11. Bölüm: Güneş

Bazı insanlar ilaç gibidir. Bitmek tükenmek bilmeyen hastalıklara şifa olurlar. Yaralarınıza yara bandı olurlar. Acılarınıza morfin olur canınızı yakan hisleri uyuşturarak yok ederler. Yüreğinizde açılan kesiklere dikiş olur sonra o dikişi bir gülüşle silip yok ederler. Bazı insanlar böyledir. Severek iyileştirir. Tıpkı Ömer gibi.

Ona her baktığımda iyileştiğimi hissediyorum. Çaresiz bir hastalığın onun bir bakışıyla iyileştiğini hissediyorum. Geçmişimin acı dolu anılarının silindiğini ve bedenimde olmasa da ruhumda açılan yaraların onun gülüşüyle yok olduğunu hissediyorum. Ömer bana doğru adımlarken, "Cezan nasıldı?" diye sordu gülümseyerek. Onun cezasının sıkıntılı geçtiği yüzünden belli olsa da beni görünce dudaklarında bir gülümseme yer ediyordu.

Gülümseyerek, "Hiç fena değildi," dedim. Tabii kendileri Koru ile vakit geçirmek durumunda kaldığından benden intikam almaya yemin etmiş gibi görünüyordu. Tek kaşını kaldırmış bilmiş bir ifadeyle bana doğru yaklaşıyordu. Yutkundum. Acaba Ömer bana ne tür bir ceza verecek?

Bana doğru yaklaştı. Aramızda tek adım mesafe kalınca durdu ve koyu harelerini benim yeşillerime dikti. Gülümsedi. Dudaklarındaki sıcak gülümsemenin içimi ısıttığını hissettim. "Koru ile geçen korkunç dakikalarımın faturasını birilerinin ödemesi gerek," dedi Ömer bilmiş bir tavırla. Onunla başımın fena halde dertte olduğunu o an anladım. Yutkundum. Bakalım bu seferki cezamız ne olacak?

Ömer'in parmakları önüme düşen bir tutam saçı kavradı. Saçımı parmağına dolayıp dolayıp durdu. Yüzündeki ifadeye bakılırsa bundan büyük keyif alıyordu. "Cezanı buldum," dedi Ömer elimden tutup beni çekiştirmeye başlamadan hemen önce.

"Nereye gidiyoruz?"

"Gidince görürsün."

Ömer elimden tutmuş beni çekiştiriyordu. Birlikte parkı ve hatta köprü altını bile aştık. Artık nereye gittiğimizi ciddi ciddi merak etmeye başlamıştım. Ama ona sorarsam da ilk sorduğumdaki cevabın aynısını vereceğini bildiğimden onun beni gecenin karanlığında bilinmezliğe doğru götürmesine izin verdim. Tıpkı tanıştığımız ilk gece de olduğu gibi. O gece de beni gecenin içinden geçirmişti. Kollarına aldığı yaralı bedenimi onlar için özel olan o yere götürmüştü. Köprü altına...

Köprü altında beni iyileştirmişti. Bilinmezliğin içinde sihirli bir dokunuşla beni bilinir kılmıştı Ömer. Bana kim olduğumu, ne olmak istediğimi ve gerçek sevgiyi göstermişti. Şimdi de beni bir başka bilinmezliğe doğru bir girdap misali çekiyordu. Ömer ile birlikte şehirden bir hayli uzak karanlık bir yerde durduk. "Buraya neden geldik?" diye sordum etrafta cılız ışığıyla belli bir kısmı aydınlatan sokak lambası dışında hiçbir şey olmadığı için.

Ömer huysuzluk yaparak, "Çok soru soruyorsun Kamer Işıklı," demişti. Ama buna rağmen bakışlarıyla bana yukarıyı işaret etti. Başımı kaldırıp baktığımda devasa bir beton yığını ile göz göze geldim. Kollarımı Ömer'in boynuna doladım. Beni sırtına aldı ve birlikte beton kütlenin en tepesine tırmanmaya başladık. Tepede beni neyin beklediğini merak ediyordum. Çünkü Ömer'in beni buraya boşuna getirmeyeceğini de çok iyi biliyordum. Yukarı tırmandığımızda Ömer beni dikkatlice sırtından indirdi. Sonrasında, "Gözlerini kapat," dedi etrafa bakmama izin vermeden.

