2. Bölüm: Küçük Çocuk
Bu hayatı yaşamanın sırrı inanmaktan geçer. Eğer biri veya birileri size kendinizden daha çok inanıyorsa o zaman yapamayacağınız şey yoktur. Kendiniz için olmasa bile onlar için mücadele etmeye başlarsınız.
Gözlerinde gördüğünüz ışıktan güç alırsınız. En aşılmaz engelleri bile aşabileceğinizin farkına varırsınız. Gökyüzüne tırmanır belki de benim gibi zihinlerin içinde gezinirsiniz.
Yeter ki kendinize güvenin. Yanınızda duranların elinden tutun ve içinizde taşıdığınız gücün farkına varın. Bende öyle yapacağım.
Derin bir nefes aldım. Kafeyi kapatmış merkez tarafına doğru ilerliyorduk. Hava ılıktı. Ay gökyüzünde yıldızlarıyla birlikte yolumuzu aydınlatıyordu. O an içimden şöyle bir cümle geçirdim.
Ay'ın yıldızları geceleri parlayan hayallerdi.
Gözlerimi gökyüzüne diktim. Yüzümde belirgin bir gülümsemeyle hayallerin ışığında yürümeye devam ettim. Koyu harelerin sahibinin gözleri benim üzerimdeydi.
"Gülüyorsun," dedi birden. "Hem de çok güzel," diye de ekledi.
Gözlerimi gökyüzünden alıp hayalimin kendisine çevirdim. "Gülüyorum çünkü artık yapabileceğimi biliyorum," dedim iç çekerek. Bugün aylar önce bulduğum kitabın içinde gizemli bir yolculuğa çıkacaktım.
"Eğer olurda korkarsan kalabalığın içinde seni izliyor olacağımı bil ve bana bak," dedi Ömer. Sesinin tınısı bile beni sakinleştirmeye yetiyordu. Gözlerim yanağındaki derin çizgide gezindi.
Bugün ilkbaharın ilk günüydü ve ben bugün tüm koruyuculara onlardan biri olduğumu gösterecektim. Gözlerim bir anda Ömer'den Arda'ya kaydı. Çünkü Arda sokak lambasına tırmanmış maymun gibi sallanıyordu.
Oğuz sinir bozukluğuyla alnına bir şaplak attı. "Bende bunun ne zamandır sesi çıkmıyor acaba ne zaman kuduracak diye bekliyordum," dediğinde hepimiz gülmeye başladık.
Arda sokak lambasından bir diğer sokak lambasına atlarken bizse merkez tarafına doğru yürümeye devam ettik. Yolculuğumuz kısa sürmüştü. Parktan geçtikten sonra birkaç dakika daha yürümüş kendimizi merkez çocuklarının arasında bulmuştuk.
"Geldiler!" diye bağırdı küçük bir çocuk. Bunun üzerine Meriç ve beraberindeki birkaç çocuk yanımıza geldi. Onlarca göz benim üzerimdeydi. İlk başta bu durum beni gersede derin bir nefes alıp sırtımı dikleştirdim.
Yapabileceğimi artık biliyordum. Meriç gülümsedi. Yeşil gözleri her birimizi tek tek süzerken en sonunda bende durmuştu. "Bölgenize hoş geldiniz çocuklar," dedi ve elindeki kitabı bana uzattı.
Bu kitap aylar önce bulduğum gizemin ta kendisiydi. Kitabı kollarımın arasına aldım. Meriç, "Hep birlikte topluluk bölgesine gidiyoruz!" diyerek merkez çocuklarının geri kalanlarını yanına çağırdı.
Ömer kalabalığın içinde usulca elimi tuttu. Parmaklarımı kavrayan parmakları koyu harelerine bakmama neden olmuştu. Yüzündeki tatlı gülümsemenin yanında beliren gamzesiyle birlikte bende gülümsedim.
