4- Yem, oltaya takıldı!



Bölüm 4 :''Yem, oltaya takıldı.''

Öğlen eve iki adamın geldiğini öğrendikten sonra korkmuştum. Hava kararmadan eve döndüm.

Eve geldiğimde, korkunç bir manzarayla karşılaştım. Ev tamamen dağılmıştı, hiçbir eşya yerinde değildi ve her şey kırılmıştı. Beni daha çok korkutan şey ise duvardaki kurşun izleriydi.

Yırtık pırtık olmuş koltukta oturan anneme, babama ve abime yaklaştım. Beni görünce hemen ayağa kalktılar, hepsine sıkı sıkı sarıldım.
''Siz iyi misiniz?'' dedim telaşla.

Annem beni babamla arasına oturttu. ''Biz iyiyiz anneciğim, sen ne yaptın?''
Derin bir nefes aldım. ''Her şeyi anlatacağım.'' dedim.

Korku dolu bakışları üzerimdeydi. Hiçbir ayrıntıyı atlamadan aileme olan biteni anlattım. Korkmuş ve üzülmüşlerdi. Annem çoktan ağlamaya başlamıştı. Kolunu boynuma doladı ve beni kendine çekip sıkı sıkı sarıldı.

''Ah annem ah! Neler gelmiş başına! Niye önceden söylemedin? Bak ne hale geldik!''
''Haklısın anne ama söylesem de hiçbir şey değişmeyecekti. Beni yine bir şekilde bulacaklardı. Sonuçta polislerinde onlardan olduğunu hiçbirimiz bilemezdik.''

Annem başımı okşadı. ''Şimdi ne yapacağız? Taşınsak mı?''

Abim korkuyla sordu. ''Kaçabilir miyiz ki?''
Hiç sanmıyordum. Kaçıp gitsem bile önemli bir tanık olduğum için peşime düşeceklerdi.

Kapı çalınca korkuyla kapıya baktım. Kalp atışlarım hızlandı, gözlerim sulandı. Onlar mı gelmişti?

Babam ayağa kalkınca hemen kolundan tuttum. ''Baba, açmayalım kapıyı.'' diye kısık sesle konuştum. ''Sakin ol! Evimizden öylece alıp götüremezler seni!''

Babam elimden kurtuldu ve kapıya adımladı. Korkuyla ayağa kalktık, annem babamın arkasından gitti. Birkaç saniye kapıyı açmadan öylece bekledikten sonra kapı tekrar çalınca babam bana baktı.

Gözyaşlarımdan çoktan yanaklarımdan düşmeye başlamışken başımı iki yana salladım. Abim kolunu omzuma doladı, destek verebilmek için. Babam kapıyı açtı.

''Sevde Hanım, Hikmet Bey...'' dedi genç bir erkek sesi. Bulunduğum yerden kapının önündekileri göremiyordum.
''Oğlum, hayırdır? Kim bunlar?'' diye öne atıldı annem. Kapıdakini tanıyor olmalıydı.

''Merhaba, efendim. Defne Hanım için geldik.''

Olamaz! Benim için gelmişlerdi. Beni öylece alıp götüreceklerdi işte...

''Defne mi? Ne yapacaksınız Defne'yi?'' diye kapıya doğru yaklaştı babam. Kapıyı gören görüş açım tamamen kapanmıştı. Annem tek elini arkaya alıp sallamaya başladığında, biran gaz çıkardı da kokusunu dağıtmaya çalışıyor sanmıştım. Aslında arka odaya geçmem için işaret yapıyordu.

Abim, annemin işareti ile biranda telaş yaptı ve beni omuzlarımdan kaldırdığı gibi evin diğer tarafına fırlattı. Dengemi sağlayamadım ve gürültüyle yere düşüp, birde acıyla çığlık atınca tüm bakışlar üzerime döndü.

Abim benden kurtulmak istiyor olmalıydı. Zira beni saklamak yerine burada olduğumu apaçık belli etmişti.

Kapıdakilerde beni görmüş olmalıydı ki, aynı ses yeniden konuştu. ''Endişelenmeyin efendim, biz sivil polisiz. Özel birimden...''

Polis mi? Anneme polisi aramamasını söylemiştim ancak yine de aramış mıydı?

Götüreceklerdi beni işte, artık bir ölüydüm.

''Anne, polisi mi aradın?'' diye sordum, ayağa kalkarken. Gözyaşlarımı elimin tersiyle sildim ve çoktan beni fark ettikleri için kapıya doğru yaklaştım. ''Ben aramadım ki...'' diye mırıldandı annem.

Kapıya geldim, en önde biri sarışın diğeri esmer olan iki oğlan, arkasında da yaklaşık olarak 7-8 kişi olduğunu gördüm. Üzerlerinde polis kıyafeti yoktu, sivil olduklarını söylemişlerdi.

Ben adamları, adamlar beni süzerken babam konuştu. ''Polis mi?''
En öndeki kıvırcık saçlı oğlan cebinden cüzdanını çıkardı ve kimliğini gösterdi. ''Özel birimden Selçuk Çevik... Bunlarda ekip arkadaşlarım.''

Başımı ileriye uzatarak kimliğine baktım. Sol tarafta rozeti, sağ tarafta ise resminin olduğu bir kart vardı.
''Ne için geldiniz?''

''Defne Hanım'ı ve ailesini korumak için görevlendirildik.''
Babam bana baktı. Yalan söylüyor olabilirler miydi? Şüpheyle onları süzdüm.
''Daha önce polislere gittim ancak bana kimse inanmadı.'' ve delillerimi sildiler.

''Hayır, Defne Hanım. Size inandılar ancak güvenliğiniz için sizi olayın dışında tutmak istediler. Ne yazık ki, siz kendi hayatınızı tehlikeye attınız. ''

Yani bana inanmışlar mıydı? O yüzden mi delillerimi silmişlerdi? Yani Caner ve Soner Bey suçsuzdu. Beni koruyacaklardı. Ama ben kendimi açık etmiştim. İyi de ne yapmıştım?

''Ben hiçbir şey yapmadım ki...'' diye mırıldandım.
Selçuk Bey, yanındaki adama baktı. ''İçerde konuşsak daha iyi olacak.'' dedi. Hala kapının önünde dikildiğimizi o an fark ettim. Apartmanda ses yankı yapardı ve diğer katlardakiler bizi rahatlıkla duyabilirdi.

