10. Bölüm: Dalya
Yaşadıklarım bana yaralı ruhların diğer yaralı ruhlar ile kaderin bağı aracılığıyla birbirlerine bağlandıklarını göstermişti. Bu bağ iki yaralı ruhu birbirlerine bağlar ve birbirlerinin yaralarını sarana kadar da ayrılmalarına izin vermezmiş. Ama yine de ruhlar birbirlerinden kaçmak istermiş. Çünkü kendi yaralarının acısı yetmezmiş gibi diğer ruhun yaralarını da görmek ona daha da çok acı verirmiş. Zamanla birbirlerinden kaçamayacağını anlayan yaralı ruhlar birbirlerine bakmaya başlamış. Baktıkça da acıları gibi kendileri de birbirleriyle bütünleşmeye başlamış.
Birbirleriyle zaman geçirdikçe bir elmanın, bir kalbin yarısı ve hatta bir çift gözün birer tekini oluşturacak şekilde birbirlerine benzemeye başlamış yaralı ruhlar. Adeta bir bütünün parçaları gibi...
Biri diğerinin acısını dinlemiş diğeri bağlı olduğu ruhun acılarının üzerine acılarını kapatacak kadar büyük bir yara bandı yapıştırmış.
Ruhlar birbirlerinin yaralarını sardıkça kaderin onları bir arada tutmayı zorunlu kılan bağları da gevşemeye başlamış. Ruhlar bir müddet sonra iyileşmiş ve bu bağlardan tamamen kurtulmuş. Her iki ruh da birbirlerinden uzaklaşabilecekken bunu yapamamış. Çünkü artık birbirlerine bakmanın aslında aynaya bakmak gibi olduğunu anlamışlar. Onlar bir aynanın yansımasındaki iki tarafmış. Biri yeşil biri koyu harelerin sahibi iki yaralı ruh...
"Çabuk ol," dedi bir ses. Ben daha ne olduğunu bile anlayamadan birkaç saniye içinde ses susmuş uykumun kaçtığını hissetmeye başlamıştım. Benim için son derece zor geçen bir gecenin ardından gözlerime yansıyan yoğun Güneş ışığıyla birlikte artık uyanmam gerektiğini anladım.
Işık gözümü alırken zor da olsa yavaşça gözlerimi araladım. Daha sonra başını yatak başlığına dayamış uyuyan Ömer'e baktım. Elim onun avucunda öylece uyuyordu. Bir an olsun bırakmamıştı elimi. Gülümsedim. Kendime engel olamayarak yattığım yerde yan dönüp onu izlemeye başladım.
Uykusunda bile astığı yüzünü, dağınık kumral saçlarını, mimikleriyle birlikte bir belirip bir kaybolan gamzesini inceledim. Gözlerim onun yüzünün her bir santimini ezberlemek istercesine yüzünde uzun uzun gezinirken kirpiklerinin ardına saklanmış gözlerini yeşillerime dikti birden. Koyu hareleri afallamama neden olurken, "Günaydın," diye mırıldandı.
"Günaydın," diye karşılık verdiğimde bakışlarımı ondan kaçırdım. Bütün gece uykusundan benim için fedakarlık yapmıştı. Bunu bile bile onun gözlerine doğrudan bakmak sandığımdan daha zordu. "İyi uyuyabildin mi?" diye sordu Ömer avucundaki elimi incelerken. Gözlerimi onun koyu harelerine çevirdim.
"Yanımda sen olduğunda hiçbir şey beni korkutamaz Ömer."
Bu söylediklerim onu gülümsetmişti. Sağ yanağındaki derin bir çizgi halindeki gamzesi tüm görkemiyle gözlerimin önündeydi. Derin bir iç çektim. Tam o sırada bu büyülü anı bozan Arda odaya bodoslama daldı. Ömer ile birlikte yerimizden sıçrarken yattığım yerden doğrulup oturdum.
"Arda! Sana kaç kere diyeceğim alacaklı gibi dalma şu odalara diye!"
