1- Dünya bir gecede değişir!


Bölüm 1: ''Dünya bir gecede değişir.''

AVM'de Bir Gece... 



''Defne, ben geldim siz neredesiniz?''

''Avm ana girişinin hemen yanındayız İlknur.''

''Tamam, gördüm sizi. Kapat geliyorum .''
İlknur'u görebilmek adına etrafıma bakındığımda dolmuş durağının oradan bize doğru deli gibi koşan arkadaşımı görebilmiştim. Telefonu kapadım ve kızlara döndüm.
Sude alçak sesle, ''Koşuşa bakın kızlar, avına koşan kaplan gibi...'' diye söylendiğinde ona kötü kötü baktım.

Tamam, belki biraz benziyor olabilirdi.

İlknur nefes nefese yanımıza geldiğinde, hepimizle selamlaştı.
''Çok acıktım kızlar, hadi içeri geçelim.''

Penqueen Avm'nin ana girişinden girdiğimizde, hızla güvenlikten geçtik ve yemek yiyeceğimiz alana geldik. Masaya kurulur kurulmaz tabelalardaki seçeneklere şöyle bir göz gezdirdim.

''Defne ikili menüden alalım mı? Daha ucuza denk geliyor.'' diyerek, karşıdaki tabelayı gösterdi, Melike. Hamburger menülerden bahsediyordu. Ama ben hamburger sevmezdim. Aynı fiyata başka bir menü yiyebilirdik.

''Aslında...'' diye söze başladığımda, İlknur atıldı. '' O zaman bizde ikili menüden alalım Sude. Bu aralar çok harcama yaptım vallahi, annem beni kıtır kıtır kesecek.''

''Yine alışverişe mi çıktın İlknur?'' diye söylendi, Melike. ''Yok kız, kıyafet falan almadım. Hep abur cubura gitti. Dün yine kilo almışım diye depresyona girdim, aksi gibi Hilal'de depresyondaymış. Salim amcayı zengin ettik de geldik.''

Güldüm. '' Hadi seni anladık, Hilal niye depresyona girdi?'' dedim.
''Aman ya, istediği yere girip çıkıyor o. Bende anlamıyorum.'' dedi, İlknur. ''Neyse dur, yemek yerken konuşuruz ben siparişi verip geleyim.''


***

''İşte bende dedim, 'Senin ağzınla ***ünü yer değiştiririm. Bütün sindirim sistemin alt üst olur. Radyasyon mağduru gibi gezersin ortada.' dedim. Çok iyi demişim, değil mi kızlar?''dedi, İlknur. Ömer'in dedikodusunu yapıyordu, bizim sert kızımız. Ona güleceğim derken karnıma ağrılar girmişti resmen, tek elim belime yaslı kızlarla gülüşüyorduk.


''Hak ediyor tatlım, ne yapayım.''

Karnım gerçekten çok ağrıyordu.
''Şu mağazaya girelim mi?'' diye soran Melike'nin ardına takıldık. Mağazada Dua Lipa'nın bir şarkısı çalıyordu. Kızlar tek tek askılara göz atarken, bende gözüme takılan elbisenin yanına ilerledim. Elbise dantel detaylı, diz altından olan saks mavisi bir elbiseydi. Elbiseyi askıdan almak için kolumu kaldırdığımda, parmak uçlarımda öylece dururken aniden kaskatı kesildim. Zira tüm mağazanın bakışlarının üzerime döneceği bir şey yaptım.

Pırt yaptım.


Azıcık pırt...

Çok azıcık...


Koca koca açılmış gözlerim ile başımı hafifçe yana çevirdim. Bir nebze olsun osuruğumun müzik sesinden duyulmamış olmasını dilemiştim ancak müzik tam vaktinde susmuş, herkes kıçımdan çıkan yüksek notaya gayet net bir şekilde şahit olmuştu.

Mağazada ikinci bir ses yükseldiğinde, bakışlar İlknur'a döndü.
İlknur kendini kaptırmış, deli gibi kahkaha atıyordu. Yani şimdi o osursa ben ona gülmezdim, çok ayıp etmişti. Onun kahkahalarının ardından da mağazadaki insanlar bıyık altından gülmeye başlamıştı.

Ne güzel rezil olmuştum öyle...

Karnımdan yükselen sesler nedeniyle ikinci bir yüksek notanın geleceğini anlamış ve aynı pozisyonda kalakalmış olan bedenimi harekete geçirmiştim. Hızla mağazadan çıktım osuruğumu kimsenin duymadığı alana gelene dek de durmadım.

Bir köşede kedi yavrusu gibi büzülmüş, karın ağrımın geçmesini beklerken kızlar aheste aheste yürüyerek yanıma geldi.

''Yalnız Defne, ne saldın be... Sen kaçtıktan sonra mağazayı tahliye ettiler, mağazayı kaplayan gazdan dolayı zehirlenme ihtimali varmış.'' diye bağıra bağıra konuşan ve duymayanlara da saldığımı duyuran İlknur'un ağzına bir tane vurdum.