Babam, bana baktı. Bir şeyler söylememi bekliyor olmalıydı ancak ne diyeceğimi bilmiyordum. İçeriye almalı mıydık? Almasak ne yapabilirdik?
''İçeriye geçin.'' dedi annem.

Hep birlikte salona geçip koltuklara oturduk. Birkaç adam oturmayıp odalara girmeye başlayınca annem telaşla sordu. ''Ne yapıyorlar?''

Selçuk cevapladı. ''Bugün öğle vaktinde iki adam evinize girdi. Defne Hanım'ı arıyorlardı. Evinize herhangi bir cihaz yerleştirip yerleştirmediklerini araştıracaklar. Ayrıca pencerelerinizin görüş açılarını kontrol edecekler. Endişelenmeyin.''

Hemen sordum, genç polis Selçuk Bey'e. ''Peki ben ne yapmışım?'' sesim oldukça tedirgin çıkıyordu. Avuçlarım yine terlemişti.

''İnternette AVM'de kaldığınıza dair bir video yayınlandı. Videonun sahibinden de size ulaştılar.''
Ne videosuydu bu? Benim neden haberim yoktu?

''Siz, uluslararası büyük bir suç örgütünün yerini açık ettiğiniz. Uzun zamandır gizlendikleri yeri bulmaya çalışıyorduk. Siz tek görgü tanığısınız, sizin peşinize düştüler. Bizde sizi korumak üzere görevlendirildik.''

Uluslararası suç örgütü mü?
Annem ellerini dizlerine vurmaya başladı ve söylendi. Ben ise şaşırmış ve korku doluydum. Aslında beni bulamayacaklardı ve ben görüntüleri polise teslim edip hayatıma kaldığı yerden devam edecektim. Ancak bir şekilde, o video sayesinde peşime düşmüşlerdi.

''Sizi yok etmek istiyorlar. Tabi ailenizi de...''

Ailemi de kendimle birlikte tehlikeye atmıştım. Annem ayağa kalktı ve kendi etrafında turlamaya başladı. ''Vay başımıza gelenler! Ne edelim, nereye gidelim biz?!''

Selçuk Bey devam etti. ''Merak etmeyin, sizi koruma altına alacağız. Evinizin etrafında polisler olacak. İşyerinizde ve okulunuzda da size gizli polis eşlik edecek. Defne Hanım'ın peşine düştükleri sürece bizimde onları takip etmemiz kolaylaşacak.''

Benim peşime düşenleri takip edecekler ve onları yakalayacaklardı. Yani asıl amaç, yalnızca beni korumak değildi, onları yakalamaktı.

''Yani ben yem olacağım, öyle mi?''

Sinirlenmiştim, çünkü daha da dibe batacaktım. Selçuk Bey öne doğru eğildi ve dirseklerini dizlerine yasladı. ''Bunu siz seçtiniz Defne Hanım. Size bir imkan sunmuştuk, maalesef ki olaylar bu şekilde gelişti.''

Sürekli aynı şeyleri tekrarlıyordu, sanki sorularımın cevaplarına önceden hazırlanmış gibi kendinden emindi. Robot gibi konuşması, onlardan daha çok korkmama neden olmuştu. Onlara güvenebilir miydim, emin değildim. Ancak zarar vermek isteselerdi bunu çoktan yapmazlar mıydı?

Odaları dolaşan polisler yanımıza geldiler. ''Bir şey yok efendim. Biz dışarı çıkıp yerlerimizi alalım. Etrafta olabilirler.''

Selçuk Bey onu onayladığında, adamlar dışarıya çıktı ve içeride yalnızca Selçuk Bey ve iki polis kaldı.

Annem pencerenin yanına gidip telaşla etrafa bakınmaya başladı. Abim ise ayağa kalkmış, oda telaşla etrafta dolanıyordu.

Aklıma takılan soruyla Selçuk Bey'e döndüm. ''Peki, neden peşimdekileri takip edeceksiniz? Onları yakalayamadınız mı?''

''Çoktan laboratuvarlarını taşımışlar. Şuan nerede olduklarını bulamıyoruz. Sizin çektiğiniz videoda da anlattıklarınızdan çok daha azı var. Bu yüzden siz önemli bir tanıksınız, sizin peşinizi bırakmayacaklar. Böylece bizde onları takip edebileceğiz.''

Anladığımı belirtir şekilde başımı salladım. ''Peki, bizim yapabileceğimiz bir şey var mı, polis bey?'' dedi babam.

Selçuk Bey ona baktı. ''Yalnızca gittiğiniz her yerde takipte olacağınızı bilin ve polislere güvenin. Ben karşı dairede olacağım, ekip arkadaşlarımda sabah akşam nöbet tutacaklar. Bir şey olursa bize ulaşabilirsiniz. ''

Selçuk Bey ayağa kalkınca bizde kalktık. ''Kapıyı da birazdan arkadaşlar gelip takarlar.'' dedi, arkasına sandalye yasladığımız kapıyı işaret edip. Babam Selçuk Bey'i geçirdi ve salona tekrar döndü.

''Başka bir şansımız yok gibi. Onlara güvenmek zorundayız, eli silahlı adamlara kendi başımıza karşı koyamayız.'' dedi Babam, bir süre düşündükten sonra. Gözyaşlarım akmak için çoktan yerini almıştı.

Babam ve abim mutfağa geçtiklerinde bizde annemle evi toplamaya başladık. Ev tamamen darmadağınıktı. Kırıkları toplayıp evi süpürdük ve olabildiğince toparlamaya çalıştık. Evi temizlerken de annem ile konuşup ne yapabileceğimizi konuşuyorduk.

Sonunda ev biraz daha iyi duruma geldiğinde, Babam ve abim içeriye girdi. ''Şimdi uyku tutmaz ki, ne yapsak?'' diye mırıldandı Abim. ''Televizyon izleyelim diyeceğim ama delik deşik olmuş.''

Annem, çay koymak için mutfağa gittiğinde bende odama çekildim. Yatağıma uzanır uzanmaz gözyaşlarım hazır ola geçti.

