6- ''007 Defne Köksal''
Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum ^^
Defne ve Selçuk birbirine yaklaştıkça büyük gün de yaklaşıyor...
Bölüm 6: '' 007 Defne Köksal''
Sabah annem beni erkenden kaldırmış, bugün Selçuk ile dışarı çıkacağımı söylemişti. Dışarı çıkmak mı?
Önümüzdeki 10 yıl boyunca dışarı çıkmamak, mümkünse yatağımda yaşayıp, yatağımda yaşlanmak istiyordum. Belki bir iki kedi alırdım, örgü örerdim... Olmaz mı?
Suç örgütünün gelip beni yatağımda öldürmeyeceğini bilsem, değil 10 yıl 100 yıl evden çıkmazdım. Ancak ben ister evde kalayım, ister Mars'a çıkayım hiçbir şey değişmeyecekti.
Yakalanacaktım...
Bu yüzden, dün gece uzun uzun düşünmüştüm; Ne yaparsam yapayım, bir şekilde zarar görecektim. Bu yüzden, hiçbir şey yapmamaktansa, yaşamak için ve suçluların yakalanması için çabalayarak ölmeyi tercih ederdim. En azından bu şekilde ailemi koruyabilirdim.
Selçuk, planı olduğunu söylemişti. Henüz planının ne olduğunu bilmiyordum ancak peşimdekilerle savaşabilecek, beni koruyabilecek birisi varsa oda Selçuk idi, o bir polisti. Benim onlara, onlarında bana ihtiyacı vardı. Birbirimize yardım etmezsek, suçlular kazanırdı.
Ve bu dünya, suçluların kazandığı bir dünya olmamalıydı. Bunu kaldıramazdı...
Erkenden kalkmış, kahvaltımı yapmıştım. Zil çaldı, abim kapıyı açtı. Gelen Selçuk ve Bahadır idi.
''Defne'yi götürmem gerek. Kendisi hazır mı?'' dedi, boğuk sesi ile. Kapıya yaslanmıştı; üzerinde deri ceketi ve kot pantolonu vardı. Yüzüne baktım, güneş gözlüklerini takmış olmasına rağmen yüzünün solgun olduğunu görebiliyordum. Uykusuz gibiydi, benim gibi.
Ayağa kalktım ve mavi, uzun ceketimi giydim.
''Bugün mü gidecek kızım?'' diye sordu annem, Selçuk'a. Sesi titremişti, gözleri dolmuştu. Benim kadar korkuyorlardı, bu planın sonuçlarından.
''Bugün değil. Endişelenmeyin, ona zarar gelmeyecek. Sağ salim evine getireceğim.'' dedi Selçuk. Doğruldu ve elini sallayarak yanına gelmemi işaret etti. Anneme ve abime sıkıca sarılıp dışarı çıktım.
''Dikkatli ol annem.'' dedi annem. Yanağına ufak bir öpücük kondurdum. ''Görüşürüz.''
Selçuk önden merdivenleri inmeye başlayınca Bahadır'a döndüm. ''Öyleyse bugün nereye gideceğiz?''
Bahadır, önümüzdeki Selçuk'a kısa bir bakış atıp bana döndü. ''Planın doğru işlemesi için birkaç güvenlik önlemi almamız gerekiyor. O yüzden, sen Selçuk ile-''
Bahadır'ın sözü, benim çığlığım ile yarım kaldı.
Çünkü merdivenlerden inerken ayağım kaydı ve yerçekiminin etkisi ile merdivenin sonuna doğru adeta uçuşa geçtim.
Tam merdivenlerden yuvarlanıp 32 kemiğimi kırmak üzereyken aniden duvara tosladım.
Pardon, Selçuk'a...
Selçuk yalnızca birkaç basamak önümde olduğu için ona çarpmış, düşmekten kurtulmuştum ancak düşsem daha az canım acırdı. Çünkü Selçuk'un sırtına yüzüm adeta gömülmüş, çarptıktan sonrada dengemi sağlayamadığım için hemen arkasında yere düşmüştüm.
Kafamı, Selçuk'un sırtından kaldıramadığım için düşerken suratım adeta yüzülerek Selçuk'un sırtından poposuna doğru yol çizmişti.
Burnumun kırılmış olmasına mı, ayaklarımın bedenim altında çarpık çürpük kalmasına mı, yoksa kafamın Selçuk'un poposuna gömülmüş olmasına mı üzüleyim derken Selçuk poposundaki baskı nedeniyle ''Ananı!'' diye çığırarak hızla birkaç basamak inerek benden kaçtı.
