. Kırmızı gözlerimizi görmüştüm. Bana sarılışını görmüştüm.

"Biliyor musun?" dedim birden. Ömer ilgiyle beni dinliyordu.

"Evde gözlerimi ilk açtığımda rüyamda sende vardın. Bana yıldızların arasında tıpkı şu anda da olduğu gibi sıkıca sarılmıştın."

"O yüzden mi uykunda çığlık attın?"

"Hayır tabii ki de!" dedim gülerek. "Rüyamın sonunda babamı gördüğüm için çığlık atmıştım," diyerek büyük bir yanlışı düzeltmiştim. Ömer kıkırdadı. Yanağıma uzun ve sıcak bir öpücük bıraktı. Daha sonra, "Bende sana bir şey itiraf edeyim o zaman," demişti.

Dönüp ona baktım. Yüzünde haylaz bir gülümseme vardı. Bir muziplik yapacağına dair içimde küçük şüphelerim vardı. Yutkundu ve "Ben Güneş'in yanına hiç gitmedim. Sadece seni çıldırtmak için öyle söyledim," diyiverdi.

Romantizmin sonuna gelmiştik. Gözlerimin seğirdiğini hissediyordum. Bana bir gecede ikinci kez yasaklı kelimeyi kullanmıştı. "Bende sana bundan sonra Koru derim. Bakalım nasıl oluyormuş Ömer Aktan!" diye bağırdığımda onu kıskanmam oldukça hoşuna gitmişti. Ona yalandan vurmamı umursamamıştı.

Yumruğumu havada yakaladı ve kolunu belime dolayarak beni çıkışa doğru götürmeye başladı. Ömer'in keyifli kıkırtısı kulaklarımı dolduruyordu. Yıldızların arasından ayrılıp tekrar çatının üzerinde durmuştuk. "Sen gülmeye devam et," dedim onu kınarcasına. Ağzına hayali bir fermuar çekip gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı.

"Artık eve dönsek iyi olacak. Aksi bir durumda Arda'nın tepemizde bitmesi kaçınılmaz olur."

Ömer'in söylediğiyle saniyeler içinde çatıdan gerisinin geri yere acil bir iniş yapmıştık. Saatin kaç olduğu hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Açıkçası yanımda o olduğu sürece ne zamanın ne mekanın ne de başka bir şeyin önemi kalmıyordu. Ömer gülümseyerek elimi tuttu. Birlikte el ele eve doğru yola koyulmuştuk ki birden, "Ömer," demiştim.

Koyu harelerin sahibi kısa bir anlığına durup gözlerime baktı. "Madem artık birlikteyiz. O zaman bana kendin hakkında benim bilmediğim bir şey söyler misin?" diye sordum.

Ömer gülümsedi. Beni elimden tutup evin tersi istikamete doğru götürmeye başlamıştı. Gittiğimiz yöne bakılırsa beni bulduğu parka doğru götürüyordu. Ama oraya neden gittiğimizi söylememişti. Birlikte sokak lambalarıyla aydınlanan ıssız parkın içine girdiğimizde bankımız az öteden gözüküyordu. Birlikte bankımız tam önünde durduğumuzda Ömer'in büyüleyici koyu hareleri beni bulmuştu.

"Bizim hikayemiz aslında yıllar önce başladı. Hem de aynı yerde tam bu bankta, bu parkta ve aynı ayın altında. Belki başkasının hayalleri altında aydınlandığımız o gece başladı her şey."

Ömer'in söylediğiyle kalakalmıştım. Gözlerim yeşilden kırmızıya döndü. Öğrendiğim küçük numarayı bu seferde yapabilmeyi umuyordum. Odaklandım. Onun zihninin derinliklerindeki anıya daldım. Ama bu sefer yalnız değildim. Aynı anının içindeydik. Önümüzdeki bankta oturan küçük kıza baktım. O kız bendim.