''Az daha bağır canım, şu taraf duymadı bak.'' diyerek alayla rastgele bir yeri gösterdim ancak kızlar durur mu? O tarafa dönüp koro halinde, ''Defne mağazada oss-'' diye bağıracakken, ''Ağğğh'' diye bağırdım. Öyle bir bağırmıştım ki, yanımızdan geçen iki teyze irkilip ''Eşhedü ella...'' diye mırıldanmıştı.

Boğazımı hafifçe temizledim ve kızları susturabilmenin zaferi ile gülümsedim. ''Tek kelime edenin ağzına s*çarım. Saygılarımla...'' diyerek önlerine geçtim.

''Keşke videoya alsaydık ya...'' ''Aynen ya niye almadık?'' ''Güvenlik kameraları her şeyi çekti kızlar.'' diye kendi aralarında konuşuyorlardı kızlar.
Başımı kaldırdım ve sağ üst köşede, üzerinde kırmızı ışığın yandığı kameraya dil çıkardım. Güvenlik kameraları ses almazdı bir kere, tamam mı?... Yani herhalde öyleydi...


Kızlar hala daha arkamdan gülüyor, bende karın ağrım yüzünden yamula yamula yürüyerek önlerinden yürüyordum.

''Ağzımızın tadını bozdun Defne, şurada bir şeyler içelim.'' diye bıyık altından gülen Melike'ye kötü kötü baktım.

Orada bir kahve kaç para biliyor musun sen acaba?

Avm'nin üst katındaki kafeye girip, terastaki boş masalardan birine oturduk.

''Ohh be! Sonunda temiz hava. Birazda okcicen çekelim yahu!'' diye söylenen kızlara baktım.

''Benim osuruğum kokmaz bir kere!'' diye söylendim. ''Orada duracaksın Ünili, leş gibi kokuyor vallahi.'' dedi Sude.

Tam cevap vermek üzereydim ki, karnımdaki sancı nedeniyle başımı masaya yaslayıp kollarımı karnıma doladım. Sanırım yediğimiz yiyecek nedeniyle karnım kötü olmuştu, zaten sabahta pek bir şey yiyemeden gelmiştim.

''Ne içeceksiniz?''
''Ben şu adını söyleyemediğim şeyden istiyorum.'' dedi, Sude. Güldüm ama sonra yüzüm tekrar buruşmuştu. Eve gitmek istiyordum.


***

Saatler akşamın 9:30'unu gösterirken, kızlar hala daha mağaza mağaza gezeceğim diye dolanıp duruyor, üstüne birde ''Ben şu köşede sizi beklerim.'' dememe rağmen peşlerinden beni de sürüklüyorlardı.

''Allah aşkına, şuraya da girelim öyle gidelim. Ne olur?'' diye kolumdan tutup beni sürükledi Sude.

''Beni bir salın artık, karnımda enteresan şeyler oluyor, aşağıdan bir şeyler fışkırmak üzere. Hala mağaza diyorsunuz ya!''

''Son mağaza!'' diye kızlar beni içeri çekiştirdi ancak daha fazla dayanacak halim yoktu. Ben Karnım ağrıyor diyordum, kızlar mağaza diyordu. Altıma yapmak üzereydim, olduğum yere çöktüm ve altıma yapmamak adına kendi kıç kaslarım ile büyük bir mücadeleye girdim.

Bacağımı sallıyor, alnımdan dökülen terleri tişörtümün koluna siliyordum. Taşıyamadığım için Sude'ye verdiğim alışveriş çantalarımı da, yere çöktüğümü görünce Sude tekrar yanıma bırakmıştı.

3 çocukla ortada kalmış gibi alık alık etrafıma bakınıyordum. Mağazanın ortasına çökmüş sallanıp duruyordum. Amelin halinden yalnızca amel anlardı.

Daha fazla dayanamayacaktım, bir an önce tuvalete gitmem gerekiyordu.
Bir hışımla ayağa kalkıp yanımdaki poşetlere tekmeyi koydum ve ilk köşedeki tuvalete koştum.

Ben daha tuvaletin kapısından yeni girmiş, ilk adımımı dahi atamamışken kıç kaslarım bana ihanet etti ve yeni bir yüksek notanın eşliğinde kıçımdan bir şeyler firar etti.

''Allah senin belanı...'' diye mırıldanıp bacaklarımı birbirine doladım ve son bir umutla seke seke tuvalet kabininin içine adımladım.

Tuvalette kimsenin olmadığı ve benim bu rezil halimi görmediği için minnettardım. Pantolonumu eğer 3 saniye içinde indirmezsem içimdeki geriye kalan büyük tufan dışarı çıkacaktı. Ancak şişen karnımdan dolayı pantolonumun fermuarını bir türlü açamıyordum.

Tuvaletin kapısı açılıp İlknur ''Defne içerde misin?'' diye bağırınca telaş yaptım ve pantolonumu tüm gücümle çekiştirince düğmem kopup fırladı. Düğmemin kopmasıyla birlikte üzerindeki baskıdan kurtulan bağırsaklarım, Allah ne verdiyse kendini bıraktı ve kıçımdan büyük bir gürültüyle paçama kadar patır patır b** döküldü.