Hep birlikte topluluk bölgesi denen yere doğru yürümeye başladık. Hare ile Sidelya uzaktan bana bakıp kendi aralarında bir şeyler konuşuyorlardı. Yüzlerindeki ifadeye bakılırsa Ömer ile benim durumumu konuştuklarına adım kadar emindim.
Topluluk bölgesi beş topluluğunda ortak oldukları bölgeye verilen isimdi. Burada toplantılar yapılır, kararlar alınır ve onlar için özel olan kutlamalar yapılırdı. Bugün ise tüm topluluklar aralarına bir gece avcısının katıldığını görecek ve hep birlikte kitabın ardındaki sırra erişecektik.
Kısa bir süre sonra topluluk bölgesine vardık. Etrafta kayalıklardan oluşan basamaklar, çimenlik alanı süsleyen yeşil ağaçlarla kendimi distopik bir film sahnesinin içinde gibi hissetmiştim. Meriç dışındaki diğer dört bölge koruyucusu beni bekliyordu.
Ömer elimi bırakmak zorunda kaldı. Meriç ile birlikte diğer çocukları ardımızda bırakarak koruyuculara doğru ilerledik. Çocuklar kayalık basamaklara yerleşmeye başladı. Bense diğer dört koruyucunun karşısına dikilmiştim.
"Seni yeniden görmek güzel kusursuz kız," diyerek söze ilk başlayan Kuzeylilerden Pars olmuştu. Onun bu sözüyle Meriç kıkırdamıştı. Bana uzattığı eli tutup sıktım. Daha sonra Güney tarafının koruyucusu Ulus ile tanıştım. Ulus buğday tenli buz mavisi gözlere sahip bir adamdı.
Oldukça nazikçe elimi sıkmış ve gülümsemişti. Ondan sonra Doğu tarafından Akın ile tanışmıştım. Akın kumraldı ve koyu kahverengi gözlere sahipti. Yanağının her iki tarafında da oldukça derin gamzeleri vardı. Kaşının üzerindeki dikişe her ne kadar bakmak istemesemde gözlerim ısrarla o noktaya kayıyordu.
En sonunda da Batı tarafından Ögeday ile tokalaşmıştım. Ögeday ise hepsinin aksine biraz daha mesafeli biriydi. Elimi sıkmıştı fakat koyu renkli gözlerindeki şüpheyi fark etmemek için aptal olmak lazımdı. Açık renk pırasa saçları vardı. Saçlarının tonu daha çok ağaç kabuğuna benziyordu.
Ögeday zor da olsa gülümsedi. Bununla birlikte beş bölgenin baş koruyucuları da beni selamladıktan sonra gözlerimi basamaklarda oturan onlarca çocuğa çevirdim. Her biri ilgiyle beni izliyordu. Biri dışında...
İçlerinden birisi Ömer'in hemen yanına oturmuş gözlerini ondan alamıyordu. Koyu renk saçları yandan örülmüş geri kalanı omuzlarına dökülüyordu. Üzerindeki deri ceketin yakasından güneş şeklinde bir kolyenin parladığını fark ettim.
Altın rengi güneş sembolü gerdanını süslüyordu. Ela gözleri Ömer'in üzerindeydi ve bu durum açıkçası hiç hoşuma gitmemişti. Sinir bozukluğuyla elimi yumruk yapmıştım. Tam o sırada Meriç, "Sana kitabın içindeki görmene yardım etmesi için Pars ile Koru aylardır araştırma yapıyordu," diye mırıldandı.
Dikkatimi zar zor toparlamış gözlerimi ona çevirmiştim. "Koru ile birlikte orta alanda güçlerini kullanacaksın. Kitabın içindekine odaklanacaksın Kamer," dediğinde Koru çocukların arasından kalkıp yanıma gelmişti.
Yüzündeki keyifli gülümseme sadece benim değil Ömer'in de sinirlerini bozmuş olacak ki uçarcasına yanıma gelmişti. "Meriç burada neler oluyor?" diye sordu Ömer. Dişlerini sıkarak sorduğu soru Koru'nun kıkırdamasına yetmişti. Bilmiş bir tavırla saçlarını düzeltmiş Ömer'in karşısına dikilmişti.
