14. Bölüm: Batı Tarafı

"Kamer seninle bir şey hakkında konuşmamız gerek," dedi Meriç birden. Onun sesiyle dağılan dikkatimi topladım. Gözlerimi zar zor adamdan alıp ona çevirdim ve Meriç'in bizimkilerin duymasını istemediği konu her ne ise onunla birlikte diğerlerinin yanından uzaklaştım.

Meriç kimsenin bizi duymayacağından emin olduğu bir köşeye geçtiğimizde, "Olanlardan haberim var," dedi dişlerinin arasından.

"Sizi cezalandırmayacağım," diye de ekledi.

Eliz'in görüsünün doğru olduğunu anladığımda rahat bir nefes aldım. Tabii bu durum çok kısa sürdü. Çünkü azarı yiyen kişi bendim. Haklı olarak!

"Seni daha önce de uyarmıştım Kamer. Kontrolünü kaybetmenin nelere sebep olabileceğini görmen gerek. Ay'ın Çocukları arasındaki tek kuralı da göz göre göre çiğnemenize izin veremem."

Güçlerin gizliliği tek kuralımızdı ve biz son zamanlarda bu kuralı defalarca kez çiğnemiştik. Meriç kızmakta haklı olmakla birlikte bize karşı fazla bile sabırlı davranmıştı. Ona, "Özür dilerim. Yaptığım her şey için. Kendimle beraber diğerlerinin de başını belaya soktum," dedim mahcubiyetle.

Meriç sıkıntılı bir nefes verdi. Yeşillerini bana diktiğinde aslında bize kızmakta hoşnut olmadığını anladım. Bana, "Bundan sonra daha dikkatli ol. Birbirinizi ve hatta diğer topluluk çocuklarını da etkilediğinizi unutmayın. Ay'ın Çocukları bir bütündür Kamer. Bunun bilincinde ol ve şimdi git. Sizinkileri daha fazla bekletme," dedi ve Güneş'i de alıp merkeze dönmek üzere yola koyuldu.

Onun gidişiyle bizimkilerin olduğu tarafa doğru yürümeye başladım. Eliz, Arda, Oğuz, Hare, Sidelya, Berk ve Ömer beni bekliyordu. Yanlarında da Batı tarafının koruyucusu Ögeday vardı. Gözleri benim üzerimdeydi. Eskisi kadar olmasa da benden hoşnut olmadığını görebiliyordum.

Yanlarına vardığımda, "Beni takip edin," dedi Ögeday buz gibi bir sesle. Hep beraber onun peşinden gittik. Arda arada kendini belli ederken Eliz dışında kalanlarımız ona öldürücü bakışlar atmaktan geri durmuyordu.

Eliz'in Arda'ya, "Çok tatlısın," dediğini bile duydum. Tabii bunu duyan tek kişi ben değildim. Arda'nın bir numarası bu iltifata karşı atağa geçmişti bile.

"Arda mı tatlı? Üzgünüm Elizcim ama Koru bile Arda'dan daha tatlıdır," dedi Oğuz.

"Koru ne alaka şimdi Oğuz?" diye sordu Ömer birden.

Koru ismi bile birilerinin sinirlerini bozmaya yetiyordu ki Arda her zamanki gibi eline geçen fırsatı değerlendirmek üzere harekete geçti. "Oğuz beni kıskanıyor. Çünkü bal gibi tatlı ve de son derece yakışıklı olduğumun o da farkında. Ayrıca Koru bir tek Kamer'e tatlı gelebilir. Öyle değil mi Kami?" diyerek gururla göğsünü şişirdi Arda.

Son söylediği sözler yüzünden tüm ekip dönüp bana baktı. Özellikle de Ömer'in bakışları durumun ciddiyetini gözler önüne seriyordu. Bana ateş saçan bakışlarla bakıyor bir yandan da benden açıklama bekliyordu. Hani deli kuyuya bir taş atmış derler ya benim olayım da o hesap işte.

Ömer'e, "Arda ne dediğini bilmiyor. Öyle bir şey yok," dedim ve az ötede otuz iki diş sırıtan birisine keskin bir bakış attım. Oğuz ise içinden, "Rahat ol. O iş bende," demişti. Sonrasında Arda'nın kıçına sert bir tekme attı.

