9. Bölüm: Çöpçatan

"Şu gökyüzünde parlayan şey de ne anne?"

"Onun adı ay."

"Ay'ın neden kocaman bir göbeği var?"

Bir kadın kıkırtısı yankılandı boşlukta. Kadının sesinin geldiği noktaya doğru koşmaya başladım. Bacaklarım ona ulaşmak için olağanüstü bir çabanın içine girmişti. Nefes alıp verişlerim düzensizleşti. Etraf sisliydi. Çam ağaçlarıyla dolu bir ormanda dolunayın altında çaresizce etrafıma bakıyordum.

"Çünkü Ay'ın kalbi vardır küçüğüm. Onu böyle şişman gösteren şey aslında kalbinin büyüklüğü," diye fısıldadı ormandaki kadın. Sesi o kadar yakından geliyordu ki onun yanında olduğumu hissettim. Etrafıma baktım. Ama yoktu. Ne o vardı yanımda ne de konuştuğu küçük çocuk.

Sesin geldiği noktaya doğru koşmaya devam ettim. Onları bulacaktım. Koşmaya devam edecek ve onların yanında bulacaktım kendimi. Çam ağaçlarına çarpmamaya dikkat ederek koşmaya devam ettim. Onları bulmak istiyordum. Bunu neden istediğimi bile bilmiyordum. Tek düşündüğüm şey bu koca ormanda bulunmamın sebebinin onlar olduğuydu.

"Onun şişman olmasının sebebi gerçekten de kalbi mi anne?" diye sordu küçük çocuk. Onları bulmayı umdum. Sesleri çok yakından geliyordu. Onları bulmama az kaldı diye düşünürken öyle de oldu. İşte oradalar.

Sisin içinde bir hayalet misali silinik suretli bir anne ve oğul göl kenarında oturmuş gökyüzünden onlara bakan dolunayı izliyorlardı. Küçük çocuğun iç çekişini duydum. Onlara doğru yaklaştım. Artık bende onların yanlarındaydım. Üçümüz yan yanaydık. Kadının ipek kadar yumuşak sesiyle konuşmasını dinlemeye başladım.

"Ay'a bak küçüğüm," dedi kadın küçük çocuğun saçlarını okşarken. Yüzü yoktu. Görünmeyen silinmiş bir surete bakmak beni korkutmalıydı. Ama ben korkmuyordum. Kadının sesi tüm korkularımı, tüm endişelerimi önünde durduğumuz gölün akıntısıyla birlikte götürüyordu sanki.

"Ay'ın kalbi neden bu kadar büyük anne?" diye sordu küçük çocuk. Küçük ve cılız bacaklarını göle doğru sarkıtmış annesinin elini sıkıca tutmuştu. Annesinin derin bir iç çektiğini duydum. Küçük çocuğun başını tutup göğsüne yasladıktan sonra," Kimsesizleri sevebilmek için küçüğüm. Kimsesizleri en çok o sever biliyor musun? Onları özel kılmak için içindeki gücü onlarla paylaşacak kadar çok hemde," dedi.

Ay'ın Çocukları efsanesini biliyordu. Belki de bu efsanenin bir parçasına bakıyordum. Gözlerimi dolunaydan alıp göldeki yansımama diktim. Kırmızı gözlerimin bana bakarken içindeki gücü cüretkar bir şekilde göstermek için daha da parladığını gördüm. Kan kırmızısı bir çift gözün beni bu kadar güçlü hissettirebileceğini düşünmezdim.

Kadın, "Hiçbir zaman geceden korkma küçüğüm. Çünkü gece bizi saklar. Karanlığıyla sarıp sarmalar," dedi ve tam o sırada oğlunun başına küçük bir öpücük konduruşunu izledim. Bu Ömer'in ninnisinin sözleriydi. Peki ya bu kadın Ömer'in annesiyse ve kollarındaki çocuk da Ömer ise?

