18. Bölüm: Gel

Birine dünyaları da verseniz yanında sevdikleri olmadan mutlu olamazmış. Bunu şu an daha da iyi anlıyorum. Eski hayatımda sahip olamayacağım hatta hayalini bile kuramayacağım kadar çok şeye sahiptim. Fakat şiddet ve kaos tüm bunların altında saklıydı. Parlak mücevherlerin gösterişli bir hayatın altında karanlık saklıydı.

Dıştan bakınca görünmeyen bir karanlıkla ben o evin kapısı her kapandığında yüzleşmek zorundaydım. Ama şimdi durum farklıydı. Ne elmaslar ne yakutlar benim şu anki mutluluğum kadar değerliydi. Çünkü etrafım hayatımdaki karanlığı dağıtan sevdiğim insanlarla doluydu. Kalbim ise onunla dolu. Ömer ile...

"Arda Allah aşkına biraz yavaşla midem bulandı," dedi Sidelya. Sarı saçları bir öne bir arkaya doğru savrulurken benim saçlarımda onunkinden farksızdı. Her sallantıda saçlarım uçuşup duruyordu. Fakat Sidelya'nın aksine benim yüzümde kocaman bir gülümseme vardı. Kendi kendime kıkır kıkır gülüyordum. Bu neşeli halim Ömer'in de dikkatini çekti.

"Bu mutluluğunun sebebi Arda'nın ruh hastalığı mı yoksa başka bir şey mi?" diye sordu gülerek. Gözlerine bilmiş bir edayla baktım.

"Arda'nın ruh hastalığı da bir sebep ama asıl sebep bu değil."

Bunu söylediğimde Ömer merakla benden gelecek cevabı beklemeye başladı. Gülümsedim. "Sensin," dedim sadece. Bu cevabım onun afallamasına yetmişti. Sidelya'nın yoğun ısrarları üzerine duran gondoldan Ömer'in tek kelime dahi etmesine izin vermeden indim.

"Arda ekspresi puanlayın çabuk," dedi Arda gülerek. Gondola binen hiç kimse bu yolculuktan keyif almamıştı. Çünkü Arda ile Oğuz gondolu o kadar hızlı sallamıştı ki herkesin midesi ağzına geliyordu. Bu seyahat acentesinden memnun olan sadece iki kişi vardı. O da benle Ömer...

"Hiç memnun kalmadım. Hatta paramın iade edilmesini talep ediyorum," dedi Sidelya. Bu talep Arda'nın surat asmasına yetmişti. Boğazını temizleyip bilmiş bakışlarını Sidelya'ya yöneltti.

"Üzgünüm hanımefendi. Ama para iademiz yoktur."

Arda'nın bu ciddiyeti hepimizi güldürmüştü. Bir anda gerçek bir seyahat acentesi sahibi gibi davranmaya başlamıştı. Bu durum Oğuz'un da dikkatini çekmişti.

Oğuz, "Ulan Arda efendi tüm paraya sen mi konuyorsun? Bende bu acentenin ortağı değil miyim?" diye sorduğunda hepimiz saatin geç olduğunun daha yeni farkına varmış eve doğru yürümeye başlamıştık.

"Yarın büyük gün," dedi Hare kıkırdayarak. Oğuz'un beline sarılmış birlikte yanımızdan yürüyorlardı. Gözlerim ikisinin arasındaki uyuma takılı kalmışken Ömer, "Bu doğru," diye mırıldandı.

Elimizde olaylı bir günün sonrasında aldığımız kıyafet poşetleriyle birlikte sokak lambalarının altında yürüyorduk. Tabii Arda yarın için çok fazla heyecanlandığından seke seke gidiyordu.

"Arda parka gitmemize rağmen enerjisini atamamış belli ki," dedi Berk gülerek. Sidelya da mide bulantısı henüz geçmediğinden keyifsiz bir şekilde bu söylediğini başıyla onaylamıştı.

