10- Ölü ya da diri...
Bölüm 10: ''Ölü ya da diri...''
''Metrodaki adamlar halloldu! Merkeze sorgu için götürülüyor.''
Selçuk, telefonu kulağı ile omzu arasına sıkıştırdı ve koşar adım işlerlerken ceketini hızla üzerine giydi.
''Olabildiğince çabuk bir şekilde konuşturun. Zehri içmediklerinden de emin olun. Örgüt her şeye hazırlıklı, adamların konuşmasını engellemesine izin vermeyin. Ayrıca planı çoktan fark etmiş olmalılar.''
''Tamam, burayı hallederiz. Sen Defne'yi gözden kaçırma. Onları bir hayli sinirlendirdik, Defneye zarar gelebilir.''
''Merak etme, ona zarar gelmesine izin vermem. Eminim ki onların amacı da öldürmek değil.''
''Buna emin olamazsın Selçuk. Bunca zaman bizi bir hayli şaşırttılar.''
Selçuk silahını beline koyduktan sonra telefonu eline aldı. ''İşte bu yüzden eminim. Onu öldürmeyecek, en azından kim olduğunu kendi gözleri ile görene kadar.''
''Anladım. Merkeze geçiyorum.''
Telefonun ardından gelen hışırtılı sesin kesilmesinin ardından Selçuk telefonu arka cebine koydu ve park halinde bekleyen siyah motora bindi.
Defne'nin haberi yoktu belki ama metroda, Defne'yi yakalamak içi bekleyen birçok adam vardı ve polisler hepsini yakalamayı başarmıştı. A planı kusursuz bir şekilde ilerliyordu.
Ama aynı zamanda Selçuk, Defne'nin peşindeki adamları yakalamakla meşgul olduğu için kafeyi gözlemek için birkaç dakika gecikmişti. Hızlı hareket etmeli ve Defne'yi gözden kaçırmamalıydı.
Söylediği gibi, Defne'nin kılık değiştirmesi gözlerden kaçmamıştı. Bunun bir plan olduğu anlaşılmıştı. Ama önemli olan bu değildi. Şimdi ellerinde örgüte ait, konuşturabilecekleri en az 10 adam vardı.
Selçuk'un asıl planı, örgütteki adamları konuşturmayı başarırsa Defne'yi geri çekmekti ancak henüz bu mümkün değildi. Sorgu belki de sandığından çok daha uzun sürecekti. Bu süre zarfında da Defne defalarca saldırıya maruz kalacaktı.
Şimdi B planını uygulamalı ve Defne'yi canlı bir şekilde götürmelerine izin vermeliydi. Selçuk'un şüphesi yoktu ki, Defne'yi örgütün sığınağına, başlarındaki kişinin yanına götüreceklerdi.
Motoru hızla çalıştırdı ve kafenin karşısındaki parka doğru sürdü. Başındaki kaskı ve ceketinin kalkık yakaları yüzünü gizliyordu, bir ağacın arkasında bekledi.
Kafenin açık camları içeriyi net bir şekilde görmesini sağlıyordu ancak Defne'nin masasının etrafı bir hayli kalabalıktı.
Yanında dört öğrenci ve yaşlı bir adam vardı. Hepsi Defne'ye bakarak bir şeyler konuşuyorlardı.
Kulağındaki kulaklığa dokundu. ''Ekip 2, durum bildirin!''
Kulağında genç bir ses konuştu. ''Fakülteden bir profesör Defne'nin yanına geldi. Aracı kafenin yanındaki beyaz cip...''
Selçuk'un bakışları beyaz aracı buldu, içi boştu.
''Ben A3, Defne iyi görünmüyor.'' dedi başka bir ses.
A3, kafenin içinde, Defne'ye yakın masalarda oturan bir polisti. Selçuk gözlerini hafifçe kıstı Defne'nin masasına baktı. Gerçekten de iyi görünmüyordu.
''Neyi var?'' diye sordu, kulaklığından.
''Bilmiyorum, gelir gelmez fenalaştı.''
Selçuk kaşlarını hafifçe çattı. Acaba yaşadıklarından dolayı mıydı, yoksa kendisi fark etmeden kıza bir şey mi yapmışlardı?