Düşüncelerimin sonucunda şaşkın bakışlarımı göldeki yansımama diktim. Yansımamın dudaklarında ürkütücü bir gülümseme belirdi. Bana gelmem için eliyle işaret yaptı. Hipnotize olmuşum gibi kendimi hiç düşünmeden suyun içine bıraktım. Göl beni kendine çekti. Yukarıya baktığımda dibe çekildikçe küçülen dolunayı görebiliyordum. Gözlerimi yumdum ve bunun son bulmasını diledim.

"Kamer," dedi bir ses. Cevap veremedim. Suyun dibindeki yosunların yastığım olduğunu hissettim. Bitti mi her şey? Bilmiyorum. Gözlerimi yeniden açtım. Bu sefer gölün dibinde değil karanlıktaydım.

"Kamer," diye tekrarladı ses. Bu ses Ömer'in sesiydi. Tüm bunlar bir rüyaydı ve ben tam şu an rüyadan uyandım. Karanlıkta zar zor gördüğüm yüzüne baktım ve "Neredeyiz?" diye sordum. Sıkıntılı bir soluk verdi. Sanki bunu söylemek ona zor gelmişti.

"Personel odasında uyuyakalmışız."

Söylediği şeyle her yerin neden karanlık olduğunu anladım. Akşam olmuştu ve biz kafede kalmıştık. Dehşetle Ömer'e baktım. "İyi de bizi neden kimse uyandırmadı?" diye sordum dayanamayarak. Ömer'in karanlıkta belli belirsiz parlayan gözlerine baktım. Aklında birkaç ihtimalin dolandığına emindim. Bunların ilki hiç şüphesiz ki Arda faktörüydü.

İkimizde aynı anda, "Arda," diye mırıldandık sıkıntıyla. Karanlıkta göz gözü görmediğinden Ömer güçlerini kullanarak avucunda bizim etrafı rahatça görebilmemiz için kırmızı bir ışık yakmıştı. İşte şimdi kırmızı gözlerini ve dudaklarındaki etkileyici gülümsemeyi görebiliyordum. Gülümsedim.

"Anlaşılan bizi burada unuttular," dedi Ömer başını hafifçe iki yana sallarken. Yavaşça ayağa kalktı. Elini tutmam için bana doğru uzattığında elini tutup pufun üzerinden kalktım. Ömer duvara doğru ilerleyip ışığı yaktı. Bununla birlikte kırmızı gözlerin yerini koyu hareler aldı. Kapıyı açmak için kolu indirdi ve tam o an okkalı bir küfür savurdu. Benim burada olduğumu son anda fark etmiş olacak ki, "Özür dilerim," dedi mahcubiyetle.

"Önemli değil," dedim içinde bulunduğumuz sıkıntılı duruma rağmen gülümsemeye çalışarak.

"Anlaşılan Arda'nın çöpçatanlık yapası tutmuş," dedim umutsuzca başımı iki yana sallarken. Ömer bu söylediğime katılmış olacak ki o da içinde bulunduğumuz bu saçma duruma gülmüştü.

"Bazen bu çocuğun kafa yapısından ciddi manada şüphe ediyorum."

Ömer'e baktım. Söylediği şeye ister istemez gülmüştüm. Cebimden telefonumu çıkarıp bizimkilerin gelip bizi buradan çıkarmalarını söyleyecektim ki telefonumun karanlık ekranıyla Ömer'e döndüm.

"Şarjım bitmiş. Seninkinin şarjı var mı?" diye sordum sıkıntıyla kapalı telefonu gözünün önünde sallarken. Ömer ellerini cebine sokup telefonunu yokladı ve aslında telefonunu içeride bir yerde unuttuğunu fark etti. İçinden kendi kendine küfür ettiğini biliyordum. Benimkini şarj etmenin bir yolunu bulmaktan başka çaremiz yoktu.