Hayatım ne hale gelmişti. Silah, tanık, ceset, suç örgütleri ve polisler, bu aralar en çok kullandığım kelimeler haline gelmişti. Polislerin artık bana ihtiyacı vardı çünkü görüntülerden çok daha fazlasını biliyordum. Cesedi gören, kadını gören tek kişi bendim. Hatta laboratuvarın yerini tek görende bendim çünkü çoktan taşınmışlardı.

İyide koca laboratuvarı nasıl taşımışlardı? Birçok koridoru ve odası vardı, bir günde yapılmayacağı gibi bir günde de taşınamazdı. Polis, onların uluslararası suç örgütü olduğunu söylemişti. Polisler bile onu bulamıyordu, sandığımdan daha büyük bir bataklığa bulaşmıştım.

Başım çatlayıp, gözlerimde yaşlar kalmayıncaya kadar ağladım. En sonunda uyuya kaldım.


***


''Defne! Hazırlanmadın mı hala? Bugün bir uyuşukluğun tuttu! Defne!''
Gözlerimi zar zor açmış, kargaların kahvaltı vaktine koyulmuş ders saatime yetişebilmek için kıyafetlerimi giymeye çalışıyordum. Ancak gece geç vakitlere kadar uyuyamadığım ve deli gibi ağladığım için başım çatlıyor, göz kapaklarım açılmamak için büyük bir savaş veriyordu.

Tam yeniden rüya alemine dalmış, gidiyordum ki annemin bağırışı ile uyandım. Başımı zoraki kaldırdım, dolap kapağından. Hala ayılamadığım için dolabın önünde uyuyakalmıştım.
''Giyindim ya! Geliyorum!''

Üstüme şöylece bir baktım. Yerde, dolabın önünde adeta sıfır bacak açmış oturuyordum. Pijamamın üstüne kot pantolonumu giymeye çalışmış, beceremeyince de öylece bırakmıştım. Pijama üstlüğüm kayıptı, saçlarım Allah'a emanet, salyalarım ise almış başını gitmişti.

Zoraki ayağa kalktım ve giyinmeden önce elimi yüzümü yıkayıp saçlarımı taradım. Hazırlanıp annemin yanına gittim.

''Heh! Sonunda geldin. Al annem ye, sana güç kuvvet lazım bu aralar. Maazallah saldırırlar falan, vurdun mu uçur, tamam mı? Ye bakalım.''

Annem, ağzıma kaşık dolusu tahin soktuktan sonra kendi de iki kaşık yedi. Ağzım dolu doluyken konuştum. ''Tomom, vurdom mu uçurorom.''

Ben sofraya daha yeni oturmuş, ağzıma zeytin tanesi dahi atamamışken enseme yediğim ağır darbe ile suratımı masaya çarptım.

''Oha!''
''Günaydın tanık. Nasılsın bu sabah?''

Abim gayet ayık ve enerjik olmalıydı ki benimle uğraşmaya başlamıştı. Masaya oturdu ve kahvaltısını etmeye başladı.

''Abi, bizde insanız. Biraz insancıl davransan ya!'' diyerek alnımı ovuşturdum.
''İnsan mı? Pardon göremedim.''
Abime kötü kötü baktım. ''Kavga edip durmayın! Başımızda ne işler var görmüyor musunuz? Destek ol kardeşine sende!'' dedi annem, çayları doldururken. Abim kısa bir an bana bakıp önüne döndü.

Annem pencereye yaklaşıp aşağıya baktı. ''Bu polis beyler akşam yediğiyle duruyor. Oğlum, gitmeden poğaça, simit bir şeyler al da geç olur mu?''

Abim ofladı. ''Bize bekçilik yapıp duracaklar mı?''
Annem abimin yanına oturdu. Elini omzuna koydu ve ''Görmüyor musun oğlum başımıza neler geldi. Şükredelim de polisler bizi koruyor, yoksa ne yapardık bir başımıza.'' dedi.

Abim hafifçe başını salladı ve çayını içti. Annemde kahvaltısına başladıktan bir süre sonra atıldı. ''Böyle olaylar hep bizi buluyor. Belayı mı çekiyoruz biz? Kurşun mu döktürsek, ne yapsak?'' diye mırıldandı.

Gözlerimi devirdim. Adamlar üzerimize kurşun yağdırıyorlar anne, ayrıyeten yaptırmaya ne gerek var?

''Belayı çekmiyoruz, belanın ta kendisi yanı başımızda!'' diyerek gözleriyle beni işaret etti abim. Üstüme iyilik, sağlık!

''Abi! Benim yerimde sende olabilirdin! Empati kur biraz!'' Yani bir umut empati kur lütfen...

Abim devam edecekken annem atıldı. ''Yok, yok! Abin haklı! Var sende bir şeyler... Küçüklüğünden beri böyle, nedense bu tuvaletlerde muhakkak başına bir iş geliyor.''

Annemin söyledikleri üzerine ağzım beş karış açıldı. Bu da benim suçum oldu iyi mi...
Abim kıs kıs gülerken, annem çoktan geçmişe dalmış gitmiş ve benim belalı geçmişimi bulmak üzere işe koyulmuştu. Bir süre düşündükten sonra aradığı şeyi bulmuş olmalı ki, ellerini dizine vurup bana döndü.

''Ay, Defne! Küçükken köyde düşmüştün, hatırlıyor musun?''
Şöyle bir düşündüm. ''Hangisi acaba?''

''Köydeki tuvalette, ayağın kaymıştı da yarıya kadar b*ka battıydın ya! B*klu b*klu yanımıza kadar ağlayarak geldiydin ya... Hatta ertesi yıl tatile gitmiştik te, sahildeki tuvalet kabinini devirmiştin. Ayyy! Bir sonraki yaz da çalıların arasına işeyeceğim diye yuvarlanıp gittiydin. Yarı çıplak bulmuştuk seni, hatırladın mı?''

Ağzım beş karış açılmış annemi dinliyordum. Bu kadar badire atlatmama mı üzülmeliydim, yoksa annemin her şeyi hatırlayıp ortaya dökmesine mi?

''Aaa, onu ben hatırlıyorum!'' diye atıldı abim. Elimin tersiyle koluna geçiriverdim. Sen sadece zıkkımlan abi...

''Nedir kızım senin bu tuvaletlerden çektiğin?''

Bende bilmiyorum anneeeeeğğ!