''Bir şey enjekte ettiler mi? Ya da bir şey yiyip içti mi?'' diye sordu hızlıca, ilk şıkkı aklından silerek. Zira Defne'nin masum görünüşünün altında yatan çatallı dili onun göründüğü gibi korkak birisi olmadığını açıklıyordu.
''Meyve suyu içti. Garsonu takip ettim, görünürde bir şey yoktu.''
Selçuk başını işi yana salladı. İçeceğine bir şey karıştırılmış olabilirdi ve bu garsondan daha önce yapılmıştı. Her yerde adamları olduğunu zaten biliyorlardı, neden birisi kafenin mutfak kısmında çalışıyor olmasındı ki...
''Defne bayıldı, dışarı çıkarıyorlar.'' dedi hızlıca A3.
Bu sırada kucağında Defne ile kafeden bir adam çıktı. Yanında Defne'nin arkadaşları ve profesörde vardı. Hızlıca beyaz cipe bindiklerinde Selçuk mırıldandı.
''Cipi takip edin!''
Araç hareket eder etmez, Selçuk motoru çalıştırdı. Fark edilmeden takip etmesi gerekiyordu, birkaç metre arkadan takibe başladı. Aracın arka koltuğunda, kız öğrencinin omzuna yatmış olan Defne'yi görebiliyordu.
Rüzgar bedenini sıyırıp geçerken, kaskının camını indirdi. Şimdi görüşü daha netti.
Cip, süratle yolda ilerlemeye devam ederken sürücü koltuğunda oturan profesörün bakışları dikiz aynasına kaydı. Önce arka koltukta, baygın bir şekilde yatan Defne'ye baktı.
''Nabzını kontrol edin, canlı getirilmesi emri verildi.'' dedi, arka koltuktaki kıza. Kız başını olumlu anlamda salladı, Defne'nin nabzını kontrol etti.
''Durumu efendim.'' Dedi, hocasına.
Profesörün bakışları bu defa arka cama kaydı. Arkasından gelen araçları kontrol etti. Birkaç araç, ve iki motor sıradan bir şekilde yolda ilerliyorlardı.
''Takip ediliyor muyuz?'' diye sordu Profesör.
Ön koltuktaki genç, çantasındaki cihazı çıkardı. Yolda bir süre ilerledikten sonra da konuştu. ''Bir süredir aynı mesafeden takip eden bir motor var. Siyah renkli, sol şeritten gelen motor.'' diye söyledi, elindeki cihazın verilerini incelerken.
Bu, çevresindeki araçların hızını ve mesafesini dakikalar içinde analiz edebilen özel bir cihazdı.
''Gözden kaçırmayın!'' dedi ve gaza yüklendi Profesör. Hızını bir hayli arttırdı, bu sayede Selçuk'ta atağa geçti.
Fark edildiğini anladığı anda oda hızını arttırdı. Cip önde, motor arkada sokaklarda hızla ilerlemeye başladılar.
Selçuk elbette gözden kaçırmamalıydı ancak gitmelerine de izin vermek zorundaydı. Kazandıklarını düşündürtmek, bir oyunda daima kazanmanı sağlardı.
Beyaz cip süratle sola döndüğünde araç hafifçe sallandı. Defne'nin çantası yere düştüğünde, Yasemin eğilip aldı. Çantanın içini hızla karıştırdığında; telefon, cüzdan ve küçük bir not defteri dışında hiçbir şey olmadığını gördü.
Pencereyi açtı ve çantayı dışarıya fırlattı. Takip cihazı olma riskini göze alamazdı. Defne'nin üzerindeki gözlük ve şapkayı da çıkarıp attı. Son olarak ceketini ve ceplerini kontrol etti.
Bu sırada süratle ilerleyen cip, kontrolü sağlayamadığı için sağ şeritte park halindeki birkaç araca çarparak ilerlemeye devam etti. Yasemin sarsılan aracın içinde kendisini toparlayıp öne doğru eğildi.
''Takip cihazı yok, köprüyü geçebiliriz.''
Profesör başıyla kızı onayladı. Yaşlı parmakları direksiyonu kontrol etmekte zorlanıyordu.
Selçuk, arabalara sürte sürte ilerleyen arabaya gülerek baktı. Yaşlı bir ajanı sürücü koltuğuna oturtturmak, kendisine hakaret sayılırdı.
Selçuk'u hafife mi alıyorlardı?