Dolapları karıştırmaya başladım. Telefonuma uyacak bir şarj kablosu bulmak umuduyla dolapları didik didik aramaya başladım. Ömer de benim gibi dolaplara bakarken, "Kamer," diye seslendi. Dönüp ona baktım ve kendimi tutamayarak gördüğüm şey karşısında kahkahayı patlattım.

"Bu da ne böyle?" diye sorduğumda gülmemi bastırmakta epey zorlanmıştım. Ömer ise bunun Arda'nın saçmalıkları olduğunu belli edercesine elindeki papyonlu ve sallanan gözlere sahip yumurtayı aldığı yere geri koydu. Dolabın kapağını kapatırken yumurtanın kırılma sesiyle ikimizde birbirimize baktık.

Az önce Arda'nın dostunu katletmemişiz gibi yaparak dolabıma bakmaya devam ettim. Şükürler olsun ki dolabıma önceden yedek şarj kablosu koymayı akıl edebilmişim. Telefonumu şarja taktım ve rahatladığımı belli edercesine nefes aldım. Ömer, "Şimdi telefonun açılana kadar biraz baş başa vakit geçirebiliriz. Sonuçta burada bizi basacak bir adet Arda faktörü yok. En azından şimdilik," dedi yanıma gelip muzip bir şekilde gülerken.

"Sen kimsin ve benim tanıdığım Ömer Aktan'a ne yaptın?" diye sordum tek kaşımı bilmiş bir tavırla yukarıya doğru kaldırırken. Ömer ellerini belime yerleştirdi ve "Sanırım onu öldürdüm," dedi. Kendime engel olamadığımdan onun göğsünün ortasına orta sertlikte bir yumruk indirmiştim.

"Hiç komik değil!"

Kıkırdadı. Beni sinirlendirmekten inanılmaz derecede keyif aldığının farkındaydım ve bunu bozmakta tabii ki de bana düşüyordu. Kaşlarımı çattım. "Eğer bir daha ölümden bahsedersen Arda'ya yumurtasını öldürdüğünü söylerim," dedim muzip bir tavırla. Tehditim onu hem eğlendirmiş hem de kahkahalarla gülmesine neden olmuştu.

"Gülüyorsun. Hem de kahkahalarla," dedim abartılı bir şekilde bu duruma ne kadar şaşırdığımı belli ederek.

"Bu imkansız bir şey mi?"

"Hayır ama seni daha önce hiç böyle gülerken görmemiştim Ömer."

Ömer, "O zaman buna alışsan iyi edersin güzelim," dedi etkileyici bir sesle. Koyu harelerinin yeşillerimde gezinirken ne kadar yavaş hareket ettiğine baktım. Sanki gözlerimin içinde uçsuz bucaksız bir gezegen varmışta orada keşfe çıkmış gibi bakıyordu. Yeşil gezegenimde özgürce dolanıyordu. Dudakları yukarı doğru kıvrıldıkça gezegenimin içinde çiçekler açıyordu sanki.

"Gözlerine her baktığımda kendimi yemyeşil ağaçların arasında buluyorum. Gözlerinde koca bir orman saklı sanki," dedi Ömer iç çekerek. Daha önce gözlerime kimse iltifat etmemişti. Gülümsedim. Yeşillerim onun sözlerinin güzelliğiyle dolduğunda aklıma ormanda koşarken kendimi göl kenarında anne ile çocuğunun yanında buluşum gelmişti. Daha doğrusu Ömer ile annesi olduğunu düşündüğüm hülyalı bir düşten uyanışımı anımsadım.

"Ömer," dedim birden. Bu romantik anı bozacağım gerçeğiyle sıkıntılı bir nefes versem de rüyamı ona anlatmam gerekiyordu. Belki de öğrendiğim küçük numarayı kullanmayı becerebilirsem bunu onun da görmesini sağlayabilirdim.

"Efendim Kamer," dedi Ömer yumuşak sesiyle.