"Meriç ile az önce Kamer'in eğitimini kimin vereceğini konuşuyorduk."
Koru'nun sözleri ve üstüne bir de Ömer'in burnundan soluması eklenince ortam epey gerilmişti. Meriç eğer bir an önce ikisinin arasına girmezse her an birbirlerine girebilirlerdi. Sıkıntılı bir nefes verdim ve "Koru bana kitabı kullanmayı öğretecek kişi," diyerek durumu kısaca özetledim.
Ömer bunu benden duymayı beklemiyordu. Şaşkın bakan koyu hareleri yüzümde geziniyordu. "Bu bir şaka öyle değil mi?" diyerek histerik bir kahkaha attı Ömer. Bu şaka sandığı şeye tek gülen oydu. Meriç ile ben Ömer'e bakarken biraz endişeliydik. Tabii Koru hariç...
Koru, Ömer'in bu haliyle kendince eğleniyordu. Sinir bozucu kahkahası kulağımı tırmalıyordu. "Hala şaka yaptığımızı sanıyor. Gerçekten çok safsın Ömer," dedi Koru. Bir yandan gülüyor bir yandan Ömer'e pişkin pişkin bakıyordu. En sonunda durumun ciddiyetinin farkına varan Ömer'in gözleri bir anda kahverengiden kırmızıya döndü.
Pars, Meriç'in aksine sükunetini daha fazla koruyamamış ikisinin didişmesine daha fazla dayanamayarak araya girmişti. "Didişmeyi kesip yerlerinize geçin!" diye bağırdı. Pars'ın kükremesi sadece Ömer ile Koru'nun değil benimde yerimden sıçramama neden olmuştu. Duruma Meriç el attı.
"Pars haklı. Koru ile Kamer orta alana, Ömer sende diğer çocukların arasına geç."
Ömer bu duyduğuyla afallamıştı. Koru ise hem amacına ulaştığı için hem de Ömer'i delirttiği için zevkten dört köşeydi. "Kamer'in bundan eğitim alması mümkün değil," diyerek Koru'ya küçük bir göndermede bulundu Ömer. Tabii Koru bunu da umursamamış, "Yalnız bu demezsen sevinirim. Benim bir adım var," diyerek göz kırpmıştı.
Ömer ciğerlerine oksijen yerine öfke doldurmuş gibiydi. Gözlerini bana dikmişti. "Onunla olmaz," dedi. Benden bu işi daha başlamadan bitirmemi istiyordu. Ama bunu yapamazdım. O kitabın sırrını öğrenmem gerekliydi. Bana bunu Koru sağlayacaksa onunla çalışacaktım.
Başımı olumsuz anlamda salladım. "Bunu yapamam Ömer," dedim birden. Bu söylediğim onu büyük hayal kırıklığına uğratmıştı. Koyu hareleri yeşillerimde geziniyor bunu söylememiş olmamı umuyordu. Ama ne yazık ki ben bunları söylemiştim ve o da duymuştu.
"Eğer kitabın içindekine ulaşmamın yolu buysa bunu yapacağım."
"Öğretecek başka birini bulabiliriz Kamer."
"Babamı yenmenin tek yolu bu Ömer. Sizden biri olabilmem için bunu yapmak zorundayım," dedim ve ona doğru bir adım attım. Elim usulca onun eline dokundu. Parmaklarını okşadım. "Bana güvendiğini biliyorum," diye fısıldadım. Koyu harelerindeki ifadeye odaklandım.
Bunu yapmamı her ne kadar istemese de engel olmayacağını artık biliyordum. Yüzünde içimi delip geçen gülümsemesi belirmiş usulca kulağıma doğru eğilmişti. "Seni izliyor olacağım ay yüzlü kız," diye fısıldayarak geri çekildi. Daha sonra diğerlerinin arasına katıldı.