Dolayısıyla ben daha ne olduğunu anlayıp toparlanamadan önümdeki o birkaç basamak boşluğa yüzüstü düştüm. Merdiven basamağına kafamı çarpınca da acıyla inledim.
Her yanım kırılmıştı!
''Asıl ben senin ananı!'' diye merdivenleri öpe öpe sövmeye başladım. Ayaklarım yukarda, yüzüstü öylece merdivenlerde uzanırken sonunda Bahadır yardımıma yetişti.
''Defne? İyi misin?''
Bahadır, güçlü elleri ile kolumdan tuttuğu gibi beni ayağa kaldırdı. Ancak ayak bileklerim acıdığı için ayakta duramamıştım. Merdiven korkuluklarına yaslandım.
Ne berbat bir başlangıçtı, yeni güne...
Selçuk, ''G*tümde ne işin var senin!?'' diye bağırınca öfkeyle ona baktım. Elinin tekini poposuna yaslamış, güneş gözlüklerinin üstünden bana bakıyordu.
''Çok güzeldi, dayanamadım. Tövbe tövbe! Ne işim olacak ya! Ayağım takıldı. Off bileğim!'' diye sızlandım.
Her poposu güzele kafa atmıyorum, tamam mı?
Burnum ve alnım çarpmanın etkisiyle acıyordu. Ayak bileklerimde burkulmanın etkisiyle sızlıyordu. Bahadır kolumdan destek olarak merdivenleri indirdi. Apartman çıkışına gelince teşekkür ettim.
''Dikkatli gidin. Bugün yakalanmamalısınız.''
Selçuk Bahadır'ı başıyla onayladı ve kapının önündeki beyaz, spor arabaya bindi. Önceki arabadan çok daha farklı bir arabaydı.
''Sen gelmiyor musun?'' diye mırıldandım, arabadaki Selçuk'a kısa bir bakış atarak. Arabayı çalıştırmıştı, bize bakmıyordu bile.
''Okulundaki casusları araştırmalıyım. Ayrıca hala laboratuvarın izini takip ediyoruz. Bu adamlar saklanmayı iyi biliyor. Neyse, hadi sen arabaya bin.''
Başımı salladım ve ağır adımlarla arabaya bindim. Ben kapıyı kapatır kapatmaz araba hareket etti. Selçuk'a kısa bir bakış attım. Tek eli direksiyonda, kontrollü bir şekilde arabayı sürüyordu. Konuşmuyordu.
Dakikalar önceki olayı hatırlayınca, yeni yeni utanmaya başladım. Resmen Selçuk'un poposuna kafa atmıştım. Utançtan yanaklarım yanmaya başlamıştı. Başımı cama çevirdim ve etrafa bakındım. Şehir merkezine doğru ilerliyorduk.
''Nereye gidiyoruz?'' diye mırıldandım. Biraz utancın biraz da korkunun etkisiyle sesim kısık çıkmıştı.
Selçuk bana bakmadan cevapladı. ''Alışverişe çıkıyoruz.''
Ha?
Başımı hızla Selçuk'a çevirdim. ''Ne alışverişi?''
Selçuk sinyal verdi ve sola döndü. ''Birkaç kıyafet almalıyız.''
İstemsizce başımı eğdim ve üstüme baktım. Kot pantolon ve oduncu gömleği giymiştim, üstümde de mavi ceketim vardı.
''Ne kıyafeti?''
Selçuk önüne düşen dalgalı saçlarını geriye doğru taradı. Yanında oturduğum için güneş gözlüklerinin altındaki gözlerini görebiliyordum. Saçlarını dağınıktı, yüzü solgundu ve gözleri şişti. Kesinlikle dün uyumamıştı.
''Seni götürmelerine izin vereceğiz ama olurda işler ters gider ve seni götürmek yerine öldürmeyi tercih ederlerse, olabildiğince hızlı şekilde seni oradan çıkarmamız gerekecek. Bu yüzden birkaç önlem almalıyız.''
Selçuk'un sözleri tüylerimi diken diken etmişti. Neyle karşı karşıya olduğumu bilmeyi istiyordum ancak bu pekte iyi hissettirmemişti. Ölebilirdim, beni koruyamayabilirlerdi.
Nefesim hızlanmaya başlayıp avuç içlerim karıncalandığında derin derin nefesler aldım. Dün gece aldığım kararları defalarca kendime hatırlattım.