Hep birlikte on dakikalık bir yürüyüşün ardından eve girmiş odalarımıza dağılmıştık. Elimdeki kıyafet poşetini odanın bir köşesine bırakıp başımı çalan kapıma çevirdim. Kızlar pijamalarını giymiş üstelik ellerinde benim içinde bir pijama takımıyla yanıma gelmişlerdi. "Hadi pijamanı giyip yanımıza balkona gel. Kahve yaptık," diyerek göz kırptı Sidelya.

Bunun üzerine gülümsedim. Onların odadan çıkmasıyla bana verdikleri pijama takımını üzerime geçirdim. Uzun saçlarımı arkaya doğru atıp odadan çıktım. Koridoru sessizce adımladığımda balkonda Hare ile Sidelya'yı gördüm. Tam o esnada Oğuz da yanımda belirdi. "Kızlar bana da bir kahveniz var mı?" dedi Oğuz. Hare kıkırdamış bir kupa kahve daha yapmak için mutfağa geçmişti.

İkisi gülüşerek mutfakta kahve yaparken balkona Sidelya'nın yanına çıktım. Parlak sarı saçlarını at kuyruğu şeklinde bağlamış gözlerini gökyüzüne dikmişti. Benim geldiğimi fark edince bebe mavisi gözleri benimkileri buldu. Yüzünde tatlı bir gülümsemeyle birlikte, "Yanıma gel," dedi yanındaki sandalyeyi göstererek. Onun isteği üzerine yanındaki sandalyeye geçip oturdum. Küçük masadan aldığı bir kupa kahveyi bana uzattı. Kupayı elinden aldım. Birlikte sıcak kahvemizden birer yudum alıp gökyüzüne bakmaya başladık.

"Yarın için heyecanlı mısın?" diye sordu Sidelya. Kupayı dudaklarımdan çekip göğüs hizasında tuttum.

"Biraz ama heyecandan çok içimde adını koyamadığım garip bir his var."

Sidelya bu sözlerimin üzerine düşüncelere daldı. Kısa bir süre sonra başının üzerinde ampul yanmışçasına heyecanla baktı. "Yoksa siz," dedi sadece.

Yüzündeki muzip gülümseme aklından ne tür tilkiler geçtiğini gözler önüne seriyordu. Elimdeki kupayı kenara koyup Oğuz'un Sidelya'nın bu imasını duymasından korktuğum için elimle ağzını kapattım.

"Hayır aramızda hiçbir şey yok," diye fısıldadım. Sidelya saniyesinde gözlerini devirmişti. Elimi ağzından çekip yanımıza gelen Hare ile Oğuz'a baktım.

"Siz ikiniz ne kaynatıyorsunuz bakalım?" diye sordu Oğuz kıkırdayarak. Aklıma onun içimizden geçen düşünceleri duyabildiği gerçeği gelmiş yüzüm utançtan kızarmış hatta kızarmaktan çok patlıcan moruna dönmüştü.

"Hiç," dedim panikle. Bu halim Oğuz'u güldürmüştü. Kendisi elinde kahveyle yere çömerken Hare yanımdaki sandalyeye geçti. Sidelya'nın aracılığıyla ona da kahvesini uzattığımızda sohbete başladık.

"Oğuz sen hiç hikayeni anlatmadın," dedim imayla. Gözlerim bir onda bir Hare'de gidip gelirken gülümsemişti. Kahvesinden bir yudum alıp mavi gözlerini bize çevirdi. "Benim aslında hiçbir zaman bir ailem olmadı," dediğinde hep şaşırmış hemde afallayıp kalmıştım.

"Ben doğar doğmaz terk edilmişim. Yani gerçek ailemin kim olduğu hakkında en ufak bir fikrim dahi yok. Beni Meriç'ten önceki koruyuculardan biri bulmuş. Ama tabii ben haylaz bir çocuk olduğumdan altı yaşında annemi bulacağım ben diyerek onun yanından kaçmıştım."