Ömer uyanır uyanmaz sinir kotasının bir kısmını Arda sayesinde doldururken gözlerim ikisi arasında gidip geliyordu. Arda ise sanki sabah sabah maraton koşmuş gibi nefes nefeseydi.
"Ama Ömer işe geç kaldık!" diye haykırdı Arda dehşete kapılmış bir ifadeyle. Bunun üzerine Ömer sinirle gözlerini devirdi. Daha sonra yastığımı tuttuğu gibi sertçe Arda'ya doğru fırlattı. Arda kahkaha atarak yastıktan kaçarken şaşkın bakışlarımı Ömer'e çevirdim.
Ömer ise sakinleşmek için derin derin nefesler almakla meşguldü. "Ben çıkayım. Sende hazırlan şu aptal tekrar gelmeden," dedi yataktan kalkarken. Onu başımla onaylayıp bende yataktan kalktım.
Ömer dışarı çıkıp kapıyı kapattı. Bende aceleyle elimi yüzümü yıkamak için banyoya koştum. Arda ile Ömer'in sabah sabah birbirlerini kahvaltı niyetine yemesini izlemek istemediğimden hızlıca hazırlanmaya başladım.
Karışmış saçlarımı sökercesine taradıktan sonra aceleyle çantamı sırtıma taktım. Artık işe gitmeye resmen hazır bulunmaktayım. Son olarak iş yerinde saçımı toplamak için siyah lastik tokamı da bileğime takınca odamın kapısından gelen sesle bir anlığına duraksadım.
"Hazır mısın Kami?" diyerek kapımı tıklattı Arda. Bu kapımı sabahtan beri belki de milyonuncu çalışıydı. Her seferinde henüz değilim dememe rağmen bunu sormaktan bir türlü vazgeçmiyordu.
"Hazırım Arda. Hazırım," dedim kapıyı ona açarken. Kapının açılmasıyla karşımda kendini sevimli göstermek için otuz iki diş sırıtmaya başladı. Ona istesemde kızamazdım. Bu haline istemsizce gülerken, "Diğerlerini daha fazla bekletmeyelim," dedim gülerek. Arda ise bu durumdan kendince zafer kazandığını belli edercesine salona doğru adeta sekerek ilerledi.
Bende peşinden salona doğru gidiyordum. Onun artık iflah olmayacağını bildiğimden başımı hafifçe sallamakla yetinmiştim. Salona girdiğimde ise, "Kamer de geldiğine göre artık çıkabiliriz," dedi Oğuz uykusunu tam alamadığından esneyerek.
Bunun üzerine hepimizin aksine enerji patlaması yaşayan Arda'nın peşinden hep beraber merdivenlerden inmeye başladık. Daha sonra evden çıkıp adeta bir zombi sürüsü gibi sokaklarda işe doğru ilerleyen bir gruba dönmüştük.
Kahvaltı yapacak vaktimiz de olmadığından Arda bizim için simitçiyi sokak boyunca kovalayıp simit almıştı. Hepimizin elinde birer simit okula yetişmeye çalışan ilkokul çocukları gibi işe gidiyorduk. Tabii bu tarife uymayan aramızda bir tek Oğuz vardı. Elindeki simidi yemeğe bile hali olmadığından her an asfalta yığılıp uyuyabilirdi.
Bu durumu fark eden bir tek ben olmamış olacağım ki Arda bu krizi kendince fırsata çevirmenin anını kovalamaya başladı. Hatta uygun anı yakalamış olacak ki Oğuz ayakta uyurken sırtına sert bir şaplak indirdi.
Tokatın etkisiyle neye uğradığını şaşıran Oğuz yeni yeni kendine gelirken Arda kahkaha atmaya başladı. Son anda durumu anlayan Oğuz, "İşte şimdi sıçtım ağzına," diyerek Arda'yı kovalamaya başladı. Arda ise kahkaha atarak sokağın sonuna doğru topukladı.
Onların bu hallerine hepimiz kahkahalarla gülmeye başladık. "Sizce Oğuz'un Arda'yı dövmesi kaç dakika sürer?" diye sordu Berk kıkırdarken. Bunun üzerine Hare iddiayı başlatmış oldu. "Bence en az beş dakika aralıksız döver."