Güneş kolyeli kızın yanına oturmuş beni izlemeye başlamıştı. "Artık yerlerinizi alabilirsiniz," dedi Pars. Beklemeyi sevmediğini şu dört ay içinde çok iyi öğrenmiştim. Onun bu sözüyle Koru ile birlikte ortadaki alana geçtik. Çimenliğe oturmuş bağdaş kurmuştuk. Koruyucular hemen Ay'ın Çocuklarının önünde durmuş bizi izliyordu.
Elimdeki kitabı önüme koydum. Koru kitabın kapağını aralayıp ortamızda duracak şekilde kitabı konumlandırdı. Beni izleyen onlarca gözün varlığı biraz gerilmeme neden olmuştu. Gözlerim tek tek simalarda gezinirken en sonunda onunla göz göze geldim. Koyu harelerin sahibiyle...
Bana, "Eğer olurda korkarsan kalabalığın içinde seni izliyor olacağımı bil ve bana bak," demişti. Yeşil gözlerim onlarca kişinin arasından onu buldu. Koyu harelerini kırpıştırarak gülümsedi. Bana güveniyordu.
Burada olan herkese Ömer'in bana güveninin boşa çıkmayacağını gösterecektim. "Başlayalım," dedi Koru. Gözleri bir anda neon maviye dönmüştü. Yüzünde kibirli bir gülümseme belirmiş eliyle başlamam için işaret vermişti.
Derin bir nefes aldım. Gözlerim kan kırmızısına döndüğünde artık kitapla bağ kurmaya hazırdım. "Hazır mısın?" diye sordu Koru. Gülümsedim.
"Hazırım," diye mırıldandım. Artık karanlık yanımla bağ kurabilirdim. Koru, "Kitabın içinden gelen sese kulak ver. O sana görmen gerekeni gösterecek," dedi.
"Odaklan Kamer," dedi Meriç. Beş koruyucuda beni izliyordu. Kırmızı gözlerim kitaba odaklandı. İçinden gelen sesi duymaya çalıştım. Elimi kitabın üzerine koyup içinden bana seslenen puslu sesi netleştirmeye çalıştım.
"Onu bul!"
Kitabın içinden gelen sesin söylediği tam olarak buydu. Boşluğa baktığımı zannederken bir anda her şey kayboldu. Artık topluluk bölgesinde değildim. Cehennemimdeydim!
Kitabın bana neden orayı gösterdiğini tam olarak anlayabilmiş değildim. Gözlerim evin bahçesinde gezinirken az ötede oynayan küçük bir çocuk gördüm. Bahçedeki mermer çeşmenin önünde topla oynuyordu. Bu oğlanın kim olduğunu içten içe merak ediyordum. Ona doğru yaklaştım. Yüzünü görmeme sadece küçücük bir an kalmıştı ki evin çelik kapıları gürültüyle aralandı.
Kapıdan hışımla çıkan kişi babamdı. Küçük çocuk korkuyla titredi. Topla oynamayı bir kenara bırakmış mermer çeşmenin dipinde karnını dizlerine çekerek saklanmaya çalışmıştı.
Babam bağırıyordu. Ama etrafta en ufak ses bile yoktu. Küçük çocuk elleriyle kulaklarını kapatmıştı. Babamın dehşet verici sesiyle bana bağırdığı zamanları anımsadım. Bu çocukta her ne kadar ben duyamasamda benim yaşadığımı yaşıyordu.
Babam bahçede gezindi. Dudakları kıpırdadıkça çocuk sessizce ağlamaya başlamıştı. Küçük dudakları titriyordu. Yüzünü elleriyle kapattığında şortundan görünen bacaklarında küçük morluklar olduğunu fark ettim.
Babam bir anda çeşmenin öteki tarafına geçti ve çocuğu gördüğünde yüzünde şeytani bir gülümseme belirmişti. O an o çocuğa zarar vereceğini anladım. Önüne çıktım. Ama bunun bir yararı olmamıştı. Çünkü ben bu dünyada bir hayalden ibarettim.