Oğuz'un söyledikleriyle birlikte bir anlığına duraksadım. O da sözlerine kaldığı yerden devam etti. "Sokak sokak dolaştım. En sonunda yorgun düşüp köprü altına sığındım. Ömer ve Berk ile de orada tanışmıştım. Sonra birbirimize sarıldık. Hava o kadar soğuktu ki donmak üzereydik. İmdadımıza o zamanlar henüz koruyucu olmamış Meriç yetişmişti," dediğinde mavi gözlerini Hare'ye çevirdi.

"On sekizimde de bu Victoria Secret meleği ile tanıştım. O zamanlar benden hiç haz etmiyordu tabii. Ama ben yine de pes etmedim. Çünkü ona deli gibi aşık olmuştum."

Oğuz'un bu sözleri Sidelya'yı güldürürken benim iç çekmeme neden olmuştu. Hare ise bu sözler karşısında duygulanmış eğilip Oğuz'un yanağına küçük bir öpücük kondurmuştu.

"Sen bu ikisinin didişmelerini o zaman görseydin bu hale geleceklerine inanmazdın," diyerek kıkırdadı Sidelya. Hare ile Oğuz öyle mi der gibi Sidelya'ya bakarken, "Küçük bir olayınızı anlatın," dedim gülerek.

Hare ile Oğuz anılar arasından en komik olanını seçmek için düşünmeye başladı. En sonunda birbirlerine bakıp gülmeye başladıklarında aradıklarını bulduklarını anladım.

"Ben anlatıyorum," dedi Hare. Aklına gelen anıyı anlatırken gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı. Gülmeyeceğinden emin olduğunda ise anlatmaya başladı.

"Oğuz ile aramızdaki gerginliğin arttığı bir zamandaydık. Tabii az çok tahmin edersin ki bu hikayenin komik olmasının sebebi Arda," dediğinde Oğuz şimdiden gülerek gözlerini devirmişti.

Hare, "O zamanlar Oğuz'un yanında dişi sinek görsem kıskançlıktan Arda'ya sarıyordum. Tabii Arda o zamanlar aşırı korumacı olduğundan sırf ben üzülüyorum diye Oğuz'a sarmıştı. Onu kıskançlıktan delirtmek için Güney tarafı çocuklarından birini benimle sahte randevuya çıkmaya ikna ettiğini söyledi. Bu fikir o zamanlar bana da cazip gelince çocuk ile birlikte yemeğe çıkmayı kabul ettim. Ben nereden bilebilirdim ki Arda'nın bunu Oğuz'un kulağına da üfleyeceğini. Oğuz bizi mekanda basacak böylece aramızdaki aşk alevlenecekti. Tabii ortada gerçek bir randevu olsaydı," dediğinde afallamıştım.

"Ortada randevu yok mu?" diye şaşkınlıkla ona bakarken bir yandan da kahvemi yudumluyordum. "Yok tabii ki. Hepsi Arda'nın halt etmesi," dedi Oğuz gülerek.

"Meğer Arda kıskanç bir abi olduğundan ya Oğuz olur ya da hiç kimse olmaz diye düşünerek civciv sarısı bir peruk ve sahte sakalla birlikte onu daha da itici gösteren pembe çiçekli bir gömlek giyerek benimle buluşmuştu. Tabii Oğuz onun yüzünü net göremediğinden Arda'ya bodoslama dalarken onları ayırmak da tabii ki bana düşmüştü."

Hare'nin bu söyledikleriyle Arda'yı o halde hayal etmiş kahkaha atmaya başlamıştım. "Üstelik Arda bu yediği halttan sonra bizim aramızı yapmayı başardı," dedi Oğuz. Bir yandan da karnını tutarak gülüyordu. Hepimiz kahkaha atarken bitirdiğim kahvemin kupasını kenara koydum.

