14- Sona Yaklaşırken...


Bölüm 14: ''Sona Yaklaşırken!''


''İç şunu! Sunumumu bozma!''

Başımı kuvvetli bir şekilde iki yana sallamaya başladım. Ağzımı açıp, 'İçmeyeceğim seni lanet olasıca!' diye bağırmak istiyordum ancak dudaklarımı araladığım anda bardaktaki ilacın acı tadını boğazımda hissedecektim.

Suzan'ın konuşmalarından anladığım kadarıyla bu ilaç, Selçuk'un daha önce bahsettiği ilaçtı. Kerim'in ölümüne sebep olan ilaç... Ancak daha gelişmişi...

Selçuk, Kerim'in çok acı çektiğini söylemişti. Öyleyse profesör acı çekeceksin dediğinde şaka yapmıyordu.

Adam, kuvvetli parmakları ile çeneme baskı yapınca acıyla inledim.

''Devam et, Profesör.'' diye seslendi arkadan Suzan denen cadı.

Selçuk bağırmaya başladı. ''Bırakın onu! Onu öldürmeniz hiçbir şeyi değiştirmeyecek! Gördüklerini hepimize anlattı. Herkes her şeyi biliyor, deliller elimizde. Onu öldürseniz bile hiçbir işe yaramayacak! Sizi yakalayacağız!''

Selçuk'un gür sesi kulaklarımda yankı yapıyordu. Sözlerinin yarısını İngilizce söylemişti, muhtemelen diğer adamlarında duyması için.

Camın arkasında hafif bir hareketlilik oldu.

''İç artık şunu! Adamlar izliyor, ölümünü erteleyemezsin!'' diye beni zorlamaya devam etti adam. Artık çenem acıdan sızlıyordu; Kemiklerim adeta birbirine girmişti. Boynum, bükülü kalmaktan ağrımaya başlamıştı.

Dudaklarım hafifçe aralanınca inleyip Selçuk' a baktım. Ölmeme ramak kalmıştı.
Onun öfkeli bakışları ise ben ve Suzan arasında mekik dokuyordu. Alnındaki ve boynundaki damarlar şişmişti, gözleri sonuna dek açıktı. Dakikalardır bileklerindeki zincirlerden kurtulmak için kendini zorlamaktan kolları ve yüzü kıpkırmızı olmuştu.

Ölmemem için çabalıyordu ama çok geçti.

''Delil artık elinizde değil, çoktan imha edildi. Ve en önemli, tek tanığınız artık ölü... Sence de bizi yakalamak için fazla amatör değil misin?''

Selçuk sinirle dişlerini sıktı.
''Ahhh! Anladım... Sen şu takip cihazına güveniyorsun, değil mi? Üzgünüm komiser, o tür basit cihazlar burada işe yaramaz. Bizim teknolojimiz dışında hiçbir teknoloji, bu binada etkin değildir. Yani, seni çoktan ölü biliyorlar. Ama üzülme, zaten öleceksin...''

Takip cihazları ile yaramıyor muydu?

Öyleyse bizi kurtarmaya gelecek kimse yoktu... Selçuk başaramamıştı...

''Doğru sizin teknolojininiz... Neyse ki bende onlardan bir tane vardı.''

Suzan'ın şaşkınlıktan küçük dilini yuttuğuna emindim. Zira önce sessiz kalmış, sonra da kekelemişti.

Başımda dikilen adam da kısa bir an duraksadı ve Selçuk' a baktı. Çenemdeki baskının azalması ile derin bir nefes verdim. Çenem yerinden çıkmış olmalıydı, zira bu acının başka tarfii olamazdı.

Vücudumdaki tüm hücreler, baskıdan kurtulmak için çeneme toparlanmış gibiydi. Yoğun karıncalanma, istemsizce dudaklarımı aralamama neden oldu.

''S-se-sen... N-nas.. Öldür artık şunu!''

Suzan, şaşkınlığının hemen ardından, kuvvetlice bağırdı. Öyle ki, sesi odada yankı yapıp, tüm bedenimin kaskatı kesilmesine neden oldu.

Başımdaki adam kafasını hızla bana çevirdi, yüzünde rahatsız edici bir sırıtış vardı. Direnmeyi kısa bir an için bıraktığımı fark etmişti; dudaklarımı aralamam için, tıpkı bir annenin çocuğuna yemek yedirişi gibi 'Aaaa...' diye kendi dudaklarını aralayarak çenemi yeniden kavradı. Ölmeden önce, benimle oyun oynuyordu.