"Bir rüya gördüm ve bu rüyayı sana da anlatmam gerek."

Korktuğum gibi olmadı. Ömer bu güzel anı mahvetmeme hiç ama hiç kızmadı. Hatta dudaklarına yerleşen manalı gülümsemeyle birlikte, "Ne gördün bakalım rüyanda?" diye sormuştu. İlgiliydi. Bunu sadece bakışlarıyla değil ses tonuyla ve dokunuşuyla da bana hissettirmişti. Elimi tuttu ve "Anlat," dedi güven vererek.

Nereden veya nasıl başlayacağımı bilemedim. Elinden tutup onu birlikte üzerinde uyuduğumuz pufa oturmaya ikna ettim. Birlikte pufa oturduğumuzda tek umudum anılarda bir şekilde işe yarayan küçük numaramın zihnimdeki görüntüleri yansıtırken de işe yaramasıydı. Öncelikle işe gözlerimi kapatıp içimdeki dizginlenemez karanlık güce odaklanmakla başladım.

Hissedebiliyordum. Güç yüreğimi kaplamış oradan da tüm uzuvlarıma yayılıyordu. Ona ulaşmak için konsantre olmam gerekiyordu. Derin bir nefes aldım ve içimdeki gücün beni sarmasına izin verdim. Gözlerimi açtığımda kızıl bakışların yansımasını koyu harelerin içinde görebiliyordum. Ömer'in elini avuçlarıma aldım. Bunu yapabilirdim.

"Eğer başarabilirsem sana bir şey göstereceğim," dedim Ömer'e bakıp gülümserken. Zihnimin derinliklerine inmeye başladım. İçimdeki güç zihnimdeki anıların ve düşüncelerin arasından geçiyordu. Sihirli bir dokunuş rüyama doğru yaklaşmamı sağladı. İşte oradaydı. Görüntüyü dışarıya yansıtabilmek için bu sefer de Ömer'in zihnine odaklandım. Böylelikle ikimiz de aynı rüyayı görmüş olacaktık.

"Ormandayız," dedi Ömer şaşkınlıkla etrafa bakarken. Kızıl bakışlarımı çam ağaçlarının arasında oluşumuzla Ömer'e çevirdim. Başarmıştım. Artık ona her şeyi tüm çıplaklığıyla göstermeye hazırdım. Sanki Arda tarafından personel odasına kilitlenmemişiz gibi kendimizi çam ağaçlarıyla dolu bir ormanda bulmamız ister istemez gülümsememe neden olmuştu.

"Rüyamda bu ormandaydım," dedim etrafa bakarken. Her yer karanlıktı. Gökyüzünde parlayan dolunay ve onun yoldaşı olan binlerce yıldızın aydınlattığı gecenin altında ormanda rüyamda tek başımayken şimdi ise yanımda o vardı. Ömer...

"Onun şişman olmasının sebebi gerçekten de kalbi mi anne?" diye sordu küçük çocuk yeniden. Ömer ile beraber etrafımıza bakınmaya başladık. Küçük çocuğun sesinin yankıladığı tarafa doğru zihnimizde hareket ediyorduk. Aslında o pufun üzerinden hiç kalkmamıştık. Ama zihnimizin derinliklerinde ikimizde sesin geldiği yere doğru koşuyorduk.

Kadının sesini o da benim gibi duyabiliyordu. İkimizde aslında koşan hayallerimize bakıyorduk. Ömer'in parmakları benimkileri kavradı ve yorgun bir nefes verdi. Ormanı aştık birlikte. Koca ormanı arşınlayıp sesin geldiği noktaya ulaştığımızda kendimizi silik suretlilerin arasında bulmuştuk.

"Onlar da kim?" diye sordu Ömer bir anneye bir küçük çocuğa bakarken. İkisinin de yüzü görünmüyordu. Bu anı ikinci kez yaşamama rağmen ister istemez onların yüzünün sisli ve görünmüyor oluşu yutkunmama neden olmuştu. Kadın su şırıltısını anımsatan sesiyle, "Ay'a bak küçüğüm," dedi küçük çocuğun saçlarını okşarken.