"Sizin ilişkinizin mimarı Arda mı?"

Bu sorum ile birlikte Hare başını olumlu anlamda sallamıştı. Bu hikaye hepimizi eğlendirmeye yetmişti. Ama eğer şimdi uykuya geçmezsek muhtemelen yarın nikaha geç kalırdık. "Nikah," dedim birden. Bu ani aydınlanma anım hepsinin imalı bakışlarını üzerime çekmeme yetmişti.

"Kamer haklı. Hadi bizde yatalım yoksa yarın nikaha yetişemeyeceğiz," dedi Hare göz kırparak. Oğuz bu imayı çakmış ama beni utandırmamak için hepimizin bardaklarını toplayıp mutfağa gitmeyi tercih etmişti.

Onun gitmesiyle kızlar bu halime kıkır kıkır gülmüştü. Ama bu durum esnemeye başladığımızdan dolayı kısa sürmüştü. Hepimiz odalarımıza dağılmış yarın olacak nikah için iyi bir uyku çekmeye çalışıyorduk. Yani en azından bunu deneyen bir tek bendim. Bir tek ben...

*******

Sabahın köründe odama Arda baskını yemeseydim gayet mutlu bir şekilde uyanabilirdim. "Kami kalk hadi!" diyerek odamda bağırıp duran Arda'ya yastık fırlatmama ramak kala gözlerimi açmıştım.

"Şahidiniz olarak takımımı giydim bak!" diyerek üstündeki takımı gururla sergiledi. Onu bu kadar çok sevmesem Oğuz'u çağırabilirdim. Ama onun yerine yatağın içinde oturmuş onun bu haline bakıp gülüyordum.

"Çok yakışıklı olmuşsun," dedim gülerek. Bu iltifatım onu ziyadesiyle memnun etmişti. Yüzüme otuz iki diş sırıtarak bakıyordu. "O zaman Ömüş ile dans ettikten sonra kavalyen ben olacağım," dedi ve ceketinin iç cebinde sakladığı güneş gözlüğünü havalı bir şekilde gözüne iliştirdi. Kollarını da göğsünde kavuşturduğunda tıpkı film yıldızlarına benziyordu.

"Eğer şimdi bu odayı terk etmezsen değil kavalye şahit bile olamayacaksın," dedi Sidelya kapıda durmuş bize bakarken. Hare ise, "Geç kalmamızı istemiyorsan bizi dışarıda bekliyorsun," diyerek Arda'nın kolundan tuttuğu gibi odadan çıkardı. Kızlar Arda engelini ortadan kaldırdıktan sonra kapıyı kapatıp bilmiş bir edayla bana bakmaya başlamıştı.

"Şimdi sıra sende," dediklerinde oldukça gürültülü bir şekilde yutkundum. Korku dolu dakikalara girmiş filmlerdeki gerilim müziğini daha şimdiden duyabiliyordum.

"Lütfen abartmayalım," dedim ön bir uyarıda bulunarak. Tabii bu ikazım bitirim ikilinin umurunda dahi değildi.

Yanıma gelip bir kolumdan biri diğer kolumdan diğeri tuttu. Onlardan destek alıp uyku dolu gözlerle yataktan kalktım. Beni sürüklercesine odadan çıkarıp Sidelya'nın odasına götürdüler. Sidelya beni makyaj aynasının önüne oturttururken Hare odama gidip kıyafet poşetini aldı. "Başlıyoruz," dedi Sidelya keskin bakışlarını bana diktiği sırada.

Yanına işbirlikçisi Hare de gelince bakışlarımı ikisinden alıp aynaya çevirdim. Yorgun bakan yeşillerim onların nasıl bir iş çıkaracağını merakla bekliyordu. "Tarak," dedi Sidelya elini Hare'ye doğru uzatırken. Sidelya adeta bir cerrah titizliğiyle saçlarımı yapmaya girişirken Hare ise tıpkı ameliyathane hemşiresi gibi Sidelya'yı asiste ediyordu.