Çenemdeki parmakların ani baskısı ile nefesim kesildi. Bardak, saniye saniye aralık dudaklarıma yaklaşırken gözlerim sonuna dek açıldı.

Her şey ağır çekimde ilerliyor gibiydi. Bakışlarım, bir adamın açık ağzına, bir de yaklaşan bardağa kayıyordu. Bardağın kıyısından dudaklarıma akmak üzere olan sıvıdan bir damla çeneme düştü.

İşte ölümüm bu şekildeydi... Son gördüğüm şey, karşıdaki yaşlı adamın koca ağzından görünen küçük dili olacaktı...

Selçuk'un, ''Hayır!'' diye haykırışı kulaklarımda yankı yaptı.
Hayır, ölemezdim.

Hayatta kalma içgüdüm, aniden damarlarımda kol gezinmeye başladı. Tüm vücudum aynı anda uyarıldı ve ben, başımı hızla sedyeden kaldırdım.

Başım hızla öne doğru eğilirken, adamın çenemdeki eli kısa bir an serbest kaldı. Burun kemerim yüzümün hemen önünde kalan cam bardağa çarptı.

Bardağın içindeki sıvı, çalkalandı ve yönü değişen bardağın etkisi ile birlikte adamın suratına doğru savruldu.

Adamın açık kalan ağzından içeriye döküldü, sıvının yarısı. Adamın kaşları havalandı ve gözleri şaşkınlık ve korkuyla büyüdü.

Başım, geri sedyeye düşerken adam bardağı bıraktığı gibi ellerini boğazına götürdü ve birkaç adım sarhoş adımlarla geriledi. Her şey saniyeler içinde gerçekleşmişti.

Öksürüp, tükürmeye çalışarak boğazına yapışıp kalan sıvıyı çıkarmaya çalışıyordu.

Yaptığım şeyin şaşkınlığı ile adamın can çekişişine öylece bakakaldım. Herkes şaşırmıştı; öyleki, Suzan ve arkasındaki takım elbiseli adamlar camın hemen arkasına toplanmıştı. Suzan adeta cama yapışmıştı.

Şaşkınca elleri boğazında, kıpkırmızı olmuş adama bakarken bakışları aniden bana döndü. Kaşları çatıldı ve ela gözleri aniden karardı.

''Öldür şu küçük yılanı!''

Profesör, zoraki adımlarla sedyenin yanındaki masaya yaklaştı. Tökezliyordu, tek eliyle zoraki masaya tutunurken, diğer eli hala boğazındaydı. Göz bebekleri yukarıya doğru kaymıştı. Derin derin nefesler almaya çalışıyordu, dili dışarıya sarkmıştı.

Ayakta duramayıp dizleri üzerine kapaklandıktan sonra masadan destek alarak ayağa kalkmaya çalıştı. Ancak yeniden düşüyordu. Masanın üzerindeki

''Öldür şu kızı! Öldür şu kızı!'' diye camın arkasından bağırıyordu, Suzan.

Tamda bu sırada, laboratuvarın kapısı gürültüyle açıldı ve içeriye dört adam girdi. Hepsi takım elbiseli ve yapılıydı.

Profesör öldürmese bile, bu adamlardan birisi beni öldürecekti, kesin olarak. Yaşlı gözlerle adamlara baktım.

Adamlar hızla sedyenin yanına yaklaşırken, en öndeki adam aniden takılıp yere düştü. Kaşlarım hayretle havalanırken, Suzan ''Lanet olsun!'' diyerek camın yanından uzaklaştı.

Bakışlarım, adamın yere düşme nedenine kaydı hızla.

Selçuk, sonunda sandalyeyi yerinden sökmeyi başarmıştı. Sandalyeyi yerinde tutan ayak bileklerindeki zincirden kurtulunca, sandalye yerinden sökülmüş olmalıydı. El bilekleri hala daha sandalyeye bağlı olduğu için ayağa kalktığınca sandalyede kendisiyle beraber gelmişti.