Arda ile Oğuz birbirlerini kovalarken Eliz, Sidelya ve Hare onların bu hallerine kahkahalarla gülmüştü. Ömer ise fırsattan istifade, "Bunu bir kenara yazdım Kamer Işıklı," dedi manidar bir bakış eşliğinde.

Ne diyeceğimi bilemedim. Bende en büyük kozumu kullanmaya karar verdim. Ömer'in kolunu tutup belime sardım. Ona sarıldım ve olağanca şirinliğimle, "Benim tatlım sensin Ömer Aktan. Boşuna kıskançlık yapmana gerek yok," dedim.

Ömer bıyık altı güldü. Beni sarıp sarmalamış koyu harelerini yeşillerime dikmişti. "Ben tatlımı sonraya saklayacağım," dedi pişkin bir gülümseme eşliğinde. Yaptığı imaya karşılık karnına hafif bir yumruk indirdim. Daha sonra beraber bizimkilerin peşinden Ögeday'ın önderliğinde Batı tarafı çocuklarının arasından geçip az önce gördüğüm adamın karşısına çıktık. Rüyamdaki adamın!

"Batı tarafının benden önceki koruyucusu ile tanışın," dedi Ögeday.

"Onun adı Giray."

Adının Giray olduğunu öğrendiğimiz bir hayli yaşlanmış o adama baktık hep birlikte. Göz çevresindeki kırışıklıklarda, bize gülümserken kısılan gözlerinde, alnının sağ tarafındaki koyu renkli bende gezindi gözlerim. Bu oydu. Rüyamdaki adam.

"Batı tarafına hoş geldiniz," dedi bizlere.

"Beni takip edin," diye de ekledi.

Hep beraber onun peşinden giderken sol taraftan gelen üçlüyle Eliz, "Bizleri çok fena bir şey bekliyor," dedi. Güneş, Koru ve Dora bizim hemen arkamızdaki yerlerini alana kadar her şey yolundaydı.

Koru ile Güneş'in varlığı ise en çok benle Ömer'i rahatsız etmişti. Hatta öyleki bu durum diğerlerinin umurunda bile olmamıştı. Onlar Arda'ya sataşmakla meşguldü. Kendi aralarında gülüşüp eğlenirlerken Güneş'in hemen arkamda oluşu bile Ömer'e bakıp yanımdan ayrılmaması için tehditkar bir bakış atmama yetmişti.

Giray, "Herkes yerlerini alsın," dedi kendi tarafındaki çocuklara. Ögeday ona yardımcı olup tüm Batı tarafı çocuklarını bir araya getirdi. Artık Batı tarafının karşısında bir avuç merkez çocuğu, bir adet Güney tarafı kızı ve üç de Kuzey çocuğu vardı.

Eliz, "Eğitim başlıyor. Hepimiz karşımızdaki kişiye karşı olacağız," dedi.

Karşımda Güneş'in olması tabii ki de tesadüf değildi. Bilerek benim karşıma geçmişti. Şimdi ise onunla savaşmak durumundaydım. Sıkıntılı bir nefes verip Ögeday'a baktım. Dudaklarında bilgiç bir gülüş eşliğinde, "İlk önce Hare ile Oğuz çıkacak," dedi. Bunun üzerine diğer çocukların yanına geçip onlara alan açtık.

Oğuz, "Bu hiç adil değil. Ben ona karşı çoktan kaybettim," dedi iç çekerek.

"O halde tekrar kaybetmeye hazır ol canım," dedi Hare meydan okuyarak.

Oğuz'un neon yeşiline dönen gözleriyle birlikte Ögeday, "Başlayın," diyerek komut verdi.

Hare Oğuz'a doğru koştu. Parlak mor gözleri ve dudaklarındaki gülümsemeye bakılırsa aklında bir şeyler olduğu kesindi. Fakat şöyle bir şey var ki sevgilinizin akıl okuma gücü varsa işiniz hiç de kolay olmayacaktır.

Oğuz bu sayede Hare'den önce davrandı. Ona doğru koştu ve Hare'yi belinden tuttuğu gibi ters çevirip yere yatırdı ama bu daha başlangıç. Hare tek bir bakışıyla Oğuz'un dikkatini dağıttı. Karnına sıkı bir tekme atıp ayağa kalktı. Sonrada Oğuz'u kolundan tuttuğu gibi güçleriyle deri ceketinin içine giydiği beyaz tişörtün içine soktu.