Hipnotize olmuşçasına onları izliyordum. Ömer ise benim aksime onların kim olduğuna odaklanmıştı. Gözlerini kısarak görüntüyü netlemeye çalışıyordu. Ama bu çabası yersizdi. Onların kim olduğu bir muamma olarak kalacaktı. Sadece tahmin ettiğimiz kadarıyla onların kim olduğunu bilebilecektik.

Küçük çocuk, "Ay'ın kalbi neden bu kadar büyük anne?" diye sordu bu sefer. Bu sorudan sonra kadının sıralayacağı cümlelerle gözlerimi onlardan alıp koyu harelerin sahibine çevirmiştim. Küçük çocuğun annesi derin bir iç çekerek yavrusunun başını göğsüne yasladı. Gözlerini parlak dolunaya dikti ve "Kimsesizleri sevebilmek için küçüğüm. Kimsesizleri en çok o sever biliyor musun? Onları özel kılmak için içindeki gücü onlarla paylaşacak kadar çok hemde," dedi.

Güçlerden neyi kast ettiğini ikimizde çok iyi biliyorduk. Ömer kadının silüetine kilitlenmiş bir halde, "Biliyor," diye mırıldandı. Kadının efsaneyi biliyor olması nasıl beni ilk öğrendiğimde şoka soktuysa aynı şok dalgasıyla şu an Ömer yüzleşiyordu. Birbirimize baktık. Yüzündeki şaşkın ifadenin yerini dehşete bırakması ise kadının berrak sesinin yeniden yankılanmasıyla olmuştu.

"Hiçbir zaman geceden korkma küçüğüm. Çünkü gece bizi saklar. Karanlığıyla sarıp sarmalar."

Kadının sözleriyle her şey bir anda yok oldu. Gözlerim kırmızıdan yeşile döndü ve kendimizi ormanın ortasından bir anda yeniden personel odasında buluverdik. Gözlerimi yumdum. Kafamdaki bazı bulanık şeylerin netleşmesi için kendime biraz zaman tanıdım ve hemen ardından Ömer'e baktım. Ömer duyduğu şeyleri henüz sindirebilmiş değildi. Düşünceli bir şekilde boşluğa bakıyordu.

"Aklından neler geçtiğini biliyorum," dedim bir anlık cesaretle. Ömer'in gözleri beni buldu. Tuttuğu elime baktı ve "O kadın benim annem olabilir mi?" diye sordu. Sesinin tonundaki duygusal titreşimi hissedebiliyordum. Sesinde bir parça kırgınlık bolca da umut vardı. Parmaklarımı sıktım. Elinin üzerindeki küçük bir yıldızı anımsatan doğum lekesine baktım.

"Olabilir," dedim bana özel olarak yaratılmış bu küçük lekeyi okşarken. Ömer sıkıntılı bir nefes verdi. Elini kaldırıp boynuma yerleştirdi. Artık yıldızla hilal bir aradaydı. Gülümsedi. Köprücük kemiğimin üzerindeki hilale baktığında ona doğru yaklaştım. Dudaklarımızın buluştuğu anda bir şeyin farkına varmıştım.

Ben Kamer Işıklı. Karanlık soyun son varisiyim ve şu an aşkla öptüğüm kişiyi ve onun türünden gelenleri avlamam gerekliydi. Ama ben bunu yapmıyorum. Bir dokunuşumla onu alt edebilirdim. Sadece bir bakışımla onun kalbindeki tüm gücü içime alabilirdim. Ama bunu yapmıyordum. Çünkü ona aşığım ve hiçbir kötü düşünce bu aşkın önüne geçemezdi. İki düşman türün birbirlerine böylesine aşık olabileceğini daha önce hiç düşünmemiştim. Ama bazı şeyleri düşünmekten çok yaşayabilmek önemlidir ve ben şu an bunu yaşıyorum.