Güçlü olmalıydım. Yalnızca iyi şeyleri düşünmeliydim, kendimi güvende olacağıma ikna etmeliydim. Selçuk'a ve ekibine güvenmeliydim.
''Anladım.'' diye mırıldandım, derin bir nefes verirken. Şehir merkezindeki alışveriş merkezlerinden birisine gelinceye kadar sessizce etrafa bakındım. Selçuk ile konuşmadım, o da bu durumdan memnun gibiydi.
Selçuk arabayı otoparka sürdü. Otoparkın sessiz ve loş olması, bana Penqueen AVM'yi hatırlatmıştı. Orası da sessizdi, karanlıktı.
Sahi, bugün neden yalnızca Selçuk ile dışarıya çıkmıştım?
Daha önce okuldayken ben görmesem bile birçok polis vardı etrafımda. Şimdi ise yalnızca Selçuk...
Hala beni takip ediyor olmalılardı. Tehlikede olduğum halde, neden yalnızdık?
Arabadan inince otoparkı hızla taradım. Birkaç araba park halindeydi, etrafta kimse yok gibiydi. Selçuk arabayı kilitleyip yanıma geldiğinde de ona doğru eğildim. Ağır parfüm kokusu burnuma doldu.
''Neden yalnızız? Güvende olduğumuza emin misin?'' diye fısıldadım.
Selçuk'ta benim gibi etrafına bakındı. ''Endişelenme, yalnız değiliz.''
Hı?
Yani, ben görmediğim halde hala polisler etrafımızda mıydı? Bu iyi bir şeydi, değil mi?
Selçuk bileğimden yakaladığı gibi hızla otoparkın dışına doğru beni sürükledi. Hızlı yürüyordu ancak telaşlı gibi değildi. Bu yüzden gerçekten endişelenip endişelenmemek konusunda kararsızdım.
Sonunda içeriye girip büyük, ünlü bir mağazanın önünde durduk. Mağaza kalabalıktı, içeride hafif bir uğultu vardı. Askılıklardaki rengarenk kıyafetler göze çarpıyordu. Her şey ben pahalıyım diye haykırıyordu sanki. Selçuk yeniden yürümeye başlayınca bileğinden tutarak onu durdurdum.
''Bir dakika!''
Selçuk omuzunun üzerinden önce elime sonra bana baktı. Gözlüklerinin altından tek kaşını kaldırmıştı.
''Sen mi ödeyeceksin?''
Selçuk birkaç saniye boş boş suratıma baktıktan sonra tebessüm etti. ''Evet, ben ödeyeceğim.''
Heh, iyi bari... Cebimde buraya harcayabileceğim beş kuruş yokta...
Selçuk hızla mağazaya girdi ve önüne gelen ilk görevliyi durdurdu. Esmer kız önce Selçuk'a sonra bana baktı.
''Hoş geldiniz! Aradığınız bir şey var mı? Yardımcı olayım?''
Selçuk, gözlüklerini indirerek kıza baktı. ''Sana çaylak getirdim. Ona öğret.'' dedi tok sesiyle.
Söylediği söz üzerine şaşırıp Selçuk'a baktım.
Kız, tekrardan bana baktı ve ''Hımmm...'' gibi bir ses çıkardı.
''Peki, efendim.'' dedi ve ellerini önünde kavuşturarak hafifçe eğildi, Selçuk'u selamlar gibi.
Benim hiçbir şeyden haberim yoktu ancak onlar önceden konuşmuş gibi iki kelime etmeden birbirlerini anlamışlardı.
''Benimle gel.'' dedi kız.
Elini bana doğru uzatınca ilginç bir nesneymiş gibi baktım, bakımlı ellerine. Selçuk, bileğimi bıraktı ve ''Onunla git. Buralarda olacağım.'' dedi.
Ne? Beni yalnız mı bırakıyordu? Beni nasıl yalnız bırakabilirdi? Ya bu kızda casussa?
Arkasını dönen Selçuk'un elini tuttum hızlıca. Bana döndü.
Ona nasıl bakıyordum bilmiyorum ama korkumun gözlerimden okunduğuna emindim. Selçuk güven verebilmek adına gülümsedi. ''Güvenli, endişelenme.''
Beni yalnız bırakmaması için ona küçük Emrah gibi baksam da elini elimden kurtarıp arkasını döndü. Hızla mağazadan çıktı ve kalabalığın arasında gözden kayboldu.