Parlak yeşil gözleri etrafta gezinirken parkın girişinden koşan küçük çocuğu izleyen bendim. "Babamın bana yaşattığı kaostan kaçarken bir çift yeşil gözle göz göze geldiğim an başladı," dedi Ömer. Küçük çocuk koşarak o kızın önünde durdu. Bu anıyı hatırlıyordum.

Küçük kıza baktı çocuk. Onunla birlikte benimde yüzümde küçük bir tebessüm belirmişti. "Belki daha altı yaşında aşkın kelime anlamını hatta nasıl bir his olduğunu bile bilemeyecek kadar küçük bir çocuktum," dedi Ömer. Küçük Ömer kısa bir anlığına küçük Kamer'e baktı ve yoluna devam etmek üzere adımladı. Birkaç adım attıktan sonra küçük Kamer ile aynı anda, "Kırmızılı çocuk!" diyerek küçük Ömer'e seslendik.

"Ama sana yemin ederim Kamer, o gece seni gördüğümde bana baldan tatlı sesinle seslendiğin anda göğüs kafesimin içinde hiç olmadığı kadar güçlü atan kalbimin sesini duyduğumda bunun aşk olduğunu hissettim. Bana kırmızılı çocuk dediğinde sana tekrar döndüğüm anda her şeyin bir anda değişeceğini sanki o an anladım."

Dolu gözlerle Ömer'e baktım. Küçük Kamer oturduğu banktan kalkmıştı. Kırmızılı çocuğun peşinden gidiyordu. "Yanıma gelip kanayan dizine ağlayan küçük bir çocuğun yaralı ruhunu öpüp sevdiğin anda sana aşık oldum," dedi Ömer. Sözleri kalbime dokunmuştu. Kuruyan dudaklarını ıslatıp sözlerine kaldığı yerden devam etti.

"Seni bir daha ne zaman görürdüm bilmiyordum ama ben o aşka tutunup seni düşündüm. Senin sevgini, gözlerini düşündüm ve hiçbir zaman seni aramaktan vazgeçmedim. Şimdi o kırmızılı çocuk büyüdü ve aşkını buldu. Çocukluğunu ve ışığını buldu. Kamerini buldu..."

Ağlamaya başladım. O ise başparmağını göz altlarımda gezdirdi. Birlikte küçüklüklerimize baktık. Küçük Kamer, Ömer'in gitmesine izin vermemişti. Boynuna astığı küçük çantadan bir yara bandı çıkarıp kırmızılı çocuğun dizindeki yaranın üzerine yapıştırdı. Sonra o çocuğun asıl yarasını iyileştirmek için uzanıp yanağına küçük bir öpücük bıraktı. "Yara bandı," dedim kendimi tutamayarak.

Ömer'in odasında çerçevenin içindeki yara bandını veren aslında bendim. Yıllar önce onun yarasına yapıştırdığım yara bandını hala saklıyor olduğunu anladığımda ağlayarak ona sarıldım. Anı böylece uçup gitmişti. Yıllar sonra aynı bankın önünde birbirimize sarılıyorduk. Ömer'in benzersiz kokusunu içime çektim. O da saçlarımı okşamaya başladı.

"İnsanlar neden ışıktan korkmaz hiç düşündün mü? Neden hep karanlıktan korkar?"

Ondan ayrılıp parıldayan koyu harelerine baktım. "Çünkü insanlar aydınlıktayken kendini güvende ve huzurlu hisseder. Ama söz konusu karanlık olduğunda kendilerini bir boşluktaymış gibi hissederler. İçlerini bir korku kaplar," diyerek devam etti sözlerine. Yutkundu. Sözlerinin, gözlerinin, gülüşünün etkisi altına girdiğimi hissediyordum.

