12. Bölüm: Can Kırıkları

İnsan birine çok değer verince yüreği tam ortadan ikiye bölünürmüş. İlk başta acı veren bu muazzam olayın sonucunda kalbimizin bir kısmı sevdiğimize bağlanırmış. Onun kalbinin diğer yarısı da bizimkine...

Kalbimiz kendine bağlanan bu parçaya karşı ilk başta tereddütle yaklaşırmış. Çünkü bu tanımadığı bedenden kopan parçanın onunla birlikte uyum içinde çarpmamasından korkarmış. Ya benim gibi çarpmazsa bu kalp? Ya kanı aşkla pompalamazsa tüm vücuda? Ya öldürürse tüm bedeni?

İşte tüm bu sorular bedenin asıl parçasını korkuya düşürmeye yetmiş. Ama başka çaresi de yokmuş. Aşkın ve sevginin sonucu bağlandığı bir başka kalple uyum içinde çarpmaktan başka elinden ne gelirdi ki?

Kalp sarılmış diğer kalbe. Onu hiç bırakmamak üzere...

Eti etine kaynamış birlikte iki yarım, iki ayrı dünya, iki ayrı yaşamın kaynağı iken artık tek bir bedenin tek yaşam kaynağı haline gelmişler. Kalp pompalamaya başlamış kanı tüm vücuda.

Vücudun dört bir yanına ulaşan kan yaşamı da beraberinde getirmiş. Sahip olduğu beden derin bir nefes almış. Ciğerlerine çektiği hava atan kalbe güç vermiş. Ama sonra bir terslik olmuş. Bedenin içinde sakladığı sevdanın yüreği sığındığı bedene ihanet etmiş.

Göğüs kafesini parçalamış kalbin yarısı. İnsan nefes alamamış. Acı içinde kıvranmış. Ama sevgilinin kalbi durmamış. Göğsünü yarmış ve çıkmış sığındığı bedenden. Bedenin sahibi yarım bir kalple yaşamına devam etmek zorunda kalmış. Tıpkı benim gibi...

Benim bedenime aldığım kalp de beni yarı yolda bırakmıştı. Birleştiği kalpten kendini tamamen ayırmış yarıp açtığı göğsümden çıkıp gitmişti. Şimdi yarım bir kalple hayatıma kaldığım yerden devam etmek zorundaydım. Tabii kalbimden geriye bir şey kaldıysa...

Yutkundum. Göğsümü parçalayıp bedenimden ayrılan Ömer'in kalbiydi. Onun kalbini kendi kalbime dikmiştim. Hemde büyük bir sevgiyle...

Kalbimizi ilmek ilmek işlemiş dikişlerini sağlamlaştırmıştım. Ama o buna aldırmadan dikişlerimi söküp kalbini kalbimden ayırmayı tercih etmişti. Şimdi küçücük kalmış kalbim yara bere içinde. Kan revan içinde ve bu adını koyamadığım bir türlü tarif edemediğim acı bir şeyin farkına varmamı sağlamıştı.

Ben Ömer'e tahmin ettiğimden daha çok değer vermiştim. Hatta bu hissettiklerim değer vermektende öteydi. Ben ona geri dönülemez bir biçimde aşık olmuştum.

Bana en çok acı veren de buydu. Ona aşık olmak ve aşkın kalbimi küle çevirmesiydi beni bu hale getiren. Derin bir iç çektim. Ciğerlerimin kalbimle birlikte işlevini yitirmesine rağmen bunu yapmıştım.

Soğuk havanın bir iğne gibi ciğerlerime batıp çıkmasına rağmen bunu yapmıştım. Adımlarımın beni nereye götürdüğünden habersiz adımlarken ise bunu yapmayı tamamen bırakmıştım.

Gecenin karanlığında aşkımı ve kardeşim dediğim herkesi arkamda bırakmış yürümekten başka hiçbir şey yapmıyordum. Tıpkı onunla tanıştığım ilk gecede de olduğu gibi...