"Tel toka," dedi Sidelya büyük bir ciddiyetle. Hare makyaj aynasının üzerindeki kutudan birkaç tane tel tokayı Sidelya'ya uzattı. Bense aynadan onların bu hummalı çalışmasını izliyordum.

Sidelya birkaç dakika içinde ensemde güzel bir topuz yapmış makyajıma geçmişti. Bir yandan Hare diğer yandan Sidelya yüzüme fırçalar sürüp duruyordu. Bana ise sessizce beklemek düşüyordu. Tabii odanın dışında bizi sessizce bekleyemeyen biri vardı.

"Kızlar geç kalıyoruz," dedi Ömer kapıyı tıklatırken. Kızlar çoktan hazır olduğundan diledikleri gibi beni süsleyebiliyorlardı. "Az kaldı," dedi Sidelya elindeki fırçayı makyaj masasına bırakırken. Son dokunuşu yapıp dudaklarıma açık renk bir ruj sürdü.

"Ay! Aşırı güzelsin!"

İkisinin bana hayranlıkla bakıyor olması hem utanmama hem de mutlu olmama yetmişti. Tam aynadan kendime bakacağım sırada Sidelya buna mani oldu.

"Dur! Hemen bakma! Önce elbiseni giy," dediğinde onu başımla onaylayıp elbisemi ve topuklu ayakkabılarımı giydim. Kızlar büyülenmiş gibi bana bakıyordu ve benim heyecandan bacaklarım titriyordu.

"Oldum mu?" diye sorduğumda ikiside gelip bana sarıldı. "Soru mu bu? Kuğu gibisin," dediler. Kıkırdadım. Tam o sırada kapı tekrar çaldı. Ama bu sefer çalan kişi Ömer değil Berk'ti.

"Aşkım hazır mısınız? Taksi kapıda bekliyor," dedi Berk. Sidelya kibarca boğazını temizledi. Kapıyı ardına kadar açtı. Ömer ile Berk bize bakarken bacaklarımın daha şimdiden titrediğini hissediyordum.

Eteklerimi çekiştirip düzeltirken Ömer'in gözleri benim üzerimdeydi. Koyu hareleri beni baştan aşağıya süzerken yutkunmuş bir yandan da kravatını gevşetmeye çalışıyordu. Arda ile Oğuz ise sonradan yanımıza geldi.

"Kami çok güzel olmuşsun! Kızlar siz bu işi biliyorsunuz," dedi Arda. Sidelya gülerek kolunu Arda'nın omzuna attı. "Nikaha geç kalmasak iyi olur," dedi Ömer bakışlarını benden kaçırırken. Onu başımla onayladım. Topuklularla yürümek çok zor olduğundan tökezleyip duruyordum. Herkes önden giderken Ömer ile ben geride kalmıştık.

"Gel," dedi Ömer kolunu belime dolayıp bana destek olurken. Şaşkın bakan yeşillerim onun koyu kahve gözlerini buldu. Yüzümde istemsiz bir gülümseme belirmiş birlikte kapıda bekleyen iki taksiye grup halinde binip nikah dairesine gitmiştik.

Nikah dairesinin merdivenlerinden çıkarken heyecandan her an bayılabilirdim. Ömer'in koluna yapışmış bizi aldıkları nikah salonuna geçmiştik.

"Nikah öncesi bir hatıra fotoğrafı çekilelim," dedi Arda telefonunu çıkarırken. Berk kimsenin olmadığından emin olunca güçleriyle telefonun kadrajına hepimizi sığdırmış bu anı ölümsüzleştirmişti.