Yapılması gereken en büyük hatalardan birisiydi.
Selçuk, araçtan dışarıya fırlatılan çantayı görünce sesini duyurabilmek için bağırarak konuştu.
''Takip cihazından kurtuldular, izimi kaybetmeyin.''
Motor, araçların arasında kıvrılarak süratle ilerlerken, beyaz cip aniden yön değiştirdi ve sağa saptı.
Selçuk motoru kolayca döndürüp peşlerine takıldı, hızını daha da arttırarak cipin yanında ilerlemeye başladı.
Ön tarafta oturan iki adam kendisini fark edince, Profesör bağırdı. ''İndir şu adamı!''
Yolcu koltuğunda oturan adam, torpido gözünden silahı çıkardı ve pencereyi açıp silahı Selçuk'a doğru doğrulttu.
Selçuk ise silahı görür görmez motoru sağa doğru kırdı. Cipten uzaklaşıp araya başka araçların girmesine izin verdi. Böylece adam, silahı indirmek zorunda kaldı. Selçuk, cipe baka baka ilerlerken, yolun sağ tarafında kalan alt geçide girdi. Araç aniden görüş açısından çıkıp duvarın ardında kalınca hızını arttırdı.
Alt geçitten çıkınca, aracın sola dönüp kendisinden uzaklaşmaya başladığını fark etti. Motorun arka tekeri kaydırarak sola döndü, cipin peşine takıldı. Bu defa önleri kesecekti.
Son hızla cipin önüne geçti, arkasını dönüp aracın içine baktı. Koltukta oturan adam, yeniden silahı çıkarmak üzereydi ki, profesör onu durdurdu.
''Ezip geçelim şu herifi!'' dedi, gaza bastı.
Cip, Selçuk'un motorunun arkasına vurduğunda, Selçuk bir an için afalladı ve hızını biraz daha arttırıp cipten uzaklaştı.
Selçuk arkasına döndüğünde cip yeniden kendisine çarptı, motorun dengesini kaybetti. Son anda önüne dönüp motoru toparlamaya çalışsa da, motor hemen önündeki siyah araca çarptı.
Selçuk, çarpmanın etkisi ile süratle havalandı ve yolun ortasına düştü. Birkaç metre yuvarlandıktan sonra zoraki başını kaldırdı. Araçlar hızla yanından geçiyordu. Beyaz cip Selçuk'u çoktan geride bırakmıştı.
Selçuk düşmenin etkisi ile afallamıştı, başındaki kaskı zoraki çıkarıp fırlattı ve dizleri üzerinde doğruldu. Kulakları çınlıyordu, elini sızlayan başına götürdü. Kaskın ezilen camı başına batmış olmalıydı, başından akan kanı ceketine sildi. Zoraki ayağa kalktı ve uzaklaşan cipin ardından baktı. Etrafındaki araçlar kendisini görüp kornaya basıyor ve yoldan çekilmesi için bağırıp duruyorlardı.
Elini kulağına götürdü.''Takipte olan başkası var mı?'' diye sordu.
Ancak sorusuna cevap alamadı, kulaklığını çıkardı. Kulaklık düşmesinin etkisi ile ezilmişti, bu kulağının çınlamasının nedenini açıklıyordu.
Şimdi ekip arkadaşlarından haber alamayacaktı. Sekerek yolda ilerlemeye başladı. Arkasından bağıran adama omzunun üzerinden dönüp baktı.
Az önce çarptığı aracın sürücüsüydü, devrilen motorun yanında dikilmiş sinirle Selçuk'a bağırıyordu.
Selçuk elini hafifçe kaldırdı, umursamaz bir tavırla ve önüne döndü. Cip, ilerideki alt geçide girmişti, dönen yolda gözden kaybolmuştu. Selçuk koşmaya başladı, ilk başta sızlayan bacağı yüzünden sendelese de, sonra dan hızını arttırdı.
Koşarak alt geçidin kıvrılan yolunu geçebileceği kestirme yola saptı. Başındaki yaradan dolayı arada tökezlese de alt geçidin çıkışına kısa sürede varmıştı.
Geçitten çıkan araçları hızla süzdü. Ancak beyaz cip görünürde yoktu.
