17- Son ya da başlangıç...
Bölüm 17: ''Son ya da başlangıç...''
Başımı ekrana doğru çevirdim. Ekranda sarışın, oldukça bakımlı hoş bir kadın vardı.
''... Şimdi günün en dikkat çeken haberi ile karşınızdayız. Geçtiğimiz hafta, şehrin en gözde otellerinden olan Dore Otel'deki patlamayı ekranlara getirmiştik. İkindi sularında, otelin yalnızca son üç katında meydana gelen bu ilginç patlamanın nedeni sonunda açıklığa kavuştu.
Türk özel harekat ekibinin düzenlediği operasyonun başarıyla tamamlanması sonucunda gerçekleşen bu patlamanın detayları hakkında Komiser Selçuk Çevik önemli açıklamalarda bulundu.
Açıklamalarında, uzun zamandır bu suç örgütünün peşinde oldukları ve örgütün geride bıraktığı delillerin takip edilmesi sonucu Dore otelde saklandıklarının tespit edildiğini bildirdi. Otelin 51. ve 52. katlarının örgüte ait olduğu, oteli kendi laboratuvar alanlarına çevirdikleri ve oteldeki çok sayıda kendilerine ait personel sayesinde deney malzemelerinin giriş çıkışının kolaylıkla yapıldığı açıklamalarda dikkat çekti. Otelin 51. ve 52. katları arasında gizli bir kat olduğu ve içinde çeşitli birçok laboratuvar sayesinde deneylerin burada yapıldığını söyledi. Dış ülkelerden dahi gelen alıcıların görüşmeleri de bu otelde yapılıyordu.
Operasyon ikindi sularında, örgütün dış ülkelere pazarlama yaptığı sırada gerçekleşti. Suçüstü yapılan örgütün, içerisinde otel sahibi Rıfat K. , ünlü iş adamı Selim C., Kadriye A. ve Esra S. 'nde bulunduğu örgüt üyeleri göz altına alındı. Operasyon sırasında örgüte ait 37 kişi, özel harekattan da 4 kişi çatışmada hayatını kaybetti.
Operasyon sonrası, Otelde bulunan birçok hayvanın sağlık kontrolünden geçtikten sonra barınaklara bırakıldığı bildirildi. Aynı zamanda örgütün ürettiği son teknoloji patlamalara el konulduktan sonra laboratuvarların imha edilmesi için otelin son üç katının patlatıldığı bildirildi.
Komiser Selçuk Çevik, otelde konaklayan kişilerin güvenlik durumu sorularını da yanıtladı.
Operasyon sürecinin oldukça gizli tutulduğunu, bu yüzden otelde konaklayan kişilerin bilgilendirilmediği, yine de güvenliklerinin esas alındığını söyledi. Otelin örgüte ait kısmında duvarların ses geçirmez, patlama kırıcı özelliği olduğunu ve patlamanın otelin diğer katlarına yayılmadığını söyledi.
Açıklamalar sonrası sorulan sorulardan birisi de, örgüt üyelerinin akıbetinin ne olacağıydı. Komiser, örgütün başındaki Suzan T.'nin çatışma sırasında hayatını kaybettiğini söyledi. Yakın zamanda örgütün saklandığı diğer yerlere de operasyon düzenleneceğini ve örgüte çalışan herkesin yakalanacağını, örgütün gizli üyelerinin ve örgüt bilgilerinin yakın zamanda açığa çıkartılacağını, araştırmalarında sonuca yaklaştıklarını açıklamalarına ekledi.
Örgütün tamamen Türkiye'den silineceği güne kadar görevlerinin devam edeceğini söyledi.
Bizde, örgüte çalışanların en kısa sürede gidip teslim olmasını söylüyoruz.''
Başımı televizyondan çekip oturduğum yerden kalktım. Sonunda örgüt açığa çıkmıştı, artık tüm Türkiye onların var olduğunu biliyordu. Türk halkı örgütü yakalamakta özel harekata yardım edecekti ve geriye kalan tüm sırları açığa çıkacaktı.