Batı tarafı çocukları içinde eğlence çıkmıştı. Onlar Oğuz'un baskı şeklinde tişörtün üzerinde belirmesine kahkahalarla gülerken Ögeday, "Arda ile Sidelya," diyerek sıradaki ikiliyi seçti.

Hare yerine geçmeden önce elini tişörtünün içinden geçirip Oğuz'u dışarı çıkardı. Oğuz, "Beni kalbine soktuğunu biliyordum da bu kadarını senden hiç beklemezdim aşkım," dedi şaşkınlıkla.

Hare kıkırdadı. Oğuz'u da alıp alanın dışına çıktı. Sırada Sidelya ile Arda vardı. Sidelya'yı bilemem ama Arda'nın Eliz'in gözleri önünde heyecan yaptığını kesindi. Olduğu yerde kendince artistik hareketler yapıyordu ki başlama komutu verildi.

"Ağla," dedi Sidelya altın sarısı gözlerini Arda'ya dikerek. Arda birden ağlamaya başlarken hepimizi asıl şoka sokan şey Arda'nın birden kendini yerlere atışı olmuştu.

"Ah! Çok fenayım! Hem açım hem de imkansız aşka tutuldum!"

"Arda kalk yerden," dedi Sidelya ama tabii ki de bu Arda'yı yerden kaldırmak şöyle dursun olayı daha da abartmasına neden olmuştu.

İki gözü iki çeşme, "Dokunmayın bana! Hiç iyi değilim! Kalbim acıyor!" diye ciyakladı.

"Kalk yerden. Hasta olursan gebersen de iyileştirmem seni," dedi Ömer.

Arda umursamaz bir tavırla omuz silkti. "Ah kalbim! Neler çektin? Çok yazık!" diye bağırdı Arda. Bir yandan ağlıyor bir yandan da yattığı yerden gökyüzüne bakıyordu.

"Alın şunu! Gözüm görmesin," dedi Ögeday. Sidelya savaşmadan kazanmıştı. Arda ise Berk tarafından havada alandan çıkarılmıştı.

Eliz ise onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Ögeday az önce olan saçmalığın üzerine sabır çekti. Ardından, "Ömer ile Koru," dedi sinirle. Sıradaki ikilinin alana geçmesiyle nefesimi tutmuş pür dikkat onları izlemeye başlamıştım.

Koru ile Ömer arasında geçen çetin mücadeleye Ömer'in Koru'ya karşı duyduğu nefret eşlik ediyordu. Bir ara Koru'nun yere düşüşüyle aralarındaki mücadelenin son bulanacağını düşünmüştüm ama Koru Ömer'i boğazından tutup daha sonrasında güçleriyle uzağa savurunca bunu düşünmek için çok erken davrandığımı anladım.

Eliz yanı başımda durup, "Merak etme ikisine de bir şey olmayacak," dedi birden. Arda'yı sakinleştirmiş sonrasında yanıma gelmişti.

Ona, "Geleceği tekrar kontrol etmen mümkün mü? Çünkü Ömer'in rahat duracağını pek sanmıyorum," dedim.

Eliz kıkırdadı. "Merak etme. Senin için iki kere baktım," demeyi de ihmal etmedi.

Ömer ile Koru arasındaki mücadele ikisinin de yere düşmesiyle bitti. Ögeday onlara kenara geçmesini söyledikten sonra önce Eliz ile Berk çıktı. Sonrasında da Dora'nın kenara çıkmasıyla sıra benle Güneş'e geldi.

"Başlayın," dedi Ögeday. Yüzündeki hoşnutsuz ifadeye bakmama çalıştım. Onun yerine tüm dikkatimi Güneş'e vermeyi seçtim. Rakibimin gözlerinin içine baktım ve odaklandım.

İçimdeki o yoğun karanlığa, gücün ta kendisine odaklandım. Gözlerimin yeşilden kırmızıya dönmesine izin verdim. Karşımdaki ela gözlü kızın sonradan turuncu olan kıvılcım saçan gözlerine baktım. Tek bir komutumla bu mücadeleyi bitirebilirdim. En azından ben öyle sanıyordum.

Karşımda Güneş olduğunu sandığım kızın aslında bir illüzyon olduğunu anladığımda gerçeğinin zihnine odaklanmak için etrafımda beliren onlarca Güneş'in içinde orijinalini bulmak zorundaydım. Kendi etrafımda dönmeye başladım. Gerçek olanı bulmaya çalışırken biri beni sırtımdan itip yere düşürdü. Bu oydu. Güneş!