O gecede de kalbim kırıktı ama şimdi kırılmaktan çok dafa fazlası tuzla buz olmuştu. Üstelik o gece geçtiğim sokaktan şimdi de geçiyordum. Tabelada yazan sekizinci sokak yazısına baktım kısa bir anlığına. Daha sonra gözlerimden akan yaşlarla birlikte ağır ağır sokağın sonuna doğru adımlamaya başladım. Sonra bir ses duydum. Sessizliği delip geçen korkutucu bir kahkaha sesi...

"Bak! Bak! Bak! Kimler varmış burada!" diyerek kıkırdayan bir adamın sesiydi bu. Yalnız olmadığını belli edercesine farklı bir tonda kahkaha atan bir başka adamın varlığını hissedebiliyordum. Olduğum yerde durup kısa bir anlığına bakışlarımı sesin geldiği yöne doğru çevirdim. İki sarhoş adam yalpalayarak bana doğru geliyordu.

İkisi de o gecedeki adamlardan farklı kişilerdi. Ama şu an yaşadığım olay tam olarak aynı olaydı. "Güzelim! Bizi bekle!" dedi içlerinden biri. O geceki Kamer ile bu geceki arasında bir fark vardı.

O geceki Kamer korkuyla tir tir titrerken şimdikinin içinde korkunun kırıntısı dahi yoktu. Şimdi olduğum kişi cesaret ateşiyle yanıp tutuşuyordu.

Bekledim. Adamların bana doğru gelmesini bekledim. Kırmızı gözlerim onların yüzlerinde gezinirken dudaklarım istemsizce yukarı doğru kıvrıldı. İçimdeki öfkenin beni kontrol ettiğini hissedebiliyordum. Ama buna engel olmak gibi bir niyetim yoktu. Ömer haklıydı. Ben iblisin yansımasıydım.

"Yaklaş," diye fısıldadım. Ateş gibi yanan gözlerim karşımdaki adamın gözlerine kenetlenmişti. Adam adeta bir robot gibi adımlayıp yakınımda durunca gülümsemem daha da genişledi. Yanındaki adamın dehşete kapılmış bakışlarından anladığım kadarıyla da dışarıdan bakılınca gerçekten de korkutucu görünüyordum. Tam da istediğim gibi...

"Diz çök," dedim bu sefer. Adam kendisine verdiğim komutu yerine getirirken yanı başındaki adam korkuyla geri geri adımlamaya başladı. Ama onu göndermeye hiç niyetim yoktu. "Dur," dedim kırmızı gözlerimi ona çevirdiğim sırada.

Olduğu yerde kalakalan adama bakıp gülümsedim. Yüzümdeki bir iblisin gülümsemesiydi. Babamın bana acı çektirdiği zaman yüzünde beliren iğrenç gülümsemesi benimde yüzümdeydi. Ama bu ben değildim. Ben onun gibi değilim. Olmayacaktım da!

Başımı kendime gelmek istercesine iki yana salladım. Daha sonra kırmızı gözlerimi karşımdaki iki adama çevirdim. İkisi de benden gelecek emri beklerken, "Geldiğiniz yere geri dönün," dedim ve sırtıma taktığım çantanın askılarını düzelttim.

Daha sonra gözlerimi yumup onların gitmesini ve en önemlisi benliğimi yakıp kavuran öfkenin geçmesini bekledim. Ama geçmiyordu. Ömer'in bana vurduğu darbenin acısı geçmedikçe de bu öfke geçmeyecekti.

"Sen onun gibi değilsin. Sen baban gibi değilsin. Olmayacaksın da," diye fısıldadım kendi kendime. Derin bir nefes alıp kendime geldiğimi hissettiğimdeyse sokağın sonuna doğru adımlamaya başladım.