Ömer'in dudaklarından ayrıldığım sırada, "Seni seviyorum," diye fısıldadı. Gülümseyerek onu yeniden öptüm. Bu anı hiçbir kötü düşünce hiçbir Arda baskını bozamazdı. O an Arda'nın bizi buraya kilitlemesine sevinmiştim.

Ömer soluğumu kestikçe bana kendi soluğunu veriyordu sanki. İkimizde nefes nefese kalıp birbirimizden ayrıldığımızda koyu harelerindeki ışık görülmeye değerdi. Ormandaki dolunay onun gözlerinin içindeki karanlık geceye doğmuştu sanki. Tam o sırada açılan telefonumun ekranına bir bir bildirimler düşmeye başladı. Ayağa kalkıp telefonumun başına geçtim. Tüm mesajlar gruptandı. Üstelik ne hikmetse Arda Bey tek bir mesaj bile atmamıştı.

Oğuz: Kamer ile Ömer nereye kayboldunuz acaba?

Sidelya: Bilemem artık;))

Hare: Geç kalmayın.

Berk: İyi eğlenceler. Yemeğin keyfini çıkarın.

Sidelya: Arda da olmasa yemeğe çıktığınızı kimden öğrenecektik? Gökten bir şeyler inmesini mi bekleyecektik acaba???

Hare: Rahatsız etmeyelim onları. Gruptan yazmayın. Zaten aynı evdeyiz bu neyin kafası?

Okuduklarımla dehşete kapılmıştım. Arda bunu da yapmış olamazdı değil mi? Bizi buraya kilitleyip kimse bizi kurtarmaya gelmesin diye yemeğe çıktığımızı söylemiş olamazdı değil mi? Telefonun ekranına ne kadar süre bu şekilde baktıysam Ömer işkillenmişti. "Sorun nedir?" diye sordu bir bana bir elimdeki telefona şüpheyle bakarken. Ona gerçeği söylesem Arda'yı öldürürdü. Söylemesemde öldürürdü. Bu yüzden en iyisi dökülmek Kamer Işıklı.

"Bizimkilerin neden bizi burada unuttuğu belli oldu," dedim sırıtarak ona olabildiğince sevimli görünmek için. Ömer dediğimden bir şey anlamadığından üstüne bir de bu işin yumuşatılacak bir tarafı da olmadığından her şeyi pat diye söylemekten başka çarem yoktu.

"Arda bizimkilere birlikte yemeğe çıktığımızı söylemiş."

Ömer duyduğu şeyle yavaş yavaş kızarmaya başlamıştı. Birazdan kırmızı bir tona bürünüp ejderha misali öfkeyle etrafa ateş püsküreceğinden emindim. Yutkundum. "Sakin ol tamam mı?" dedim şirinlikle. Şu tipimle de ne kadar şirin görünebilirim hiç bilmiyorum. Üzerimde kafe önlüğü vardı. Kendime şöyle bir baktım da hiç çekici görünmediğim aşikardı. Kısacası ona yapacağım hiçbir şirinlik onu sakinleştirmeye yetmeyecekti.

"Buradan bir çıkalım ben o zaman göstereceğim Arda'ya!"

Ömer odanın içinde sinirle volta atmaya başladı. Bende bu durumu çözmeleri umuduyla gruba girdim. Onlara yemeğe hiç çıkmadığımızı Arda'nın tüm bunları kafasından attığını ve bizi kafenin personel odasına sırf eşsiz fantezilerini tatmin etmek ve birazcık da çöpçatanlık yapmak için kilitlediğini anlatan uzunca bir mesaj atıp beklemeye başladım. Cevaplar çok da gecikmedi.

Hare: Oğuz şu an Arda'yı parçalamakla meşgul. Ömer'e kanının yerde kalmadığını bilmesini istediğini söyledi.