Bende arkamı döndüm ve karşımdaki esmer kıza baktım. Bana gülümsedi ve elini omzuma koyarak beni ilerletmeye başladı.
Bende sessizce onu takip ettim. Büyük mağazayı neredeyse turladıktan sonra 'personel hariç giremez' yazılı bir kapıdan geçtik. İçeride birçok koli ve paketli kıyafetler vardı. Sağ taraftaki askılarda kışa hazırlık için montlar diziliydi.
Depoyu andıran bu odayı geçtikten sonra başka bir kapıdan içeriye girdik. Burası, tıpkı az önceki büyük mağazayı andırıyordu. Bembeyaz duvarlar üzerinde birçok kıyafet asılıydı.
Diğer mağazanın aksine buradaki kıyafetler biraz daha koyu renkliydi, aradaki tek tük renkli kıyafetler dikkat çekiyordu. Bu mağazanın mermerleri de beyaz değil, koyu maviydi. İçeriye başka giriş yok gibiydi, dört tarafta duvar ile çevriliydi.
Kız elini omzumdan çektikten sonra konuştu.
''Merhaba! Ben Emine. Senin adın ne?''
Ürkekçe Emine'ye baktım. Siyah, uzun saçlarını atkuyruğu yapmıştı. Üzerinde, mağaza çalışanlarının giydiği sarı gömlek ve siyah pantolon vardı. Yüzündeki gülümseme samimiydi, yanağında küçük bir gamzesi vardı.
''Defne...'' diye mırıldandım.
''Pekala Defne... Sanırım bu aralar hayatın heyecanlı geçiyor değil mi?'' Bana göz kırpıp askılıktaki kıyafetlere yöneldi.
Yaa ne demezsin... Ne heyecan ama....
''Ben bu mağazanın çalışanı, aynı zamanda da bir kılık değiştirme uzmanıyım. Bugün sana birkaç taktik göstereceğim.''
Kılık değiştirme uzmanı mı?
Hadi canım!
Askıdan iki tane kıyafet aldı. Birisi pembe renkli, balzer bir ceketti, diğeri ise siyah bir kapşonlu idi.
''Günlük hayatta ki tarzın nasıldır Defne?''
Üstüme şöyle bir bakındım. ''Yani, ne bulursam giyerim. Pek aramam...''
Emine gülümsedi. ''Öyleyse kolay olacak.'' Elindekileri omzuna attı ve ağır ağır ilerledi, askılara bakınarak.
''Polisler, suçlular ya da mafyalar, birisini aradığı zaman genellikle dış görünüşünü ele alarak işe koyulurlar. Saçı ne renk, boyu ne kadar, giyimi nasıl... Bunlar sayesinde takip kolaylaşır. Bu yüzen kılık değiştirmede ki en önemli şey, bir önceki halin ile aranda dağlar kadar fark olmasıdır. Yani, seni tanıyamamaları, tanısalar bile bu süre zarfında sana zaman kazandırması gerekir.
Böylece, olabildiğince kısa sürede kılık değiştirilebilecek kıyafetler ürettik. Burada da onlardan birkaç örnek görüyorsun.'' dedi, askılardan bir bir kıyafet toplarken.
Askılardaki kıyafetlere baktım.
''Yani, eğer yakalanacak olursam, kılık değiştirerek kurtulabilir miyim?'' dedim, etrafıma bakınırken.
Emine bana döndü, yüzündeki gülümseme silinmişti. ''Kesin çözüm diyemeyiz ancak doğru zamanda ve doğru şekilde kullanabilirsen, evet. Kurtulma ihtimalin oldukça yüksektir.''
Kesin çözüm değildi, yani kurtulamayabilirdim. Ancak yine de bir umuda tutunmak güzeldi.
Yeniden gülümsedi, bu defa burukça. ''Merak etme, sana yardımcı olacağım. Sende benim gibi bir kılık değiştirme uzmanı olacaksın.''
Güldüm. ''15 yaşıma kadar beni annem giydirdi. Yani... Pek sanmıyorum. Uzmanlık denilen şeyler bana çok uzak.''
Emine'de güldü. ''Sen şunları al ve kabine gir, şuradakileri de alıp geliyorum.''
Elimdeki kıyafetlere kısaca göz attım ve kabine girdim. Hepsi sıradan kıyafetlere benziyordu. Tek farkı içinde birçok fermuar ve gizli bölmelerin olmasıydı.
Bunları giyince nasıl kolaylıkla kılık değiştireceğimi merak ediyordum.