Bacaklarım beni hiç bilmediğim bir yöne doğru götürüyordu. İçimdeki ateş sanki attığım her adımda daha da harlanıyordu. Gözlerimden akan yaşlar ateşimi söndürmeye yetmiyordu. Çaresizdim.

Tüm benliğimi kaplayan bu güç bana fazla geliyordu. Dışıma taşmayı bekliyordu. Kontrolü ele geçirmek istiyordu. Ama ben bunu yapmayacaktım. Ben şeytanın kızıydım. Bu ne yaparsam yapayım değiştiremeyeceğim bir gerçekti. Ama herkes gibi bende ne olacağımı kendim seçebilme özgürlüğüne sahiptim. Güçlerim beni kötü yapmazdı. Onları kullanma biçimim beni kötü yapardı. Bunu biliyordum.

Kim olduğumu ve kim olacağımı yalnızca ben belirlerim. Ömer işte tam da bu noktada yanılmıştı. Ben onun gibi olmadım! Olmayacaktım da! Yutkundum. Ağzımda beliren acı tatla yüzümü buruştururken nereye geldiğimi sonradan fark edebilmiştim. Köprü altındaydım.

Ömer'in beni iyileştirdiği yere şimdi bir harabe olarak dönmüştüm. Üstelik ne onun güçleri ne de onun varlığı beni iyileştirebilirdi. Çünkü ben Kamer olarak onunla burada hayat bulmuşken şimdi karanlık gecenin avcısı olarak burada bir başıma onun bende açtığı yaralarla yok olacaktım.

Ben Kamer Işıklı. Gece avcılarının soyundan geliyorum. İçimdeki karanlığı aydınlatamayan bir ay olduğum bunca zamanın ardından artık içimdeki karanlığı neden aydınlatamadığımı daha iyi anlıyorum. Çünkü ben ay değil karanlığın ta kendisiyim.

Şimdiyse köprü altında kimsenin göremediği bariyerlerin arasında çantamı sırtımdan atıp gelişi güzel bir yere fırlatmış yavaşça yere çökmüştüm.

Bacaklarımı karnıma kadar çekmiş kırmızı gözlerimi yumup başımı dizlerime dayamıştım. Artık benim için bir çıkış yolu yok. Çıkışı kendi ellerimle kapattım. Ve artık ışığı söndürmenin vakti geldi. Karanlık beni kucaklayacak ve ben karanlıkla bir olacaktım. Belki de çoktan karanlıkla bir olmuşumdur. Kim bilir?

(Ömer'den...)

İçimdeki hayal kırıklıklarının parçaları ciğerlerime batıyordu. Nefes alamadığımı kalbimin ciğerlerimin arasında sıkışıp kaldığını hissediyordum. Kendimi kaybetmenin eşiğine gelmiştim. Kamer çekip gitmiş ardında etten bir enkaz bırakmıştı. Yutkundum.

Gözlerimi kapatıp derin derin nefesler alarak sakinleşmeyi bekledim. Bir süre sonra gözlerimi tekrar açtığımda Arda'nın ışıldayan lacivert gözleriyle göz göze geldim.

"Seni aptal!" diye bağırdı Arda. Her birinin öfke dolu bakışlarını üzerimde hissettim. "Bu meseleye karışma!" dedim uyarıcı bir tonda. İşaret parmağımı tehditkar bir şekilde ona doğru sallarken Arda'nın gözleri tekrar kahverengiye dönmüştü.

"Kamer'in hiçbir şeyden haberi yoktu. Her şeyi bok ettin," dedi Arda. Omzuma sertçe çarpıp merdivenlerden inerken olduğum yere bir çivi misali çakılıp kalmıştım.

Kafamın içindeki ses ise beni kendime getirmek için bas bas bağırıyordu. Kamer'in hiçbir şeyden haberi yok! Her şeyi kendi ellerinle mahvettin!