Kitaba mürekkeple kazınmış harflerden biri gibiydim. Avazım çıktığı kadar bağırdım. Sesim boşlukta kayboldu. Kendi sesimi bile duyamıyordum. Ağlamaya başladım. Gözyaşlarımın içinde boğulduğumu hissettiğim anda birinin omuzlarımdan tutup beni şiddetle sarstığını hissettim.
Bir anda görüntüler kayboldu. Babam, o cehennemden farksız ev ve o küçük çocuk bir anda yok oldu. Ömer'in endişeyle bakan koyu hareleri vardı. Meriç, Koru, Sidelya ve diğer birçok kişi bana bakıyordu.
Ömer'in omuzlarımı kavrayan elleri gevşedi. Rahatlamıştı. Ama ben hala gördüğüm şeyin etkisinden çıkamamıştım. Ayağa kalktım ve herkesi arkamda bırakarak bulunduğum yeri terk ettim.
Koştum. Ciğerlerim ateş gibi yanana kadar, bacaklarım uyuşana kadar ve gözyaşlarımın rüzgara karıştığını hissettiğim o ana kadar deli gibi koştum. Arkamdan bana seslenen Ömer'i bile duymuyordum.
Babamın bir başkasına zarar vermiş olduğu düşüncesi beni derinden etkilemişti. Benim yaşadıklarımı bir başkasının yaşamış olmasını kaldıramıyordum. Yoruldum. Gücümün tükendiğini hissediyordum. Durdum ve ağlayarak dizlerimin üzerine çöktüm. Nerede olduğum, hangi zaman diliminde olduğum hakkında en ufak bir fikrim dahi yoktu. Geçmişim bir el olmuş boğazıma yapışmıştı. Boğuluyordum.
"Kamer!" diye bağırdı Ömer. Sesi kafamın içinde uğulduyordu. Dizlerimi karnıma kadar çekmiş o küçük çocuk gibi tir tir titriyordum. Aramızdaki tek fark onun çeşmenin ardına benimse bir ağacın gölgesine saklanmış oluşumdu.
"Kamer," diye tekrarladı Ömer. Ses tonundan benim için ne kadar endişelendiği belliydi. En sonunda hıçkırıklarımı duymuş yanıma gelmişti.
"Buradasın," dedi. Rahatlamıştı. Beni göremeyince aklını kaçırdığına emindim. Eğildi ve gözlerime baktı. Çaresizce boynuna atıldım. Ona sıkıca sarılıp bu kabusunda öncekiler gibi geçmesini bekledim.
Ömer yanımda olduğu sürece hiçbir kötülüğün yanıma uğrayamayacağını hissediyordum. Bu kötülüğünde onunla kaybolmasını diledim. Onu kalbime almak istercesine daha da sıkı sarıldım. Ellerim saçlarını kavradı.
Çenemi omzuna dayamış ağlıyordum. "Geçti," diye fısıldadı. Parmakları saçlarımda gezindi. Sıcak nefesi sobanın ateşi gibi boynumu yakıyordu. Titremelerim azalmıştı.
"Gece bizi saklar karanlığıyla sarıp sarmalar," diye fısıldadı. Sesi öyle güzeldi ki benim için ninnisini söylemeye başlamıştı. Kolları bedenimi bir battaniye gibi sardı. Ağlamayı bırakmış onun sesine yoğunlaşmıştım.
Ninninin sözleri onun sesiyle anlam buluyordu sanki. Gözlerimi kapattım. Kalbimin ritmi normale dönmeye başlamıştı. Ömer'in kollarında öylece durdum. Saçlarımı okşadıkça sakinleştiğimi fark ettim. Kokusunu içime çektim. Ninni bitti ve ben onun omzunda uyuyakaldım.
*******
Gözlerimi açtığımda kendimi hiç bilmediğim bir yerde bulmuştum. Ne kadar süredir uyuduğum ise tamamiyle muammaydı. Dalgın bakan gözlerim elimi tutan bir elin varlığıyla yatağın öteki tarafında oturan Ömer'e kaydı.