Yüzümdeki gülümsemeye engel olamıyordum, hızlı adımlarla kapıdan geçtim. Selçuk'un atış talimi yaptıkları yere gelmiştim, içeride özel odalar vardı. Farklı model silahlar ile farklı mesafelerde talim yapıyorlardı.
Onu burada ziyaret etmek istemiştim çünkü onu çalışırken görmek artık hoşuma gidiyordu.
Ağır kapıyı zoraki araladım ve gözlem odasına girdim. Selçuk, sondaki kabinlerden birisindeydi. Camın yanında ilerleyerek sonraki kabinlerin oraya doğru ilerledim. Selçuk'un hizasında durdum. Elinde siyah, oldukça ağır görünen büyük bir silah vardı. İki eliyle sıkıca kavramış ve pozisyon almıştı. Her ateş ettiğinde bedeni hafifçe sarsılıyordu ancak geriye doğru attığı tek ayağı sayesinde atışa duraksamadan devam ediyordu.
Aramızda kurşungeçirmez bir cam vardı. İçeriye girmedim, işinin bitmesi için bekledim. Bir süre atış yaptıktan sonra mermisi bitmiş olmalı ki silahı indirdi ve yanındaki rafa koydu. Sağ tarafında büyük, kırmızı bir düğme vardı. Ona bastığında, karşıdaki hedefi kendisine doğru yaklaşmaya başladı. Başımı hafif sağa eğip geniş omuzları üzerinden hedefine baktım.
Hedefin göğsünde ve başında fazla sayıda kurşun deliği vardı. İsabetli atışlar yapmıştı. Hafifçe gülümsedim ve Selçuk işini bitirince beni fark etmesi için öylece bekledim. Silahı yanına alıp kabinden çıktı ve başını kaldırır kaldırmaz göz göze geldik. Ellerimi arkamda birleştirdim ve parmak uçlarımda sallanmaya başladım. Yüzümdeki gülümsemeyi her ne kadar saklamaya çalışsam da başarılı olamamıştım. Selçuk, hoş bir şekilde gülümsememe karşılık verdi.
Silahını diğer silahların yanına koydu ve hızlı adımlarla atış alanından çıktı. Atış alanının çıkışındaki askılığa gözlüğünü ve kulaklığını bıraktıktan sonra hızlı adımlarla yanıma kadar geldi.
Bu süre zarfında hiç çekinmeden onun kusursuz fiziğini inceledim.
''Hoş geldin...'' dedi önce. Başımı kaldırıp ona baktım; Yüzünde munzur bir gülümseme vardı. ''Sana eve git ve dinlen demiştim ancak sen hala ortalıkta gezinip duruyorsun.''
Yüzümdeki gülümseme aniden soldu. Bir insan hiç mi değişmezdi?
''Geri zekalı...'' diye dişlerimin arasında mırıldanıp sinirle göğsüne vurdum. ''İyi, gelende kabahat zaten!'' diye çemkirip yüzüne bile bakmadan gözlem odasının çıkısına doğru ilerledim. Selçuk bileğimden tutup beni durdurdu ve kendine çekti. Son anda dengemi sağlayıp ona çarpmaktan kurtuldum. Bileğimdeki elini elime indirdi ve elimin iç kısmındaki yaraya baktı. Sıcacık parmakları ile hafifçe okşadı.
Bu, silahla ateş etmeye çalışırken silahın geritekmesi sonucu başparmağımın iç kısmında oluşan küçük bir yaraydı. Omuzlarımıhafifçe silktim, önemli olmadığını belli ederek.
Gözlerimin içine baktı ve elini bu defa karnıma getirdi. Bedenim istemsizcekasıldı. Karnımdaki yaranın önemli olmadığını söyleyemezdim. Zira, yaklaşıkolarak 1 litreden fazla kan kaybetmiştim, hipovolomik şoka girmiştim. Fazlacakan kaybından dolayı hayati riskim söz konusuydu. Oldukça uzun süre ameliyattakalmış ve bir süre hastaneden çıkamamıştım. Bu süre zarfında ne örgütten, ne deSelçuk'tan haber alamamıştım.