Vaktinde gücünü kullanabildiği için odaya giren ve bana yaklaşan en öndeki adama çalım takmayı başarabilmişti. Hemen arkadan gelen ikinci adama, etrafında dönerek sandalyeyi çarptı.
Sandalye, geriye doğru eğilip ayakları yere basınca, Selçuk ayaklarını havaya kaldırdı ve önüne çöken adamın kafasını ayakları arasına sıkıştırıp döndürdü. Adamın boynu hızla ters yöne çevrildi, adam gülle yığını gibi sırt üstü yere düştü. Kendisine yönelen üçüncü adama kuvvetli bir tekme savurdu. Adam geriye doğru tökezleyip arkasındaki cama çarptığında, camın ardındaki adamlar irkilerek birkaç adım geri çekildi.

En arkadaki dördüncü adamın yumruk darbesinden eğilerek kolayca kurtuldu ve sandalyesinin ayaklarını adama çarptı.

İlk yere düşen adam, hemen yanımda yerden kalkıp dizleri üzerinde doğrulduğunda korkuyla adama baktım.
Burnunu çekip, elini beline attı. Aynı anda dizinin tekini kırıp ayağa kalkmak üzereydi ki, Selçuk hemen sandalyesini bu tarafa çevirip adamın dizine tekme attı. Adam kalkamayıp tekrar dizleri üzerine düşünce, aynı hizada olan Selçuk arkadan adama kafa attı.
Adam aynı süratle sedyenin demir korkuluklarına kafa atınca hafifçe sersemledi.

En arkadan gelen dördüncü adam, toparlanmıştı ve Selçuk'un hemen arkasındaydı. Elini beline atıp siyah, metalik bir şey çıkarınca korkuyla bağırdım.

''Selçuk!''

Selçuk, benim bağırışımın hemen ardından sandalyede ağırlığını sola doğru verdi ve sandalye devrildi. Hemen yuvarlanarak, adamdan iki metre kadar uzaklaştı ve ayağa kalktı. Arkasında silahı kendine doğrultan adamın hedefini şaşırmasına neden olmuştu. Adam, silahı süratle Selçuk'a doğrultup ateş etti. Oldukça yakınımdan gelen silah sesi ile irkilmiştim ve kulaklarımda şiddetli bir çınlama oluşmuştu.

Silah sesinin hemen ardından yere düşen metalin sesi yankılandı. Korkuyla başımı kaldırıp Selçuk'a baktım.

Adam ateş ettiğinde, kurşun Selçuk'un bileğindeki zincirlerden tekine isabet etmişti. Bu tesadüfü bir şey değildi, Selçuk bileğindeki zincirden kurtulabilmek için bir şekilde ayarlamış olmalıydı.

Sağ bileğindeki zincir kırılınca, sandalye yere düşmüştü. Ancak hala diğer bileği sandalyeye bağlıydı.

Selçuk hızla adama doğru hamle yaptı ve ikinci defa ateş etmemesi için sağ elindeki zinciri adama doğru savurdu. Uzun zincir, adamın silah tutan bileğine dolandı ve Selçuk hızla kendine çekince silah düştü.

Yere düşen silah kendi kendine ateş edince yüksek ses nedeniyle yeniden irkildim ve kurşunun bana gelme ihtimalinden korktuğum için başımı diğer tarafa çevirdim.

Az önce, bana ilacı içirmeye çalışırken kendi içen profesör, yerde boylu boyunca yatıyordu. Tek eli boğazındaydı, diğer elinde ise koyu yeşil, boğuk renkli bir enjektör vardı. Hala ölmemişti ancak ölmesine saniyeler kalmıştı. Can çekişiyordu, nefesi çoktan kesilmiş olmalıydı. Bakışları benim üzerimdeydi, gözleri bomboş bakıyordu.


Ölmek üzereyken bile Suzan'dan gelen talimatı uygulamak ve beni öldürmek için çabalamıştı. Can çekişiyordu ama hala daha ilaca ulaşıp beni zehirleme peşindeydi. Katilim olacaktı... Şimdi ise acı çekerek ölüyordu işte...

Ne planladıysa, birebir kendisi yaşıyordu şuan.

Nefretle ona baktım. En ufak bir acıma duygusu bile geçmedi içimden... İçimde biriktirdiğim tüm nefreti üzerine kusmak istedim. Ölmeden önce son gördüğü şey de bu oldu. Yattığım yerden üzerine tükürdüm.