''Neyse yemeğe dönelim.'' diye ağzımın ucuyla mırıldanıp başımı yere eğdim ve usul usul kahvaltıma başladım. Abim ve annem tabi ki kahvaltı boyunca bana rahat vermemiş ve tuvalet duası okumam için diretmişlerdi.

Allah'ım sen beni tuvaletlerin gazabından koru...


''Hadi ben çıkıyorum anne. Geç kaldım.'' deyip ayağa kalktım.

Kapıya gelip ayakkabılarımı giyerken annem beni durdurdu. ''Ayy, Defne! Ya bir şey olursa annem?''

Başımı kaldırıp annemin dolu dolu olmuş gözlerine baktım. Benim için endişeleniyordu.
''Sürekli yanımda olacaklar anne, beni koruyacaklar. Endişelenme ve dikkatli ol.''

''Peki madem, sen de dikkatli ol.''
Annemi sulu sulu öpüp merdivenlerden hızlıca indim. Apartmandan çıkar çıkmaz karşımda parlayan siyah renkli, son model arabaya bakakaldım. Kapının hemen önüne özenle park edilmişti, yeni gibi parlıyordu.

Arabanın kapısı açıldı. Bakışlarım, arabadan çıkan afeti devranı uzun uzun süzdü. Siyah güneş gözlükleri, deri ceketi ve dalgalı saçları ile usulca arabadan indi ve saçlarını eliyle geriye doğru taradı. Hafif bir rüzgar esiyordu. Yüzüne vuran güneş ışıkları, esmer tenini aydınlatıyordu. Bakışları bana kaydığında gözlüğünü çıkardı ve hafifçe güldü. Dolgun dudakları hareket ettiğinde gözlerim çoktan oraya kilitlenmişti.

''Yüzünü yıkamadan mı çıktın? Salyaların hala akıyor.''

Ha?

Kendime gelebilmek adına gözlerimi birkaç defa kırpıştırdım ve dakikalardır açık kalmış dudaklarımı kapadım. Adamı görünce ağzımın suyu akmıştı resmen.

''Unutmuşum, insanlık hali.'' deyip parmak uçlarım üzerinde hafifçe sallandım. Birazcık utanmıştım.

''Atla hadi...''

Atla hadi mi? Daha dün Defne Hanımcığımdım, ne ara atla hadi olmuştum.

''Bununla mı gideceğiz?'' diye boş bulunarak sordum. Ama bu araba zengin işiydi, benim zengin şeylere alerjim var bir kere...

Selçuk güldü. ''Evet, arabayla gideceğiz. Sen istersen arkadan yürüyerek de gelebilirsin. Yetişebilirsen...'' Selçuk ön koltuğa yeniden oturdu ve arabayı çalıştırdı.

Ha?
Bu adam benim devrelerimi yakmıştı. Bu güzel arabayla ve iki polisle okula gitmenin daha faydalı olacağını düşünerek hemen arka koltuğa bindim. Araba yola koyuldu.

Arabanın içi de dışı gibi temiz ve güzeldi. Koltukların rengi açık kremdi, deriydi.

''Okulum...'' diye başlamıştım ki, sarışın polis atıldı. ''Biliyoruz. Okulunu, bölümünü ve arkadaşlarını biliyoruz. Bilmediğimiz şey ise okulda kimlerle olduğun.''

Arka koltuğun orta kısmına geçerek, ön koltukların arasından başımı öne doğru uzattım ve şaşırarak sordum. ''Nasıl yani?''

Selçuk devam etti. ''Tıpkı AVM görevlileri gibi fakültede de onlar için çalışan kişiler olabilir. Özellikle de senin bölümünde...''

Tıbbi laboratuvar teknikleri bölümünü okuyordum, suç örgütü ise hayvanlar, belki de insanlar üzerinde deneyler yapan, gizli laboratuvarlar kuran bir örgüttü. Yani fakültede birlikte ders gördüğüm arkadaşlarım, belki de saatlerce onları dinlediğim hocalarım, bu suç örgütünün bir üyesi olabilir miydi? Kimsenin haberi olmadan öylece aramıza karışabiliyorlar mıydı?

Korkmuştum, gerçekten kimseye güvenemezdim.

''Aramızdan bazıları sizin bölüme öğrenci gibi karışacak. Bunlardan biride biziz. Daima yanında olabilmek ve onları takip edebilmek için en kolay yöntem''
Yani polisler öğrenci gibi sınıfıma mı girecekti?

''Peki, siz dikkat çekmeyecek misiniz?''
Selçuk, sağa sinyal verip döndü ve dikiz aynasından bana kısaca göz attı. ''Henüz dönemin başındayız, öğrencilerin dikkatini çekmeyiz.''

Bence gayet de dikkat çekeceklerdi, yeni gelen yakışıklı öğrencilere kim dikkat etmezdi ki... Herkesin, özelliklede kızların gözü onların üzerinde olacaktı.
Gittiğim her yerde arkamdan ordu gibi gelen polisleri şöyle bir hayal ettim. Kızlar tuvaletinin kapısında falan bekleyip, kimseyi içeri almadıkları görüntüde ise gözlerimi devirdim.
''Çok fazla etrafımda dolanmayın, sonuçta özel hayat diye bir şey var.'' diye mırıldandım.

Selçuk güldü. ''Onları takip edebilmek için etrafında görünmemiz lazım, yalnız olduğunu düşünmeliler.''

Başımı hafifçe geriye çektim. Beni yalnız mı bırakacaklardı, kurtlar sofrasında? Azıcık uzaktan takip etmelerini kastetmiştim oysaki...
Beni yem olarak kullanmakta kararlılardı ama ya beni kaptıkları gibi kaçırırlarsa ve onlar yetişemezse ben ne yapacaktım?

Arkama yaslandım ve kollarımı göğsümde bağladım. ''İyi oldu, sizi etrafımda istemiyordum.''

Kısa bir sessizliğin ardından aniden osurma sesi gelince hemen elimi g*tüme atıp kontrol ettim. Ancak ses benden değil, sarışın polisten gelmişti. Gülmemek için kendini kasmış, beceremeyince de dudakları arasından osuruk sesine benzer bir ses çıkmıştı.