Önce tek askıya astığı kot pantolonu ve kazağı elime aldım. Pantolon açık renkliydi ve likralıydı. Bel kısmında hamile pantolonlarını andıran siyah bir parça vardı. Pantolonu giydikten sonra kazağa da şöyle bir göz attım. Kazağın yaka kısmında fuları andıran bir kumaş vardı, kurdele şeklinde bağlıydı. Kazağı da giydikten sonra kabinin perdesi aniden açıldı.
Emine gülümseyerek bana baktı. ''Giyinmişsin. Şimdi bu ceketi giy.'' dedi ve elindeki siyah, yağmurluğa benzeyen ve üzerinde fermuarları olan kısa ceketi bana uzattı. Ceketi giydikten sonra kabinin dışına çıktım ve bir boy aynasının önünde durdum.
Kot, kazak ve siyah bir ceket... Oldukça gündelik görünüyordum. ''Şimdi ki görünüşünü aklına kazı...'' dedi Emine. Heyecanlı gibi duruyordu. İstemsizce bende heyecanlanmıştım.
''İlk olarak, pantolonunu yukarıya toparla ve bel kısmındaki parçayı aşağıya doğru sündür.''
Dediklerini sorgulamadan yapmaya başladım.
Pantolonu yukarıya kıvırdım. Belindeki siyah kumaşı aşağıya indirdiğimde, küçücük kumaş parçası aşağı doğru dökülerek bileklerimde biten uzun bir eteğe dönüştü.
Şaşkınlıktan ağzım beş karış açıldı. O etek oradan nasıl çıkmıştı?
''Şimdi... Ceketi ters giy.'' dedi. Ceketi ters giyince az önce üzerindeki fermuar desenleri içeride kalmıştı. Daha sade bir cekete dönüşmüştü.
''Fermuarı en yukarıya çek ve hızlıca aşağıya indir.''
Dediğini yapar yapmaz, ceketin alt kısmında yeni parçalar çıkarak kat kat döküldü ve ceket, pardösüye dönüştü.
Vay canına!
Başım yerde, şaşkınlıkla üstüme bakıyordum. ''B-bu nasıl oldu?'' diye mırıldanarak Emine'ye baktım. Halinden memnun gibi duruyordu. Yanıma geldi ve kazağın boyun kısmındaki fuların kurdelesini çözdü. Fular kolaylıkla kazaktan sıyrıldı, fuları alıp başıma örttü.
''Birkaç dikim hilesi işte... Şimdi tekrar aynaya bak.'' dedi ve önümden çekildi.
Az önceki gündelik görüntümün aksine, şuan da tesettürlü bir kıza benziyordum. ''Saçlarını toplarsan sana kolaylık sağlar.'' dedi, kollarını göğsünde birleştirerek.
Sahi, dakikalar içinde görüntüm tamamen değişmişti. Bunun gerçekte mümkün olduğunu bilmiyordum, yalnızca birkaç film sahnesinde görmüştüm. Bunları diken kişi oldukça zeki olmalıydı.
''Tüm bunları 1 dakikadan daha kısa bir sürede yapmalısın. Bazen hareket halindeyken yapman gerekecek. Bu yüzden doğru zamanı kollamalısın, seni kılık değiştirirken görmemeliler. Yoksa bir anlamı kalmaz, değil mi?''
Elimi üzerimdeki pardösüde gezdirirken, başımı ağırca salladım. ''Nasıl yapacağını anladıysan diğer kıyafete geçebiliriz.'' dedi.
Bunun gibi başka kıyafetler deneyecek olmak beni iyice heyecanlandırmıştı. Tıpkı sihir gibiydi...
Kabine girdim ve Emine'nin gösterdiği diğer kombini elime aldım. ''Giyin, bekliyorum.''
Bu defa, kenarlarında fermuar olan koyu renkli bir kot pantolon ve kırmızı, uzun kollu, sade bir bluz vermişti. Hızlıca giyindim ve kabinden dışarıya çıktım. Aynanın karşına geçer geçmez, Emine gelen komutu uygulamaya başladım.
''Pantolonun kemer kısmındaki köprüleri hızlıca çek.'' dedi. dediğini yaptığımda, pantolonun kenarındaki fermuarlar hızla açıldı ve pantolon elimde kaldı. Pantolon, dizlerimin biraz üstünde biten siyah bir şorta dönüşmüştü.