İçimden ilk başta gizliden etrafa bakmak gelsede de onun, "Oyunbozanlık yapma Kamer," demesiyle gözlerimi sıkı sıkı yummak durumunda kalmıştım. Ömer'in parmakları belimi kavradı. Karanlıkta düşmemem için beni belimden tutup yönlendirmeye başladı. Beni yürüttükten sonra ellerimi tutup bir yere oturmamı sağladı. Onunda yanıma oturmasıyla birlikte, "Şimdi gözlerini açabilirsin," diye fısıldadı Ömer usulca.

Gözlerimi yavaşça araladım. En tepedeydik ve bulunduğumuz yerden tüm şehri rahatlıkla görebiliyordum. Gecenin karanlığında tek tük yanan şehrin ışıklarına baktım. O an her şeyin aslında geceleri daha güzel olduğu kanısına vardım. "Bu manzara büyüleyici," diye mırıldandım hayranlıkla. Bacaklarımızı aşağıya sarkıtmış birlikte şehrin karanlık ama bir o kadar da huzur veren manzarasını izlemeye başlamıştık.

"Büyüleyici olan manzara değil sensin Kamer."

Gözlerimi koyu harelere çevirdim. Geceden bile daha koyu gözlerine bakarken gülümsedim. "Bana verdiğin ceza bu mu?" diye sordum bilmiş bir tavırla. Ömer de benim gibi gülümsedi. Fakat benimkinin aksine onunkinde muzip bir hava vardı.

Ömer, "Senin cezanda bu. Sen manzarayı izleyeceksin. Bense kendiminkini," dedi etkileyici bir sesle. Sonra bana doğru yaklaştı. Başımı onun omzuna yasladım ve tam karşımızdaki manzaraya diktim gözlerimi.

"Ne kadar da garip öyle değil mi?"

"Garip olan nedir?"

"Aslında içi insanlarla dolu beton yapıları izliyoruz. Halbuki onları böylesine güzel görmemizi sağlayan şey sadece karanlık ve karanlığın içinde parıldayan ışıklardan başka bir şey değil."

"Bu söylediğin bana seni ilk gördüğüm anı anımsattı," dedi Ömer. Ona baktım. Gözlerindeki ışıltıya baktım ve elini tuttum. Sıcacık parmakları benimkilere kenetlenirken, "Tam on dört yıl önce karanlığın içinde kendi karanlığımdan kaçıyordum. Sonra seni gördüm. Kendi karanlığımı aydınlatan en güzel şeyi," dedi. Bulunduğumuz yerden düşme olanağımız vardı. Ama ben bunu umursamıyor onun söylediği sözleri büyük bir ilgiyle dinliyordum.

"Senden sonra bende bu şehir gibi oldum Kamer. Aydınlandım. İçimde bir ışık belirdi ve ben o ışığa senin adını verdim."

"Bende senden önce kayıp bir şehir gibiydim Ömer. Kaybolmuştum. Yürüdüğüm tüm sokaklar çıkmazdı ve benim senden başka gidecek bir yerim yoktu."

"Eğer sen kayıp bir şehirsen ben sende kaybolmak istiyorum Kamer."

Ömer alnını alnıma dayadı. Sıcak soluğu yüzüme çarpıyordu. Gözlerimi yumup onun sıcaklığına sığındım. Gözlerimi yeniden araladığımda, "Bu gece bir dilek tutmak ister misin?" diye sordu. Gülümsedim. "İsterim," dedim gözlerimi yıldızlı geceye çevirirken. Şehrin ışıklarının sönüşüyle yıldızlar daha da belirginleşmişti. Beyaz ışık kürelerine bakarken Ömer ile tam ortamızda olan yıldızı işaret ettim. Ömer işaret parmağını yıldıza dokundurdu. Parmağını usulca sola doğru kaydırdı ve bununla birlikte minik yıldız süzülerek yeryüzüne düştü.

İçimden bir dilek diledim. Ne babamın ne de soyumdan gelen diğer iki gece avcısının bu güzel günlerimizi mahvetmemesini diledim. Ömer, "Dileğini tuttun mu?" diye sordu bilmiş bir tavırla. Başımı hafifçe salladım. "O halde sana burayı nasıl keşfettiğimi anlatabilirim," dedi iç çekerek. Burayı onun keşfetmiş olmasını beklemiyordum. Daha çok ekip ile birlikte geldikleri bir yer olduğunu düşünmüştüm. Ama yanılmışım. Ömer, "Burayı üç sene önce keşfettim," diyerek başladı sözlerine.