"Bence üç dakika anca döver. Çünkü Oğuz'un yorgun olduğunu hepimiz gördük," dedi Sidelya gülmemek için zor durduğu sırada. Berk'in bakışları bize döndü. Bunun üzerine, "Bence iki tekmede bırakır," dedi Ömer gayet kendinden emin bir şekilde.
Son olarak iddiaya benim dahil olmamla hepimiz sokağın öbür ucundan Arda ile Oğuz'un ne kadar sürede geleceğini merakla beklemeye başladık. Ben Oğuz'un Arda'yı dövemeyeceği üzerine oynarken yaklaşık iki dakika sonra Arda kahkaha atarak bize doğru koşmaya başladı. Ama bir sorun vardı. Oğuz hala ortalarda yoktu.
Bu durumu fark eden Hare benden önce davranıp nefes nefese yanımıza varan Arda'nın kulağından tuttuğu gibi fırça atmaya başladı. Hare, "Sevgilime ne yaptın? Çabuk söyle!" derken Arda'ya kısık gözlerle bakmayı da ihmal etmedi.
"Hiçbir şey yapmadık sevgiline. Kendisi yanıma vardığı gibi banka yatıp uyudu."
Bu cevabı hepimizi güldürürken Hare, Arda'nın kulağını bıraktı. "O zaman hiç dayak yemedin," diye sordu Ömer şüpheyle. Bunun üzerine Arda gülmemek için zor durduğunu belli edercesine dudaklarını birbirine bastırdı.
"Hayır. Bir fiske bile vuramadan uyuyakaldı," dedi ve kendini daha fazla tutamayarak kahkahayı patlattı. Bunun üzerine Berk bana baktı.
"Desenize iddiayı Kamer kazandı."
Tüm bakışlar bir anda beni bulurken, "Kazanan olarak ödülünü de kendin seçmelisin," dedi Berk bilmiş bir tavırla. Bunun üzerine düşünmeye başladım. Acaba onlardan ne istesem diye...
Tam o sırada aklıma hepimizin kaderinin kesiştiği yere gitmek gelmişti. "İşten çıkınca parka gidelim," dedim bir anda. Onlarda bu teklifimi eğlenceli bulmuş olacak ki hepsinin yüzünde memnuniyet dolu bir ifade vardı. Tabii Sidelya dışında...
Onun donuk bakışları yere sabitlenmiş pembe dudakları ince bir çizgi halini almıştı. Onu böylesine derin düşünmeye sevk eden şeyin ne olduğunu merak etmiştim. Gözlerim bunu çözmek istercesine yüzünde gezinirken Hare, "İşe geç kalmadan gitsek iyi olacak. Yoldan Oğuz'u da alırız artık," diyerek kıkırdadı. Bunun üzerine elimizdeki simitleri kemirerek işe doğru yola koyulduk.
*******
İşe vardığımızda Oğuz ile Hare tezgahın arka tarafında benimle birlikte çalışırken diğerleri orta alanla ilgilenmeye başladı. "Buyrun buzlu çayınız," diyerek bir müşteriye elimdeki plastik kapaklı bardağı uzatırken gözlerim orta alanda müşterilerle ilgilenen Ömer'e takıldı.
Elindeki küçük deftere siparişleri not alıp bir başka masaya yöneldi. Ama bu masada oturan müşteriler benim sinir kat sayımı arttıran cinstendi. Dörtlü kız grubunun Ömer'e öyle bir bakışı vardı ki gözlerimin sinirden ateş gibi yandığını hissediyordum.
"Pardon latte siparişim nerede kaldı acaba?" diye sordu biri. Gözlerimi sesin sahibine çevirdiğimde bakışlarımdan ürkmüş olacak ki yutkundu. Bende kahve makinesinden latteyi alıp fırlatırcasına müşteriye uzattım. Daha sonra içimdeki kıskançlığında etkisiyle tekrar Ömer'e baktım.