Sidelya: İnanamıyorum! Sizin yemekte olmanız gerekiyordu!

Berk: Canım sakin ol. Yemeğe çıkacakları zamanlarda gelecek ama önce onları kilitli kaldıkları yerden kurtarmamız lazım.

Mesajları okurken Ömer de hemen dibimde bitmişti. Oğuz'un Arda'yı dövme kısmına bıyık altı güldüğünü gördüm ve mesaj kısmına bizi bir an önce gelip almalarını istediğimizi yazdım. Tam o sırada gruba düşen mesajlarla beynimden vurulmuşa döndüm. Kahretsin!

Hare: Arda kafenin anahtarını ve dolayısıyla da personel odasının da anahtarını kaybetmiş:)

Sidelya: Sabaha kadar orada kalsalar olmaz mı?

Sidelya'nın fesat düşüncelerine karşılık gözlerimi devirdim. Ömer ise okuduğu mesajla Arda'ya bildiği tüm ağır küfürleri savurmakta bir sakınca görmemişti. En sonunda attığı birkaç voltanın ardından soluğu yeniden benim yanımda almıştı. "Gruba buraya gelirken yanlarında kilit ustasını da getirmelerini söyle," dedi Ömer sinir bozukluğuyla.

"Kilit ustası?"

"Koru," dedi tükürürcesine. Koru'nun hayatımı kurtarması bile ona karşı olan anlamsız nefretini geçirmeye yetmemişti. Gruba Ömer'in söylediklerini yazacağım sırada telefonu elimden alıp kendisi bir şeyler yazmaya başlamıştı. Beni ismini yazacağım kişinin harflerinden kıskanmış olamazdı değil mi? Yok artık daha neler!

Ömer hışımla mesajı döşeyip yolladı ve telefonu bana geri verdi. Ekrana bir bir mesajlar düşmeye devam etti. İçlerinde özellikle Sidelya'nın mesajı dikkatimi çekmişti. Resmen Ömer'in damarına basmak için inadına yazmıştı.

Berk: Ben Koru'yu bulurum.

Hare: Bende şu iki keçiyi ayırayım. Siz Sidelya ile gidin biz arkadan geliriz.

Sidelya: Ay şimdi Koru bizim kızı mı kurtaracak? Ne kadar da tatlı! Sonuçta daha öncesinde de yapmıştı;)

Sidelya'nın mesajını Ömer'in görmesini istemediğimden mesajı silmeye kalktım. Tabii bu yaptığımla dikkatleri saniyesinde üzerime çekmiştim. Ömer ekrana baktı ve o an sinirden gözü döndü.

"Vazgeçtim! Kimse gelmesin! Burada kalıyoruz! Hem ben burayı çok sevdim. Baksana üzerinde uyuyabileceğimiz pufumuzda var. Hem sabaha şunun şurasında ne kaldı ki? Zaten yanımda sen varsın. Sen yanımda olduktan sonra ben burada bir ömür kalırım Kamer."

Ömer çıldırmıştı. Kıskançlıktan ne dediğini bilmiyordu. Alacağın olsun Sidelya! Ben sana eve geçince tüm bunların hesabını sorarım ama! Telefonu kenara koyup bizim asabi boğayı sakinleştirmek üzere işe koyuldum. Yanına gittim ve gözlerine baktım. Ama beyefendi o kadar sinirliydi ki gözlerime bile bakmıyordu. Çenesinden tutup onu gözlerime bakmaya zorladım. Koyu hareleri yeşillerimde gezinirken yavaş yavaş sakinleşmeye başladı.

"Sakin ol," dedim uyarıcı bir tonda.

"Şimdi Koru gelip bizi kurtaracak," diye de ekledim. Kaşlarını çattı.

"İstemiyorum," dedi üzerine basa basa. İnatçı keçi ne olacak! Tabii o inatçıysa ben ondan da inatçıydım.