Pantolonuma s*çmama mı üzüleyim, kabini dolduran b*k kokusundan zehirlenecek olmama mı yanayım yoksa ''Defne düştün mü? O ses ne?'' diye kapıyı yumruklayan İlknur'a mı söveyim bilemedim.

Resmen amel olmuş ve s*çmıştım.

''Defne, içerde misin?'' diye tekrar seslendi, İlknur. '' Saat 10:00'a gelmiş Defne. Mağaza kapanacak biz kızlarla dışarda bekliyoruz çabuk ol.''

''Tamam, siz şey yapın ben sonra şey ederim.'' diye mırıldandım. ''Çabuk ol ama Sude'nin otobüs saati geldi. Geç kalırsan beklemeyiz bak.''

''Tamam, gelirim ben. Sen çık dışarı.'' dedim. Zira bu defa adım b*klu Defne'ye çıkacaktı.
''Alışveriş poşetlerini askıya asıyorum.'' dedikten sonra kapı sesi duyuldu.

Artık içimdekilerin dışarı çıkması ile rahatlamış ancak kirli bir pantolonla kalakalmıştım.

''Sayın müşterilerimiz, PENQUEEN AVM 10 dakika sonra kapanacaktır. Çıkışlara yönelmeniz önemle rica olunur. İyi akşamlar.''

Avm'nin kapanış anonsunu duymamla hızla kapıyı açtım ve tuvaletin içini kontrol ettim. Kimse yoktu, sünnet çocuğu gibi yürüyerek askılıktaki poşetlerimi aldım ve geri kabinin içine girdim.

Pantolonumu değiştirip biran önce AVM'den çıkmam gerekiyordu. Poşetleri hızla karıştırıp giyebileceğim bir şey aradım ancak birkaç tişört ve ceket dışınca hiçbir şey almadığımı fark ettim.

Karnımın ağrısından dolayı doğru düzgün alışveriş yapamamış, aldıklarımı da zaten kızlar sayesinde almıştım. Neden bir tane pantolon almamıştım ki?

Kara kara ne yapacağım diye düşünürken tekrar anons sesi duyuldu.
''Sayın müşterilerimiz, PENQUEEN AVM 10 dakika sonra kapanacaktır. Çıkışlara yönelmeniz önemle rica olunur. İyi akşamlar.''

Ne biçim bir ses bu ya... diye içimden söylenirken kapı kapanma sesi duydum ve aniden ışıklar gitti.
''Ağğhh, burada biri var. Kapamayın!!'' diye aniden bağırdım. Ancak içeriye giren kimse, tuvalette kimsenin olmadığını düşünerek çıkıp gitmiş ve sesimi duymamıştı.

Ben hareket edince kabinin ışığı tekrar yanmış ve görüş alanım tekrar aydınlanmıştı.
Biran önce pantolonumu temizlemeli ve AVM kapanmadan dışarıya çıkmalıydım.

Pantolonumu çıkarıp ceketimi belime bağladım ve kabinden çıktım. Hızla pantolonumu yıkadım ve el kurutma makinesinin altında kurutmaya çalıştım. Makine saniye başı durup tekrar çalıştığı için pantolon kurumuyordu.

''PENQUEEN AVM kapanmıştır. İyi akşamlar.''

Sesini duyunca makineye vurmaya başladım. ''Seni yapanın da, yarım yapanında taaa...'' diye mırıldandım.

Pantolonu ıslak giyersem aksam serinliğinde üşütüp tekrar kendimi amel etme ihtimalim çok yüksekti ancak yapabileceğim bir şey yoktu. AVM kapanmıştı ve görevliler çıkmadan dışarıya çıkmalıydım.

Pantolonun ıslak olmasını umursamadan üzerime giydim. Daha doğrusu giymeye çalıştım çünkü ıslak olduğu için bacaklarıma yapışmış ve buz gibi olduğu için seke seke giymek zorunda kalmıştım.

''Uhh! Ahh!'' diye sesler çıkararak zoraki pantolonu yukarı çekerken ayağım kaydı ve soğuk zeminin üzerine popo üstü düştüm.

Popomda oluşan ve tüm vücuduma yayılan acı nedeniyle deli gibi bağırıp ağlamaya başladım.

''Ama burada amel gazisi var ama ya... Ne yapıyorsun ama yaaa?!'' diye kendi kendime söverek ağladım.

Ayağa kalktım, popomu temizledim ve buz gibi pantolonu giydim. Eşyalarımı da alıp hızla tuvaletten çıktım.

Telefonumu elime alıp saate baktım.

10:35

Ne ara yarım saat geçmişti bilmem ama kızlar çoktan gitmiş, ufak bir mesajla da veda etmişlerdi. Anneme geç kalacağımı haber etmeliydim, zira meraktan ölür sonra gelir, beni de öldürürdü.