Bu durumu fark eden Hare gülmemek için kendini zor tutarken Oğuz'a bir şeyler söylemeye başladı. Oğuz ile aralarında tatlı bir cilveleşme yaşanırken delici bakışlarımı iki saattir Ömer'e bakan kıza çevirdim. Utanmasa ağzının içine girecekti.
"Gözlerini onun üzerinden çek," diye mırıldandım. Kızın bakışları tam da söylediğim gibi aksi yöne bakarken bu sefer de, "Arkadaşlarını da alıp kafeden çıksan hiç de fena olmaz," dedim. Sanki benim söylediklerimi duymuş gibi şaşırtıcı bir şekilde kız masanın üzerindeki çantasını aldığı gibi dışarı çıktı. Tabii arkadaşları da peşinden...
Ben az önce ne olduğunu çözmeye çalışırken parlayan tezgahta yansımamı gördüm. Kan kırmızı gözlerimin yansıması beni şoka sokarken bir anda tekrar eski yeşil rengine geri döndü. Korkuyla iki adım geri çekildim. Tam o sırada arkamdan geçmekte olan Oğuz'a yavaşça çarptığımın bile saniyeler sonra farkına varabilmiştim.
"Kusura bakma Oğuz," dedim dikkatimi tekrar toplamaya çalışırken. Oğuz sorun olmadığını belli edercesine gülümseyip elindeki tepsiyi sipariş almak üzere gelen Berk'e uzattı.
Bende derin derin nefesler alarak az önce yaşanan olayın etkisinden kurtulmaya çalıştım. Ama bir türlü bu olay kafamdan çıkmıyordu. O kızı ben yönlendirmiştim. Ama nasıl? Yoksa diye geçirdim içimden. Acaba benimde sahip olduğumu bilmediğim birtakım güçlerim olabilir miydi?
"Kamer," dedi biri. Düşüncelerimden bu sesle sıyrılırken başımı sesin geldiği tarafa çevirdim. Tam karşımda kolunu tezgaha dayamış koyu harelerini üzerimde gezdiren Ömer ile göz göze geldim. "Ömer," dedim dalgın bakışlarımı onun yüzünde gezdirdiğim sırada. Bu dalgın halim onun kuşkuyla bakmasına neden oldu.
"Bir sorun mu var?" diye sordu bu seferde. Ona az önce yaptığım şeyi anlatmak istemiştim ama bu yaşananların bir tesadüf olma olasılığı da vardı. Tabii gözlerimin kırmızıya dönmesi tesadüf olamazdı. Ama ya hayal görüyorsam diye de düşünmeden edemedim. Daha dün gece babamın hayaliyle boğuşmuştum. Ya bu da onun gibi zihnimin bana oynadığı bir oyunsa? Tüm bu ihtimaller silsilesi bile onunla konuşmama engel olmuştu. Olayı anlatmak yerine, "Hayır. Her şey yolunda," demekle yetinmiştim.
Ömer rahatladığını belli edercesine gülümsedi. "Çıkışta parka gitmeye hazır mısın?" diye sordu bu seferde. Gülümsedim. "Hazırım," dedim kendimden emin bir şekilde.
"Seni şimdiden uyarmam gerek. Çünkü göreceklerin bir daha park görmek istememene neden olabilir."
Ne demek istediğini tam olarak anlamamıştım. Ama o her neyi kast ediyorsa bunu gözlerimle görmemi istediğinden açıklama yapmadan işinin başına geri döndü. Bende yeşillerimi onun üzerinde gezdirdim.
Geniş omuzlarında son derece atletik yapılı vücudunda ve arkadan bile güzel görünen hacimli saçlarına baktım. Daha sonra müşterimin agresif ses tonuyla siparişlerini ardı ardına sıralamasıyla işimin başına döndüm.
*******
Yoğun geçen bir günün ardından sonunda kapanış saatine gelmiştik. Berk bitkin bir halde açık yazan kapıdaki yazıyı kapalı yazan kısma çevirdi. Tam o sırada Arda, "Hadi bir an önce parka gidelim," dedi coşkuyla. Kimse Arda ve onun meşhur çenesiyle uğraşmak istemediğinden apar topar kafeden çıktık.