Hatta, o gün helikopterle götürüldüğümden sonrası hakkında hiçbir şeydenhaberim yoktu. Hastaneden çıktıktan sonra da bir süre hiçbir şey anlatılmadı, sürekliolarak bunları düşünmemem ve iyileşmeme odaklanmam söylendi.
Sonra, Selçuk'un son ziyaretinde öğrendim yaşanılanları. Benden sonra Selçuk veekibi yeniden içeriye girmişti ve büyük bir operasyon gerçekleşmişti. O günotelde örgüte ait olan herkes tutuklanmıştı, laboratuvar boşaltılmış ve imhaedilmişti. Örgütün o noktadaki izleri silinmişti.
Suzan ve yuvası artık gitmişti.
Ve tüm bunların arasında, tıpkı söz verildiği gibi adımdan hiç bahsedilmemişti.Kimsenin benden haberi yoktu, o gün orada bile değil gibiydim. Beni korumuş vegizlemişlerdi, tanık yoktu.
Mutluydum, kurtulmuştum... Kurtulmuştuk...
Selçuk karnımı hafifçe okşayınca gülümsedim. Elimi elinin üstüne koydum vebende gözlerine baktım. Eşsiz renkte gözleri gözlerime kilitlenmişti.
''Benim için endişeleniyorsun ama belli etmiyorsun. Biraz daha kibardavranırsan sevinirim.''
Selçuk kaşlarını hafifçe kaldırdı, elini çekmeden devam etti. ''Yoksa neyaparsın?''
Kaşlarımı çattım. Bu çocuk güzellikten anlamıyordu. Elimle camın ardındakisahayı işaret ettim. ''Seni hedef tahtasına oturttururum!''
Selçuk güldü, hatta çok hoşuna gitmiş olmalıydı ki kahkaha attı. ''Yanihedefinde miyim? Bunu mu ima ediyorsun.''
Dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. ''B-ben... Ne?'' diyebildim yalnızca. Ne degüzel çevirmişti öyle, kendine göre.
''Sen acaba birini sinir etmeden iki dakika duramıyor musun?'' dedim, başımıhafifçe sağa doğru eğdim. Selçuk bir adım yaklaştı, çok yakınımda duruyordu.Başımı biraz daha geriye atıp bakmak zorunda kaldım.
''Hoşuna gitmiyor mu?'' diye sordu. Karnımdaki eli belime doğru kaydı. Başımıhızla iki yana salladım ve hızlanan kalp atışlarımı önemsemeden ellerimibelimdeki ellerine koyup ittirdim.
''Yok efendim! Hiçte gitmiyor...''
Selçuk yana düşen ellerine şaşkınca baktı. Onu ittirmeme gerçekten şaşırmışgibiydi. ''Bu bunca zaman duyduğum en kötü yalandı.'' dedi. Dişlerimigıcırdatmaya başladım.
''Bak, polis molis demem alırım ayağımın altına!'' işaret parmağımı istemsizcegöğsüne doğru salladım. Selçuk güldü ve kolunu omzuma atıp beni döndürdü.Birlikte gözlem odasından çıktığımızda kolunun altından kurtulmak içinçırpındım. En sonunda kolunu ısırmaya karar vermiştim ki, karnıma giren ani sızıile acıyla inledim.
Selçuk hemen beni bırakıp bir adım geriledi. Bana zarar verdiğini düşünmüştüancak ben yine kendi kendime yapmıştım.
''İyiyim...'' diye mırıldanıp bu defa ben Selçuk'un omzuna kolumu doladım. Enazından çalıştım, zira Selçuk çok uzundu ve parmak uçlarıma çıksam dahiyetişemiyordum.
Selçuk kolumu ittirdi ve elimden tutup ilerlemeye başladı. Onu bu maço gibigörünen düşünceli tavırları istemsizce sırıtmama neden oluyordu.
''Bugün planın var mı?'' diye sordu.
''Kızlarla kampüs yakınlarındaki bir kafede buluşacağız.''
Selçuk başını hafifçe salladı. ''Seni bırakıp karakola geçerim.''
Otoparktaki siyah, son model arabaya bindiğimizde derin bir nefes aldım. Uzunsüre dinlenmeme rağmen yine de şu kadarcık şeyde bile yoruluyordum.