Gözlerini gökyüzüne dikti. Düşünceliydi. Sanki üç yıl öncesine ışınlanmış gibi bir hali vardı. Durgunlaşmıştı. Ama dudaklarına yayılan tatlı tebessüm burayı bulma hikayesini sevdiğini hissetmeme neden olmuştu. "Tam üç yıl önce merkezde eğitim yaparken çocuklarla tartışmıştım. Tartışma alevlenince tepem atmış grubu ardımda bırakıp küçük bir gezintiye çıkmıştım. Merkezden bir hayli uzaklaştım tabii," dedi Ömer aşağıdaki taşlı yolu işaret ederek.

Onun işaret ettiği yola baktım. Karanlıkta zar zor seçebildiğim taşlı yola bakarken, "Yolda başıboş yürürken gecenin sessizliğini delen adım sesleri duydum. Sesin geldiği yöne doğru yürüdüğümde küçük bir köpeğin peşinden koşan bir kız gördüm," dedi Ömer. O an göz göze geldik. Bu mümkün olabilir miydi? Dudaklarında beliren gülüşe bakılırsa bu mümkündü.

"O kızın peşine takıldım," dedi Ömer fısıldarcasına. Sağ gözümden bir damla yaş akıp yanağımdan süzülerek yere düştü.

"Kız küçük köpeği kovaladı. Bense onu."

"Sonra ne oldu?" diye sordum hikayenin geri kalanını ondan duymak için büyük istekle yanıp tutuşurken. Ömer bana daha da yaklaştı. Yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Yeşillerimde gezinen koyu hareleri karanlıkta bir yıldız gibi parlıyordu.

"Sonra kız buralara kadar o küçük köpeği takip etti. Köpek en sonunda karanlıkta kaçıp gözden kayboldu. Kız ise tam şu sokak lambasının altında durdu ve bana baktı. Yeşil gözlerindeki şaşkın ifadeye karşılık tek kelime edemedim. Ama o eve geç kaldığını söyleyerek yanımdan ayrıldı. Onun gidişiyle burası benim oldu. Hayatımda gördüğüm en güzel yeşili bir kez daha gördüğüm yeri de o geceden sonra kendime sakladım."

Ömer'in hikayesiyle birlikte o sokak lambasına baktık. Taşlı yolu cılız bir ışıkla aydınlatan o sokak lambasının altındaki kız bendim. Farkında bile olmadan onun hayatına bir kez daha dahil olmuştum. Ömer'e, "O kızı bir kez daha görecek olsan ona ne söylemek isterdin?" diye sordum. Gözlerim dolu doluydu. Onunla onca zamandan sonra kısacık bir anımızın geçtiği bu yeri kendi özel yeri yapmıştı. Ömer usulca yanağımdaki ıslaklığı başparmağıyla sildi.

"Eğer o kızı bir daha görmek gibi bir şansım olsaydı ona yanımda biraz daha kalıp kalamayacağını sorardım."

"Bende o kızın yerine cevap vereyim o zaman. Kalırım. Hem de sen ne kadar istersen."

"Sonsuza kadar desem bile mi?"

"Sonsuza kadar desen bile."

Başımı Ömer'in omzuna yasladım. Yıldızlı gökyüzünden bize bakan Ay'a çevirdik gözlerimizi. Biz onun çocuklarıydık. Ay'ın Çocuklarıydık ve yıllar öncesinde de olduğu gibi şimdi de onun ışığına sığınmıştık. Ömer bana sarıldı. Birlikte bir süre gökyüzünde hakimiyet kuran Ay'ın minik yıldızlarını izledik. Hatta binaların tepelerinde koşturan gerçek Ay'ın Çocuklarını da izlemiştik.

"Artık eve dönsek iyi olacak. Bizimkiler bizi daha fazla merak etmesin," dedi Ömer. Her ne kadar burada onunla biraz daha kalmak istesemde bu konuda haklıydı. Eğer eve geç dönersek başta Arda olmak üzere kimsenin çenesinden kurtulamazdık. Zaten bir gecede yaşadıklarımız yeterince yorucu değilmiş gibi bir de Arda faktörüyle uğraşamazdım. Ömer ile birlikte geldiğimiz yoldan gerisingeri aşağıya indik.