Ses kafamın içinde sanki duvardan duvara çarpıyormuşçasına yankı yapıyordu. Arda onun doğru söyleyip söylemediğine baktığında her şeyi açıklığa kavuşturmuştu. Onu kendi ellerimle yok etmiştim. Hem de koca bir hiç uğruna...

"Hayır," diye mırıldandım kendi kendime. Bunu her ne kadar kabul etmek istemesemde Kamer'i paramparça etmiştim. Üstelik onun evi terk etmesine neden olmuştum.

"Aferin sert çocuk," dedi Berk delici bakışlarını gözlerime çevirdiğinde. Ona ağzımı açıp tek kelime dahi etmedim. Çünkü şu an bana söylenen ve daha söylenecek olan her şeyin en kötüsünü hak ediyordum.

Berk de tıpkı Arda gibi omzuma çarpıp merdivenlerden inerken Sidelya ağlamaktan kızarmış gözlerle baktı gözlerime.

"Onu yaraladığım için vicdan azabı çekiyordum. Ama şimdi sen onu yaralamakla da kalmadın. Kamer'in gözlerinin içine baka baka ona neler söyledin. Ömer sen ne yaptın?"

Gözlerinin maviliğine baktım bir süre. Boncuk boncuk yaşlar yanaklarından süzülürken Berk'in peşinden aşağıya indi. Bu sefer Oğuz'un hayal kırıklıklarıyla dolu gözlerine baktım. Yavaşça yanıma yaklaşıp gözlerini gözlerime dikti. "Bana onun gittiği ilk gün ne dediğini hatırlıyor musun?" diye sordu sakince.

Ona hatırladığımı bile söyleyemeden elini tıpkı o günde olduğu gibi omzuma koyup gözlerimin içine baktı. "Ne yaparsam yapayım olmuyor. Ne yaparsam yapayım onun aramıza ördüğü duvarı aşamıyorum. Onu korumak istiyorum ama beni her seferinde itiyor. Üstelik bunu yaparken beni ne hale getirdiğinin farkında bile değil. Bana güvenememesi çok ağırıma gidiyor Oğuz demiştin. Şimdi sen ne yaptın Ömer? Onun aranıza ördüğü duvarı tam yıkmışken o duvarları yeniden örmesine neden oldun. Üstelik sana güvenmemesi zoruna giderken sen onu güvensizliğinle ne hale getirdin? Keşke sana yaptığı şeyin daha ağırını sen ona yaşatmasaydın. Hepimizi hayal kırıklığına uğrattın Ömer. Dua et de Kamer iyi olsun," dedi ve Hare'nin elinden tutup beni orada bıraktı.

Herkes Kamer'in peşinden giderken evde bir başıma kalmıştım. Üstelik Oğuz'un sözleri birer gülle misali yüreğime oturmuştu. Ona babasından bile daha büyük bir zarar vermiştim. Halbuki ben onun yaralarını saran olmak istememiş miydim? Şimdi onda kapanmaz bir yara açmıştım.

Lanet olsun! Kafamı pişmanlıktan duvardan duvara vurmak istiyordum. Zamanı geriye almak istiyordum. Onun güzel gözlerinden dökülen tek bir damla yaş için kendimi öldürmek istiyordum. Ama artık ne pişman olmamın ne de bunları düşünmemin bir anlamı vardı. Ben Kamer'in koruyucusu olmak isterken onu kendi ellerimle ne hale getirmiştim?

Derin bir iç çektim. Benim acilen onu bulmam lazımdı. Onu bulmam ve kendimi affettirmem lazımdı. Her ne kadar beni affetmeyeceğini hatta yüzümü bile görmek istemeyeceğini bilsemde...

Hışımla merdivenleri inip kapıyı ardımdan hızla çarptım. Çocukların şaşırtıcı bir şekilde beni kapıda beklediğini görmem ise bir nebze olsun rahatlamama neden olmuştu.

