10. Bölüm: Gecenin Kaderi
"Ben masumum yemin ederim!"
Sizce bu ciyak ciyak bağıran kişi kim? Evet doğru bildiniz tabii ki de tüm bu saçma işlere bizi bulaştırmakla da kalmayıp belki de bunu milyonuncu kez söyleyerek kafamızı ütüleyen kişi tabii ki de Arda'dan başkası olamazdı. Sadece bizim değil nezarethanede bulunan herkesin kafasını şişirmişti kendileri.
"Bir daha bunu söylerse yemin ederim kendimi öldürürüm!" diye bağırdı Sidelya. Hepimiz gibi bu durum artık onun da canına tak etmişti. Kızlar olarak Arda'nın ağzının dikilmesi gerektiği kanaatindeydik. Tabii erkekler cephesinde de durum bundan farksızdı. Oğuz her an sinirden Arda'nın kafasını demir parmaklıkların arasına sıkıştırıp onu boğabilirdi. Böyle söyleyince kulağa korkunç geliyor!
Ömer ise Koru ile bakışıyordu. Aralarındaki yüksek gerilim hattının ortasında bulunmadığım için halime şükrettim. Arda yeniden, "Çıkarın beni buradan! Ben masumum!" diye ciyak ciyak bağırmaya başladı. Bir yandan da demir parmaklıkları sallayıp duruyordu. Başım zonklamaya başladı. Ömer ile yaşadığımız o romantik anlardan sonra buraya nasıl geldiğimizi sorguluyorduk ki olayın faili kendini parçalamak suretiyle hatırlatmaya devam ediyordu. Gözlerimi devirdim. Hemen yan tarafımızdaki erkeklerin arasından Ömer'e baktım.
Koyu hareleri beni görmüyor tam çaprazında oturan hedefine kilitlenmişti. Sadece bakışlarıyla bile Koru'yu onlarca parçaya ayırmıştı. Gerçekten biz ne ara bu hale düştük? Yani gerçekten sadece soruyorum. Cevabı biliyorsanız söyler misiniz? Nezarethanedeki polislerden biri en sonunda Arda'nın sesine daha fazla dayanamayıp belki de bininci kez, "Sessiz olun!" diyerek bizi ikaz etmişti. Tabii hiçbir şey Arda'yı durduramazdı. Buna nezarethaneye atılmak da dahildi.
"Çok kötüyüm! Panik atağım tuttu! Çıkarın beni buradan! Ben masumum!"
Arda yine avaz avaz bağırınca görevli memur kızlar cephesinin kilitli kapısını araladı. "İfadelerinizi alacağız," dedi tek düze bir sesle. İfade vermeye ilk olarak Sidelya gitti. Sonra Hare ve ondan sonra da ben. Polis memurunun beni sorgu odasına almasıyla ister istemez gerilmiştim. Böyle bir sahneyi yaşayacağım aklımın ucundan dahi geçmemişti. Polis memuru son derece ciddi bir tavırla, "O saatte kafede ne işiniz vardı?" diye sordu. Onlara tabii ki de doğruları söyleyecektim.
Her ne kadar bana inanıp inanmayacaklarını kestiremesemde işe ilk başta sıkıntılı bir nefes vermekle başladım. Çünkü söyleyeceklerim kulağa epey saçma geliyordu. "Aslında ben ve Ömer yorgunluktan personel odasında uyuyakalınca Arda arkadaşımızın çöpçatanlık yapası tuttu. Personel odasının kapısını kilitledi ve bizi içeride bütün gece hapsetti. Sonra kendileri tam bir çatlak olduğundan anahtarları kaybetti. Biz de boş zamanlarında çilingirlik yapan arkadaşımız Koru'yu çağırmak durumunda kaldık," dedim cümlelerimi art arda sıralayıp umutla karşımdaki sandalyede oturmuş delici bakışlarını bana yöneltmekten çekinmeyen polis memuruna bakarken.
İlk başta hiç tepki vermedi. Sonrasında şaşırtıcı bir şekilde kahkaha atmaya başladı. Kahkahasının histerik olduğunu sinir bozukluğundan beni alaya aldığını çok sonradan anlamıştım. "Siz benimle dalga mı geçiyorsunuz Kamer Hanım?" diye sordu aniden kaşlarını çatıp ciddi bir ifade takınırken. Gözlerimi devirmeme engel olamadım. Zira ben bunu yapmasam yeşillerim bir süre ortada olmayacaktı.