''Yarın bir şeyler yaparız o zaman?'' dedi Selçuk.
Dudaklarımı büktüm, ''Olmaz, işim var.''
''Ne işin var?''
''İş işte iş...'' Selçuk arabayı çalıştırırken göz ucuyla bana baktı. ''Bilerekyapmıyorsan ne olayım.'' diye mırıldandı. Güldüm, çünkü beni sinir ettiği içinbilerek yapıyordum.
Onunla samimi olmak hoşuma gitmişti; birbiriyle didişip duran çiftlerebenzemiştik. Onunla didişmek güzeldi, tabi sinir eden taraf ben olduğum zaman.
''İki günde yaşlandın mı? Çok yavaş sürüyorsun?'' diye takıldım, sırf gıcıklıkolsun diye. Selçuk başını iki yana sallayıp güldü. Aniden gaza basınca sırtımkoltuğa yapıştı ve gözlerim sonuna dek açıldı. İstemsizce çığlık attım.
***
Selçuk karakola girer girmez, Bahadır elindeki kahve bardağını Selçuk'a uzattı.Selçuk kahveyi alıp odasına ilerlemeye başladı.
''Atış nasıl geçti?'' diye merakla sordu Bahadır. ''İyiydi, Defne'yi gördümhatta. İyileşmeye başlamış, hoplayıp zıplıyordu.''
Bahadır güldü. ''Küçük bir şeye benziyor ama sağlam çıktı. Haberlerde yine senikonuşuyorlardı. Vay be, kahraman oldun adeta. Beni geride bırakmasaydın,benimde adımı anarlardı. Komiser Bahadır Ha-'' Bahadır'ın sözü, ensesine yediğişaplak ile yarım kaldı. Konuşurken hevesle kaldırdığı ellerini indirip Selçuk'akötü kötü baktı.
''Eğer seni geride bırakmasaydım, bizi kurtarmaya gelecek kimse olmazdı.Örgütün gizli ajanları olaya el atardı, operasyonda gerçekleşmezdi. Sen güvenebileceğim tek kişiydin, geleceğinibildiğim tek kişi. Bu yüzden Defne'nin takip cihazının konumu sana geldi.''
Bahadır başını hafifçe salladı. ''Gönüllerin kahramanıyım yani?'' Selçukkahkaha atıp odasının kapısını açtı. Bahadır da peşi sıra içeriye girerken sonanda hatırladığı şey ile elini alnına vurdu.
''Sana zarf gelmişti, unuttum!''
Selçuk ceketini çıkarıp koltuğun üzerine attı ve masasının yanına geldi.Masasında, bilgisayarının üstünde mavi renkli bir zarf vardı.
Zarfa dokunmadan önce bakışları Bahadır'ı buldu. ''Kim göndermiş?''
Bahadır omuzlarını silkti ve koltuğun kenarına oturarak ayaklarını sallamayabaşladı. ''Ben otoparktayken küçük bir çocuk geldi yanıma, sana vermemisöyleyip ve koşarak uzaklaştı. Peşinden gittim ama yetişemedim. Üzerinde birisimde yoktu, korktum açamadım.''
Bahadır gülüp boş bardağı masanın üstüne koydu. ''Açsana merak ettim.''
Selçuk tek elini beline yaslayıp önce kimin göndermiş olabileceğini düşündü.Masmavi bir zarftı, üzerinde hiçbir şey yoktu.
Sonunda zarfı eline aldı ve kapağını açtı. İçinde küçük bir fotoğraf vardı.Fotoğrafı çıkarıp baktı; Bir manzara resmiydi. Burası şehrin merkezindeki büyükparktı. İçerisinde koşu ve spor alanının, çocuk parklarının ve çeşitli bahçelerinolduğu bir şehir parkıydı burası.
Kaşlarını hafifçe çattı ve fotoğrafın arkasını çevirdi, mavi renkli mürekkepile yazılmış bir yazı vardı.
''Geleceğini biliyorum.''
Zarfı gönderen kim ise, Selçuk'u bu parka çağırıyordu. Kim ve neden sorularıanında zihninde yankılandı.