Neyse ki benden değildi... Ama bu sarı neye gülüyordu?
Başımı yeniden öne eğip delici bakışlarımı üzerine diktim. Omzu üzerinden bana hafifçe bakarak elini dudakları üzerine kapadı. Yakalandın pikaçu!
''Pardon, çok garip bir havayla söyledin de...' dediğinde devam etmesi için tek kaşımı kaldırdım.

'''Sana git diyemem ama kal demekte gelmiyor içimden' der gibiydin.''

Haha! Bingo!

''Ne alaka?! Gerçekten de etrafımda olmanızı istemiyorum.''
Gitmeyin, koynuma alayım sizi diyemezdim. Tabi ki gerçeği saklayacaktım. Kendimi ezdirmemem gerekiyordu. Onlar beni yem olarak kullanacaksa, biraz trip atabilirdim.

''Neyimiz varmışta, bizi etrafında istemiyorsun?'' dedi Selçuk, kendinden emin bir şekilde.

Vallahi, neyin yok ki? Allah özene bezene yaratmış.
Diyemedim...

''Kusura bakmada, şu sarı hadi neyse de... Sen buzdolabı gibisin. Donuk donuk bakıyorsun.'' deyip kollarımı yeniden göğsümde bağladım. Birazcık laf dalaşından bir şey olmazdı.
Sarı polis gülerken, Selçuk çatılmış kaşları ile bana baktı.

''Sende pek cıvıksın.''

Hösstttt! Ben! Daha neler!

''Öküz!'' diye ağzımdan kaçırıverdim biranda, şaşkınlıkla.
Araba aniden durdu ve ben ellerimin bağlı olması nedeniyle bir yere tutunamadan ön koltukların arasından adeta ön cama uçtum. Bedenimin yarısı ön tarafta, ayaklarım ise tavanda öylece kalakaldım bir anda.

İki polis deli gibi bana gülerken, ellerim bedenimin altında ezildiği için toparlanamıyordum bile. Kafamı teybin olduğu kısma çarptığım için acıdan kıvranıyordum.

''Ahhh! Yardım!'' diye çemkirdiğimde, iki polis önce doyasıya bana gülmüş, –anırmış- sonrada kollarımdan tutup beni yeniden arka koltuğa yeniden oturtmuşlardı. Kafamdaki acı, göğsümdeki vites izi ve aşırı derecede kan gitmesinden dolayı şişen beynim ile birkaç saniye etrafa alık alık baktım.

''Allah razı olsun, az daha dursam süs eşyası diye arabada taşıyacaktınız. Zira çok yakıştım bence oraya...'' diye mırıldandım, ne dediğimden habersiz.

Kafam ancak yerine gelebilmişti ki araba yeniden hareket etti. Az önce durduğumuz yere baktım. Işıklarda değildik, Selçuk kendisine 'öküz' dememden dolayı ani bir fren yapmıştı. Sonuç ise malumdu.

Öyle bir fren yapmıştı ki, ön camdan çıkmama ramak kalmıştı. Bu adam beni öldürmek mi istiyordu? Kafayı yemişti?

Vücudumdaki acılar ve birazcık da Selçuk'tan korkmanın etkisiyle arka koltuğun bir köşesine sindim. Sağ koltuğun arkasına doğru iyice sindiğimde, sarı polis merakla bana döndü. Kahkahalarını bastırmaya çalıştığı açıktı.

''İyi misin?'' diye mırıldandı.
''Göğsümde numaralar var, sence nasılım?'' diye çemkirdim, olabildiğince kısık sesle. Selçuk Beyciğimizin duymasından korktuğumdan...

Bu adamın sağı solu olmazdı, benim buna bulaşmamam lazımdı bence. Azıcık atarlanalım dedim, adam ne hale getirdi. Resmen göğsümde 'R,1,3,S,2,4,6 ' yazıyordu.

Polis kıs kıs bana gülünce dil çıkardım, ancak polis hareketimi görmeyip geri çekilince dikiz aynasından bana bakan Selçuk'a yakalandım. Ağzım 'o', dilim dışarda öylece dururken Selçuk'un kaşlar aniden çatıldı ve araba hızlandı.

Araba son sürat giderken, bedenim geriye yaslanmış, hareket edemiyordum. Ben hızdan korkardım!

Bu adam bizi öldürecek! Yetiş sarı polis!
Ancak diğer poliste hiçbir şey yapmıyordu.

Allah'ım bir daha beni yem olarak kullanmalarına izin vereceğim! Ne olur buradan sağ çıkayım!
Zoraki emniyet kemerimi bağlayıp gözlerimi kapadım ve yarım saatlik yolun çabucak bitmesi için dua ettim. Arabayı öyle hızlı kullanıyordu ki, sanki biri koltuğa yapışmam için göğsümden bastırıyor gibiydi. Hızlı manevraları nedeniyle araba bir sağa bir sola kıvrılıyor, midemde ritme ayak uydurup bütün iç organlarımın düzenini bozuyordu. Umarım kaza yapmazdık.
Duam kabul olmuş olmalıydı ki, yarım saatlik yol Selçuk'un sayesinde 5 dakikada bitmişti.

Araba durduğunda gözümü açtım ve etrafa bakındım. Hayattaydım, fakültedeydim, kaçmalıydım...

Emniyet kemerimi çıkardığım gibi polislere bakmadan hızla arabadan çıktım ve koşa koşa fakültemin içine girdim. Yok, bunlar beni kesinlikle koruyamayacak.

***

Bahadır, arabadan inip ardına bakmadan deli gibi koşan kıza gülümsedi ve Selçuk Komiser'e döndü.

''Komiserim, ne yaptınız? Kız korkudan ölecekti. Ben bile tırstım...''

Selçuk güldü ve arka koltuktaki defterleri eline aldı. ''Merak etme, bir şey olmaz. Bu korkuyla da artık sözümüzü dinler, gereksiz triplere girmez.''

Bahadır ağırca başını salladı. ''Komik kız, arada olayın ciddiyetini unutuyor galiba.''
Bahadır da eline bir defter aldı. ''Neyse, bizim ekipten öğretmen olan var mıydı?''
Selçuk başını salladı. ''İngilizce öğretmeni Harun bizden... Yine de iletişime geçmeyeceğiz. Öğretmenlere dikkat edelim, şüpheli birini direkt bildirin. Kızı takibe başladıklarında peşlerine düşeceğiz ancak kızın hayatı tehlikeye düşerse direkt müdahale edin. Ona zarar gelmesine izin vermeyin.''