Sonra, gözlerinde canlılık yok olup gitti.

Profesör öldü.

Arkamdaki gürültü ile hemen başımı sağa çevirdim.

Selçuk, adamın tek elini havaya tutup kaldırmıştı, etrafında ters döndü ve dirseğini adamın beline geçirdi. Adamın suratına zincirle vurduktan sonra, acıyla başı yana doğru savrulan adamın hemen arkasından gelen diğer adamın dizine ayağını yasladı ve tıpkı üzerinde yürür gibi havalanarak diğer ayağı ile yüzüne tekme attı.

Odanın metalik kapısındaki gürültü ile bakışlarım hemen oraya yöneldi. İki adam daha, koşturarak içeriye girmişti. İkisi de hemen silahına sarıldığında, kalbim tekledi.

Öndeki adam, silahı doğrultup Selçuk'u nişan aldığında, Selçuk hemen ayağı ile adamın bileğine vurdu. Bu sırada silah sesi odada yankılandı ancak Selçuk adamın eline vurduğu için kurşun tavana isabet etmişti.

Selçuk, elindeki zinciri iki yumruğu arasına sıkıştırıp uzattı ve adamın bileğine dolayıp ayağı ile dizine vurdu. Sol dirseğini adamın suratına geçirdiğinde adamın başı yana doğru düştü. Selçuk, elindeki zinciri adamın bileğinden hızla çözüp boynuna doladı ve adamın arkasına geçti.

Aynı zamanda arkadan gelen diğer adama tekme attı. Boynunda zincir olan adam, 'Hık' gibi bir ses çıkarıp nefes alabilmek için zinciri kavradı. Selçuk, zinciri iyice kendine doğru çekip tek dizini de adamın sırtına yasladı. Kısa süre içinde adamın hareketleri yavaşladı ve yere yığıldı.

Dışarıdan odaya doluşan adamların sayısı eksilmiyordu. Suzan, bir hayli korkmuş olmalıydı, bunca adamın iki kişi öldürmek için gönderildiğinden belliydi.

Sedyede öylece yatmaktan başka hiçbir şey yapamamak kötüydü. Ancak bağlı olmasa bile, adamlara karşı koyabileceğimi sanmıyordum.

Kapıdan giren adam, Selçuk'un başına sertçe vurdu. Selçuk tek ayağını bir adım geriye atıp ikinci hamleden eğilerek kolaylıkla kaçtı ve adamın kafasını duvara vurdu. Arkadaki ayağını içeriye giren adamın göğsüne savurup adamın gerilemesini sağladı. Elinin altındaki adamın omzuna yasladığı ellerinden destek alarak ayaklarını arkasındaki adamın başının iki yanına sabitledi. Ellerini yere indirdi ve takla atarken birlikte ayakucundaki adamı da kendisiyle birlikte döndürdü.

Adam adeta havaya uçup diğer iki adamın üstüne düştüğünde, Selçuk hızla doğruldu ve ayağa kalktı.

Hareketlerine bir hayli engel olan ve sürekli kendisine çarpan, tek eline bağlı sandalyeyi kaldırıp yerdeki adamlara vurmaya başladı.
Son olarak yerdeki adamların silahlarını alıp kemerine sıkıştırdı. Siyah renkli silahı sağ eline alıp yanıma geldi. Önce bileğindeki zincire ateş ederek kırdı. Yanıma geldi ve elini yüzüme yasladı.

''İyi misin?''

Başımı hafifçe salladım. ''Ş-şükür, ölmedik...'' dedim, nefes nefese. Bedenim titriyordu ve yorgundum. Selçuk dövüşürken adeta ben dövüşüyormuş gibi hissetmiştim. Başına bir şey gelecek diye o kadar korkmuştum ki, sürekli içimden dualar ediyordum. Şimdi ise gergindim, vakit kaybedemezdik.

''Tamam, şimdi buradan çıkacağız. Hareket etme...'' Başımı hızla salladım.

Selçuk, el ve ayak bileklerimdeki zincirlere ateş etti ve beni çözdü. Uzun süredir hareketsiz yattığım için her yerim uyuşmuştu, bileklerim sızlıyordu.

Selçuk elini belime koydu ve ayağa kalkmama yardımcı oldu. Ayağa kalktığımda dik durabilmek için Selçuk'a yaslanmak zorunda kalmıştım. Beni sıkıca tuttu.