"Halbuki karanlıktan korkmak kadar saçma bir şey yoktur. Çünkü karanlık olmadan aydınlık bir hiçtir. Nasıl ki aydınlığı seviyoruz ve hayatımızın ışık dolu olmasını istiyorsak karanlığı da sevmeyi öğrenmemiz gerek. Ben karanlığın ne kadar güzel olduğunu seni gördüğümde anladım Kamer. O içimi kaplayan karanlığa bir güneş gibi doğduğun an anladım. Senin ışığının beni aydınlatması için karanlığa ihtiyacım vardı. Bende o gece karanlığa tutundum ve onu sevdim. Çünkü biliyordum ki bu karanlığın sonunda beni bekleyen bir ışık var. Beni ışığıyla sıcaklığıyla kucaklayacak bir Güneş var."

Onun sevdiği güneş aslında bendim. Beklediği, özlediği, başucunda ve hatta bunca zaman yüreğinde sakladığı güneş aslında bendim. Ömer'in sıcak parmakları yanağımı okşuyordu.

"Beni karanlığın arasından çekip alacak bir kız var. O kız benim her şeyim olacaktı. Bunu o an anladım. Babamın açtığı yaraları öpen şefkatle bakan güzel gözleriyle içimi aydınlatan güneşten daha güzel bir kız... İşte o kız benim güneşim, hatta güneşten de öte o benim parlak ayım, hayallerimin süslediği en güzel yıldızım. Kısacası o kız benim her şeyim..."

Ömer'e sıkıca sarıldım. Gözyaşlarım bu sefer mutluluktandı. Artık kırmızılı çocuğu hatırlıyordum. Hatta o çocukla birlikteydim. Ona aşıktım. Onun sevgilisiydim. Ömer'in yanağını öptüm. İçten içe öpmek istediğim yanağındaki uzun çizgiyi öpücüğümle doldurdum.

"Bunca zaman seni kendimden kıskandığıma inanamıyorum," dedim gülerek. Ömer kıkırdadı. Keyifli kıkırtısı kulağımı doldurmuştu. Ondan ayrılıp gözlerine baktım. O ise gülümseyerek, "Ben seni bunca yıl bir Güneş sandım," demişti.

"Meğer sen bir Aymışsın. Ama eğer dersen ki rolleri değişelim diye sen bir Güneş bense sana tutulan bir Ay olurum."

Gülümsedim. Elini tuttum ve bizim bankımıza baktım. Yıllar önce kader çizgimiz meğer aynı yerden geçmişti. "Kaç yıl oldu?" diye sordum tekrar Ömer'e bakarken. Ömer, "On dört," dedi tek seferde.

Ben Kamer. Gece avcısı, Ay'ın Çocuklarının yedincisi, gördüğü işkenceden kaçan, parkta şu an önünde durduğumuz banka sığınan, kırmızılı çocuğun yaralarını saran o küçük kız bendim. Güneş bendim. Ay bendim. Kırmızılı çocuğun gerçekleşmesini beklediği dileği bendim. Ben Ömer'in on dört yıllık aşkıydım.

"Senin aşkının yanında benimkinin bir kıymeti var mı bilmiyorum. Ama seni tüm kalbimle seviyorum Ömer Aktan. Gökyüzümüze yeni bir yıldız ekleyecek kadar, kalbimi yarıp seni içine sokacak kadar, koyu harelerinde kaybolacak kadar, baktığım her yerde seni arayacak kadar çok seviyorum seni."

Ömer'i daha önce hiç bu kadar mutlu görmemiştim. Gözlerime sanki ona dünyaları vermişim gibi bakıyordu. Gerçek Güneş'in ufukta görünmeye başlamasıyla artık eve dönmemiz gerektiğini söyledi. Birlikte el ele eve doğru yola koyulduk. Parkı, bankı ve çocukluğumuzu ardımızda bırakmıştık.

Evin önüne geldiğimizde sessizce kapıyı açıp merdivenleri tırmanmaya başlamıştık. Eğer şanslıysak bizimkilere yakalanmadan odalarımıza kaçabilirdik. Tabii böyle bir imkanımız kalmamıştı. Ömer ile el ele ekibe yakalanmıştık. İşte şimdi herkese hesap vermek zorunda kaldığımız ana gelmiş bulunmaktayız.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top