"Bakalım nasıl çıkmışız?" dedi Sidelya telefonu bizimde görebileceğimiz şekilde tutarak. Fotoğrafta kızlar sevgililerine sarılırken biz Ömer ile onların ortasındaydık. Arda ise bizim önümüzde yere çökmüş bir vaziyetteydi. Ama bu resimde benim en çok dikkatimi çeken şey Ömer'in bana olan bakışıydı. Gözlerimi ona çevirdiğimde yüzünde belli belirsiz bir tebessüm vardı.

Bende onun bu haline gülerken nikah memuru salona gelmiş hep birlikte nikah masasına doğru ilerlemiştik. "Gençler sizin adınız neydi?" diye sordu nikah memuru.

"Kamer ile Ömer," dedi Arda neşeyle. Bunun üzerine nikah memuru elindeki defteri araladı.

"Ama burada öyle bir isim görünmüyor. Şimdi nikahı olan çiftin adları Hande ile Kerem."

Hepimiz donup kalmıştık. Daha dün bugün için bize nikah tarihi vermişlerdi. Nasıl başka bir çift bizim yerimize evleniyor olabilirdi ki? "Ama daha dün aldık tarihi. Bize yarın saat 11.30 da nikahınız var denildi," dedi Ömer sinirle.

Nikah memurunun bakışlarını kaçırması üstüne bir de tek kelime dahi etmeden salonu terk etmesiyle hepimiz olduğumuz yerde kalakalmıştık.

"İnsan bir açıklama yapar! Bu nasıl iş?" dedi Sidelya sinirle. O topuklularla yeri dövercesine adımlarken ben bu duruma karşılık tek kelime dahi edememiştim. Ama o an bir ses yankılandı zihnimde.

Gözlerimi yumup bu sesin susmasını bekledim. Ömer beni bırakıp diğerleriyle bu durumu konuşurken zihnimdeki sesi bu sefer daha yakınımda duyuyordum. Gözlerimin rengi kırmızıya dönmüştü.

"Gel," dedi ses. Bu ses babamın sesiydi. "Git!" diye bağırdım. Ama o bu sefer kapıdan bana bakmaya başladı. "Kamer," dedi Ömer. Herkesin dehşete kapılmış bakışları benden kapıya kayınca bunun hayal olmadığını daha yeni anlayabilmiştim. Babam buradaydı!

Ömer yanıma gelip elimi tuttu. Beni tutup arkasına çektiğinde babamın yüzünde küçümseyici bir gülümseme belirdi. "Onu bu şekilde mi koruyacaksın?" dediğinde kırmızı gözleri bir bir herkesi süzmeye başlamıştı. En sonunda benim kırmızı gözlerime kenetledi kan kırmızısı gözlerini.

"Güzel kızım evleniyor ve sevgili babasına bir davetiye bile göndermiyor. Hiç sana yakışıyor mu?" dedi alayla. Ömer'in çenesi sinirden kasılmıştı. Ömer'in elini bıraktım. "Bana kızım deme!" diye bağırdım. Bu sözlerime karşılık yüzünde sinir bozucu bir gülümseme belirdi. Kırmızı gözlerimiz birbirini yutmak üzere olan iki ateş gibiydi. Kimin kimi yutacağı tamamı ile muammaydı.

"Üzgünüm. Nikaha piç kurularını davet etmiyoruz!" dedi Oğuz tükürürcesine. Herkesin gözleri neon renge bürünürken babamın tek bir sözü onların dizleri üzerine çökmesine yetmişti.

"Acı!"

Etrafımdaki herkes acılar içinde kıvranırken kırmızı gözlerim onunkileri buldu. "Dur!" diye bağırdım ama ona istediğimi yaptıramadım.

"Senin gücün bende işlemez canım kızım. Çünkü sen daha güçlerini adamakıllı kullanmayı bile beceremiyorsun!"

Korku dolu gözlerle ona baktım. "Benden ne istiyorsun?" diye sorduğumda çaresizdim. Sevdiklerimin acılar içinde kıvranıyor oluşu üstelik benim elimden hiçbir şey gelmemesi her şeyi daha da içinden çıkılmaz kılıyordu.