"Neredeyim?" diye sordum halsizce. Gülümsedi. "Meriç'in odasındasın," dedi ve yataktan kalkmam için yardım etti. Merkez tarafına dönmüştük. Ayağa kalktığımda hala kendimi biraz halsiz hissediyordum.
"En son ne oldu?"
Bu sorumla birlikte kapının önünde konuşan Meriç ve diğer koruyuculara kaydı gözlerim. "Her şeyi berbat ettim öyle değil mi?" diye sordum. Ömer'in gözleri şefkatla gözlerimde gezindi. Eli belimi kavradı ve beni koruyucuların yanından geçirerek evden çıkardı.
Çimenlik alanda birlikte adımlamaya başladık. "Hiçbir şeyi berbat etmedin Kamer. Aksine sen çok büyük yol kat ettin. Sadece..." dediğinde devamını getirememişti. Duraksamış söylemesi gereken sözcükleri seçmeye çalışıyor gibi bir hali vardı.
Kısa bir süre sonra, "Sadece ne?" diye sormak zorunda kalmıştım. Çünkü sormasam kolay kolay anlatacağa benzemiyordu. Ömer gözlerini yeşillerime dikti. Bu konuyu her ne kadar konuşmak istemesede benim rahat durmayıp anlatana kadar onu zorlayacağımı da çok iyi biliyordu.
"Sadece kontrolünü kaybettin."
Ömer gerçeği bir anda söylemişti. Ortada yumuşatılacak veya saklanacak bir şey yoktu. Daha sonrasında, "Gözlerin aralıktı. Kızıl gözlerinden boncuk boncuk yaşlar damlıyordu Kamer," dedi endişeyle.
O kadar zor konuşmuştu ki boğazına oturan yumrunun acısını kendi boğazımda hissetmiştim. Yüzündeki gamzenin yerini kederli bir çizgi almıştı sanki. Gözlerinde endişeli bir ifade belirmişti.
Koyu harelerini yeşillerime dikti. Birlikte az ötemizdeki kayalığa oturduk. Bacaklarımız sallanıyordu. Aşağımızda koca bir şehir vardı. Her ne kadar başkaları görmesede yıldız görevine çıkan onlarca ayın çocuğu da binadan binaya atlıyordu.
"Sonra ne oldu?" diye sordum birden. Ömer de benim gibi karanlık şehir manzarasına dalmıştı.
"Seni gördüğün kabustan uyandırabilmek için öne çıktım. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştın. Bende seni omuzlarından tutup sarstım. Gördüğün şey her ne ise etkisinden bir türlü kurtulamadın Kamer."
Gördüğüm şeyi hala çok net bir şekilde hatırlıyordum. Cehennemimi, cehennemimin kralı olan iblisi ve bu manzaradan çok uzak o küçük çocuğu görmüştüm. Yutkundum. Gözlerimi şehir manzarasından alıp Ömer'e çevirdim.
"Kitap beni eve gönderdi. Koca evin bahçesinde görünmezdim."
Ömer dikkatle gözlerime baktı. Travmalarımın kaynağı olan o evde gözlerimi açmam geçirdiğim atağın nedenini açıklar nitelikteydi. "Sonra bahçede bir çocuk gördüm. Küçük bir oğlan çocuğu," dediğimde daha şimdiden gözlerimin dolduğunu hissetmiştim.
"Çocuğun yüzünü net göremedim. Sadece topla oynarken onu izledim. Sonra evin kapısı açıldı. İblis o çocuğun hayatını kararttı. Çocuğun bacaklarında morluklar vardı Ömer. O korkuyordu. Titriyordu. Ama ben onu kurtaramadım."
Gördüğüm manzara yeniden zihnimde belirmişti. Her şey çok tazeydi. "Kitap bana onu bul dedi Ömer," dedim çaresizce.
Ömer bunun üzerine eliyle başımı tuttu. Başımı omzuna yaslamamı sağladı. Beni sarıp sarmaladı. Tıpkı gecenin bizi saklayıp karanlığıyla sarıp sarmalaması gibi...