Bahadır telefonunu çıkardı ve ekip arkadaşlarına kısa bir mesaj yolladı ve arabadan indi. Selçuk arabadan inmeden önce mırıldandı.
''Yeni okul arkadaşlarımıza merhaba diyelim. Hiç peşimizi bırakmayacaksın, değil mi...''


***

Sırama oturur oturmaz etrafıma bakındım. Artık herkesten şüphelenir hale gelmiştim.

Arkadaşlarım beni görür görmez etrafıma toplandı. Samet yanıma oturur oturmaz atıldı.
''Hala hayattasın bakıyorum. İyi misin?''

Gözlerimi hafifçe devirdim ve diğer yanıma oturan Sude'ye baktım.
''Kuzum, yeni haberim oldu vallahi! Nasılsın? Neler gelmiş başına! Bilseydim yapmazdım aşkım, özür dilerim! Yüzün mü çökmüş senin, iyi misin?'' diye ardı ardına söylenip yanaklarımı okşadı Sude, anne edasıyla.

Ona da gözlerimi devirecek iken, cümleleri arasından yakaladığım şey ile ona döndüm.

''Bilseydim, yapmazdım mı?'' diye sordum. Sude gözü yaşlı konuşmasına devam edecekken arkadaşlarımı koro halinde öksürük tuttu.

''Sen ona bakma, olayları duyunca şoka girdi resmen. Birlikte gitmiştik ya AVM'ye...'' diye açıklama getirdi Melike.
Başımı ağırca salladım. ''Geçen ki adamlar gelmedi, değil mi?'' dedi Hüseyin.

''Aslında evime gelmişler.'' dediğimde hepsi aniden bana yaklaşıp korkuyla baktılar.

''Ayy, bir şey olmadı değil mi?'' dedi Feride.

''Evde kimse yoktu, bir şey bulamadan gittiler.'' dedim, geri kalan ayrıntıları es geçerek.

Kimseye güvenemeyeceğimi biliyordum ancak arkadaşlarımdan şüphelenip onlardan bir şey saklamakta yanlış geliyordu. Olayları üstü kapalı anlatıp bir nebze olsun yardımcı olmalarında sakınca olmamalıydı. Eğer suçlular arkadaşlarımın arasından biriyse, zaten beni öldürsünlerdi artık.

''Önemli olan şimdiden sonrası... Dikkatli ol Defne! Bir şey olursa da hemen haber ver. Bak hepimiz senin için buradayız.'' Dedi Samet.

Arkadaşlarıma baktım, hepsi gülümseyerek bana bakıyorlardı. Arkadaşlarıma güvenebilirdim. Umarım...

Bir konuşmaya dalmış, saatler hızla ilerlerken dersin başlamasına yakın sınıfta derin bir sessizlik oluştu. Herkes kapıya doğru baktığından, merakla bizde o yöne baktık.

Aha! Geldi dengesiz...

Sınıfa giren Selçuk ve ekibindeki iki polis, bütün bakışları üzerine çekmişti. Herkes birkaç dakika onlara bakmış, etkisinden çıkabildikten sonra da fısır fısır konuşmaya başlamışlardı.

''Aaa, ne bunlar?'' diye mırıldandı Sude, ağzının suyu aka aka. Ayağa kalkıp yürümeye başlamıştı ki, Melike onu durdurdu.
'''Kim bunlar?' olacaktı herhalde...'' diye düzeltti, Sude'yi yerinde tutmaya çalışırken. Sude istemsizce sınıfın yeni yakışıklılarına doğru yürümeye hazırlanıyordu.

''Yok yok, ne bunlar? Taş, meteor, olmadı biskolata beyefendisi...''
Samet ve Hüseyin Sude'ye kıs kıs gülemeye başlamıştı. Bende bakışlarımı zoraki Selçuk'tan çekip önce Sude'ye sonra da sınıfın diğer kızlarına baktım.

Ağzının suyu akan Sude'den pek bir farkları yoktu, adeta gözlerinden kalp fışkırıyordu kızçelerin. Tabi sınıfımızda topu topu 12 erkek vardı, yeni gelen biskolata beyefendileri elbette ağız suları ile karşılanırdı.

Kızların polisleri kesmesi biraz moralimi bozmuştu.

Onlar benim korumam, tamam mı!
Odaklanmam gereken şeyin etrafımdaki suç örgütü üyeleri olduğu gerçeğini kendime hatırlatarak önüme döndüm ve kitabımla uğraşmaya başladım.

''Yalnız, gerçekten yakışıklılar. Yalnız biraz büyük duruyorlar. İkinci üniversiteleri falan herhalde.'' dedi Feride.
Boğazımı hafifçe temizledim. Sude, Melike'ye kaş göz işareti yapıp duruyordu. Melike ise Sude'nin kolundan tutmuş, daha agresif hareketlerde karşılık veriyordu.

''Bırak da gidip tanışalım Melikeciğim. Ayıp olur yoksa...''

Melike'den önce atıldım. ''Aman dengesizin biri işte, ayıp falan olmaz ona.''

Kızların bakışları aniden bana döndü. Bir çeneni tutamadın Defne...

''Sen tanıyor musun? Kimmiş?''

''Karşı komşumuz, yeni taşındı.''
Feride öne doğru eğildi. ''Adları ne?''
Başımı eğip Hüseyin'in arkasında kalan Selçuklara baktım. Yanında sarı polis ile iri başka bir polis daha vardı. ''Adlarını hatırlamıyorum.'' diye mırıldandım.

''Tamam işte, gidip öğrenelim.'' dedi Sude. Melike, Sude'nin ensesinden tuttuğu gibi sınıfın arkasına doğru sürüklemeye başladı. Sude, ''Hayır, hayır. Biskolatalarım....'' diye bağırınca da başına bir tane geçirdi.

Melike, adeta bizim çapkın Sude'nin bakıcısıydı. Yine de Sude'nin bu davranışlarının altında platonik olduğu biri olduğunu düşünüyordum. Çünkü yakın zamanda çapkınlıkları artmıştı, önceden daha azdı. Yani biraz daha az...