Kaşlarımı hayretle kaldırdım. Elimdekini bir kenara bıraktıktan sonra, yanıma gelen Emine'yi takip ettim. Bluzun kollarından tutarak hızla asıldığında bluzun kolları çıktı. Üzerimdeki artık kolsuz bir bluzdu.
''Şimdi de bluzu aşağıya doğru sündür.'' dedi.
Bluzu sündürmeye başladığımda, bluzun rengi ağır ağır sarıya dönmeye başladı. Sonunda ise dizlerimin altına biten, kolsuz, sarı bir elbiseye dönüşmüştü.
''B-bu gerçekten de sihir gibi...'' dedim, heyecanımı gizleyemeyerek.
''Alakası yok.'' diyerek güldü Emine. Elindeki kalın şalı önce boynuma doladı ve ilk halini gösterdi. Sonra ise şalın ortasında, benim yeni fark ettiğim delikten başımı geçirdi. Şalın uzun kısımları omuzlarımdan dökülüyordu.
Şalın uçlarındaki çıtçıtları taktıktan sonra geriye çekildi. Şimdi üzerindeki şal, boleroya dönüşmüştü.
Aynadaki son halime baktım. Yine az önceki gündelik görüntümün aksine, şuanda şık bir görüntüye sahiptim.
''Harika!'' dedim, ellerimi çırparak.
''Unutma, tüm bunları çok kısa sürede yapmalısın. Hadi bakalım, birkaç deneme yapalım.''
Emine kıyafetleri eski haline getirdikten sonra tekrar tekrar denedim. İlk yaptıklarımda yavaş olsam da sonunda bir dakikadan daha kısa sürede yapmayı başarmıştım.
''Aferin, senden iyi ajan olurdu.''
Güldüm, hatta kahkaha attım. ''Son ajanlık denemelerim beni nerelere sürükledi. Bende bu g*t korkusu olduktan sonra zor.'' dedim. Hemen ardından da elimi dudaklarım üzerine kapadım.
Tanımadığım birinin karşısında açık açık konuşmamalıydım.
Emine yalnızca güldü.
''Bunlarda topukluya dönüşebilen babetler. İkinci kombinin altına kullanabilirsin. Bu kıyafetleri sana veriyorum, ücretini polis ödedi. Burada işimiz bitti, çıkabiliriz.''
''Şey, polisle daha önce konuştunuz mu?''
Emine yalnızca başını salladı. Yani, benden önce çoktan her şeyi konuşmuşlardı.
Hızlıca kendi kıyafetlerimi giydikten sonra mağazadan çıktık, depoyu geçtik ve asıl mağazanın girişinde durduk.
''Umarım, mutlu bir hayatın olur.'' diye mırıldandı Emine. Ona teşekkür ettim ve elindeki poşetleri aldım. ''Umarım... Senin de...''
Emine işinin başına döndüğünde bende mağazadan çıktım ve etrafıma bakındım. Selçuk neredeydi?
Acaba beni burada oyalanırken başına bir iş mi gelmişti?
Acaba onu yakalamışlar mıydı?
Ya ona bir şey olmuşsa?
O zaman beni de bulur ve yakalarlardı... Sonuçta şuan yalnızdım.
Hızlanan kalp atışlarım ile ilerlemeye başladım. Telaşlanmıştım. Telefonumu çıkardım ve Selçuk'u aradım.
Aptal adam, beni bırakıp giderse böyle olurdu. Elimde telefonla, etrafıma bakına bakına ilerlerken aniden omzuma bir el kondu.
Yakalandım.
Beni yakaladılar.
Beni buldurlar ve yakaladılar.
Eşhedü ella...
Omzumdaki elin baskısı ile hızla arkama döndüm ve elimdeki poşeti karşımdaki adama savuruverdim. Adam, başına aldığı darbe ile hafif sendeledi ve ellerini üzerimden çekerek yüzüne siper etti. Ben tam çığlık atmaya hazırlanıyordum ki,
''Dur! Kızım ne yapıyorsun?'' diye inledi adam. Poşetlerimi ittirdi ve ellerini yüzünden çekti.
Aaaa, Selçuk!
Gelen sadece Selçuk'tu... Neden bu kadar telaş yapmıştım ki? İyice paranoyak olmuştum. Bu gidişle etrafımdaki herkesten korkacaktım.
Hızlanan kalp atışlarım yavaşlarken, rahatlamanın etkisi ile kollarımı açtım ve Selçuk'a sarıldım. ''Ayy, çok korktum!''