"Size bir soru memur bey. Kafe bizim kafemiz. İnsan hiç kendi kafesini soyar mı? Biraz mantıklı düşünün artık!" diye bağırdım kendime engel olamayarak. Karşımdaki sinir abidesi ona bağırma cüretini gösterdiğim için fena halde dumura uğramıştı. Göz bebekleri irileşmiş yüzündeki ciddi ifadenin yerini şok ifadesine bırakmıştı. Kimsenin şurada göremediği bir detay vardı. O da Arda Köksal ile yan yana yaşıyordum. Bunun anlamı her türlü çılgınlığa imza atacak hale geldiğimdi.
Polis memurunun tek kaşı bir yay misali gerilmişti. "Kamer Hanım haddinizi fazlasıyla aştınız," dedi çenesini sıka sıka. Asıl had nasıl aşılırmış gösteririm ben ona. Karşısında eski Kamer oturmuyordu. Aylarca Arda ile aynı evde yaşamış güçlü ve korkusuz bir Kamer ile oturduğunun farkında değildi tabii. Gülümsedim. Gülüşüm onu daha da sinir etti.
"Bu odanın kamerası ne tarafta acaba?" diye sordum yapmacık bir gülümsemeyle. Memurun arkasında duran adam hemen karşımda tavanın sağ köşesine montelenmiş kamerayı gösterdi. Kameraların beni çektiği bir ortamda bunu yapacak olmak her ne kadar riskli olsa da aklıma koyduğumu yapacaktım. "Peki kamera odasının girişi ne tarafta acaba?" diye sordum. Polis memurunun sabrı artık taşmıştı.
"Ne yapacaksın kamera odasını?" diye bağırdı sinirle. Arda'nın sabır taşırma derslerinden geçerli notu aldığım için mutluydum. Beni görse 'İşte benim Kami'm' falan derdi her halde. Ama bunlar daha ısınma turlarıydı. Amacıma ulaşana kadar biraz eğlenmemin kime ne zararı dokunabilirdi ki? Sonuçta bu gecenin sonucunda bana bunu yapmaya mecbur bırakanlar onlardı. Ayrıca Arda'dan da bu gecenin rövanşını alacağımı söylemeden edemeyeceğim.
Kıkırdadım. "Yan tarafta değil mi?" dedim kendimi tutamayarak gülerken. İşte şimdi gerçekten sinirlendi. Ama bu yeterli değildi.
Kahkahalarımın boyutu ruh hastalarınınkiyle yarışacak boyuta ulaştığında, "Kusura bakmayın kendimi tutamadım," dedim ona dosyayı tamamlamasını işaret ederek. Polis memurunun burnundan soluduğunu görebiliyordum. Her an sabrının taştığını söyleyerek kameraların ve ses kaydının durdurulmasını isteyebilirdi ki benim amacım da buydu.
Polis memurunun elindeki kalemi havalı bir şekilde parmaklarının arasında çevirişini izledim. O kadar sinirliydi ki elindeki kalemi her an sinirden ikiye bölebilecekmiş gibi bir hali vardı. Önündeki dosyaya bir şeyler yazdı. Sonra, "Sizin ifadeniz tamamdır Kamer Hanım. Şimdi diğer arkadaşlarınızın ifadesini alabilirim," diye mırıldandığında bende o kadar sabır olmadığından Arda gibi davranmamın zamanı gelmişti.
"Yani benim masum olduğuma inanıyorsunuz öyle mi?" diye sordum bilmiş bir tavırla. Sonra uzanıp adamın elindeki kalemi kaptım. Kalemi onun yaptığından daha değişik bir şekilde çevirmeye başladığımda ukala tavrım sinirlerini fena halde bozmuştu. Bunun anlamı amacıma ulaşmam sandığımdan daha yakındı.
"Kameraları ve ses kaydını kapatın!" diye bağırdı sinirle. Onun bu yaptığıyla sevinçten utanmasam arkadaki memura sarılacaktım. Buradan kurtulmamın zamanı artık gelmişti. Köşedeki kameraya baktım. Artık gösteri zamanı!