Ayağa kalktım. Kırmızı gözlerim tek tek etrafımı saran onlarca Güneş'in üzerinde gezinirken odaklandım. İçimdeki enerjiyi avuçlarıma aldım. Kırmızı bir alev topu gibi avuçlarımdaydı güçlerim.

Elimi havaya kaldırdım. Kızıl gücün etrafımdaki her bir illüzyona yayılmasına izin verdim. En sonunda tam arkamda duran gerçek Güneş'e baktım ve, "Diz çök," dedim. İllüzyonlar tamamen yok oldu. O benim karşımda diz çöktü ve her şey son buldu.

Gözlerim yeniden yeşile döndü. Etrafımdaki kalabalığa baktığımda Ögeday'ın, "Bugünlük bu kadar yeterli," dediğini duydum. Onun arkasını dönüp gidişini izledim. Benim Güneş'e yenilmemi görmek istediğini o an anladım.

Etrafımı kuşatan kalabalığı aşıp onun peşinden giderken buldum kendimi. Olduğum şeyi hiçbir zaman kabul etmeyeceğini biliyordum ama benden bu kadar nefret etmesinin sebebini bir türlü anlayamıyordum. Bende içimdeki dürtüyü daha fazla bastıramadığım için ona yetişip tam karşısında durdum.

"Ögeday dur lütfen," dedim koyu renk gözlerine bakarak.

"Çekil önümden," dedi sinirle ama ben çekilmedim.

Onun yerine, "Benden neden nefret ediyorsun?" diye sorma cüretini gösterdim.

Herkes etrafımızda toplanmış bize bakıyordu. Kimse tek kelime etmemiş hatta kimse çıt çıkarmaya bile cesaret edemiyordu. Ögeday ise onların aksine, "Çekin önümden Kamer. Daha yapacak işlerim var," diyerek sessizliği bozdu.

"Soruma cevap vermeni istiyorum. Benden neden nefret ediyorsun?"

"Madem bu kadar merak ediyorsun o halde söyleyeyim. Sen buraya ait değilsin Kamer!"

Sesini sadece Batı tarafındaki değil tüm bölgelerdeki çocuklara duyurmak istercesine yükseltmişti Ögeday. Bana buraya, onların dünyasına, Ay'ın Çocukları'na ait olmadığımı herkesin içinde yüzüme çarpmıştı. Bununla da yetinmemiş içinde tuttuğu her şeyi söylemeye başlamıştı.

"Sen bize uygun değilsin. Olamazsın da. Sırf senin gördüğün o saçmasapan rüyalar yüzünden ben topluluğumu riske atmayacağım. Senin türün bitti. Onlardan kalan son kişi olman sana kucak açacağım anlamına gelmiyor. Buraya da sırf seni Meriç'in hatırına kabul ettim ama bundan sonra Batı tarafına girmeni istemiyorum ve hatta senin Batı tarafına girmeni yasaklıyorum Kamer!"

Ögeday bu sözleri sarf etmek yerine yüzüme gerçekten tokat atsaydı daha az canımı yakardı. Ona baktım ve tek kelime dahi etmeden omzuna sertçe çarparak kalabalığın arasına daldım. Kalabalıkta bizimkileri bulmak yerine hızla uzaklaşmayı tercih ettim. Niyetim Batı tarafını bir daha dönmemek üzere terk etmekti. Fakat öyle bir şey oldu ki orada öylece durmak zorunda kaldım.

"Hiçbir yere gitmiyorsun," dedi Giray. İhtiyar adamın karşımda dimdik duruşuyla kıpırdayamadım bile. Bakışlarında insanı ele geçiren özel bir enerji vardı sanki.

Ögeday, "Baba," dedi uyarıcı bir tonda.

Giray'ın Ögeday'ın babası olmasının şokunu atlatamadan Giray elini havaya kaldırıp onu susturdu. "Kamer benimle geliyor," dedi Ögeday'a. Daha sonra önden gitmem için bana gözleriyle işaret verdi. Topluluğunun ve hatta bizimkilerin peşimizden gelmesine izin vermedi.