Neden bu parka gelmesini istiyordu? Geleceğinden emin bir şekilde...
El yazısını dikkatle inceledi. Harfler oldukça kıvrımlı yazılmıştı, daktilodançıkmış gibi düzenliydi. Sonra fotoğrafa yeniden baktı. Parkın ortasındaki büyükçeşmenin olduğu alan dikkat çekiyordu, etrafını yeşillikler çevreliyordu. Soltarafında belli belirsiz çocuk parkı çıkmıştı.
Fotoğrafa daha dikkatli baktığında, ağaçların arasında şehrin en büyük oteliolan Dore Otel'in tepesinin gözüktüğünü fark etti.
''Ne yazıyor?'' diye merakla sordu, Bahadır.
Selçuk'un bakışları Bahadır'a kaydı. Fotoğrafı zarfın içine yeniden koydu veçekmeceden çıkardığı şeffaf poşetin içine attı. ''Bunu parmak izi incelenmesiiçin gönderin. Sonra da Emre ile Hazal'ı al, bir yere gitmemiz gerekiyor.''
Koltuğun üstündeki ceketini aldığı gibi hızla odadan çıktı. Ceketini giyerken,peşinden kendisine yetişen Bahadır'ın ardı ardına sıraladığı sorularınıumursamadı.
''Acele et!''
***
Selçuk parka gelmişti, Bahadır ve diğer iki meslektaşına etrafı dolaşıp şüphelibirilerini aramalarını söyledi. Kendisi ise, fotoğrafta görünen çeşmenin orayadoğru ilerledi. Çeşmeye birkaç metre kala durdu ve etrafına bakındı.
Hava güneşliydi, park oldukça kalabalıktı. Etrafta koşuşturan çocuklarınsesleri ve yürüyüşe çıkan insanların sesleri parkta hoş bir gürültüoluşturmuştu. Park cıvıl cıvıldı, kuşlar bile şarkı söylüyor gibiydi. Etraftaşüphe çeken kimse yoktu, sol taraftaki parkta çocuklar oyun oynuyordu.Bankların bazıları doluydu, koşuya çıkan insanlar dinlenmek için banklaraoturmuştu. Birkaç yaşlı teyze, ileride ki çimlerin üzerinde uzanıyordu. Sağtarafında, ağaçların altında üniversiteli gençler top oynuyordu. İnsanlarneşeliydi, kendi halindeydi.
Selçuk'u çağıran kişi neredeydi?
''Geleceğini biliyorum...''
Oldukça kibirli birisi olmalıydı... Kendinden öyle emindi ki, çağırısının geri çevrilmeyeceğinden emindi.
''Geleceğini biliyorum...''
Bakışları, ağaçların arasından görülen o görkemli otele kaydı, oldukçauzaktaydı. Zihni öyle karışmıştı ki, düşüncelerini toparlamakta zorlanıyordu.
Kimdi? Kimdi...
Bakışları çeşmeye doğru kaydı. Çeşme beyaz, parlak mermerden yapılma, üç katlısilindirden oluşma özel yapım bir çeşmeydi. Parkın gürültüsüne eşlik eden susesi, oldukça hoş bir ahenk sağlıyordu. Güneş ışıklarının suyun çarptığınoktalarda kırılmasından dolayı küçük gökkuşakları oluşmuştu.
Çeşmenin ardında, bembeyaz giyinmiş bir kadın dikkatini çekti. Beyaz,yağmurluğu andıran bir pardösü vardı üstünde, yüzü, çeşmenin kıvrımlımermerinin ardından kaldığı için görünmüyordu. İlgisini çeken bu kadını netgörebilmek için çeşmeye doğru yaklaşmaya başladı.
Kadın, eş zamanlı olarak aralarında çeşmenin kalmasına özen gösterir gibi sağadoğru ilerledi. Selçuk'ta çeşmeye yaklaşırken aynı zamanda hafif daire çizerek,kadını peşinden takip etti.