Selçuk'un bedeni sıcacıktı. Dimdik durduğu ve kaslı bir vücudu olduğu için ona sarılınca ağaca sarılmış gibi hissetmiştim. Ve şuan fark ediyordum ki, boyu çok uzundu.
Ancak daha birkaç saniye olmamışken Selçuk işaret parmağını alnıma yasladı ve kuvvetlice ittirdi. Bende geriye düşen başım ile birlikte boynum kırılmasın diye mecburen kollarımı gevşettim ve birkaç adım geriledim.
''Hallettiniz mi?'' diye sordu, umursamazca.
Alnımı ovuşturdum ve Selçuk'a kötü kötü baktım. Artıkne kadar güçlüyse, sadece işaret parmağı ile ittirebilmişti beni.
Beni yalnız bırakmadığı için sevinmiş, son zamanlarda bozulan psikolojiminetkisiyle sarılmak istemiştim ama... İki dakika samimiyete gelemiyordu, buzdolabıkılıklı şey.
''Hallettik! Kesene bereket!''
Selçuk yarım ağız güldü. ''Öyleyse gidelim, dışarda çok fazla kalamayız.''
''Hep böyle mi olacak? Sürekli kaçarak, saklanarak...'' Selçuk başını eğip banabaktı. ''Başka sansın yok, atağa geçtiler. Bir süre için, buna alış.''
Başımı ağırca salladım. Selçuk önden ilerleyince bende etrafıma şöyle birbakınıp peşine takıldım.
''Atağa geçtiler dedin... Okulda ki olaydan mı bahsediyorsun?''
Tuvalette boğazıma yapışan kadını hatırlayınca istemsizce titredim. Boğazımdakiellerini hala hissedebiliyordum, yutkundum. Hızlı adımlarla ilerleyen Selçuk'ayetişmeye çalıştım.
''Hayır!''
Kısacık bir cevaptı ancak beni korkutmuştu. Yani yeniden atağa geçmişlerdi, beniyakalamakta kararlılardı. Polislerden önce harekete geçiyorlardı.
''O-o z-zaman ne oldu?'' dedim, titrek sesimle. Selçuk omzunun üstünden banakısa bir bakış attı. Elimdeki poşetleri kaptığı gibi bileğimi tuttu veadımlarımı hızlandırdı.
''Eve gidince anlatırım. Acele et hadi!''
Selçuk'un hızlı adımlarına yetişmeye çalışıyordum. Adımları benim adımlarımınaksine büyük olduğu için o yürürken ben resmen koşuyordum. Bileğim Selçuk'unçekiştirmesi nedeniyle sızlamaya başlamıştı.
''Aceleci davranmamız daha çok dikkat çekmez mi?'' diye mırıldandım. Selçuk'unadımları aniden yavaşladı ve yanımda yürümeye başladı. Kafası dağınık gibiydi.Uykusuzluktan mıydı yoksa beni mağazada bırakıp gittiğinde çevirdiği işlerdendolayı mıydı, emin değildim.
''Sence de çok soru sormuyor musun?'' dedi, bana bakmadan.
''Eee, sende hiçbir şey anlatmıyorsun. Mecburen sormak zorundayım. Lafıağzından cımbızla alıyoruz Vallahi!''
Selçuk yine güldü. Bu aralar bana çok gülüyordu. Komik bir şey mi söylüyordum?
Selçuk soruma cevap vermedi ancak daha yavaş adımlarla otoparka doğruilerledik. Otopark yine sessizdi, etrafta birçok araba özenle park edilmişti.Her arabanın üzerinde ışık olmasına rağmen etraf yine de loştu.
İstemsizce gerilen bedenim ile bileğimi Selçuk'un elinden kurtardım ve elinituttum. Korkuyla etrafıma bakınırken de Selçuk'un elini sıkıyordum.
Selçuk aniden durdu. Bende kafamı çevirip ona baktım. Selçuk'un bakışlarıellerimizdeydi, bende aynı yere baktım.
Selçuk'un büyük, kemikli parmaklarının arasında benim elim kaybolmuştu. Tekraryüzüne baktım. Bakışlarımız kesişti.
''Sarılıyorsun, elimi tutuyorsun, g*tüme yapışıyorsun... Sen bana yürüyormusun?''
Ha?
Oha!
Telaşla elimi geriye çektim ve cebime sakladım. Resmen sapık muamelesigörüyordum.