Karşımdaki adam bir anda, "Sen kim olduğunu sanıyorsun? Sen bu cüreti kimden aldın?" diye bağırıp çağırmaya başlamıştı. Öfkeden sabun gibi köpürüyordu. Ne kadar bağırırsa bağırsın sinirini atamayacakmış gibi bir hali vardı. Arda'nın bizi kızdırmaktan neden zevk aldığını az çok anladım. Of! Ben ne diyorum böyle? Beş dakika içinde içimden Arda Köksal çıktı! İnanılır gibi değil!
Polis memuru hop oturup hop kalktığından çareyi en sonunda ayağa kalkmakta arayacağı sırada gözlerimin yeşilden kırmızıya dönmesine izin verdim. "Kıpırdama," diye fısıldadığımda onun arkasındaki memuru hesaba katamamıştım. "Aman Tanrım! Bu da ne böyle?" diye bağırdı dehşet içinde. Kırmızı gözlerimi bu seferde onunkilere diktim.
"Sakın çığlık atma. Bu gördüklerini ve benimle ilgili göreceğin her şeyi unut."
Memur itaatkar bir şekilde odadan çıkmamı beklemeye başladı. Karşımdaki öfkeli surat ise kılını bile kıpırdatamadığından öylece gözlerime bakıyordu. "Sende tüm evrakları ayarla. Ben ve arkadaşlarımın serbest bırakılmasını sağla. Ayrıca bu gördüklerini de hemen şimdi unutup dışarı çık," dediğimde polis memuru önündeki dosyayı da alıp odadan çıktı. Ayağa kalktım. Diğer memurun karşısında dikildim ve "Şimdi seninle kamera odasına gidiyoruz," dedim.
Odadan çıkarken kimsenin ve etraftaki güvenlik kameralarının da görmemesi için başımı eğip kamera odasına girdim. Beni gören kameralardan sorumlu üç adam tepki vermekten bile korkar hale gelmişti. Üçüne tek tek baktım. Artık üçü de benim emrim altındaydı. "İçinde benim ve arkadaşlarımın olduğu kayıtları silin ve bu gördüklerinizi unutun," dedim üçüne de tek tek bakarak. Üçü de kamera ve ses kayıtlarını silmek için işe koyulunca gözlerimin kırmızıdan yeşile dönüşüyle kıkırdadım. Bu işte tamamlandığına göre eve dönmenin vakti geldi.
Odadan çıkıp hiçbir şey olmamış gibi nezarethanenin olduğu kata indim. Bizimkilerin teker teker parmaklıkların arkasından çıkarılmasıyla göz göze geldiğim Oğuz'un sevinçle kıkırdaması da bir olmuştu. İşaret parmağını sallayarak, "Sen yok musun sen?" demişti. Onun hemen ardından bizim çılgın Arda çıkmış koşarak bana sarılmış ve beni kollarının arasında döndürmüştü.
"İşte benim Kami'm!" diye şakıdı sevinçle. Tam da tahmin ettiğim gibi...
Onun beni yere bırakmasıyla başım döndüğünden iki adım geriye sendelemiştim. Sidelya ile Hare gülerek yanıma geldi. İçeriden en son bizim azılı düşmanlar Koru ile Ömer çıkmıştı. Yan yana bulunmaktan bile haz etmeyen ikilinin de çıkmasıyla hep birlikte karakolun kapısından dışarıya çıktık. Bir beladan daha kurtulduğumuz için mutluydum ki mutlu olmak için fazla erken olduğunu nereden bilebilirdim ki? Hep birlikte belalara koşuyoruz ve korkmuyoruz! Harika değil mi?
"Siz!"
Sesin geldiği yöne baktığımızda Meriç ile göz göze geldik. Meriç'in ses tonundan ve yüzündeki ifadeden anladığım kadarıyla başım fena halde dertteydi. Öfkeyle bize doğru adımlarken yanında da Dora vardı. "Siz yine ne işlere bulaştınız?" diye sordu Meriç yanımıza gelip. Hiçbiri kabahat ile kast edilen şeyin ne olduğunu bilmiyordu. Benim dışımda hiç kimse...
Sonuçta kabahati işleyen bizzat bendim. Polis memurlarını etki altına aldım ve delilleri karartmakla da kalmayıp Ay'ın çocukları arasındaki en ama en önemli kuralı çiğnedim. Güçlerin gizliliğini...