Ona daha yakından baktığımda, aslında bedeninin göründüğünden daha kötü olduğunu fark ettim. Cildinde sağlam bir yer kalmamıştı, her yanı yara bere içindeydi. Başında kala kan akan bir yara vardı.

''S-sen iyi misin?'' diye sorduğumda, kısa bir an duraksadı. Gözlerimin içine baktı ve hafifçe güldü. ''Seni kurtaracak kadar iyiyim.''

Dakikalar önce ona saydırdığım için benden intikam alıyor olmalıydı. Oturup bir güzel laf dalaşı yapabilir, hatta ağlayıp zırlayıp tüm sıkıntılarımı döktükten sonra kalkıp dövebilirdim de... Ancak şuanda hiç vaktimiz yoktu. Zira ölüm tehlikesini atlatmamıştık.

Kapıdaki hareketlilik ile Selçuk hemen önüme geçti elindeki silahı karşısındakine doğrulttu. İki el ateş sesinden sonra iki adamın yere düştüğünü gördüm. Odanın girişi adeta baygın, belki de ölü adam kaynıyordu.

Adamların etrafındaki kanları görünce midem kalktı.

Selçuk adamları öldürüyordu. Normalde böyle bir adamın arkasına sığınıp kollarımı onun beline dolamazdım. Çünkü ölümden ve ölülerden korkardım, katillerden nefret ederdim. Birçok ceset ile aynı ortamda kalmaktan korkardım.

Ancak şimdi durumlar daha farklıydı. Ben ölümden dönmüştüm ve bu adamlar katilin ta kendisiydi. Selçuk deneyimli bir polisti, eğer o öldürmezse biz öldürülecektik.

Selçuk hemen arkasını döndü ve sıkı sıkı sardığım kollarımı gevşetti. Hemen kapının yanına gitti ve etrafa bakındı. Birkaç küfür savurduktan sonra kapıyı kapattı.

Bakışlarım yerdeki adamlar üstünde sabit kalmıştı. Bedenim korkudan titriyordu. İçine düştüğüm durumu kavrayamıyordum. Selçuk ellerini yanaklarıma yasladığında başımı kaldırdım ve gözlerine baktım. Tek elinde tuttuğu silahın soğuk metali yanağıma değince irkildim. ''Defne, bana bak. Şimdi güçlü olmak zorundasın, kendini korumalısın. Bak, normalde böyle bir şey planlamamıştım ama... Şimdi bu silahı al. Nasıl ateş edeceğini öğreteceğim.''

''N-n-ne?'' diye mırıldandım.

''Kendine gel ve silahı eline al.''

Metalik kapıdan gelen gürültü ile bakışlarım oraya kaydı. Kapıdalardı, içeriye girmek üzerelerdi.

Selçuk silahı elime tutuşturunca düşürmemek için mecburen kavradım. Silah beklediğimden çok daha ağırdı.

''Şimdi... Şuan emniyeti kapalı, ateş edebilirsin. Tetiğe kuvvetlice basacaksın. Kollarını çok düz tutma, iki elinde kavra...'' dedi Selçuk, uzun parmakları ile benim küçük parmaklarımı kavrayıp yönlendirdi.

''A-ama...'' diye başladığımda beni durdurdu. Bu sırada kapıya ateş edilmeye başlanmıştı.

Selçuk'un yönlendirmesi ile basit bir şeymiş gibi gelmişti ancak Selçuk bırakınca elim aşağıya doğru düştü. Selçuk son anda elimi kavrayıp silahı düşürmemi engelledi.

''Sıkı tut! Hayatın buna bağlıymış gibi düşün...''
Zaten öyle değil miydi? Kullanamazsam ölecektim.

Başımı hızla salladım, onayladığımı belirtir bir şekilde. Selçuk etrafına bakındı, bakışları önce arkamda bir nokta da, sonra da karşıdaki camda gezindi.

''Tamam, bir planım var.'' dedi Selçuk ve beni arkamdaki büyük pencerenin önüne getirdi.
''Plan mı?'' dedim, adımlarını takip ederken.

Selçuk pencerenin yanındaki buzdolabına benzeyen metal dolabın kapağını açtı ve içindekileri yere boşaltmaya başladı. Her yer renkli sıvılar ile cam kırıkları ile dolarken devam ettim.
''Planların pek işe yaramıyor gibi...''