İkimiz beraber Batı tarafından ayrıldık. Ben bir daha geriye dönmeyecektim ama o dönecekti. Sonuçta o Batı tarafının yaşlı koruyucusu ve rüyamdaki çocuğu kurtaran o genç adamın ta kendisiydi.

Bana, "Biraz mola verebilir miyiz acaba?" diye sordu. Yorulmuştu ve dinlenmeye ihtiyacı vardı. Beraber Batı'dan oldukça uzaktaydık. Yol kenarında durmuş boş bir banka oturmuştuk. Tıpkı rüyamdaki çocuğu bulduğu o andaki gibi...

Ona, "Neden benimle birlikte geldiniz?" diye sordum.

"Unutma ki ben kıdemli bir koruyucuyum ve senin gibi güzel ve genç bir hanımefendiyi yalnız bıraksaydım kabalık etmiş olurdum."

Onca olan şeye rağmen ona karşı içtenlikle gülümsedim.

"Koruyucum olarak size bir şey sorabilir miyim peki?"

"Tabii ki de. Yaşlı olabilirim ama kafam hala iş görüyor."

"Oğlunuz neden benden bu kadar çok nefret ediyor? Gece avcıları ile alıp vermediği nedir?"

"Konunun seninle ilgisi yok çocuğum. Bu geçmişten gelen bir şey."

"Geçmişten mi?"

"Şöyle ki Ögeday'ın annesi ve çok sevgili eşim de benim gibi bir koruyucuydu. Günlerden bir gün çocuklarla göreve gittikten sonra eve dönmedi. Onu bulduğumuzda ise bir gece avcısı tarafından gözlerimizin önünde öldürüldü. Hiçbir şey yapamadık çocuğum. O günden sonra Ögeday o türün yok oluşuyla acısını bastırdı. Ta ki sen gelene dek..." 

Duyduklarımdan sonra ne diyeceğimi bilemedim. Yaşlı koruyucu Giray ise ceketinin iç cebinden bir dal papatya çıkarıp bana uzattı. "Ögeday yanlış yapıyor," dedi yumuşak bir ses tonuyla.

"Sen kötü biri değilsin çocuğum. Olmak istediğin şey neyse osun ve sen bizden biri olmak için çabalıyorsun."

Elimdeki papatyaya bakarak, "Bazen bu çabamın yetersiz olduğunu düşünüyorum. Sanki ne yaparsam yapayım beni kabul etmeyeceklermiş gibi hissediyorum. Bazen olduğum şey yüzünden suçluluk duyuyorum ama böyle doğmayı da ben seçmedim," diyerek art arda sıraladım sözlerimi.

"Sana şu kadarını söyleyeyim çocuğum. Kimse için kendini değiştirmeye çalışma. Bırak seni olduğun gibi kabul etsinler."

"Ya etmezlerse?"

"O zaman canları cehenneme."

Kendimi tutamayıp bu dediğine güldüm. "Size bir şey daha sorabilir miyim?" dedim bir cesaret.

"Çok fazla soru soruyorsun çocuğum ama neyseki ben sabırlı bir ihtiyarım. O yüzden çekinmeden bana istediğini sorabilirsin."

"Dün gece sizi rüyamda gördüm," diyerek başladım sözlerime.

"Genç bir koruyucuyken küçük bir oğlan çocuğunu parktaki bir bankta bulduğunuzu gördüm. Ona korkmamasını ve onun koruyucusu olduğunuzu söylediniz. O çocuğun kim olduğunu hatırlıyor musunuz?"

Bir süre düşündü. Kırışıklıklarla dolu yüzünü yere eğdi ve, "Parklarda çok fazla çocuk buldum ama hangisinden bahsettiğini hatırlayamadım," dedi.

"Zihninizin derinlerinde bir yerde olduğunu biliyorum. Bana izin verir misiniz?" diye sordum.

Başını kaldırıp bana baktı. Dudaklarında küçük bir tebessümle birlikte, "Elbette," dedi. Gözlerimi yumup onun zihnime odaklandım. Yıllar öncesine, rüyalarıma giren o çocuğu bulduğu o güne gitmek üzere zihninin derinlerinde dolaştım ama bir şey o ana ulaşmama engel oldu. Bir bariyer.

Gözlerimi yeniden açtığımda, "Onu gördün mü?" diye sordu ihtiyar koruyucu Giray. Başımı olumsuz anlamda salladım. Oysaki bu sefer onu bulacağımı düşünmüştüm. O çocuğun kim olduğunu hakkında küçücük bile olsa bir ipucu olsaydı ona ulaşmam daha kolay olurdu.