Güçlerimiz gizli kalmalıydı ve bizler dikkat çekmemek üzere geceleri dolaşırdık. Fakat şimdi en büyük kuralı çiğnemekle de kalmayıp fena halde azar işitecektim. Meriç, "Hanginiz güç kullandı?" diye sordu fısıltıyla. Sesi fısıltıdan ibaret gibi gelebilir. Ama sözcükleri vurgulayış biçimi öyle sertti ki bağırsa daha az korkardım.
Herkes birbirine bakarken en sonunda öne çıktım ve, "Ben kullandım," dedim. Başım eğikti. Meriç'in delici yeşillerine bakmaya cesaretim yoktu. Aksi bir halde kırmızıya dönen bakışlarıyla ve ağır sözleriyle beni dövmekten beter hale getirebilirdi. En azından ben öyle sanıyordum. Meriç burnundan soluyordu. Sıkıntılı bir nefes verdi ve nazikçe çenemden tutup gözlerine bakmamı sağladı.
Gözlerinde sinirli ama bir o kadar da şefkatli bir parıltı vardı. Belki de bu yüzden koruyucu olmuştur. O diğer koruyucuların aksine merkezi idare eden ve de en merhametli olanıydı. Çenemi tutmayı bıraktı. Ama ben gözlerimi onun gözlerinden ayırmadım. "Sizler bir grupsunuz," diye başladı Meriç sözlerine. Bakışları diğerlerinin üzerinde gezinirken arada bir bana kayıyordu.
"Yaptığınız her şey sadece kendinizi değil. Diğerlerini de etkiler. Bunu unutmayın."
Soluklandı. Sıkıntılı ve gergin bir soluğun ardından, "Bu yüzden Kamer'in hatasının bedelini hepiniz ödeyeceksiniz," dedi sakinliğini korumaya çalışarak. İtiraz etmek istedim. Ama benim koruyucum oydu ve ona itiraz etme gibi bir lüksüm yoktu. Boyun eğmek durumundaydım. Suçumu kabul edip, "Özür dilerim Meriç. Bu konudaki tek suçlu benim. Lütfen sadece beni cezalandır. Onların bu durumdan haberi bile yoktu," dedim ama Meriç için söz ağızdan bir kere çıkardı.
Meriç, "Sidelya ve Oğuz siz ikiniz bu gece güney tarafındaki çocuklarla ilgileneceksiniz," diyerek başladı sözlerine. Oğuz ile Sidelya başıyla verilen emri onaylayınca yanımızdan ayrılmıştı. Meriç bu seferde Hare'ye baktı. "Hare senle Arda batıya giderken Berk ile Dora da doğuya gidecek," dedi Meriç sakin bir şekilde. Herkes bir bir giderken geriye Koru, Ömer ve ben kalmıştım. Meriç üçümüze tek tek bakıp gülümsedi. Bu gülüşün anlamını geçen onca zamandan sonra gayet iyi biliyordum. Canımıza okuyacaktı!
"Koru ile Ömer merkeze giderken Kamer sende benimle birlikte kuzey tarafına geliyorsun. Pars ile senin için güzel planlarımız var."
İtiraz edecek değildim. Cezamı çekecektim. Fakat bu konudan hoşnut olmayan biri vardı ki o da Ömer'di. Ömer sinir bozukluğuyla Koru'ya baktı ve, "Meriç ben bununla çalışmam," dedi yüzünü buruşturarak. Koru ise Ömer'e bakarak gözlerini devirdi.
"Meriç izin ver Kamer'i ben çalıştırayım. Sen Ömer ile birlikte merkez çocukları ile ilgilenebilirsin. Ben Pars ile bu işi halledebilirim," dedi Koru gayet kendinden emin bir şekilde. Ömer sinirden her an Koru'ya dalabilirdi ki bu korkunç sahne gerçekleşmeden hemen önce Meriç olaya el atmıştı. İkisini de tek bir bakışıyla susturmayı başarmıştı.
"Size fikrinizi sormadım. Bu bir emirdir. Koruyucunuz olarak size verdiğim görevi yerine getirmek üzere merkeze gidiyorsunuz. Tek bir itiraz daha duyarsam bayılana kadar parkurda idman yapmak durumunda kalırsınız. Şimdi gidin."