Ancak telefon çekmiyordu. Telefon çekmiyor muydu?
Mesaj atmayı denedim ancak hiçbir işe yaramadı. AVM'de kaldığımdan kimsenin haberi yoktu ve annem bana ulaşamayacağından korkacak, yedi sülaleye haber salacaktı.

Tuvaletin loş koridorundan çıkıp AVM koridoruna geldiğimde karşılaştığım karanlık beni korkutmuştu.
Koskoca, yüksek tavanlı, kapkaranlık ve oldukça sessiz AVM'nin ortasında öylece kalakaldım. Etrafta ses seda yoktu.

Işıklar neden kapalıydı? AVM'lerin ışıkları kapanmazdı, çoğu zaman arabayla önünden geçerken içerideki görevlileri görürdüm.

Koskoca AVM'nin elektrikleri kesilmiş olamazdı herhalde. En azından jeneratörü olmalıydı. Sonuçta hırsızlara karşı alınması gereken en önemli önlemdi.

Hırsız?
Bir soygunun ortasında kalmış olabilir miydim? Yok canım, daha neler. Amel kafa yaptı herhalde...

Paniklemeye başladım. AVM'nin karanlığına gözlerim alışmaya başladığında temkinli adımlarla ilerledim.
Bir an önce bir güvenlik görevlisi bulup buradan çıkmalı ve eve gitmeliydim. Korkuyordum çünkü AVM'de kaldığım için suçlanabilirdim.

Paniklediğim için ellerim terlemişti, telefondan saati tekrar kontrol ettim.

10:40 Şarj: %49
Şarjım azalmıştı ancak AVM'den çıkıp da eve gidene kadar bana yeterdi. Ağır adımlarım AVM girişine yaklaştığında hızlandı ve görevlileri bulabilmek adına bağırdım.

''Merhaba! Kimse var mı? Burada kaldım da, yardım edebilir misiniz?''
Sesim AVM'nin içinde yankı yapmıştı. ''Hey!! Kimse yok mu?'' diye tekrar bağırdım ancak kendi sesim dışında hiçbir ses duymadım.

Güvenlik görevlileri neredeydi? Dışarıda mı geziyorlardı?

Girişteki camlara adeta yapışarak etrafta birilerinin olup olmadığına baktım, görünürde kimse yoktu. Girişin önünde de bomboş otopark vardı, anayol çok uzakta kalıyordu. Belki biri görür diye cama vurup bağırdım ancak dışarıdan bakıldığında içerisinin tamamen karanlık göründüğüne emindim. Beni kimse göremezdi. Ayrıca yankı yapan sesim, daha da korkmama neden oluyordu.

Ağlamaya başladım, tamamen yalnızdım.

Belki diğer girişlerde güvenlik görevlileri vardır diye yine ağır ağır ilerlemeye başladım. AVM'nin içi soğuktu ve pantolonum hala ıslak olduğu için resmen g*tüm donmuştu. Titreyen bacaklarım yüzünden de yamuk yumuk yürüdüğüm için elimdeki poşetler bacaklarıma dolanıyordu.
Sol kanattaki ve sağ kanattaki girişlere de tek tek baktım ama ne güvenlik görevlisi, ne bir insan, ne de canlı bir varlığın izi yoktu. Koskoca AVM'de tek başıma kilitli kalmıştım.

Sosyal medyada mağazalarda gece kilitli kalanları görünce heveslenirdim ancak bu durum tamamen farklıydı.

Mağazaların girişleri tamamen kapalıydı, etraf dışarısından da karanlık ve sessizdi. Ayrıca g*tüm donarken ve annemin evde deliye döndüğünü bilirken pekte eğlenemezdim.

''Allah'ım ne yapacağım ben?'' diye mırıldandım ve etrafıma bir süre boş boş baktım. Ellerim stresten terlemişti, başım ağrıyordu ve bacaklarımda derman kalmamıştı.

Ağlamam şiddetlenmiş, omuzlarım sarsılmaya başlamıştı.

''Kimse yok mu?'' diye bağırdım ve poşetleri bırakıp tekrar kapılara koştum. Korkuyordum ve ne yaptığımdan tam emin değildim. Camlara vurup gözüme takılan güvenlik kameralarına bağırıyordum. En son ana girişin yanındaki kameranın önüne çöktüm ve ellerimi birleştirerek adeta kameraya yalvardım.

''Kimse yok mu ya? Burada kapalı kaldım, lütfen yardım edin. Vallahi hırsız değilim!'' diye ağlamaya devam ettim. Ancak sabah kameraların üzerinde gördüğüm kırmızı ışıklar yanmıyordu. Emin olmak için diğer kameraları da kontrol ettiğimde yine aynı şeyle karşılaştım.

Kameralar kapalıydı. Ama neden?

Sakin olmalı başka bir çözüm yolu bulmalıydım. Annemler şuan beni merak etmiş ve arkadaşlarımı aramış olmalılardı ama burada olacağım kimsenin aklına gelmezdi.