"Koru bizi kurtaracak ve biz bu gece evimize döneceğiz Ömer," dedim artık sabrımı zorlamaması için kelimeleri tek tek vurgularken. Sıkıntılı bir nefes verdi. Kabullenmekten başka çaresi yoktu. En azından benim damarıma basmamak adına sessiz kalmayı tercih etmişti.

Onu sakinleştirdikten sonra yeniden telefona baktım. Bizimkilerden başka mesaj gelmemişti. Umarım bir an önce Koru ile buraya gelip bizi çıkarmayı başarırlardı. Aksi bir durumda sabah açacak bir kafemiz kalmayabilirdi. Of Arda of! Normal zamanlarda odamı basmasan zaten bunlara gerek kalmazdı!

Ömer ile birlikte önlüklerimizi çıkarıp dolabımıza geri astıktan sonra pufun üzerine oturup bizimkileri beklemeye başladık. Kendileri hala bizi buradan çıkaracak kişiden hoşnut olmamakta kararlıydı. Ona kalsa sırf Koru ile bir araya gelmemem için sonsuza kadar bu personel odasında hayatımıza devam edebilirdik. Kıskanç boğamın omzuna başımı yaslayıp beklemeye devam ettim. Aradan ne kadar zaman geçti hiç bilmiyorum. Ama dışarıda bir şeyler olduğu aşikardı. Telefonumu alıp bir umutla ekrana baktım.

Hare: Geldik;)

Rahat bir nefes aldım. Bizimkilerin kafenin önünde olduğunu bilmek içime su serpmişti. Birkaç dakika sonra personel odasının kapısı açıldı ve karşımda gördüğüm ilk kişiyle birlikte gözlerimi Ömer'e çevirdim. Bir şey yapmaması için gözlerimle onu uyardım. Şükürler olsun ki korktuğum olmadı. Koru ile Ömer kavga etmedi. Ama ben Sidelya'yı attığı o son mesajdan dolayı evde parçalamayı kafamın bir köşesine not ettim.

Üçümüz kafeden çıkıp bizimkilerin yanına gittik. Hare sevinçle bana sarıldı. Sidelya ise ona attığım ters bakışlar yüzünden uzaktan pişmiş kelle gibi sırıtmakla yetindi. Oğuz, "Kanın yerde kalmadı kardeşim sen hiç merak etme," diyerek Ömer'e karşılık olarak başıyla yanağında beş kardeş olan Arda'yı işaret etti. Arda beş kardeşle bu işten yırttığı için fazlasıyla şanslıydı.

Ömer'in bakışları Arda'dan Koru'ya kaydı. Yanıma gelip sahiplenici bir şekilde kolunu belime doladı. Farkında olmadan Sidelya için yeni dedikodu malzemesi vermişti. Tam o sırada kafenin güvenlik alarmları devreye girdi. Kulakları sağır eden alarmın sesiyle mahalle ayağa kalkacağından hepimiz panik olmuştuk.

"Şu lanet olasıca şeyi kapatmadın mı?" diye sordu Ömer sinirle. Koru bu detayı atladığı için sinir bozukluğuyla alnına bir şaplak attı. Güvenlik kameralarını kapatmayı akıl etmiş ama alarmı kapatmayı unutmuştu. Lanet olsun! Bu kadar basit görünen şeyin başımızı belaya sokabileceğini açıkçası hiçbirimiz düşünmemiştik. Sonuçta kafe bizimdi ve kimse kendi kafesini soymazdı öyle değil mi? Ah kimi kandırıyorum ki? Bize kimse inanmaz.

Sekiz başı boş genç bir kafenin önünde ve üstelik saat neredeyse gece yarısını geçmişken bize kim inanırdı ki? Onlarda inanmadı tabii ki! Kimden bahsettiğimi az çok anlamışsınızdır. Tabii ki de bizi almaya gelen polislerden bahsediyorum!

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top