Meriç'in sükunet içinde söylediği tehditlerle birlikte Ömer ile Koru eli mahkum merkez tarafına doğru yola koyuldu. Giderken Ömer son bir kez koyu harelerini benim yeşillerime dikti. Bana kısaca göz kırptıktan sonra gitti. Geriye sadece biz kalmıştık. Ben ve koruyucum Meriç.
Meriç, "Beni burada bekle. İçeri girip her şeyin yolunda olduğundan emin olmalıyım," dedi tek düze bir sesle. Başımla onu onayladım. Meriç'in içeri girmesiyle karakolun önündeki banka oturup onu beklemeye başladım. Gökyüzünü inceledim. Dünya'nın dört bir yanındaki Ay'ın çocuklarının ellerinde hayat bulan onlarca yıldıza baktım. Gerçekleşen binlerce hayal bana bakıyordu. Yolumu aydınlatıyordu ve onların arasında bir yerlerde gerçekleşmeyi bekleyen daha binlerce hayal olduğunu bilmek gülümsetmişti.
Ömer'in yaptığı gibi parmağımı gökyüzüne koyup yıldızları kaydırabilmeyi çok isterdim. Ama ne yazık ki bunu yapamam. Ben her ne kadar onlardan biri olsam da gerçek bir Ay'ın çocuğu değilim. Ben bir gece avcısıyım. Gözlerim kayıp giden bir yıldıza kaydığında aklıma ilk olarak Ömer gelmişti. Belki de o yıldızı kaydıran da oydu. Gülümsedim ve içimden bir dilek tuttum. Onunla mutlu bir hayat diledim. Onunla mutlu bir hayat...
"Her şey yolunda," dedi Meriç karakolun kapısından çıkarken. Ayağa kalkıp yanına gittiğimde telefonda konuştuğunu gördüm. Diğer elinde de benim telefonum vardı. Telefonumu bana verip konuşmasına kaldığı yerden devam etti. Konuşma tarzına bakılırsa Pars'a laf anlatmakla meşgul olduğunu az çok anlamıştım. Kendi telefonumu elime aldığımda ekranımdaki mesajla gülmeme engel olamadım. Mesaj bir dakika öncesine aitti. Atan kişi ise koyu harelerin sahibiydi.
Ömer: Dilek tuttun mu?
Kayan yıldızın onun işi olduğunu tahmin etmiştim. Fakat bana mesaj atabilmek için kafeye geri dönüp telefonunu alabileceğini tahmin etmemiştim. Meriç konuşmasını bitirmeden önce mesaj ekranına girip Ömer'e dileğimi tuttuğumu yazıp birkaç emojiyle süslediğim mesajı gönderdim. Cevap çok da gecikmedi.
Ömer: Ne diledin?
Ben: Seninle mutlu bir hayat...
Mesajımın gitmesiyle yazıyor yazısına takıldı gözlerim. Tabii tam o sırada ani bir Meriç baskını yemem de kaçınılmaz olmuştu. Meriç, "Şimdi kuzey tarafına gidiyoruz Kamer Işıklı," dedi manidar bir gülümsemeyle birlikte. Bunun anlamı kuzey tarafında beni acımasız bir sonun beklediğiydi. Telefonumu cebime tıkıştırıp Meriç'in yanında kuzey tarafına doğru adımlamaya başladım. Pars ile bana özel olarak ne tür bir işkence düşündüklerini merak ederken buldum kendimi.
Meriç ile çok geçmeden kuzey tarafı çocuklarının arasında konuşma yapan Pars'ın yanına gittik. Pars beni görünce her zamanki gibi bir ganimete bakar gibi mutlu olmuştu. "Kuzey tarafına hoş geldin küçük gece avcısı," dedi Pars gülerek. Onun bu hallerine alıştığımdan gülmeden edemedim.
Meriç, "Her şey hazır mı?" diye sordu. Pars ise keyifle gülerek, "Merak etme. Her şey konuştuğumuz gibi," dedi. İki koruyucunun arasında üstelik cezalı olarak bulunmak ister istemez beni korkutuyordu. Pars birine gözleriyle yanımıza gelmesi için işaret verdiğinde gelen kişiyle istemsizce gözlerimi devirmiştim.