Ömer, "Sana bir şey daha göstermek istiyorum," dedi elimden tutup beni duvar dibine doğru çekiştirirken. Duvarın bir kenarında yere kadar uzanan sarmaşıklar olduğunu gördüm. Ömer bir eliyle sarmaşıkları araladı ve bana göstermek istediği şey her ne ise daha net görebilmem için telefonunun flaşını tuttu. Işığın altında duvara kazınmış olan sembolü gördüğümde gözlerimin dolduğunu hissettim.

"Güneş," dedim gözlerim dolu dolu.

Ömer flaşını kapattı. Karanlıkta bile fark edilebilen bir gülümsemeyle, "Güneş," diye fısıldadı. Birlikte bu seferde sokak lambasının altından geçerek geldiğimiz yoldan geri dönüşe geçtik. Karanlık ve ıssız sokakları el ele adımlamaya başladık. Üç yıl önce farkında bile olmadan birbirimizi takip ettiğimiz o yolda bu sefer el eleydik. Üstelik birlikteydik. Ömer on dört yıllık aşkı ile bu yollardan bu sefer birlikte geçiyordu.

Ona baktım. Beni bulan koyu harelerinde o gün gördüğüm pırıltıdan vardı. "O gün de olduğu gibi bu seferde peşimden koşmak zorundasın Ömer Aktan," dedim muzip bir tavırla. Onun elini bıraktım ve kıkırdayarak koşmaya başladım. Ama o çok geçmeden beni yakaladı. Belimden tutup kıkırdadı.

"Yakaladım," dedi ve yanağımdan öptü. Tam o sırada bizim kıkırtılarımızı bastıran bir ses yankılandı. Sessizliği delip geçen acı bir fren sesi ve hemen ardından kurt ulumasını anımsatan bir ses duyuldu. Korku dolu gözlerle Ömer'e baktım. "Bir şey oldu," dedim endişeyle. Bunun üzerine Ömer elimden tutup beni sesin geldiği bir üst sokağa çıkan kestirmeden yürüttü. Eğer o yolu kullanmamış olsaydık hız kesmeden yoluna devam eden arabanın plakasını alamazdık. Ömer aracın plakasını aldığı gibi Arda'yı aradı.

"Arda şimdi sana söyleyeceğim adreste ilerleyen arabayı yakala ve şoförün kaçmasına asla izin verme," dedi Ömer sinirle. Daha sonra ikimizde yerde yatan köpeğin yanına çöktük. Adam köpeğe çarpmakla kalmamış onu yolun ortasında ölüme terk etmişti. Köpek acı acı havlarken başını asfalttan kaldırıp gözlerine baktım. Simsiyah gözleri yaşlarla parlıyordu. Bizden yardım bekliyordu. İyileşmek için bizim yardımımıza ihtiyacı vardı.

Ömer'e baktım. "Onu iyileştirmen gerek," dedim köpeğin kanla kaplı karın kısmına bakmamaya çalışarak. Ömer, "Bizimkilere mesaj attım. Birazdan burada olacaklar," dedi benim yanıma çökerken. Köpek acıyla inlemeye başladı. Karnındaki derin yaraya baktım. "İyi olacaksın," dedim başını yavaşça okşayarak. Tam da o sırada Ömer'in de dediği gibi bizimkiler geldi. Aralarında Arda yoktu. Muhtemelen Ömer'in ona verdiği görevi yapıyordu.

Berk koşarak yanımıza geldi. "Onu yolun ortasından kaldırmamız gerek," dedi ve güçleriyle köpeği fazla sarsmamaya özen göstererek kaldırıma çıkardı. Böylece ikinci bir kazanın daha yaşanma olasılığını gidermiş olduk. Sidelya ise korkudan titreyen köpeği güçleriyle sakinleştirdi. "Mutlu," diye fısıldadı Sidelya. Köpeğin acısını bu şekilde biraz olsun dindirmişti. Köpeğin yavaş yavaş sakinleşmeye başlamasıyla Ömer'in köpeğin yanına yeniden çöküşünü izledim. Avuçlarındaki kızıl güç köpeğin karnındaki derin yarayı yavaşça yok etti. Köpeğin acı dolu havlamaları da bununla birlikte kesilmişti.