Selçuk ellerini dizlerine yasladı ve soluklanırken hızlıca düşündü. Motordan düştüğünden bu yana geçen süre zarfında cip çoktan alt geçitten çıkmış olmalıydı. Ancak çıkmamıştı.
Yani... Araç değiştirmiş olabilirler miydi?
Gözleri sonuna dek açıldı ve etrafına bakındı. Dikkat çekmeyecekleri, hızlı gidebilecekleri ve bir önceki aracın tam aksi bir araca binmiş olmalılardı.
Örgütün işine yaracak bir araç aradı, birkaç aracı hızla elediğinde, geriye kalan araçları taradı. Birkaçının içinde kimin olduğunu görebiliyordu, geriye harcadığı saniyeleri ekleyince iki araç kalıyordu. İkisinde camları filmliydi, içerisi görünmüyordu.
Selçuk koşarak yolun sol tarafındaki iki yolu birbirinden ayıran ağaçlık alana girdi. Oldukça hızlı koşuyordu, neredeyse araçlarla aynı hıza ulaşmıştı.
Koşarken, kaldırıp kenarındaki süs için koyulmuş yapay kayalıkların tepesine çıktı ve aynı hızla hemen yanında ilerleyen aracın tepesine zıpladı. Sertçe aracın üstüne düştüğünde sürücü afalladı ve araç önce sağa sola sarsıldı.
Yolcu koltuğunda oturan adam başını çıkarıp kendisine baktığında, Selçuk aracın tepesinden düşmemek için elleri ile araca sıkıca tutundu. Bakışları, gözüne kestirdiği iki araç üzerinde sabitlenmişti. İkisi de yolun sağ şeridinde, peşi sıra ilerliyorlardı. Birisi gri, diğeri ise krem renkli son model iki araçtı.
''Deli misin be adam! Ne yapıyorsun?!'' diye öfke ve şaşkınlıkla bağırdı sürücü.
Selçuk umursamadı ve yavaşlayan araçta ayağa kalktı. Bedenine etki eden rüzgara karşı koymakta zorlanıyordu. Araç durmaya yakın, hemen sağından gelen kırmızı aracın üstüne zıpladı. Aracın hareket halinde olması nedeniyle ayağı kaymıştı, araçtan düşmek üzereyken son anda aracın üstündeki antenin çıkıntısına tutundu. Kolları ile kendini aracın üstüne çekti, rüzgara karşı durabilmke için yüz üstü uzandı.
Kırmızı aracın sürücüsü de tepesine düşen adam ile şaşırmıştı. Kornaya basmaya başlayınca diğer araçlarda Selçuk'u fark etti. Aynı şekilde örgütte fark etmiş olmalıydı.
Selçuk'un gözüne kestirdiği iki araçtan gri olan hızlanmaya başlayınca Selçuk Defne'nin o araçta olduğunu anladı.
Ekibine takibe almaları için haber vermesi gerekiyordu ancak kulaklığı olmadan bunu yapamazdı. Elini cebine attı, telefonundan haber verebilirdi ancak kırmızı araç, tepesindeki adam ile paniklemiş olmalıydı ki aracı bir sağa bir sola kırmaya başladı.
Selçuk düşmemek için sıkıca tutunmak isterken telefonu düşürdü. ''Hay ben senin...'' diye söylendi.
Şimdi üzerindeki takip cihazına güvenmekten başka şansı kalmamıştı.
Başını hafifçe eğdi ve açık camdan içeriye bağırdı. Rüzgar nedeniyle sesi boğuk çıkıyordu. ''Ben polisim! Deli gibi sallanıp durma da şu öndeki gri aracı takip et!''
''Ne saçmalıyorsun sen?'' diye bağırdı sürücü, üniversiteli bir genç adamdı. Gözlerinde 3 numara gözlükleri, üzerinde ise şık bir takım elbisesi vardı.
''Dediğimi yap! Yoksa polise operasyon sırasında engel olmaktan tutuklanırsın!''
Sürücü korkmuş olmalıydı ki aniden gaza bastı. Selçuk düşmekten yine son anda kurtuldu.
Gri araç Selçuk'un hala daha kendisini takip ettiğini fark edince hızlanmıştı. Şimdi sürücü koltuğunda başka biri olduğu için kaçış kolaylaşmıştı onlar için.