Birlikte hepimizin kader çizgisinin kesiştiği o parka doğru adımlamaya başladık. En derin acılarımızın geçtiği her çocuk gibi oynamak yerine gözyaşlarımızı akıttığımız o parka bu sefer gerçek bir çocuk olmak için gidiyorduk. Doyasıya oynamaya gidiyorduk. Ay'ın Çocukları olmaya gidiyorduk.
Gözlerimi bu düşünceyle yanı başımdaki Ömer'e çevirdim. Onun da yüzünde tıpkı benimki gibi belirgin bir gülümseme belirirken Sidelya'nın adımlarının kaldırımın dışına taştığını fark ettim. "Sidelya," diye onu uyarmak için seslendim ama o kadar dalgındı ki beni duymuyordu.
Tam o sırada ona doğru hızla gelen bir arabayla kaldırımdan inip onu kolundan tuttum. O daha ne olduğunu bile anlamadan onu kenara itip gözlerimi freni patlayan arabanın şoförüne çevirdim. "Dur," dedim ve adam adeta hipnotize olmuş gibi arabayı durdurabilmek için direksiyonu bizden öte tarafa kırdı. Sonra bir el kolumu tutup beni kendine çekti.
Gözlerim elin sahibini bulduğunda, "Sen aklını mı kaçırdın?" diye bağırdı Ömer. Dehşete kapılmıştı ve koyu hareleri benim yeşillerimde geziniyordu. Ama ben ona bakmak yerine kolumu ondan kurtarıp kaldırıma itmemden dolayı düşen Sidelya'nın yanına çöktüm.
Endişeli bakışlarımı onun bebe mavisi gözlerine çevirdim. "İyi misin?" diye sordum. Berk, Hare, Arda ve Oğuz olayın şokuyla donakalırken Ömer sinirli bakışlarını üzerimde gezdirmekten geri durmuyordu.
"Sidelya," diye tekrarladım. Onun dehşete kapılmış gözleri en sonunda benim yeşillerimi bulurken, "Özür dilerim," dedi. Ben daha ne olduğunu bile anlamadan bana sıkıca sarılıp ağlamaya başladı.
"Çok özür dilerim Kamer."
Sidelya omzumda hıçkıra hıçkıra ağlarken herkesin şaşkın bakışları bizim üzerimizdeydi. Hatta Ömer bile kızmayı bir kenara bırakmış bize gülümseyerek bakıyordu. "Özür dilerim," diye tekrarladı Sidelya hıçkırıklarının arasında.
Sarı buklelerini okşadım. "Benden neden özür diliyorsun?" diye sordum merakla. Sidelya'nın ağlamaktan kızarmış mavi gözleri benim yeşillerimi buldu. Ayağa kalkıp onunda yerden kalkması için elinden tutum.
Mavi gözleri benim yeşillerimde gezinirken, "Sana çok kötü davrandım ve bundan çok pişmanım. Keşke sana karşı böyle şeyler yapmasaydım. O kadar pişmanım ki utancımdan yüzüne bile bakamıyorum!" dedi Sidelya.
Gözlerim istemsizce dolarken kendime engel olamayarak ona sıkıca sarıldım. "Ben seni çoktan affettim Sidelya," dedim titreyen kollarıyla bana sarıldığı sırada. Onun dudaklarından küçük bir hıçkırık çıkarken tam karşımda bize bakan Ömer ile göz göze geldim. Yüzünde ikimizi bir arada görmenin mutluluğu vardı. Gülümsedim ve o an sahip olduğum ailemin tamamlandığını hissettim.
Sidelya kalbimdeki yapbozun eksik parçası gibiydi. Şimdi geldi ve kalbimi tamamladı.
"İkinizin bir gün iyi anlaşacağını biliyordum," dedi Berk bize bakıp gülümserken. Sidelya benden ayrılıp Berk'in kolunun altına girdi. Berk ikimizin de iyi olmasına sevinirken bir el belimi kavradı. Gözlerimi kolunu belime dolayan koyu harelerin sahibine çevirdim.