"Artık iyisin koca şey," dedi Ömer heyecanla kucağına atılan köpeğin başını okşarken. Köpeğin iyileşmiş olduğunu görmek içimi rahatlatmıştı. Köpek bu sefer heyecandan havlamaya başlamıştı. Yanına gidip başını okşadım.

"Acaba sahibi var mı?" diye sordu Hare bu tatlı şeye bakarken. Köpeğin siyah burnu, acı kahve renginde ağzı ve kulakları bir de sütlü kahve rengi tüyleri vardı.

Oğuz köpeğe baktı ve "Tasması olmadığına göre muhtemelen sokak köpeği," dedi.

"Onu sahiplenebilir miyiz?" diye sordu Sidelya. Kolumu Sidelya'nın omzuna attım. İkimiz şirinlikler yaparak bizimkileri bu tatlı şeyi sahiplenmeye ikna etme girişimine girmiştik bile. Sidelya da kolunu benim omzuma attığında ikimiz ünlü bir futbol takımının taraftarıymışız gibi, "Köpek bizimle kalsın!" demeye başlamıştık. Ömer ile Berk halimize gülmeye başlamıştı. Hare ile Oğuz ise köpek ile daha şimdiden oyunlar oynamaya başlamıştı.

"Köpek bizimle kalsın lütfen!"

Olabilecek en şirin gülümsememle medet umarcasına Ömer'e baktım. Sanki böyle yaparak onu ikna edebilirmişim gibi geliyordu. Sidelya da benim taktiğimi Berk üzerinde uyguluyordu. Ömer, "Köpek bizimle kalsın diyenler el kaldırsın," dedi gülerek. Sidelya ile birlikte saniyesinde ellerimizi havaya kaldırmıştık. Oğuz ve Hare de oyunu bizden yana kullandı. Tabii bizi gıcık etmek isteyen Berk ile Ömer de son dakika elleri havaya kaldırınca oy çokluğuyla köpeği sahiplenme kararı alınmış oldu.

"Köpek bizim!"

Sidelya ile birlikte zaferimizi kutlamak için birbirimize sarıldık. Tabii Ömer Aktan'ın tam o sırada kıskançlık yapası tuttu. "Oylama fikrini ortaya ben attığıma göre bence bir öpücüğü hak ettim güzelim," dedi beni Sidelya'nın yanından çekip alırken. Gerçekten bazen onun bu yanına bir anlam veremiyorum.

Sidelya uzaktan bize bakıp dil çıkardı. Sonra da nispet yaparcasına Berk'e sarıldı. Tabii Ömer durur mu? Durmaz. O da beni kendine çekip sarılırken Sidelya'ya inat yanaklarımı öpücüklere boğmuştu. Öpücüklerin ardından Sidelya'ya bakıp dil çıkardı. Bakın siz şu Ömer Aktan'a! Resmen Sidelya'ya gıcıklık olsun diye burada benimle oynuyor. Ona baktım. Tek kaşım yukarı kalkarken, "Daha demin sen beni Sidelya'ya karşı koz olarak mı kullandın yoksa bana mı öyle geldi?" diye sordum.

Ömer umursamaz bir tavırla omuz silkti. Sonra da koyu harelerini benim yeşillerime dikip, "Seni öpmek için böyle saçmalıklara ihtiyaç duymuyorum," dedi. Hemen ardından burnumun ucuna minik bir buse kondurdu.

Oğuz, "Biz bu şımarık şeye ne ad vereceğiz?" diye sordu birden. Hayvanın bir partisinden o tutmuş diğer patisinden Hare tutmuş bize doğru yürüyorlardı. Arka ayaklarının üzerinde küçük bir bebek gibi yürüyen yeni dostumuza bakıp kahkaha attım. Sonra aklıma bugün Ömer ile geçirdiğim dakikalar geldi. Benim üç yıl önce bir köpeği kovalayışım onun da beni kovalayışını anımsayınca bunun bir tesadüf olmadığını hissettim. Sanki kader bu yeni dostu bizim karşımıza kasıtlı olarak çıkarmış gibi hissediyordum.

"Bence adı Güneş olsun."