Kırmızı araç hızlanmaya başladığında, gri araç önündeki araçları sollayarak ilerlemeye başladı. Hızını arttırdığı ve yolda kıvrılarak ilerlediği için kırmızı araç kendisini takip edemiyordu.
Zira Selçuk, aracın en ufak bir sarsılmasında yeniden kendisini yolun ortasında bulabilirdi.
Gri araç, sağa döndü ve ara sokağa girdi. Kırmızı araçta hızla sağa döndü ancak sokak boş değildi; Gri araç ilerlemek yerine durmuş, kırmızı aracında kendisine çarpmamak için aniden durmasına neden olmuştu.
Selçuk, gri aracı görünce endişeyle gözleri açılmıştı. Kırmızı aracın ani fren yapması nedeniyle aracın üzerinden süratle savruldu ve gri aracın arka camına çarptı.
Camda yankılanan tok sesin ardından acıyla inleyip kolunu tuttu. Bu ikinci düşüşüydü ve canı bir hayli yanmıştı.
Gri aracın ön kapısı açıldı ve genç bir adam çıktı. Hızla Selçuk'a doğru döndü ve elindeki silahı doğrulttu.
Selçuk silahı görür görmez kendini aracın üstünden yere attı ve aracın arkasına saklandı. Silah birkaç el ateş ettiğinde, kırmızı araç korkuyla aracını geri geri sürüp kaçmaya başladı.
Selçuk açıkta kalmıştı. Örgütten olan adam durmadı ve aracın etrafını dolanarak Selçuk'a ateş etmeye devam etti.
Selçuk koluna isabet eden kurşun ile acıyla inleyip durdu. Sırtını gri aracın arka kapısına yasladı. Hemen arkasında, kapının ardında Defne vardı, baygındı... Sonunda adam tam karşısına geçip silahı Selçuk'un göğsüne doğrulttu.
Selçuk'un yorgun bakışları genç adamın yeşil gözlerini buldu. Adamın gözlerinde öfke ve kibir vardı.
Silahı tutan elleri titremiyordu bile, genç yaşına rağmen silah tutmaya alışmış gibiydi. Yarım ağız güldü, ''Bunca zaman boyunca pes etmediğin için seni tebrik ediyoruz. Bizi yakalamaya bu kadar yaklaşan hiç kimse olmamıştı. İlk defa sen, Selçuk ÇEVİK... İlk defa sen bu kadar yaklaştın. Bizi yakalamana şu kadarcık kalmıştı, değil mi?'' dedi, işaret ve orta parmağı arasında kısacık bir mesafe bırakarak. Sözleri alay doluydu.
Yeniden güldü ve silahın tetiğini çekti. ''Bir dahaki sefere artık...'' dedi ve ateş etti. Birkaç el silah sesi duyuldu ve üç kurşun, Selçuk'un göğsüne isabet etti.
Selçuk'un dudakları arasından acı dolu bir mırıltı döküldü. Derin derin nefesler aldı, bakışları ağırca göğsündeki üç deliğe kaydı. Canı yanıyordu.
''İyi uykular Selçuk Çevik!'' dedi genç adam ve silahı beline atıp hızla aracın etrafını dolaştı. Kısa süre içinde aracı çalıştırdı ve ardına bakmadan yola koyuldu.
Selçuk, giden aracın ardından güçsüzce yere düştü. Sırtüstü döndü ve acıyla inledi. Üzeri tamamıyla kendi kanı ile kaplanmıştı. Renkli gözleri gökyüzünü buldu.
Gökyüzü bugün masmaviydi... Hafif bir esinti vardı. Soğuk rüzgar ceketinin altından içine dolmuş, bedeninin üşümesine neden olmuştu.
Selçuk yerden doğrulmaya çalıştı. Canı yanıyordu, Defne'yi onların eline bırakamazdı. Onu koruyacağına söz vermişti. Ona defalarca kendisine güvenmesini söylemişti. Onu öldüreceklerdi, şimdi kalkmazsa onu öldüreceklerdi.
Görevini tamamlayamayacaktı...
Görev...
Şimdi ayağa kalkmalıydı. Acıyla bağırarak zoraki dizleri üzerine kalkmayı başardı. Başını kaldırdı ve sola dönüp gözden kaybolan araca baktı.
O Selçuk Çevik'ti. Öylece bir sokak köşesinde pes edemezdi.
Pes edemezdi.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top