Sıkıntıyla derin derin nefesler aldım ve etrafıma bakındım. Üşümüş ve yorulmuştum. AVM soğuktu ve mağazalar kilitli olduğu içinde kıvrılabileceğim hiçbir yer yoktu.

Umutsuzca poşetlerimi aldım ve AVM'de ilerlemeye başladım. İlerideki çocuk parkını görünce hızla oraya adımladım. Parkta küçük kulübeler ve yapma ağaçlar vardı. Kulübenin birisinin içine girdim ve kapıyı örttüm, böylece biraz olsun ısınabilecektim.

Gözlerim yavaş yavaş ağırlaşmaya başlamıştı ancak korkudan uyuyabileceğimi sanmıyordum.

Bu saatten sonra yakalanırsam hırsız damgası yiyeceğimden korkuyordum; zira aldığım kıyafetlerin fişleri de yoktu. Gerçi çalacak olsam gider gelinlik falan çalardım ama bunu başkasına nasıl açıklardım onu bilmiyordum.

Titreye titreye bildiğim tüm duaları okurken gözlerim ağırca kapandı. Uyku uyanıklık arasında sürekli gidip geliyordum ve arada telefonumu kontrol edip annemlere mesaj atmaya çalışıyordum.

Ancak bir süre sonra telefondan tamamen umudu kestim ve şarjımın bitmemesi için tüm uygulamaları kapatıp cebime attım.

Ne kadar süre geçti bilmiyorum. Bir süre sonra kulağıma gelen seslerle hızla doğruldum ve saate baktım.

02:36

Kapıyı açıp etrafa bakındım.
İlk önce, AVM'de yankı yapan birkaç ayak sesi duydum, ardından da konuşma sesleri. Sonunda güvenlik görevlileri benim için gelmiş olmalılardı. Bir hışım kulübeden çıktım ve poşetleri kaptığım gibi sese doğru ilerlemeye başladım.

Bağırıp burada olduğu söyleyecektim ama susuzluktan dilim damağım kurumuş, dudaklarım birbirine yapışmıştı.
En son kaçta bir şeyler yemiştim?

Seslere doğru ilerliyordum ancak AVM koridorları kıvrımlıydı ve ses yankı yaptığı için tam olarak nereden geldiğine emin olamıyordum. Adımlarımı yavaşlattım ve koridorları tek tek dolandım. Sesler gittikçe yaklaşıyor, aynı zamanda da hiddetleniyordu.

Neredeydi bu görevliler?
Seslere sonunda netleşip anlaşılabilir hale geldiğinde onlara yaklaştığımı anladım. İlerideki köşeyi dönmeden önce elimden kayıp duran poşetleri sabitledim ve derin bir nefes aldım.

Köşeyi dönmeme birkaç adım kalmıştı ki, büyük bir ses duydum ve korkuyla yerimden sıçradım. Tek ayağım havada öylece kalakalırken, bir kadın sesi duydum.

''Sonunun onun gibi mi olmasını istersin?''
Kadın sinirliydi, bağırmıyordu ancak yankı yapan sesi bağırmasından çok daha etkileyiciydi.
''Baksana, bir mezarı bile olmayacak.'' dedi yine aynı ses.

Neler olup bittiğini anlayabilmek adına, olabildiğince sessiz bir şekilde başımı duvarın arkasından çıkardım ve sesin sahibine baktım. Loş ışığın altında birkaç beden gördüm.

İleride, orta yaşlı olmasına rağmen saçları grileşmiş ve üzerinde takım elbise olan bir kadın ve karşısında da genç bir adam vardı. Adamın üstünde beyaz bir önlük vardı. Adam başını hafifçe yana eğmiş ve tek elini yanağına yaslamıştı.

''Özür dilerim. '' diye mırıldandı genç adam.
Karşısındaki kadının bakışları altında ezilmiş gibi görünüyordu. Kadının ona vurduğu aşikardı.
Başımı biraz daha dışarıya çıkardığımda, arkalarında üç adamın daha olduğunu gördüm.

Ve gördüğüm şeyle ellerimi dudaklarım üzerine kapadım. Adamlar, tıpkı sedyeye benzeyen bir şey taşıyorlardı; Sedyenin üstünde beyaz bir örtü vardı. Örtünün altındaki kabartı, tüm tüylerimi diken diken etmişti. O...

''Cesedi yok edin! Tek bir hücresi dahi kalmasın!'' diye emretti kadın ve arkasını dönüp ağır adımlarla koridorun sonundaki asansöre doğru ilerledi.

Örtünün altında bir ceset vardı. Bacaklarım titremeye başlamıştı.
Ceset kelimesi beynimde yankı yaparken kadın asansöre bindi ve bakışlarım diğer adamlara kaydı.

''Efendim?'' diye bir soru yöneltti, arkadaki adamlar birisi.
''Ne diyorsa onu yapın. Başka şansımız yok.'' diye öfkeyle mırıldandı, beyaz önlüklü genç adam. Ardından tıpkı kadın gibi arkasına bakmadan asansöre bindi ve gözden kayboldu.