Önerdiğim isimle birlikte tüm gözler bana çevrildi. Özellikle de Ömer'in yeşillerime bakarkenki hali gülümsememe neden olmuştu. Oğuz, "Ay'ın Çocuklarının yeni maskotu Güneş," dedi sanki dev bir reklam projesinin manşetini okur gibi.

Sidelya, "Ben çok sevdim," dedi gülerek. Hare ve Berk'ten de onay gelince ekibimizin yeni üyesi Güneş'e baktım. Oğuz ve Hare'nin arasında seke seke arka ayaklarının üzerinde yürürken en sonunda koşarak Ömer'in yanına gitmişti. Ömer Güneş'in başını okşadı. Güneş memnuniyetle kuyruğunu sallıyordu. Mutluydu. Ölümden dönmekle kalmamış kendine yeni bir aile bulmuştu. Tıpkı benim gibi.

Bende bir gece ölümden dönmüştüm ve kendime yeni bir aile bulmuştum. O an ona doğru ismi verdiğimizden emin oldum. "Arda arıyor," dedi Berk birden. Hepimiz Berk'e baktık. Arda'nın Güneş'e çarpıp kaçan arabanın sahibini yakalamış olmasını umuyordum.

Berk, "Neredesin?" diye sordu gergin bir nefes verdiği sırada. Arda her ne söylediyse Berk başını hafifçe salladı ve "Oraya geliyoruz," dedi. Telefonun kapanmasıyla Berk bu sefer bize döndü.

"Arda arabanın sahibini yakalamış. Hatta işkencelerine başlamış bile."

Berk'in söylediğiyle hepimiz rahat bir nefes aldık. Oğuz, "Biz Hare ile birlikte Güneş'i eve götürelim mi?" diye sordu. Teknik olarak Güneş daha beş dakika öncesine kadar ölüyordu ve adamın onun iyileştiğini görmesi pek iyi olmazdı. Ama Ömer benimle aynı fikirde değildi. Adama o kadar öfkeliydi ki iyi bir dersi hak ettiğini düşünüyordu.

"Gerek yok. Güneş de bizimle gelsin," dedi Ömer. Bunun üzerine önümüzde koşturan Güneş ile birlikte Arda'nın gruba mesaj olarak attığı adrese gitmek üzere yola koyulduk. Allah'tan adres bulunduğumuz sokağa uzak değildi. Hemen birkaç sokak ötemizde olması ve o adamın kaçamamış olması içimi rahatlatmıştı. Böyle bir şeyin yanına kar kalmasına izin veremezdim.

Birkaç dakika içinde Arda'nın önünü kesmiş olduğu ve hatta bununla da kalmayıp adamı koli bandıyla koltuğa bantlamış olduğu arabanın önüne çıkmıştık. Güneş arabaya doğru havlamaya başladı. Dişlerini göstererek hırlarken adam bir grup genci görünce neye uğradığını şaşırmıştı. Üstüne üstlük az önce ezdiği köpeğin hala canlı ve üzerine bir de gayet iyi görünüyor olması onu korkutmuştu.

"Arda şu adamın ağzındaki bandı aç," dedi Oğuz. Arda memnuniyet dolu bir gülümsemenin ardından adamın ağzındaki koli bandını bıyık ağdası yapmak suretiyle cart diye çekip çıkardı. Adam bir anda can havliyle bağırmış sonrasında, "Siz de kimsiniz?" diye sormuştu.

Arda tıpkı korku filmlerindeki ruh hastaları gibi gülmeye başlamıştı. Tabii onu korkunç olmaktan uzak daha çok gülünç gösteren şey tipiydi. Kendileri arabanın kaputunda güneşlenir gibi yattığı için hiçbirimiz onu ciddiye alamamıştık. Buna koli bandıyla bantladığı adam da dahildi. "Benden ne istiyorsunuz?" diye sordu adam. Ömer ile Berk birbirine baktı.

Berk, "Sahi biz bu adamdan ne istiyorduk Ömer?" diye sordu düşünür gibi yaparken.

"Bilemiyorum Berk. Sanırım yolda giderken karakterini ve insanlığını düşüren birini ararken karşımıza bu çıkmıştı. Doğru mu hatırlıyorum Oğuz?"