Sıkıntılı bir nefes verdim. Umudumu yavaş yavaş kaybettiğimi hissederken omzuma dokundu. Babacan bir edayla, "Hemen pes mi ediyorsun yoksa?" diye sordu.

"Onu bulamayacağımı hissediyorum. Onu tanıyan herkesin zihninde bir bariyer var. Aşamadığım bir bariyer."

"Çabuk pes ediyorsun çocuğum. Halbuki benim katır inatlı oğlumun karşısına çıkarken oldukça inatçı ve dediğim dedik biri gibi görünüyordun."

"Keşke her şey Ögeday'ın karşısında durmak kadar kolay olsaydı."

"Aslında ondan bile daha kolay ama sen bunu göremiyorsun. Çünkü en ufak umutsuzlukta pes etmeye meyillisin. Halbuki içindeki umuda tutunursan güçlenirsin."

Elimdeki papatyaya baktı ve küçük bir numarayla çiçeğin incecik sapında bir papatyanın daha filizlenmesini sağladı.

"Bak," dedi gururla.

"Umudunu filizlendirdiğinde böyle olur."

"Şimdi yoluna bakmalı ve aradığın şeyi bulana kadar pes etmemelisin. Unutma ki Ay'ın Çocukları pes etmek nedir bilmez. Kanları deli akar, geceleri dolaşır ve yıldızlara dokunurlar. Bunu sende yapabilirsin. Gece avcısı olman bunu yapamayacağın anlamına gelmez," diye de ekledi.

Elimdeki papatyayı alıp saçıma iliştirdi. "Böyle daha iyi oldu," dedi gülümseyerek. Daha sonra belini tutarak yavaşça kalktı.

"Artık geri dönmem gerek. Bu ihtiyara evine dönmesinde yardım edersen çok mutlu olur."

İhtiyar koruyucunun koluna girdim. Yürümesine yardım ettim. Birlikte Batı'ya doğru yürümeye başladık. Ara ara onu dinlendirmeyi de ihmal etmedim. Bir süre sonra Batı tarafına vardık. Etraftaki çocuklar henüz bizim geldiğimizi fark etmemişti ki, "Aradığını bulduğun zaman bana da haber vermeyi unutma sakın. Ben meraklı bir ihtiyarım. Merak beni bitirir çocuğum," dedi Giray.

Gülmeden edemedim. "Haber vereceğim. Hatta onu bulduğum zaman ilk senin yanına getireceğim," dedim ve onunla beraber topluluğa karışmak üzere yürümeye devam ettim.

Etraftaki çocuklar bizi görünce yeniden bir araya toplandı. Aralarında bizimkilerinde olduğunu gördüm. İhtiyar koruyucu Giray'dan korktukları için peşimden gelememişlerdi ama şimdi ikimizi bir arada görünce rahat bir nefes almışlardı.

İhtiyar koruyucu Giray, "Bundan sonrasını kendim giderim çocuğum. Kendine iyi bak," dedi ve yanına gelen bir çocuğun koluna girip az ötedeki küçük kulübesine doğru yürümeye başladı.

Onun gidişiyle Ömer gelip bana sıkıca sarıldı. Benim için ne kadar endişelendiğini bana sarılış biçiminden anlamıştım. Sanki kuş olup da uçabilme ihtimalim varmış gibi beni sıkıca sarıp sarmalamıştı.

"Bizi çok endişelendirdin," dedi Hare Ömer benden ayrıldığı sırada.

"Size onun iyi olduğunu söylemiştim," dedi Eliz.

"Ama ben iyi değilim! Hem de hiç iyi değilim! Açım aç!" diye ciyakladı Arda.

"Bok ye! Zıkkımın kökünü ye! Son yemeğin olsun emi!" diyerek ona girişmek üzere atağa geçti Oğuz.

Onları ayırma işi Berk'e kaldı. Sidelya ise kafamdaki papatyayı fark etmiş, "İhtiyar Giray ile kırlarda mı dolaştınız?" diye sormuştu.

"Hayır ama bana çok yardımcı olduğu kesin."

"Hangi konuda?" diye sordu Ömer.

"Kendim olmak ve umudumu kaybetmemem konusunda."

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top