Selçuk kısa bir bana bakıp diğer buzdolabını yere devirdi. Bir an bana sinirlendiği için yaptığını sanmıştım ancak ikinci buzdolabını da üstüne devirip kapağını açtı.

''Eğer planım işe yaramamış olsaydı, ölmüş olurduk. Ama yaşıyoruz...'' dedi, bilmiş bir şekilde.

''Az kalsın ölüyorduk! Ve hala daha bu tehlikeyi atlatmadık!'' dedim, tek elimle kırılmak üzere olan kapıyı işaret edip. Selçuk işini çok hızlı hallediyordu, hızlı ve pratik düşünüyordu. Oldukça yetenekliydi ancak yalnızca ona umut bağlamak pek akıl karı değildi.

''Merak etme, ekip çoktan yola çıkmıştır.''

Başımı iki yana salladım. ''Bizi nasıl bulacaklar? Takip cihazları çalışmıyormuş.''
Selçuk içini boşattığı ilk dolabın yönünü bana doğru çevirdi.

Nefes nefese kalmıştı, alnındaki teri silip saçlarını geriye doğru attı. ''Evet... Ama elimde onların teknolojisinden bir takip cihazı daha vardı. Şuan senin içinde ve yaklaşık olarak 10 dakika önce aktifleşti. Ekibimin buraya ulaşana kadar, hayatta kalmamız gerekiyor. Ayrıca Suzan'ın kaçmasına izin vermem. Acele et ve içine gir.''

Selçuk içini boşalttığı buzdolabını işret ettiğinde kaşlarım havalandı. ''Planın bu muydu? Donarak ölmem mi?''

Selçuk kolumdan tutuğu gibi, boyumdan biraz daha kısa olan buzdolabının içine soktu beni. Ayakta rahat duramayacağım için mecburen oturdum.

''Dikkatleri buradan uzaklaştıracağım, sen burada kal. Eğer biri gelir ve seni fark edecek olursa silahı kullan. Ekip geldiğinde seni buradan çıkaracağım.'' Selçuk doğrulup kapağı kapatacağında, onu durdurdum.

''Ya sana bir şey olursa?'' dedim. ''Hayır, o zaman kesin burada ölürüm. O yüzden soruyorum.''

Selçuk hafifçe güldü. ''O zaman diğer tarafta buluşuruz.''

Selçuk kapağı hızla kapatınca biranda karanlıkta kaldım. Sonra da beyaz, rahatsız edici bir ışık dolabın içini aydınlattı. Etrafıma kısa bakındım. Alan dardı, dizlerimin üzerinde oturduğum içinde bir hayli rahatsızdım. Bir süre sonra ayaklarım yorulacaktı ancak şuanda sessiz kalmalıydım.

Elimde tutuğum silaha baktım. Zorunda kalırsam birini öldürecektim, şuan için bunu yapmam imkansız gibi görünüyordu.

Ama zaten çoktan birini öldürmüştüm. O profesörü zehirlemiştim, kendi ellerimle bile isteye yapmıştım. Başımı iki yana salladım ve düşünmemeye çalıştım.

Gözlerimden akan yaşları elimin tersi ile sildim, dudaklarımı birbirine bastırdım. Dışarıdan gelen gürültü ve silah sesleri ile ellerimi kulaklarıma kapadım. Birkaç kurşun bulunduğum dolaba işaret edince olabildiğince küçülmeye çalıştım. Kurşunlar dolabı delip geçemiyordu ancak darbeyi hissediyor ve sesinden bir hayli rahatsız oluyordum.

Selçuk, her ne kadar başarıya tam olarak ulaşamasa da beni hayatta tutmayı başarmıştı. Hala daha, kendinin öldürülme ihtimalini bile bile beni koruyordu. Sözünü tutacaktı, beni koruyacak ve bizi sağ salim buradan çıkaracaktı. Ona kızgın olduğum kadar minnettardım. O benim tek umudumdu.

Aynı zamanda öldürülen, hayatı mahvedilen onca insanın ve hayvanlarında umuduydu. Sırtında çok ağır bir yük vardı.

O gerçekten harika bir insandı.

Yan yana olmak, güven duygusunu hissetmek istiyordum.

Diğer tarafta olsa bile, onunla olmak istiyordum. 

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top