"Doğru hatırlıyorsun kardeşim de eksik hatırlıyorsun sanki. Biz sadece insanlığını ve karakterini yolda bırakmış birini değil bir de katil arıyorduk."

Oğuz'un söylediğiyle Arda kaputun üzerinde bağdaş kurmuş koltuğa bantladığı adama korkutucu bir bakış atmıştı. Bu bakışın anlamını hepimiz iyi biliyorduk. Fakat o adam bilmiyordu. Arda, "O katil benim canikom," dedi adamı çıldırtmak için. Adam neye uğradığına şaşırdı tabii. Bence Arda'dan sonra hayatı boyunca bir suça karışmamaya tövbe eder. Adam korkuyla Arda'ya bakıp bağırmaya başlarken bizimkiler kahkahalarla gülmeye başlamıştı. Artık olaya müdahale etme zamanım geldi.

Öne çıktım. Arda'ya, "Onu çözmeye başla," dedim. Arda ilk başta eğlencesini bozduğum için söylense de sonrasında bana karşı gelmeyip adamı yavaş yavaş çözmeye başlamıştı. Adamı koltukta tutan koli bantları yavaş yavaş yok olurken yeşilden kırmızıya dönen gözlerimi onunkilere diktim. Kırmızı gözlerim onun ödünü kopardı. Yeniden bağıracağı sırada, "Sakın çığlık atma," dedim. Dudakları yavaşça kapandı. Artık bağırmıyordu. Öylece gözlerime bakıyordu.

"Bir daha hayatın boyunca hiçbir canlıya zarar vermeyeceksin. Bu olanları ve bizi unutacaksın. Bu gece hiç yaşanmamış gibi hayatına devam edeceksin. Fakat yalnızca bu gecenin sana iyi bir ders olması için rüyanda ezdiğin köpeği göreceksin. Bir daha böyle bir olay tekrarlanmayacak."

Koli bantlarından kendine top yapan Arda ile birlikte o adamı ardımızda bıraktık. Hep birlikte ekibimizin yeni üyesini de yanımıza alarak eve doğru yola koyulduk. Arda kendine yeni bir oyun arkadaşı bulmuş gibi görünüyordu. "Yakala," dedi Arda yaptığı topu atarken. Güneş topu yakalamak için koşarken Arda da hemen peşindeydi.

"Şu geri zekalının beni salacağını bilseydim çok daha öncesinden köpek sahiplenirdim," dedi Oğuz Arda'ya bakıp gözlerini devirirken.

"Al benden de o kadar!" diye ekledi Berk. İkisi de Arda'nın kurbanları olarak Güneş'in hayatımıza girmesiyle Arda'nın işkencelerinin son bulduğunu düşünüyorlardı. Ama ne yazık ki yanılıyorlar. Arda hayatta her şeyden vazgeçer ama Oğuz ile Berk'e pislik yapmaktan asla vazgeçmez. Özellikle de Oğuz'a karşı pislik yapmak onun için adeta hayatının vazgeçilmez bir parçası.

Hep birlikte evin kapısından içeriye gireceğimiz sırada bahçede deli gibi koşan Arda ile Güneş'i izlemek üzere kısa bir anlığına durduk. Arda köpeği daha şimdiden çıldırtmıştı. İkisi ortada koştururken resmen durmuş onları izliyorduk. Hare, "Güneş'in sınavı daha şimdiden başladı," dedi kahkaha atmadan önce.

Güneş halinden gayet memnun görünüyordu. Arda ile birlikte top oynuyordu. Onları izlerken tam arkamızdan bir ses duyuldu. "Siz!" dedi sesin sahibi. Bu sesin kime ait olduğunu hepimiz gayet iyi biliyorduk. Düşünün ki Arda bile Güneş ile oynamayı kesmiş yanımıza gelmişti. Tüm bunlardan habersiz Güneş ise ağzındaki koli bandından yapılma top ile Arda'nın onunla oynamasını bekliyordu. Tabii değil Arda hiçbirimiz bu son dakika sürprizi yüzünden onunla oynayamayacaktık.

Hepimiz kabahatimizi kabullenircesine sıraya dizilmiş başlarımızı öne eğmiştik. Bir günde işlediğimiz ikinci kabahatin üzerine bakalım bizi ne tür bir ceza bekliyor. Hep birlikte yaşayıp görelim bakalım.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top