"Ayrılalım," dedi Oğuz sakince. Bakışlarını benden kaçırması içime otursa da ses etmedim. Onun yerine onu başımla onaylamakla yetinmiştim. Bunun üzerine her birimiz farklı yönlere dağılırken içgüdülerim kaybolduğu ilk gece onu bulduğum sokağa gitmek konusunda kulağıma bir şeyler fısıldıyordu. Bu sese kulak verdim.

Kalbim korku ve endişe karışımı bir duyguyla gümbür gümbür çarparken en yakınımdaki binaya tırmanmaya başladım. Ellerim göğe doğru uzanıyor yerden git gide yükseliyordum. Birkaç saniye sonra ise kendimi binanın en tepesinde bulmuştum.

"Seni bulacağım," diye fısıldadım çaresizce. Gözlerim gökyüzünü ışıltılarıyla süsleyen yıldızlara kayarken koşarak kendimi karşı binanın çatısına attım. Daha sonra bir başkasına ve bir başkasına derken sekizinci sokağa doğru hızla yol aldım. Süratle çatıdan çatıya atlarken sekizinci sokağın ortasında duran birkaç kişiyi gördüm. Bunlar Meriç, Koru, Dora ve Pars'tı.

Pars'ı görmek bile içimdeki öfkeyi körüklerken onlara fark ettirmeden ilerlemeye devam ettim. Birkaç dakika sonra telefonum titremişti. Kalbim korkuyla çarpmaya başladı. Atladığım binanın çatısında durup soluklanmaya başladım. Ondan gelecek iyi bir habere daha önce hiç olmadığı kadar çok ihtiyacım vardı. Titreyen parmaklarla cebimdeki telefonu çıkarıp gelen mesaja baktım.

Oğuz: Onu bulduk. Köprü altında...

Okuduğum mesaj içime su serpmeye yetmişti. Yüzüme rahatlamanın gülümsemesi yayılmıştı. Kamer bulunmuştu. Şimdi ona gitmemek için önümde hiçbir engel yoktu. Tabii aramıza ördüğü devasa duvar dışında...

*******

Adımlarım beni köprü altına götürürken kalbim boğazımda atıyordu. Onun ne halde olduğunu düşündükçe başıma bıçak gibi keskin bir ağrı saplanıyor nefesimde bununla birlikte kesiliyordu. Yutkundum.

Ağzıma acımsı bir tat yayılırken sadece birkaç adım ötemde tam köprü altının önünde bekleyen bizimkileri gördüm. Usulca onlara doğru yaklaştım. Sonra onu gördüm. Köprü altında arkası dönük bir şekilde yerde oturan Kamer'i...

"Kamer," dedim kendime engel olamayarak. Sesim fısıltıdan farksızdı. Sanki benden çıkmamış da rüzgarın adımızı fısıldadığını zannettiğimiz anlarda duyduğumuz ses gibi geliyordu kulağa.

Yavaşça köprü altına doğru yaklaştım. Ama bir şey onun yanına geçmeme engel oldu. Bu köprüyü kuşatan bir bariyerdi. Onunla arama giren ve aşılması imkansız bir bariyer...

Bu bariyeri örmesinin sebebi bendim. Üstelik onun içindeki karanlık yanın ortaya çıkmasının sebebi de bendim. "Kamer," dedim tekrar. Pişmanlık dört bir yanımı sardığı sırada, "Git buradan," dedi Kamer. Ama benim gitmeye hiç niyetim yoktu.

Her ne olursa olsun pes etmeyecektim. Onu buradan almadan eve dönmeyecektim. "Seni almadan hiçbir yere gitmiyorum," dedim kararlılıkla. Elim çaresizce aramızdaki bariyerin üzerinde gezinirken onun hıçkırıklarını duyabiliyordum.

"Sana buradan git dedim Ömer!"