"Selam Kamer," dedi Güneş elindeki kitabı bana takdim ederken. Yapmacık gülüşüne karşılık onunla aynı samimiyette gülerek karşılık vermiştim. Parmaklarımın arasına aldığım kitapla birlikte Meriç, "Başlıyoruz," dedi ve Pars ile onun önderliğinde bir grup kuzeyli çocuğun arasında bir yere çökmüştüm. Çimenlerin üzerinde bağdaş kurduğumda tam karşımda Meriç vardı. Sağımda ise bir grup çocukla birlikte beni izleyen Pars...
Kitabı ortaya bıraktım ve kapağını araladığımda Meriç, "Şimdi kitaba odaklan ve içindeki gücü bedenine çektiğini hisset," dedi gayet sakin bir şekilde. Onlarca kişinin bakışları altında olduğumdan ilk başta gerilsemde gözlerimi kapatıp odaklandım. Kitabın sayfalarında gezinen gücü kendi bedenime çektiğimi hissettim ve işte tam o noktada kitabın enerjisiyle bütünleştim. Kitabın gücü kalmayana kadar enerjisini bedenime çektim. Gözlerimi araladığımda kırmızı bakışlarımın yansımasını Meriç'in gözlerinde gördüm. Her ihtimale karşı tetikte bekliyordu. Yüzünde gururlu bir gülümseme vardı.
"Artık kitabın enerjisi senin içinde," dedi Meriç gülümseyerek. Kitabın sayfalarına baktığımda boş olduğunu gördüm.
"Bu nasıl oldu?" diye sordum gözlerim kırmızıdan eski rengine geri dönerken. Meriç kitabın boş sayfalarına bakarken, "Uzun zamandan beri yaptığım bir araştırmaya göre baban çektiği gücü kitabın sayfalarına doldurmuş. Bu güç kime ait bilmiyorum. Ama bir Ay'ın çocuğuna ait olduğu kesin ve o gücü çekebilecek tek kişi onun dışında sen vardın Kamer. Artık bu kitap bir tehdit olmaktan uzak. Sadece bu sayfa dışında," dedi ve kitabın ortasındaki ipi çekip bir başka sayfayı açtı. Bu sayfada bir resim vardı.
"Onları tanıyor musun?" diye sordu Meriç resimdeki kadınla adama bakarak. Onların kim olduğunu bilmiyordum. Ama enerjilerini hissedebiliyordum. Karanlık enerji benim damarlarımda gezinen enerjiyle aynıydı. Bunun anlamı...
"Onlar kim bilmiyorum. Ama gece avcıları olduğuna eminim," dedim resimdeki adamla kadına şaşkınlıkla bakarken. Meriç tereddütle Pars'a baktı. "Gece avcılarından iki kişi bu kitaba hapsedilmiş. Yani onlarla aynı soydan geliyorsun," dedi Pars bana bakarak. Soyumun tükendiğini sanıyordum. Ta ki bu resimdeki kadınla adamı görene kadar...
Benim soyumdan gelen iki gece avcısı daha vardı ve onların serbest kalmaması gerekliydi. Kitabın kapağını kapatıp, "Bu kitabı yok etmemiz gerek," dedim tek düze. Meriç başını olumsuz anlamda salladı.
"Onu yok etmemizin bir yolu yok Kamer. Bunu daha önce denedik. Onların enerjilerini yok etmemiz gerek ki bunun da henüz bilinen bir yolu yok. Araştırıyoruz ve o yolu bulana kadar bu resmi güvende tutmak bizim görevimiz olacak."
Gece avcıları geceleri gezinerek Ay'ın çocuklarını avlar güçlerini çalardı. Fakat gece avcılarının güçleri çekilemezdi. En azından böyle biliniyordu. Babam eğer bunun bir yolu olsa benimkini hiç düşünmeden içine çekerdi. Bunu yapmadığına göre ya bunun imkanı yok ya da başka bir planı var.
Meriç kitabı yerden alıp Pars'a verdi. Daha sonra gözlerini gözlerime dikti. Meriç'e, "Babam tüm gücü kendi içinde tutabilecekken neden bu kitabın sayfalarına doldurdu?" diye sordum. Beklediği soruyu sorduğum için gülümsemişti.
"O da çözülmeyi bekleyen bir başka gizem," dedi Meriç ve "Şimdi zihnindeki güçle birlikte yeni şeyler yapmayı öğreneceksin," diye de ekledi.