"Ne kadar güçlü olduğumuzu hissedersek hissedelim bazen sevdiklerimizi koruyamıyoruz Kamer."
Bunu söylerken koyu harelerinde acı pırıltılar belirmişti. Aklına annesinin geldiğini biliyordum. Onu bu derece üzen tek konu buydu çünkü.
"Sen ne yaparsan yap o çocuğu kurtaramazdın Kamer. Bunun sebebi güçsüz olman değil. Olmuş bir şeyi değiştirecek gücümüzün olmayışındandır."
Ömer haklıydı. O çocuk şu an koca bir adamdı. Belki de babamın geçmişinden biriydi. Tam olarak bilemiyorum. Ama bu yaşananların geçmişte olduğu kesindi. Yutkundum. "Keşke geçmişe dönebilme gücümüz olsaydı," diyerek uzaklara daldı gözlerim.
"İşte o zaman hem o çocuğun hem de benim gibi bir hayata mahkum olan onlarcasının hayatını değiştirebilirdim."
"Belki bunu yapacak gücümüz yok. Fakat yaraları sarma gücümüz var. Onlar için hala bir merhem olma şansımız var."
Gülümsedim. Beni her zaman anlamasını seviyordum. Bunun için konuşmama bile gerek yoktu. Sadece gözlerime bakması yeterdi. O yeşilden bense bir çift koyu hareden onlarca şeyi görebiliyordum.
Aşk, sevgi, acı, korku, endişe, neşe, umut ve daha onlarca his ve duygu gözlerimizde saklıydı. Bu yüzden birinden bir şey saklamak istiyorsanız ilk yapmanız gereken şey gözlerinizi kapatmaktır.
"Sence merhem olmayı başarabilir miyim?"
"Merhem olabilir misin bilmem ama yara bandı gibi acıları gözlerinle iyileştirdiğin bir gerçek Kamer."
Sözlerinin güzelliği karşısında nutkum tutulmuştu. Yaralı bir ruhun yaraları iyileştirebileceğine inanmamı sağlayan oydu. Ömer... Ömer Aktan...
"Bugün benim için yıldız kaydırır mısın?" diye sordum birden. Ömer gülümsemiş beni başıyla onaylamıştı. Bunun anlamı şimdi bir yıldız seçmem gerektiğiydi.
Gözlerim karanlık gecede parlayan hayallerde gezindi. En sonunda ikimizin ortasında kalan bir tanesini seçtim. Parmağımı yıldıza doğru tuttum. Bu olsun dediğim sırada Ömer elimi tuttu.
İşaret parmağını her zaman yaptığı gibi yıldızın üzerine doğru tuttu. Öncekilerden farklı olarak bu kez ikimizde aynı yıldızı işaret ediyorduk. Elim avucunu kavradı. O yıldızı işaret ederken, "Bunu birlikte mi yapacağız?" diye sordum heyecanla.
Ömer bu heyecanıma karşılık kıkırdamıştı. İçten kahkahası gamzesinin belirginleşmesine neden olmuştu. "Birlikte," diye fısıldadı ve aynı anda parmağımızı sola doğru kaydırdık. Yıldız yağmur damlasının pencerede kayışı gibi gökyüzünden kayıp gitmişti.
"Dilek tuttun mu?" diye sordu Ömer. Gözlerimi kapattım ve düşündüm. Ne dileyeceğimi seçtim.
"Ömer, Güneş'i değil beni sevsin," dedim içimden. O an Ömer'in Oğuz gibi akıl okuma yeteneğinin olmadığına şükretmiştim. Yeşillerimi onun gözlerine diktim. "Ben dileğimi tuttum. Peki ya sen?" dediğim sırada yüzünü yüzüme yaklaştırdı.
"Benim dileğim uzun zamandan beri aynı."