Sesi tüm köprü altını inletmekle kalmamış kalbimin ortasının bir bıçakla deşildiğini hissettirmişti. Ben bunları hissederken onun canının ne kadar yandığını tahmin bile edemiyordum. "Gitmiyorum," dedim kararlılıkla. Bunun üzerine Kamer yerden kalktı. Yavaşça arkasını dönüp kan kırmızısı gözlerini benimkilere dikti. Yakıcı birer alevi andıran kızıl gözleri içimi eritip geçmişti.

"Sen haklıydın Ömer. Ben o iblisin bir yansımasıyım," dedi titreyen sesiyle. Gözlerinden akan yaşlar yanaklarından süzüldükçe içimdeki pişmanlığın dikenleri kalbime saplanıyordu.

"Özür dilerim. Keşke sana bunları söylemeseydim," dedim kırmızı gözlerinden akan yaşları silmek için elimi yüzüne uzattığım sırada. Ama bunu yapamadım. Aramızdaki bariyer ona ulaşmama engel oluyordu. Daha doğrusu o beni kendine yaklaştırmıyordu.

Kamer acıyla gülümsedi. "Özür dilemen artık benim için hiçbir şey ifade etmiyor. Şimdi git buradan," dedi ve tekrar arkasını döndü. Beline kadar uzanan koyu renk düz saçlarına baktım.

Ona dokunmayı, saçlarını okşamayı, sarılıp kokusunu içime çekmeyi deli gibi istiyordum. Ama değil bunları yapmak yüzüne bile bakamıyordum.

"Gidemem. Sensiz hiçbir yere gidemem!"

Sesim kalbimin feryadı gibiydi. Bunu o da hissetmiş olacak ki kırmızı gözleri tekrar benimkileri buldu. Kamer, "Kimseye zarar vermek istemiyorum. Sana zarar vermek istemiyorum. Şimdi lütfen git buradan Ömer!" diye bağırdığında birden olduğu yerde yalpalamaya başladı.

Dehşete kapılmış gözlerim onun üzerindeyken aramızdaki bariyer kalkmış bir anlık refleksle ona doğru atılmıştım. Kamer yaşadıklarının sonucunda yorgunluktan kollarıma yığıldığında onu dikkatlice kucağıma aldım.

Kollarımda baygın haldeydi. Onu sıkıca tutup beni izleyen ekibin yanına doğru ilerlerken hemen arkalarında durmuş bize bakan Pars, Koru ve Meriç'i gördüm. "Kusursuz," dedi Pars tıpkı büyük bir ganimete bakar gibi gözlerini kollarımdaki kızın üzerinde gezdirirken.

Onun yüzündeki ifadeyi dağıtma isteğiyle yanıp tutuşuyordum. Ama bunu yapmak yaşanan hiçbir şeyi değiştirmemekle birlikte doğru olmazdı.

"Siz," dedi Meriç şaşkın bakışlarını bizim üzerimizde gezdirirken. "Meriç açıklamamıza izin ver," diye öne atıldı Hare. Yaşanan olay onu yıpratmasına rağmen Kamer için mücadele etmekten geri durmamıştı. Ama bu gayretinin içine eden her zamanki gibi Pars olmuştu. "Meriç'in her şeyden haberi var. Başınız büyük belada," dedi Pars. Lacivert gözleri Kamer'in üzerindeydi.

Sinirden boynumdaki damarların kabardığını hissedebiliyordum. Ama olayın daha fazla büyümesini istemediğimden ses etmemiştim. Benim yerime, "Ne demek istiyorsun Pars?" diye sordu Berk. Bunun üzerine Pars'ın dudakları keyifle yukarıya doğru kıvrıldı.