''H-hiçte bir kere... Hepsi istemsizce gelişen şeylerdi. Ben senin neyineyürüyeyim ya? Ben ne işlerle uğraşıyorum, erkek derdine mi düşeyim!''
Telaştan kekelemiş ve farkında olmadan sesimi yükseltmiştim. Boş otoparktasesim yankı yapmıştı.
Tamam, Selçuk gerçekten yakışıklıydı. Ayrıca beni koruyor olması nedeniyle onakarşı bir sempati duyuyor da olabilirdim. Ancak başımdaki işlerin arasında birde aşk meşk işleri ile uğraşacak değildim ya...
Selçuk ellerini kemerine yasladı ve etrafına bakındı. Aynı zamanda yarım ağızgülüyordu.
''En azından mesaideyken yürüme...'' diye mırıldandı ve elini saçlarınadaldırarak arkasını döndü.
''Yürümüyorum diyorum ya!'' diye çemkirerek peşinden ilerledim.
''Hıhı!''' gibi bir ses çıkardı ve arabanın kilidi açtı. Koşa koşa arabanınetrafından dolaştım ve ön tarafa geldim. Selçuk arabanın diğer tarafına geçtiğindegözlerimiz tekrar kedişti; arabanın üstünden birbirimize bakıyorduk.
''Tamamen iş için birlikteyiz. Kesinlikle beni yanlış anlama!'' diye söylendim.Hala daha yarım ağız gülüyor olması, bana inanmadığını belli ediyordu. Benolsam bende inanmazdım çünkü istemeden de olsa yakın temaslarda bulunuyordum.
Selçuk'un yüzündeki gülümseme bir anda silindi ve gözlerini kıstı. Arkamda birnoktaya odaklanmış gibi duruyordu. ''Ne oldu''' diye sordum bende aniden. Mimiklerindekiani değişim beni korkutmuştu.
''Arkandaki kim?'' diye fısıltıyla sordu.
Arkamda...
Arkamda biri mi vardı?
Arkamda kim vardı?
Eyvah...
Gelmişlerdi...
Selçuk güvendeyiz dese de, bizi yakalamışlardı...
Bu ıssız, sessiz ve karanlık otoparkta beni deşeceklerdi.
Çığlık attım ve arabanın kapısını açtığım gibi kendimi içeriye attım. Attım,atmasına da...
Dikkatsizce binmeye çalıştığım için başımı arabanın üst kısmına sertçe çarpmışve anlık kalp krizinin etkisi ile de kapının önüne yığılıvermiştim.
''Başım!'' diye söylenerek alnımı ovuşturdum.
Kimsenin beni öldürmesine gerek yoktu,ben kendi kendime her şeyi hallediyordum.
Buz gibi zeminin üzerine düştüğüm için bacaklarım üşümüştü. Arabanın önkoltuğundan destek alarak ayağa kalkmaya çalıştım. Bu sırada Selçuk'ta sürücükapını açmış ve eğilerek bana bakıyordu.
''Seni senden koruyamam, bunu biliyorsun değil mi?'' dedi. Yine gülümsüyordu...Bu kadar rahat olduğuna göre arkamda kimse yoktu...
''Çok haklısın, ne diyeyim.'' deyip ağır ağır ön koltuğa oturdum. Selçuk'tasürücü koltuğuna geçince dönüp bana baktı. Başını iki yana salladı. Tahminimce'Bu kızdan olmaz!' gibi bir şey düşünüyordu. Bende hala alnımı ovuşturuyordum.
Selçuk üzerimden kolunu uzattı ve kapıma uzandı. Hemen önümde duran dalgalısaçlarına bakakaldım. Saçlarından yayılan koku ile de tüm korkularım uçupgitmişti adeta. Şampuan kokuyordu ancak hayatımda ilk defa bu kadar güzel kokanbir şampuan kokluyordum.
Mesela abim kalıp sabunla yıkanırdı...
Kapımı kapatıp geri çekildi ve arabayı çalıştırdı. ''Çok soru sormanıncezası...'' diye mırıldandı.
Araba harekete geçtiğinde ona şaşkınlıkla baktım. Yaptığı şakanın sonucundanmemnun gibi duruyordu. Resmen benim canımın yanmasından zevk almıştı.
''Ama...'' diye söze başladığımda, işaret parmağını dudaklarına yaslayarak'Şşttt..'' diye fısıldadı ve sözümü kesti.
''Konuşursan başın acır.'' diyerek de alnımı işaret etti. Güya benidüşünüyordu!
Bu nasıl polis ya!
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top