"Birçoğumuzun güçleri aslında sende var Kamer. Zihnindeki enerjiyle bir şeyleri hareket ettirebilir. Canlı cansız pek çok varlığa hükmedebilirsin. Fakat bu sana bağlı. Canlılar üzerindeki etkini bugün gördüm," dedi imayla karakolda olanlar için.
"Şimdi de cansız objeleri hareket ettirmeyi öğreneceksin."
Kuzeyli çocuğun Meriç'e uzattığı bir şişeyle duraksadım. Meriç gülümseyerek şişedeki sudan birkaç yudum alıp kapağını kapattı. "Senin için hafiflettim," dedi göz kırparak. Sonrasında şişeyi ortamıza bıraktı. Bunu yapmamın mümkünatı olup olmadığını bilmiyordum. Ama denemekten zarar gelmez. Öyle değil mi?
Sıkıntılı bir nefes verip şişeye baktım. 'Odaklan Kamer,' dedim kendi kendime. Bunu yapabilirim. En azımdan deneyeceğim. Eğer başarılı olursam bu benim çok işime yarar. Gözlerimin içinde kıvılcım misali çakan ateşi hissedebiliyordum. Zihnimdeki enerjiyle şişeyi kaldırmayı denedim. Denedim ve denedim. Ama şişe bırakın havalanmayı kıpırdamadı bile.
Gözlerimin yeşile dönmesiyle Meriç'e umutsuzca baktım. Ama onun pes etmeye hiç niyeti yoktu ama benim vardı. "Bugünlük bu kadar antrenman yeterli. Sonra yine denersin," dedi Meriç gülümseyerek. Yerden kalktım. Meriç ile birlikte kuzey tarafından ayrılıp yürümeye başladık.
"Sanırım yapamayacağım," dedim sıkıntıyla. Meriç bana katılmadığını belli edercesine başını salladı.
"Yapabilirsin. Sadece daha çok çalışman gerek Kamer."
"Bilmiyorum Meriç. Bedenime aldığım fazladan gücün yoğunluğunu hissedebiliyorum. Ama bunu yapabilmeye yetecekmiş gibi gelmiyor."
Meriç yeşillerini benimkilere dikti. "Sana yaptığın şeyden sonra neden bu kadar kızdığımı hiç düşündün mü?" diye sordu birden.
"Kuralları çiğnediğim için," diyerek yanıtladım sorusunu.
"O da var tabii ki. Ama asıl sebep bu değil Kamer. Asıl sebep çok güçlü olman ve bunu sorumsuzca kullanman. Aylardır babanı izliyorum ve bu sessizliğin hiç hayra alamet olmadığını anlayacak kadar uzun bir süre geçti. O bir şeyin hazırlığını yapıyor. Bize karşı harekete geçmeyi bekliyor. Bunun içinde açığımızı kolluyor. Sen bu konuda en büyük destekçimizsin Kamer."
Meriç'in sözleri duraksamama neden olmuştu. Meriç, "Senin güçlenmeni istememin asıl sebebi tüm çocukların kaderini değiştirebilecek olman. Babanı durdurabilirsin. Bunun için de gecenin kaderini yazan bir Ay'ın çocuğu olmak zorunda değilsin. Kendin ol ve kendine güven," dedi güven veren bir sesle.
Gözlerimin dolduğunu hissettim. "Güveneceğim," dedim ağlamamak için kendimi zor tutarken. Meriç, "Ben senin koruyucun olarak sana güveniyorum," dedi ve başıyla az öteden bize doğru yürüyen Ömer'i işaret etti.
Ömer'in yüzündeki ifadeye bakılırsa Koru ile geçen zaman ona pek yaramamış gibi görünüyordu. Meriç gülerek, "Şu huysuza selamımı iletirsin," dedi ve yanımdan ayrıldı. Onun gidişiyle Ömer'e baktım. Dudakları beni görmenin mutluluğuyla yukarıya doğru kıvrılmıştı.
Ben Kamer Işıklı. Bir gece avcısı olarak doğdum. Soyumdan kalan iki kişiden biri olduğumu sanırken bugün türümden iki kişinin daha var olduğunu öğrendim. Şimdi ise kaderimi başta babam olmak üzere diğer iki gece avcısının ellerine bırakmamak için çabalayacağım. Gecenin kaderini belirleyen onlar değil ben olacağım. Bunu tüm Ay'ın çocukları için yapacağım. Özellikle de onun için yapacağım. Ömer için...
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top