"Az önce sekizinci sokaktan geliyoruz. İki adam şüpheli bir şekilde sokaklarda gezerken zihinlerinin kontrol edildiğini tespit ettik. Kuzeydekiler ile birlikte Meriç'e haber verdim. O da güçleriyle adamları bunu onların sarhoşken gördükleri bir tür hayal olduğu konusunda ikna edince olay çözüldü. Ama siz bu işten kızı bize teslim etmek zorunda olmak koşulu ile sıyrılıyorsunuz," dediğinde ondaki keyif kimsede yoktu.

Resmen bu durumdan da kendine bir pay çıkarmayı başarmıştı. Haksızda sayılmazdı. Kuzeydekiler için türünün tek örneği bir gece avcısı bulunmaz bir nimetti. Tabii Pars'ın egosunu tatmin edebilecek kadar değerli olmasına da şaşmamak gerek.

"Kamer'i sana vereceğimizi de kim söyledi Pars?" dedi Sidelya bilmiş bir tavırla. Pars cevap vermek için dudaklarını aralayacağı sırada Meriç ona engel olmuş yeşil gözlerini endişeyle bizim üzerimizde gezdirmeye başlamıştı. Meriç, "Pars'ın hakkı var. O kız tehlikeli olabilir," dediğinde Arda öne çıkmıştı.

"Onun gece avcısı olduğundan bile haberi yoktu. Üstelik Kamer yeryüzündeki en iyi insan. Meriç bize güven. Kamer bizimle birlikte. O tehlikeli biri değil," dedi Arda. Sonrasında usulca Kamer'e baktı.

Meriç de Arda gibi yeşil gözlerini kollarımdaki kıza diktiğinde kısa bir anlığına düşündü. Yüzünde istemsiz bir gülümseme belirirken gözlerini benimkilere çevirdi. "Kamer size emanet," dedi ve yeşil gözleri güvenle yüzümüzde gezindi.

"Ama bu doğru değil Meriç. Kızın tehlikeli olabileceğini sen de gördün," diye itiraz etti Pars. Bizden büyük olması onu bilir kişi yapmamakla birlikte bu tavrı hepimizin sinirlerini bozmuştu.

Meriç, "İnsan ne olarak dünyaya geleceğini seçemez. Ama ne olarak hayata devam edebileceğini seçebilir. Ben onlara güveniyorum ve o kıza da. O kızın kötü olmadığını ve olmayacağını da çok iyi biliyorum Pars. Bırak da kendi çocuklarım için ne gerekiyorsa onu yapayım," dediğinde Pars hoşnutsuzca homurdandı.

Bizler ise Meriç'e minnettarlıkla bakıyorduk. "Yanlış yapıyorsun. O kız hepimizin sonu olacak," dedi Pars bu sefer. Ama Meriç onu dinlemek yerine sessizce beklemeyi tercih etmişti. Bunun üzerine ilk başta söylemem gereken sözler döküldü dudaklarımdan.

"Ben onun için değil güçlerimi kaybetmeye kendimi bile kaybetmeye razıyım Meriç."

Bu söylediklerimle birlikte herkesin bakışları bana çevrilmişti. Meriç'in yüzündeki memnuniyetle dolu ifadeden de anladığım kadarıyla daha fazla söze gerek yoktu. Yeşil gözleri kısa bir anlığına da olsa gururla yüzümde gezindi.

"Ömer yüzünden tüm Ay'ın Çocuklarının hayatını tehlikeye atıyorsun Meriç," diyerek tekrar bir atakta bulundu Pars. Ama yararı yoktu. "Sorumluluk bende," dedi Meriç. Daha sonra Pars'ı ve Pars'ın peşinden ayrılmayan süs köpeği Koru'yu da alıp yanımızdan ayrıldı.

Onların gidişiyle gözlerimi tek tek Arda'nın, Oğuz'un, Hare'nin, Sidelya'nın ve Berk'in yüzünde gezdirdim. Her ne kadar bana sinirli olsalarda gözlerindeki ifadeden onlarında bu durumdan memnun olduklarını anlayabiliyordum.