***
Genç oğlan, 'Prof.Kemal S.' Yazan tabelaya baktı. Bu saatte öğretmeni neden odasına çağırmıştı?
Kapıyı çaldı ve içeriye girdi. Küçük pencerenin önündeki ahşap masada oturan Kemal Bey'in bakışları kendisine döndü. Kıvırcık saçları, alnına dökülecek kadar uzamıştı, saçlarının gölgesi yüzüne düşüyordu.
''Gel, otur bakalım.'' diye mırıldandı.

Genç, masanın önündeki deri koltuğa oturdu. '' Merhaba hocam, ne için çağırmıştınız?'' dedi. Biraz tedirgindi.
Kemal Bey hafifçe öksürdü. ''Senden bir ricada bulunacaktım Kerim.'' Dedi.
Kerim, ellerini dizlerine yasladı ve hafifçe eğildi. ''Buyurun hocam? Ne isterseniz...''

Kemal Bey biraz duraksadı ve yeni hatırladığı bir şey varmışçasına başını aniden kaldırdı.

''Aslında... Bu, Suzan Hanım'ın bir ricası...''
Kerim, koltukta geriye doğru yaslandı, nefesini tuttu. Telaşlanmıştı, etrafına bakındı. Bunun yeniden olmasını istemiyordu. Bakışları çok kısa bir an için omuzlarının üzerinden kapıya kaydı. Kaçabilir miydi ki, öylece?
''B-ben... Uzun zamandır bir şey istememişti. Ben, devam edebileceğimden emin değilim.'' dedi Kerim, titrek sesiyle. Kendine gelebilmek için gözlerini sımsıkı kapatıp açtı.
Kemal Bey yerinden kalktı ve ellerini ceplerine sokarak ağır adımlarla genç öğrencinin yanına adımladı. Ahşap zeminde çıkan topuk sesleri, Kerim'i rahatsız etmişti. Kemal Bey, Kerim'in hemen yanında durdu ve eğildi. Tek elini genç öğrencinin omzuna yasladı. Kısık sesle sordu.

''Suzan Hanım'ın ricasını geri mi çevireceksin?''

Kerim yutkundu, ne diyebilirdi ki... Kerim, kısa bir süre sessiz kaldığında Kemal Bey devam etti. ''Yoksa Suzan Hanım'a devam etmeyeceğini söylemeli miyim?''
Kerim, ürkek bakışlarını hocasına çevirdi. Başını hızla iki yana sallayıp, ''Yapacağım, yapacağım. Yalnızca söyleyin. Suzan Hanım'ın ricası bir emirdir.'' diye hızlıca konuştu.
Başka şansı yoktu.

Kemal Bey doğruldu ve Kerim'in karşısına oturdu. Aldığı cevaptan memnun gibiydi. Ellerini kenetledi ve öne doğru eğildi. Sonunda kendisine verilen emri yerine getirme vakti gelmişti.

''Öyleyse iyi dinle! Bugün burada olmasını istemediğimiz bazı kişiler var. Onları buradan göndermemiz gerekiyor. Ve... sende... Birisini takip edeceksin! İsmi Defne... Defne Köksal.''

***


Öğle arası vakti geldiğinde kızlarla kantine inip ekmek arası bir şeyler aldık. Köşedeki masalardan birine geçip oturduk ve yemeklerimizi yemeye başladık.

''Ya ben son 10 dakikayı yetiştiremedim, siz yazdınız mı?'' dedi Feride.
''Ben yazdım canım, istersen fotoğraf atabilirim.''

Feride, ekmeğinden büyük bir lokma aldıktan sonra başını hızlı hızlı salladı.
''Son 2 saati de bana atarsan çok sevinirim Melikeciğim.'' dedim. Kızlar güldü.

Ne yapayım, sınıftaki kişileri takip ederken derse odaklanamamıştım. ''Tamam, atayım bari.''

Ayranımdan bir yudum aldıktan sonra etrafıma bakındım. Kantin bugün kalabalıktı, tüm masalar dolmuştu. Ayrıca kalabalıktan dolayı rahatsız edici bir gürültü vardı.
Etrafıma bakınmaya devam ederken gözüm ilerideki bir masada oturan kalabalığa takıldı. Birkaç erkek toplaşmış, küçük bir kalabalık oluşturmuştu. Diğer masalara göre biraz daha gürültülüydüler. Masada istemsizce tanıdık yüz ararken gözüm iki siyah göz ile kesişti. Esmer, zayıf biriydi. Kim olduğunu bilmiyordum.

Tüylerimin diken diken olduğunu hissettiğim anda hızla önüme döndüm. Arkadaşlarım arasında dönen muhabbeti yakalamaya çalışırken göz ucuyla az önceki masaya yeniden baktım. Az önceki göz göze geldiğim kişi hala bana bakıyordu. Rahatsız olmuştum çünkü bakışları pek samimi değildi. Gözlerimi gözlerinden ayıramazken, neden bana baktığını sorgulamaya başlamıştım.

Acaba...

O beni takip edenlerden biri olabilir miydi?

Aniden yerimde dikeldim ve bakışlarımı kaçırdım. Selçuk veya diğer polisler burada mıydı? Yakınımda görünmeyecekleri söylemişlerdi ama yine de beni kolluyorlardı değil mi?

Avuç içlerim terlemeye başlamıştı, önüme gelen saçlarımı geriye doğru taradım.

''Defne, biz bir lavaboya gidelim. Siz kalkmayın da masayı kapmasınlar.'' dedi Sude. Biranda ayağa kalktım.
''Ben de geleceğim, Melike beklesin.''

Melike'de ayağa kalktı. ''Defne, Allah aşkına ben gideyim. Biliyorsun alışkanlığım var, ellerimi yıkamam lazım.''
''Ama... Feride?''

''Defne, iki dakikaya geliriz. Bekle sen... Çantalar burada bak.''

Kızlar yanımdan hızla uzaklaşırken telaşla etrafıma bakındım. Usulca yerime oturdum, el mecbur. Etraf kalabalıktı, yani bana bir şey olmazdı değil mi? Karşı masaya yeniden baktığımda, aradığım kişi orada yoktu. Az önce bana bakan, göz göze geldiğim kişi orada yoktu. Gözlerimi tüm kantinde gezdirdim ancak onu göremedim.