"İkinizin barışmasına çok sevindim. Ama yine de bu yaptığının ifadesini evde alacağım Kamer Hanım," dedi Ömer bilmiş bir tavırla. Gülümsedim. Ama bu gülümseme aklıma bugün ikinci kez yaptığım şey yüzünden silinip gitmişti. Zihin kontrolü...
"Ömer benim sana bir şey söylemem gerek," dedim birden. Gözleri beni geçiştirmek istercesine yola kaydı.
"Her ne söylemek istiyorsan bunu sonra söyle. Şimdi bizim koca bebeği oyalamamız lazım."
Koca bebekten kastının Arda olduğunu anlamam uzun sürmedi. Ona bu yaptığımı eve gidince anlatmaya karar verdim. O zamana kadar parkta eğlenceli vakit geçirebilirdim. "Tamam dediğin gibi olsun," diyerek Ömer ile beraber parka doğru yürümeye başladım. Diğerleri de bizimle birlikte gelirken Arda önümüzden koşmaya başlamıştı bile.
"Arda koşma gece gece sakatlanırsan yemin ederim senin her bir parçanı başka bir yerine montelerim!"
Ömer bunları söylerken Arda'nın umurunda bile değildi. Onun yerine yeni varabildiğimiz parkın tırmanma direklerine doğru koşmakla meşguldü. "Anlaşıldı maymunluk yapacak," dedi Berk gülerken.
Bizde Arda'nın deliliğine uyarak aletlere binmeye hazırlandık. Ben en sevdiğim alet olan salıncağa binerken Sidelya da hemen yanımdakine bindi. Oğuz ile Hare gondolda sallanırken Berk ile Ömer de bizi sallamaya başladı.
"Salıncağa binmeyi sevdiğinizi bilmiyordum Kamer Hanım," dedi Ömer beni salladığı sırada. Salıncak bir ileri bir geri giderken gözlerimi yıldızlarla bezeli gökyüzüne diktim. "Çok severim," diye mırıldandım. Tam o sırada Berk, Sidelya'nın ona işaret vermesiyle Ömer'e baktı.
"Arda'yla uğraşmaya gitmeye ne dersin?"
Ömer bu cazip teklifi saniyesinde kabul edip Berk ile birlikte yanımızdan ayrıldı. Salıncakta bir ileri bir geri sallanırken Sidelya'nın boncuk gibi gözleri beni buldu. "Onların gitmesini ben istemiştim," dedi Sidelya. Bunun üzerine kıkırdadım.
"Biliyordum."
"Seninle konuşmak istiyorum Kamer."
"Seni dinliyorum," dedim ayağımla salıncağın durmasını sağlarken. Sidelya da sallandığı salıncağı durdurup bana baktı. "Ben güven problemleri yaşıyorum Kamer. Yıllar geçti ama bu durum hiç değişmedi," dedi Sidelya bakışlarını yere sabitlediği sırada.
Ona güven vermek istercesine eline uzanıp sıkıca tuttum. Yüzümde en içten gülümsemem belirirken parlak mavi gözlerini benim yeşillerime dikti.
"Bana anlatabilirsin Sidelya. İzin ver çocukluğunun elinden tutayım. O küçük kızı sıkıştığı dört duvarın arasından birlikte çıkaralım. Ne dersin?"
Sidelya dolu dolu gözlerle bana bakmaya devam etti. Dudaklarından küçük bir hıçkırık çıkarken başını olumlu anlamda salladı. Daha sonra gözlerini yıldızlı gökyüzüne dikerken dudaklarını araladı.
"Ben iki başarılı avukatın tek kızıydım. Annem her zaman kaybetmenin zayıflık olduğunu söyleyip dururdu. Her zaman her yerde kusursuz olmamız gerektiğine inanırdı. Bu iki önemli prensibi benim hayatımın temel yapı taşları yapmak konusunda son derece titiz davrandı."