İstemsizde olsa yüzümde küçük bir gülümseme belirdi. Ama bu gülümseme Arda'nın delici bakışlarının bana yönelmesiyle saniyesinde silinmişti.

"Kamer'i eve götürelim," dedi Sidelya endişeli bakışlarını Kamer'in üzerinde gezdirirken. Onu başımla onayladım. Hep birlikte tıpkı onu bulduğum gecede de olduğu gibi eve doğru yola koyulduk.

*******

"Onu yatağına yatır Ömer," dedi Hare battaniyeyi kenara çekerken. Kamer'i yavaşça yatağına yatırıp battaniyeyi üzerine örttüm. Daha sonra yanı başına oturup elimi alnına koydum.

Avuçlarımdan fışkıran kızıl şifa onu yavaş yavaş kendine getirirken rahatladığımı hissediyordum. Yaptığım aptallığı düşündükçe de başımı taşlara vurasım geliyordu.

"Güçleri onu zayıf düşürdü," diye mırıldandı Oğuz. Her birimiz yatağın farklı bir köşesine oturmuş ona bakıyorduk. "Onu zayıf düşüren şey güçleri değildi," dedi Arda iğneleyici bir tonda.

Onun kızlara karşı zaafı vardı. Hepsi onun için canından birer parça gibiydi. Onların üzülmesi onların canının yanması en çok Arda'yı etkiliyordu. Tıpkı şu anda da olduğu gibi...

Kamer'i üzmem Arda'yı sinirlendirmekle kalmamış onu koruma içgüdüsüyle hareket etmesine neden oluyordu. "Bana ne söylesen haklısın. Ama inan bana çok pişmanım," diyebildim gözlerimi Kamer'in üzerinden ayırmadan.

Arda bunun üzerine sinirli bir nefes çekti ciğerlerine. Daha sonra "Umarım seni affeder Ömer. Aksi bir durumu düşünmek dahi istemiyorum," diye mırıldandı. Elini omzuma koyup hafifçe sıvazladı. Her ne kadar bana kızgın olsa da Kamer ile aramın kötü olmasını istemiyordu. Onun için en önemli detay ise yaptıklarımdan pişman olmamdı.

"Peki şimdi ne olacak?" diye sordu Berk. Endişeli bakışları hepimizin üzerindeyken düşüncelere daldım. Bundan sonrasını ne ben ne de onlar düşünmüştü. Hiçbirimiz ne yapmamız gerektiğini bilmiyorduk.

"Birinin ona güçlerini kontrol etmeyi öğretmesi gerek," dedi Hare sıkıntılı bir nefes verdiği sırada. Haklıydı. Birinin ona güçlerini kontrol etmeyi öğretmesi gerekliydi. Peki ama kim? Kamer türünün son örneğiydi. Tabii o şeytan dışında kalan son örnek...

Hiçbirimiz bir gece avcısı ile daha önce karşılaşmamıştık. Üstelik onların neler yapabildiğini bile efsanelerimizin bizlere anlattığı kadarıyla biliyorduk ve hepimizin emin olduğu bir şey vardı ki o da Kamer'in aslında bu yaptıklarından çok daha fazlasını yapabilecek oluşuydu.

Ona baktım. Endişeyle bakan gözlerim onun üzerinde gezinmeye başladı. Yorgunluktan beyazlamış teninde boynundaki hilal şeklindeki işarette gezindi gözlerim. Onun bir gece avcısı olduğunu kanıtlayan işarette...

Şüphesiz Kamer bir gece avcısıydı. Üstelik kalbimi hızla çarptıran ve nefesimi kesen bir gece avcısı...

Güçleriyle beni etkisi altına almamıştı belki ama ben kendiliğinden onun etki alanına girmiştim. Ben Kamer'in ele geçirdiği bir Ay'ın Çocuğuyum. Ben Ömer Aktan. Aşkın esir aldığı bir tutsak...

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top