Bunlarda kimdi? Gecenin bir vaktinde, ellerinde cesetle burada ne işleri vardı?
Kurtulacağım umuduyla koşa koşa gelmiştim ancak biran önce buradan kaçıp kurtulmak istiyordum.
Geriye kalan üç adamdan birisi diğer ikisine döndüğünde, sedye görüş açıma girdi. Sedyenin baş kısmında kırmızı bir leke vardı ve beyaz örtünün altından uzun bir kol sarkıyordu. Kolundaki saat, loş ışığın altında parıldadı.

''Onu asit tankına götürelim.'' dedi öndeki adam.

Örtünün altında bir ceset vardı. Örtünün altında bir ceset vardı. Ceset...
Ölü...

Gördüklerimin şokuyla titreyen bacaklarımda derman kalmamış ve yere düşmüştüm. Benimle birlikte düşen alışveriş poşetlerinin sesi yankı yaptığında, adamlar biranda sessizleşti.
Sırtımı duvara yasladım ve tek elimi dudaklarım üzerine kapadım. Gözlerimden deli gibi yaşlar akıyordu ve hıçkırmamak için kendimi zor tutuyordum.

''Duydunuz mu?'' dedi bir ses. Hemen ardından da adım sesleri bana doğru yaklaşmaya başladı.

Yakalanacaktım.

Hızla ayağa kalktım ve poşetleri kaptığım gibi kaçmaya başladım. Ses çıkarırsam kesinlikle yakalanırdım. Saklanabileceğim bir yer aradım ama buğulanan gözlerim yüzünden etrafı net göremiyordum. Karanlığında pek yararı olduğu söylenemezdi.

Adamlar hızlıydı ve köşeyi döner dönmez beni göreceklerdi. Saklanabileceğim pek bir yer yoktu, devasa koridorun ortasındaki yapay ağaçların yanına gittim. 3-4 ağaç birbirine sarılmıştı, dalları da neredeyse yere değecek kadar uzundu. Ağaçların arasına girdim ve olabildiğince yere çöktüm.

Gözyaşlarımı elimin tersiyle sildim ancak yerini yenileri doldurdu. Elimi dudaklarım üzerine kapadım ve dua ettim.

Adamlar köşeyi döner dönmez en öndeki keskin bakışlarını koridorda gezdirdi. Etrafına bakındı, bakışları önce sağdaki dönemeçli koridoru, sonda soldaki bankların arkasını dolaştı. Arkadaki iki adam ise elindeki sedye ile sessizce, bekliyorlardı.

Bildiğim bütün sureleri okuyup karanlığın beni saklaması için dua ettim. Buğulu gözlerim hala daha sedyeden sarkan kolda takılıyken görüş açıma aniden adam girdi. Ellerimi dudaklarıma daha çok bastırdım ve nefesimi tuttum. Gözleri, etrafımdaki ağaç dallarını es geçerek direkt gözlerime bakıyordu. Beni görüyor muydu?

Simsiyah gözleri, öylece bana bakarken gözlerimi kapadım ve bu defa, ölümümün acısız olması için dua ettim.

Yakalanmıştım.

Gözlerimi açmaya korkuyordum. Adam konuştu. ''Kimse yok, işimizi çabucak halledelim.''
Adım sesleri ağır ağır uzaklaşırken, gözlerimi usulca açtım. Üç adam arkasını dönmüş, gidiyorlardı.

Beni görmemişlerdi.
Beni görmemişlerdi.

Derin bir nefes aldım ve karanlıkta kaybolan üç adamın arkasından öylece bakakaldım.

''Allah'ım sana şükürler olsun.'' diye mırıldandım.
Yakalanmamıştım.

Daracık alanda iki büklüm kalan bacaklarımı hareket ettirmeye çalıştığımda ancak kurumuş olan pantolonumun tekrar ıslanmış olduğunu gördüm. Korkudan altıma kaçırmıştım.

Bir işemediğim kalmıştı, artık o da tamamdı.

Zoraki ayağa kalktığımda, bacaklarım ıslandığı için üşümeye başlamıştı. Ağaçların arasından çıkmadan önce tekrar etrafıma bakındım.

Ne yapmam gerekiyordu? Ya tekrar gelir ve beni yakalarlarsa ne yapacaktım?

Telefonumu çıkardım ve saatime baktım.
03:02

O kadın ve adamlar kimlerdi? Gecenin bir yarısı burada ne işleri vardı? Birini mi öldürmüşlerdi? Onlar öldürmemişse bile, cesedine huzur vermeyecek olan yine onlar değil miydi?

Başım ağlamanın da etkisi ile berbat durumdaydı. Elimi şakaklarıma yasladım ve düşünebilmem için kendime vakit tanıdım.

Saat gecenin bir yarısı, ışıklar tamamen kapalıyken ve kameralar çalışmıyorken bir kadın ve dört adam AVM'den ceset çıkarıyorlardı. Ve ben, hiçbir şeyden habersiz tüm bu olanlara şahit olmuştum.