Bu sorum onun dudaklarının zevkle yukarıya doğru kıvrılmasına neden olmuştu. "Benimle gel," dedi sadece. O an Ömer kıpkırmızı olmuş yüzüyle bana baktı.

"Sakın bunu yapma!"

Onun yalvarır gibi bakan gözlerine daha fazla bakamadım.

"Tamam! Seninle geliyorum! Yeter ki onları bırak!"

Başını olumlu anlamda sallamış centilmen bir edayla benim önden gitmem için kapıyı aralamıştı. Kapıdan çıkıp son bir kez onlara baktım. Oğuz'un neon yeşili gözleri beni bulurken beni almaya bu gece gelin dedim içimden. Sonra gözlerimden yaşlar akarken onları ardımda bıraktım.

Bacaklarım titriyordu. Kapıda bizi bekleyen siyah uzun arabaya bindim. Babamda benimle birlikte arabaya binerken Ömer'in arabanın peşinden koştuğunu gördüm. Yaşlı gözlerimle onu izledim. En sonunda yetişememiş olduğu yerde kalakalmıştı. Bense iblis ile birlikte cehenneme geri dönüyordum. İblis ile birlikte...

(Ömer'den...)

Sinirden kafayı yemenin eşiğindeydim. O adam Kamer'i alıp götürmüştü. Üstelik ben hiçbir şey yapamamıştım. "Ömer sakin ol," dedi Berk. Sinirlerim o kadar bozuktu ki kimsenin bana söylediği hiçbir şeyi duymuyordum. Tek düşündüğüm Kamer'in o adamla aynı ortamda olmasıydı.

"Ömer bir dakika beni dinle," dedi Oğuz. Ama benim onu dinlemeye hiç niyetim yoktu. Tek yapmak istediğim bu lanet olası yerden bir an önce çıkıp Kamer'i o adamın elinden kurtarmaktı.

"Meriç'e haber verdim. Pars ile birlikte birazdan burada olurlar," dedi Hare telefonunu çantasına atarken. Meriç'in gelmesi her açıdan iyi olurken Pars için ne yazık ki aynı şeyleri düşünemiyordum. Şimdi gelip ben kız konusunda haklıydım diyerek canımı daha çok sıkabilirdi ki böyle bir durumda kendimi tutamayıp yumruğu suratının tam ortasına geçirebilirdim.

Sıkıntılı bir nefes verdim. "Ben Kamer'i almaya gidiyorum," dedim kapıya doğru ilerlerken. Ama bu niyetimden dönmemi sağlayan Oğuz olmuştu. "Gitme," dediğinde keskin bakışlarımın hedefine girmişti.

"Ömer ben Kamer'in iç sesini duydum. Beni almaya bu gece gelin dedi."

Oğuz'un sözleri kaşlarımı çatmama neden olmuştu. Kamer'in bir planı mı vardı? Peki ama babasıyla savaşamayacak kadar güçsüz ve kontrolsüz olduğu gerçeğine rağmen bunu nasıl yapacaktı? Daha şimdiden içim içimi yemeğe başlamıştı ki imdadımıza Meriç ile Pars yetişti. Tabii yanlarında baş belası Koru ve Dora ile gelmişlerdi.

"Ömer," dedi Meriç endişeyle. Yüzümdeki ifade onu daha çok korkuturken, "Kamer'i aldı," dedi Berk. Meriç diğer koruyucular arasında tatsızlık çıkmasın diye Kamer'in gece avcısı olduğunu gizlemişti. Hem kendini riske atmakla kalmamış aynı zamanda bizi de korumaya çalışmıştı. Tam da ondan beklediğimiz gibi...

Ama şimdiki durumumuza bakacak olursak bize yardım edebilecek sadece Meriç ile Pars vardı. "Kızı nasıl bulacağız?" diye sordu Meriç gözlerini Pars'a çevirirken. Pars kısa bir an düşündü. Daha sonra aklına gelen fikirle birlikte duraksadı.