Yeşil gözlerim onun sarı buklelerinde gözlerindeki duygusal ifadede gezindi. "Baskı altında büyüdün öyle değil mi?" diye sordum. O da başını hafifçe salladı. Bende baskı altında büyüdüğümden onun ne hissettiğini çok iyi anlıyordum. Aklıma gelen acı dolu anılarla gözlerimi kısa bir anlığına yumdum. Tam o sırada Sidelya sözlerine kaldığı yerden devam etti.
"Seher Yılmaz başarılı bir avukattı. Kusursuzluğu hayatının merkezine almış başarılı bir avukat. Ama onun da herkes gibi bir kusuru vardı. Kesinlikle berbat bir anneydi. Hatta onun gibilere anne demek bu kutsal bağa leke sürmek olurdu. Sonuçta kendi doğurduğunu bir kez bile kucaklamayan, öpüp koklamayan, bir kez olsun güzel söz söylemeyen, en önemlisi sevgisinden mahrum eden birine anne demek mümkün müdür?"
Gözlerim dolu dolu baktım deniz rengi gözlerine. Sidelya sevgiye açtı. Sevilmeye açtı. Tıpkı benim gibi...
Bir zindanda tam on sekiz yıl hayatta kalma mücadelesi vermiştim. Cehennemimin alevlerinin arasından kaçmış kendi cennetimi bulmak için savaşmıştım. Bu savaştan da çok ağır yaralar alarak çıkmıştım. Yaralı ruhum onarılamayacak kadar hasarlıyken kader bir başka ruhu bağladı kalbime. Ben acı çektikçe acı çeken onun acı çekmesiyle benim acı çektiğim bir ruhu...
O ruh beni sevgisiyle iyileştiriyordu. İlgisiyle iyileştiriyordu. Sidelya için de böyle olmuştu. Berk onu aşkıyla şu an olduğu kişiye dönüştürmüştü. Gülümsedim.
"Böyle birine anne denir mi denmez mi bilmiyorum. Çünkü ben annemi hiç tanımadım."
Sidelya bu söylediklerimle tuttuğu elimi daha da sıkıp gülümsedi. "Ben tanıdım da ne oldu," dedi zoraki bir kıkırtıyla. Daha sonra dudaklarını araladı.
"Annem hiçbir zaman benimle hususi olarak ilgilenmedi. Beni doğurduğu gibi bir bakıcının kucağına bırakmıştı. Sadece hata yaptığımda benimle iletişim kurardı. Çok sinirlendiğinde bana Dalya diye bağırırdı. Bana böyle bağırması bile sebepsizce çok hoşuma giderdi. Bazen sırf bu yüzden kasıtlı olarak hata yaptığımı hatırlıyorum. Hatta bir gün sırf annem odama gelsin diye evde cıngar çıkarmıştım. Bakıcı saçlarımı annemin istediği şekilde toplamak isterken ben istemediğimi belli edercesine diretmiştim. Evi inleten çığlıklarımdan rahatsızlık duyup odama gelmişti. Bakıcının elindeki tarağı kaptığı gibi saçlarımı tek bir saç teli bile çıkmayacak şekilde topladı. O an ne hissettim biliyor musun Kamer? Annem saçıma dokundu diye sevinçten kahkaha atmak istedim. Kalbim heyecandan öyle güçlü atmaya başlamıştı ki her an bayılabileceğimi hissediyordum. Annem saçlarıma dokundu diye o gece oyuncağıma anlattım içimdeki sevinci daha fazla tutamayarak. Hem böyle bir şeyi içimde daha fazla ne kadar tutabilirdim ki?"
Gözlerimden akan yaşlar yanaklarımdan süzülürken sesli bir iç çektim. Sidelyada da durum benden farksızdı. Gözlerinden akan yaşlar yanaklarından süzülürken sarı bukleleriyle oynuyordu. Aklına o gün yaşadıklarının geldiğine emindim. "Annem benim sesimi hiç sevmezdi biliyor musun?" dedi bir anda.
"Zaten o gün odama sırf sesimi kesip oturayım diye gelmişti."