Telaşla yerimde kıpırdanmaya başladım, böyle daha çok dikkat çekeceğimden emindim. Sakinleşmeye çalıştım. Derin derin nefesler aldım ve etrafıma bakınmayı kestim. Kimse bana bir şey yapamazdı...

Sandalyemde arkaya yaslandım ve kendimi tutamayarak etrafıma bakındım. O adam hala etrafta yoktu. Demek ki ben olayı abartmıştım, yalnızca göz göze gelmiştik. Son yaşadığım olaylar beni güven eksikliğine, birazcık da paranoyak olmaya doğru götürmüştü.

Ağrımaya başlayan başımı ovuşturmaya başladığım sırada kantinin kapısından giren kişiye takıldı gözlerim. Bu Selçuk idi, hızla kantine girmişti. Sinirli miydi, yoksa telaşlı mıydı emin değildim. Yanındakilerle hararetli hararetli konuşuyordu. Kantin kalabalık olduğu için ve bana uzak oldukları için ne yaptıklarını bilmiyordum.

Selçuk yanındakiler gittikten sonra etrafına bakındı ve çok geçmeden gözleri gözlerimle kesişti. Aramızdaki uzaklığa rağmen gözlerinin ne anlatmak istediğini anladığımı hissettim. Bana güven veriyordu. Beni yem edeceğini açıkça söyledikten sonra bile bana güven veriyordu. Rahatlamıştım, omuzlarım gevşemişti ve sanki baş ağrım uçup gitmişti.

Bu dengesiz adamın beni koruyacağına inanmıştım. Yalnıza birkaç saniye gözlerime baktıktan sonra arkasını döndü ve kantinden çıktı.
Kantine neden gelmişti, neden telaşlıydı ve neden beni kontrol etmişti bilmiyorum ancak az önceki adam ile alakalı olabileceğini düşünüyordum.

Sonunda bakışlarımı kantin kapısından çektikten sonra telefonumun titremesi ile cebimden çıkardım.

Kızlardan mesaj gelmişti.
''Defne, acil durum! Özel gün vakası, çantaları al ve tuvalete gel.''
Mesajı okur okumaz çantaları koluma taktım ve kantinden çıktım. Tuvaletin koridoruna doğru ilerlerken yarı yolda Sude ile karşılaşmış ve tuvalete öyle girmiştim.

Kabinin içinden Feride'nin bağırışını duyunca güldüm. ''Arkadaşlar! İç kanama geçiriyorum acele ederseniz sevinirim!''

Melike elimdeki çantalara uzandı ve kendi çantasını eline alıp Feride'nin bulunduğu kabine yaklaştı.
''Bu kızda özel günlerinde ayrı bir çekilmez oluyor. İki dakikaya kadar bir şey yoktu, vahiy indi adeta.'' dedi Sude.

''Senin yanında melek canım, melek.'' diye mırıldandım. Sude ise hiç umursamadan makyajını tazelemeye başladı. Bende aynaya dönüp kendime şöyle bir baktım.

Koyu renkli saçlarım biraz dağılmıştı, yüzüm solgun görünüyordu. Sude'nin rujunu kullanarak yüzüme biraz renk gelmesini sağladım. Bu sırada Feride kabinden çıkabilmişti.
''Karnım ağrıyor ya! Ağrı kesici mi alsam?'' dedi Feride.
''Şimdi alma, şiddetlenirse öyle al.''
Kızlarla konuşurken tuvaletin kapısı çarpılınca bakışlarım o yöne çevrildi. Temizlik görevlisi kadın, temizlik arabası ile içeriye girmişti. ''Kızlar, içeriyi temizleyeceğim. Boşaltın...'' diye seslendi kadın.

Kızlara acele etmesini söyleyerek aynada son defa kendime baktım. Tuvaletten çıkmak üzereyken, Sude'nin telefonunu lavabonun üzerinde bıraktığını görünce geri döndüm ve telefonu aldım. Sude fark etmemişti bile, arkasına bakmadan tuvaletten çıkmıştı.

Tuvaletten çıkmak için tekrar kapıya yöneldiğimde, kapı aniden kapandı. Çıkan gürültü nedeniyle hafifçe irkildim ve hemen kapının yanında duran kadına baktım. Eli kapının üstündeydi, kilidi iki defa çevirdi.

Gözlerim şaşkınlıkla açılırken kapıya yaklaştım, dışarıya çıkmak için. ''Ne yapıyorsun? Ben çıkmadım.'' diye mırıldanıp kilide uzandığımda, kadın aniden beni ittirdi ve ben dengemi sağlayamayarak tökezledim. Sırtım soğuk duvara değdiğinde, ben daha ne olduğunu anlamadan kadın üzerime geldi, boynuma yapıştı.

Boynuma dolanan soğuk eller ile irkildim, gözlerimi kırpıştırarak kadına bakakaldım. Ela gözleri, gözlerimi delip geçerken elleri sıklaştı ve ben aniden nefessiz kaldım.

Ellerim boynumdaki elleri uzaklaştırabilmek için hareketi geçti. Çığlık atıp yardım çağırmak istediğimde kadın bunu fark etmiş olmalı ki diğer eli dudaklarıma kapandı. Boğazım acıyordu, nefes alamıyordum.

Kadın beni öldürmek istiyordu.

Ölmek üzereydim.

Ölecektim.


Tuvalette, nefessiz kalarak öldürülecektim.

Zihnim korku ve telaşla boşalmıştı, düşünemiyordum ne yapmam gerektiğine karar veremiyordum. Bedenim benden bağımsız bir şekilde hayatta kalma içgüdüsü ile harekete geçti. Boğazımdaki eller üzerine kapadığım ellerim, bu defa kadına vurmaya başladı. Ona zarar verirsem boğazımdaki el gevşerdi, tek düşünebildiğim nefes almaktı.

Kadına deli gibi vurmaya başladım, saçlarını çektim. Ancak kadın ne geri çekilmiş, ne de en ufak bir tepki vermişti. Gözlerini gözlerimden ayırmadan boğazımdaki ellerini daha da sıktı.

Son gördüğüm gözler, gözlerine öldürme hırsı büyümüş bu kadının gözleri mi olacaktı?

Katilimin gözleri...

Yine de pes etmedim, kadına vurdum, çığlık attım, nefes almaya çalıştım. Hiçbir işe yaramadı...

Ölüyordum.


***

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top