"Koru sen kuzeylilere git. Onlara takipçi seçtiklerimi görevlendirdiğimi ve kızı hemen iki saat içinde bulmaları gerektiğini söyle."

Koru emri aldığını belli edercesine başını sallayıp yanımızdan ayrılırken Meriç bana destek olmak istercesine elini omzuma koydu. "Onu bulacağız," diye mırıldandı. Yeşil gözleri gözlerimde gezinirken aklıma Kamer geldi. Acaba şu an nasıldı? O adam ona nasıl davranıyordu? Canını yakıyor muydu?

Son sorunun cevabının evet olmasının ihtimali bile beni çıldırtıyordu. Onu her ne pahasına olursa olsun bırakmamalıydım. O arabanın peşinden koşup yetişememiştim. Ama tüm kuralları yıkıp gündüz vakti bir binanın çatısına tırmanabilirdim. Bunu düşündükçe bile kafamı pişmanlıktan duvarlara vurasım geliyordu.

"Ömüş sıkma canını. Kami'yi o adamın eline bırakmayız," dedi Arda yanıma gelip. Onunda yüzünde derin bir endişe vardı. Her zamanki neşeli ifadesinden eser dahi yoktu.

Arda'yı ilk defa bu kadar durgun görüyordum. Buruk da olsa gülümseyip elimi omzuna koydum. "Gidip Kami'yi alalım," dedim onun tabiriyle. Arda gülümsedi. Gözleri laciverte dönerken benimkilerde kırmızı renge büründü.

Gözlerimi ondan alıp yanıma gelen Oğuz'a çevirdim. Onun neon yeşili gözleri gözlerimde gezinirken Berk, Sidelya ve Hare de bize katıldı. Hepsinin parlak gözleri ve yüzlerindeki gülümseme umutlanmama yetmişti. Buna Meriç'in kırmızı gözleri ve normalde sinirlerimi bozan Pars'ın altın sarısı gözleri de eklenince içim rahatlamıştı.

"Kuzeye gidelim. Çocuklar onu kısa sürede bulur," dedi Pars gülümseyerek. Bunun üzerine hep birlikte nikah dairesinden çıkıp kuzey tarafına gitmek üzere yola koyulduk. Tabii iki kişi dışında hepimiz...

Meriç ile Dora bize katılmak yerine merkezdekiler ile konuşup durumu açıklamaya gitmişti. Gündüz vakti olduğundan binaların tepesinden gitmek gibi bir şansımız da yoktu. Mecburen yürüyerek gitmek zorundaydık. Hızlı adımlarla kuzey tarafına gittik.

Kuzeyin çocukları gündüz vakti bizi beklemediğinden oldukça şaşırmışlardı. Üstüne bir de liderleri Pars ile birlikte gelmemiz onların etrafımızda toplanmasına yetmişti.

"Bir durum mu var Pars?" diye sordu içlerinden biri. Pars ciddi bir ifadeyle onlara baktı.

"Herkes hazır olsun! Akşam vakti bir eve baskın yapıp gece avcısı kızı alıyoruz! Kuzeyliler olarak merkez çocuklarıyla birlikte bu işi de başaracağız! Şimdi söyleyin bana! Hazır mısınız?"

Kuzeyliler bir an bile tereddüt etmemiş hepsi hep bir ağızdan bu göreve hazır olduklarını haykırmaya başlamıştı. Pars'ın bilmiş bakan gözleri bir anda beni buldu. İlk defa ona karşı iyi şeyler düşünüyordum. Minnettarlıkla baktım. İçtenlikle gülümsedim. Çok az kalmıştı.

Kamer'i almama çok az kalmıştı. Onu cehennemin alevlerinin arasından almam an meselesiydi. Sadece bir an meselesi...

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top