Yutkundu. "Ondan öncesinde yüreğimde kopan çığlıkları hiç duymadı ki. Geceleri ağladığımda bile duymadı biliyor musun? Bir kez olsun nasıl olduğumu sormadı. Sorduğu tek şey öğretmenlerimin memnun olup olmadığı, çevredekilerin benim hakkımdaki düşünceleri ve notlarımdan ibaretti. Onun anneliği buydu. Sırf doğurdum demek için getirmişti beni bu dünyaya. Başka bir sebepten dolayı değil. Dur! Pardon! Aslında bir sebebi vardı. Babamla boşanmanın eşiğindeydi. Her gün şiddetli bir kavgaya tutuşur gecenin sonunda da aynı yastığa baş koyarlardı. Ama onların arasında ne sevgiye ne saygıya değer hiçbir şey yoktu. İletişim yoktu. Aşk yoktu. Sadece kariyer merkezli bir evlilikti onlarınki. Mantık evliliği olamayacak kadar mantıksız bir evlilik... Bende aralarında aslında hiç var olmayan evlilik bağını kurtarmak için yapılan gereksiz bir et parçasıydım onlar için."
Sidelya bir anlığına duraksadı. Parlak mavi gözleri benim yeşillerimde gezinirken içimin parçalandığını hissediyordum. "Kamer," dedi Sidelya. "Beni dünyaya getirenler bile sevmedi biliyor musun?" dediğinde kalbimin tam ortasına devasa büyüklükte bir şeyin oturduğunu hissettim. Nefes almam bile imkansızlaşmıştı sanki. Yutkunmaktan başka bir şey yapamadım.
"Annem olacak o kadın ve babam olacak o adam bana daha fazla katlanamadı. Bir yük olarak gördükleri benden acil olarak kurtulmaları gerekiyordu. Bunun içinde küçücük bir kızın umutlarıyla, sevgiye olan açlığıyla, onlara olan güveniyle oynamakta bir sakınca görmediler. Annem bütün eşyalarımı bir bavula tıkıştırdığında anlamalıydım. Ama gerizekalı olduğumdan bir an bile şüphelenmedim. Bana beni parka götüreceklerini söylediklerinde aptal gibi onlara inanmasaydım bu kadar çok yara almazdım! Lanet olsun! Keşke diyorum. Keşke bana o günü hayatımda geçirdiğim en güzel gün olarak yaşatıp çakılmama sebep olacaklarına beni bir mendilmişim gibi tek kelime dahi etmeden sokağa atsalardı. İşte o zaman bu hale gelmezdim. Bana hayat veren insanları bir böcek gibi ezmezdim. Beni sevgisiyle besleyecek olan güneşleri karartmazdım. En önemlisi yıllarca onların beni gelip alacaklarına dair içimde beslediğim umut fidesini saniyesinde yok ederdim. Onlar için gözyaşı dökmezdim. Sadece bir ot misali büyür giderdim. Ama böyle olmazdım."
Sidelya yüreğinde biriktirdiği ne kadar acı varsa hepsini gecenin karanlığına salarken hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.
"Beni bu parka bıraktıklarında saf saf gelip almalarını tam da bu salıncakta beklemiştim biliyor musun?"
Yeşillerimi onun acı dolu maviliklerinde gezdirdim. O an ona duymaktan hoşlandığı sadece ona özel olan o ismi söyledim.
"Dalya..."
Sidelya bu ismi uzun zamandır duymamış olacak ki gülümsedi. "Dalya ne demek?" diye sordum gözlerimdeki yaşları elimin ayasıyla silerken. Sidelya dalgalı saçlarını omzunun arkasına atıp gözlerime baktı.
"Sidelya ile aynı anlamda... Yıldız çiçeği demek Dalya."
Gülümsedim. "Yıldız çiçeği," diye mırıldandım.
"Tam da sana göre bir isim."
Bunu duymak hoşuna gitmişti. Yanakları hafifçe kızarırken, "Çocukluğumun elinden tutup onu sıkıştığı duvarların arasından çıkardığın için teşekkür ederim," dedi içtenlikle.
"Ben senin her zaman yanında olacağım Sidelya."
"Bende senin Kamer. Bir gün bu acıların arasından birlikte sıyrılacağız."
"Söz mü?"
"Söz..."
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top