Kadın aniden durup arkasını döndü. Karşısındaki manzarayı izliyor gibiydi.Selçuk, kadını arkadan görebilecek kadar çeşmeye yaklaştı. Kısacık kesilmiş,bembeyaz saçları vardı. Selçuk durup kadının kendisine dönmesini bekledi.Kadın'ın baktığı yöne doğru baktı, ağaçların arasında kalan otele doğrubakıyordu.
Selçuk kaşlarını çattı ve saçlarını karıştırdı. Kendisini çağıran bu kadınmıydı?
Tam ona seslenip kim olduğunu soracağı sırada kadın arkasına dönmedenilerlemeye başladı. Selçuk, kendisinden uzaklaşan kadın ile telaş yaptı vehızlı adımlarla onu takip etmek için ilerlemeye başladı. Bu sırada önünebakmadığı için çeşmenin beyaz mermerine ayağı takıldı. Suyun içine düşmektenson anda kurtuldu ve mermerden destek alarak doğruldu. Kaval kemiğini mermerinsivri köşesine çarpmıştı. Yüzünü buruşturdu ve başını kaldırıp kadına baktı.Kadın durmuştu, omzunun üzerinden kendisine bakıyordu.
Fazlaca uzaklaştığı için yüzü net değildi ancak yabancı da değildi. Selçuk,onun kim olduğunu tahmin edebiliyordu.
''Geleceğini biliyorum...''
Bu O idi.
Selçuk hızla ayağa kalktı ve kadına doğru koşmak için hamle yaptı. Tamda busırada büyük bir patlama gerçekleşti.
Selçuk'un yanı başındaki çeşme adeta havaya uçtu, sular dört bir yana sıçrayıpmermer parçalara ayrılarak etrafa savrulurken, yanı başındaki patlamanın etkisiile Selçuk'ta savruldu.
Havalanıp adeta havada süzüldükten sonra birkaç metre ötede yere düştü. Sertbir düşüş olmuştu, toparlanması bir hayli zaman aldı. Acıyla kıvranıp etrafınabakındı. Görüşü net değildi, kulakları çınlıyordu.
Patlamanın yarattığı gürültü ve korku insanlara sıçramıştı. İnsanlar bağrışarakpark alanından uzaklaşmaya başladılar. Cıvıl cıvıl olan park biranda savaşalanına dönmüştü. Kimse olup biteni anlamamıştı, yalnızca kaçıp kurtulmayaçalışıyorlardı. Selçuk zoraki başını kaldırıp etrafına bakındı. Düşmesininetkisiyle birkaç kemiği kırılmış olmalıydı, başını yere çarpmıştı. Alnındanakan kana dokundu hafifçe, eli kızıla boyandı.
Başını çevirip beyaz giyimli kadının olduğu yöne baktı. Kadın ortalıkta yoktu, patlamanınhemen ardından gözden kaybolmuştu.
Selçuk, yanı başındaki hareketlilik ile sağına döndü. Bahadır ve Hazal yanınagelmişti, onu yerden kaldırmaya çalışıyorlardı. Bir şeyler söylüyorlardı ancakSelçuk onları duyamıyordu. Dudaklarının kıpırtısına anlamsızca baktı,kulağındaki çınlama yerli yerindeydi.
Yanındakilerin desteği ile ayağa kalktı Selçuk, sağ ayağını yere basamıyordu. Yürüyemeyeceğinifark edince Bahadır'a doğru döndü. Bahadır, omuzlarından tutup Selçuk'a birşeyler söyledi. Onu duyamıyordu, gözleri odağını kaybetmiş gibi etraftadolandı.
Selçuk başını iki yana salladı ve dönen başının etkisiyle Bahadır'a sıkıcatutundu. Bahadır, hızla Selçuk'u tuttu. Her ne kadar ona seslense de karşılıkalamıyordu.
Hazal, Selçuk'un gözkapaklarını kaldırıp gözlerine baktı. Sonra da nabzınıkontrol etti.
Bahadır'a dönüp onun iyi olmadığını söyledi.
Selçuk'un başına aldığı darbe bir hayli sert olmuştu, dengede dahi duramıyordu.Bahadır, Selçuk'u yeniden yere oturtmak istese de Selçuk engel oldu.
''Defne'yi ara! Hemen!''
Devam edecek...
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top