Aptaldım,gerçekten aptaldım. Telefonum yanımdayken neden olanları videoya almamıştım ki?

Her gün, herkesin uğradığı ve binlerce insanın gelip geçtiği AVM'de nelerdönüyordu böyle?

Gözyaşlarım dinmemiş, soğuktan tir tir titrerken kendi kendime mırıldanmayabaşladım.
''Hiçbir şey görmedim. Hiçbir şey görmedim. Buradan çıkacağım ve eve gideceğim.Ölmeyeceğim.''

Ne dediğimin farkında bile değildim. Ağaç dallarının arasından çıktım ancak koridordailerleyip çıkışa gitmeye korkuyordum. Ağacın arkasında öylece bekledim.

Yaklaşık olarak 20 dakika geçmiş olmalıydı ki, tekrar adım sesleri duydum. Asansörden inenler vardı. Kafamı ağırca ağacınarkasından çıkardım ve koridordan ilerleyenlere baktım.

Önde, az önceki gri saçlı kadın arkasında ise üç beyaz önlüklü adam hızlailerliyorlardı. Arkasından gelen iki adam ise, ellerinde üzeri siyah örtü ileörtülü kutular taşıyorlardı.

Ne işler karıştırıyordu bunlar?

Beyaz önlüklü adamlar tıpkı doktora benziyordu.
Ak saçlı adam, elindeki dosyadan bir şeylere bakıyordu. Koridorun köşesinidöndüklerinde, onları gözden kaybetmemek için poşetleri bıraktığım gibipeşlerine takıldım.

Az önceki adamlar, cesedi dışarı çıkarmış olmalıydılar ancak korkudan vepanikten ne yapacağımı bilememiş, onları takip edipte çıkışa ulaşabileceğimiakıl edememiştim. Şimdi ise kadın ve doktorlar aynı şekilde elindeki kutularlabir önceki adamların ilerlediği yöne ilerliyorlardı.

Yani, çıkışa gidiyor olabilirler miydi?

Kadın ve adamlar karanlıkta kaybolmadan önce sessizce onları takip ettim.AVM'nin geniş koridorlarında bir süre ilerledikten sonra bahçe bölümleri denenbir kapıda durdular.


Elinde dosya bulunan Doktor, ''Bu defa denekte İV yöntemler kullanacağız. Dahaetkili ve kesin bir çözüm olacağına eminim, Efendim.'' dedi.
Kadın ise başını ağırca doktora çevirdi. Beni görmemesi için duvarın arkasınasaklandım.

''Başarısızlığı sevmediğimi bilirsiniz.'' diye mırıldandı yalnızca. Ancak öyle bir tonda söylemişti ki, ''Başarısız olursan kendini asit tankındabulursun.'' gibi bir şey demek istediğine adım gibi emindim.

Doktorlardan biri kapının yanında bulunan panele şifre girdikten sonra kapıaçıldı ve içeriye girdiler. Telefonumu çıkardım ve saate baktım. 03:34

Fotoğraf veya video çekmeyi yine unutmuştum. Telefonumu sessize aldıktansonra duvarın arkasına oturarak öylece bekledim. Sabaha kadar buradaydım, yanielbette dışarı çıkacaklardı ve bende onların fotoğrafını çekecektim.

Orası çıkış olmasa bile orada ne işler döndüğünü öğrenmek istiyordum.
Bunu neden yapıyordum bilmiyordum ama sedyedeki ölü adamın görüntüsünüunutamıyordum. Kadın, mezarı bile olmayacağını söylemişti. Hiç tanımadığım biradam için üzülüyordum.

Eğer ben yakalanırsam ve öldürülecek olursam, birinin bunu yapanlarını bulupyakalamasını isterdim. Böylece ruhum diğer tarafta rahat edebilirdi.

Belki o adam için, belki de korktuğum ve elimde yaşadıklarıma inanabileceğimbir delil olmasını istediğim için yapıyordum bunu. Emin değildim. Yalnızca bunuyapmam gerekiyormuş gibi hissediyordum.

Şu dakikadan sonra neler olabileceğini garanti edemezdim. Bu yüzden elimdebirkaç fotoğrafın olması bir yerde güvencem olması demekti.

Pekâlâ, korku b*kuna ajan olmayıseçmiştim. Allah'ım sen yardımcı ol, ya Rabbim.

Bir süre soğuk zeminde oturup kapıdan birilerinin çıkması için bekledim. Yaklaşıkolarak yarım saat falan geçmiş olmalı ki, kapı açıldı ve içeriden kadın ve ikidoktor çıktı. Doktorlar daha önce içeriye girenlerdi. Telefonumun kamerasınıaçtım ve videoyu başlattım. Etraf karanlık olduğu için yüzleri pek bellideğildi ancak en azından konuşulanlar net duyulabilirdi.

Beyaz önlüklü doktorların üstü biraz batmıştı; koyu kırmızı ve sarı lekelervardı. Kadın önde, adamlar arkada ilerlerken kadın mırıldandı.