Onun bu söylediğine karşılık nasıl bir tepki vereceğimi bilememiştim. Afallamıştım. Koyu harelerine takılı kalmıştım. Tam o sırada aklıma tuttuğum dilek geldi. Ben onu dilerken acaba o Güneş'i diliyor olabilir mi?
Bu soru daha şimdiden canımın sıkılmasına yetmişti. İçime gülle gibi ağır bir şeyin oturduğunu hissetmiştim. Hatta Arda'nın haddinden fazla yemek yediğinde kullandığı bir tabir bu duruma cuk oturuyordu. İçime öküz oturmuştu!
"Neden birden modun düştü?" diye sordu Ömer. Nedenini ona açıklayamazdım. Bu yüzden konuyu değiştirmeye karar verdim.
"Hiç. Sadece düşünüyordum."
"Gardiyanına anlatamayacağın kadar gizli bir şey mi?"
Ömer'in söylediğiyle göz bebeklerim on katı büyüklüğe ulaşmıştı. Kafedeyken kızlarla konuşmalarımızı dinlemiş olamazdı öyle değil mi? Tabii ki konuştuklarımızı duymuştu. Eğer duymamış olsaydı ona gardiyan dediğimi nereden bilecekti ki?
Utançtan yüzümün kıpkırmızı olduğunu hissediyordum. Saçlarımın ardına saklanmam da şu saatten sonra bir fayda vermeyecekti. Çünkü Ömer gülerek bana bakıyordu.
"Gardiyanların kuledeki prenseslerini ejderhalardan korumak için bazı şeyleri bilmesi gerekir."
"Ne gibi?"
"Mesela prensesinin yanında kimler var? Etrafında dört dönen ejderlerin isimleri neler? Prenses uykusundan hangi prensin öpücüğüyle uyanacak? bunları bilmek en çok da gardiyanın hakkı."
Ömer'in sözleriyle kıkırdadım. "Bu hikayede gardiyan sensen prenses kim?" diye sordum. Ömer düşünür gibi yaptı. "Ejder Koru olduğuna göre prenses de sen oluyorsun," diye mırıldandı. Bunun üzerine, "Peki prensim kim?" diye sordum.
"İşte onu da sen belirleyeceksin Kamer."
Yüzü yüzüme daha da yaklaştı. O kadar yakındı ki nefesinin sıcaklığıyla başımın döndüğünü hissediyordum. Kulağıma doğru eğildi. "Sana çok güveniyorum Kamer," dedi ve uzaklaştı. Tam o sırada yokluğumuzu fark eden Arda yanımıza doğru koşmaya başladı.
"Demek buradaydınız," dediğinde yüzünde pişkin bir gülümseme belirmişti.
"Kami'yi hasta yatağından kaçırmaya utanmıyor musun Ömüş öküzü!"
Arda'nın yine rahat durmayacağını anladım. "Ben gidiyorum," diyerek ayağa kalktım. Bunun üzerine Ömer onu Arda ile yalnız bıraktığım için bana aksi bakışlar atıyordu. "Merak etme annecik. Babacık emin ellerde," dedi Arda sırıtarak.
Onun bu cümlesinden sonra babacığın sağ kalacağına ve hatta evlat katili olacağına dair şüphelerim vardı. Bu yüzden geri dönüp Ömer'in elinden tuttum. Onu Arda'nın azabının arasından çekip çıkardım.
"Git kendi başına oyna Arda."
Arda sandığımın aksine sırıtarak yanımızdan uzaklaşmış Ömer ise, "Az önce sen Arda'yı kovdun mu yoksa bana mı öyle geldi?" diye sordu. Kıkırdadım.
"Her zaman prenseslerin kurtarılmaya ihtiyacı olmaz. Bazen gardiyanların kurtarılması gerekir."
Gardiyanımın elinden tutup yürümeye başladım. Gardiyanıma söyleyemediğim bir diğer sır da şuydu. Prenseslerin aptal prenslere değil onları koşulsuz şartsız koruyan onları hiçbir zaman yalnız bırakmayan gardiyanlara ihtiyacı olduğuydu.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top