''Haftaya 100 tanesini istiyorum. Ve sunum içinde hazırlıklı olun.'' Kadındurdu ve arkasına döndü, adamlarda hemen ellerini önünde bağlayarak duraksadı.

''Aferin size...'' diye mırıldandı kadın. Ses tonu, bir annenin çocuğunu övüştarzı gibi çıkmıştı.
Kadın önüne döndü ve hızlı adımlarla koridorun diğer tarafına geçerekkaranlıkta kayboldu.
Kamerayı hemen kapıdan geri girmek üzere olan adamlara çevirdim ve şifreyigörebilmek adına yaklaştırdım.

Kapının üstünden gelen loş ışık şifreyi görebilmem için yeterliydi. Adamlarkapıdan girdikten sonra kamerayı kapadım ve ne çektiğime baktım.

Sesler netti, şifre görülüyordu ancak kadının yüzü pek belli olmamıştı. Budelilin benim için yeterli olup olmadığını bilmiyordum. Sonuçta yalnızca anlamsız birkaç konuşmaydı.Adam öldürdüklerine dair bir delilim yoktu. Yalnızca iki pejmürde adamı çekebilmiştim.

İçeri girebilir miydim? Evet, şifreyi artık biliyordum. Peki, içeriye girmelimiydim?


Bu sorunun cevabından pek emin değildim. İçeride ne olduğunu bilmiyordum vekapıyı açar açmaz eli baltalı adamlarla karşılaşma ihtimalim yüksekti.

Bir süre daha olduğum yerde bekledim. Kendi düşüncelerim ile iç savaş verdiktensonra gelenin gidenin olmadığını fark ettim ve ayağa kalktım.

Tamam, sadece kapıdan birkaç görüntü alıp çıkacaksın. Hiçbir şey olmayacakDefne.


Kapıya doğru ilerledim, videoyu başlattım ve şifreyi girdim. 189754
Kapı, sessiz sedasız yana doğru açıldığında ilk başta korkup duvarın kenarınageçtim ancak içeride yalnızca çiçekler ve ağaçlar olduğunu gördüğümde şaşırdım.

''Tamam, baltalı adamlar yok.'' diye mırıldandım. Büyük bir mağazagenişliğindeki alanda yalnızca bahçe malzemeleri ve uzun boylu çiçekler vardı.Etrafı iyice inceledikten sonra mağazanın sonuna dek ilerledim ve sol tarafımdabir kapı olduğunu gördüm. Kapının kenarına geçip kulpu ağırca indirdim veyalnızca telefonu içeriye doğru uzattım.

Bir oda veya büyük bir depo bekliyordum ama kapının ardında bir asansör vardı.Anlaşılan, birçok şifre ve gizli kapılar olduğuna göre, oldukça gizli işlerçeviriyorlardı.

Asansöre binip binmemek konusunda kararsız kalmıştım. Ya asansör açıldığındakarşıma adamlar çıkarsa ne yapacaktım?

Korkma Defne, ölmeyeceksin. Yalnızcabirkaç görüntü çekeceksin. En azından ne yaptıklarına dair bir şeylerbulmalıydım.

Asansöre bindiğimde, hiçbir düğme olmadığını fark ettim, asansör tek bir yeregidiyordu. Dört tarafımda da ayna vardı ve saatler sonra ilk defa kendimigörebilme şansı yakalamıştım. Topuz yaptığım saçım neredeyse çözülmüş, kuşyuvasına dönmüştü. Uykusuzluktan ve ağlamaktan gözlerim şişmiş, yüzüm isekıpkırmızıydı.

Kıyafetlerim için diyecek bir şey bulamıyordum. Tamamen kırışmış ve amelin vekorkudan salmanın etkisiyle rengi atmıştı. Dış görünüşümü umursamadım ve kendimiincelemeyi bırakıp asansörün yukarıya çıkmasını bekledim. Ancak düşündüğümünaksine asansör bir kat aşağı inmişti.

Asansör durup da kapılar açılacağında kalbim deli gibi çarpıyordu. Birazdanheyecandan bayılacak ve yakalanıp öldürülecektim. Stresten ellerim yineterlemiş, telefonu tutamaz hale gelmiştim. Kapılar açıldığında derin bir nefesaldım ve hızla etrafı kontrol ettim. Sağa ve sola giden iki tane koridor vardıancak ikisi de tamamen karanlıktı. Asansörden yayılan ışık duvara gölgeminvurmasına neden oluyordu.

Telefonumla her iki tarafı da çektim, ne tarafa gideceğimi bilmiyordum.
İşaret parmağımı sağ tarafa doğru uzatarak saydım.''Han-gi-ta-ra-fa-gi-de-yim.''

İşaret parmağım sol koridoru gösterdiğinde, sağa doğru döndüm ve ağırcailerledim. Ben daha birkaç adım atmıştım ki, tepemdeki ışık bir anda aydınlandıve ben, yüzüne ışık tutulmuş sincap gibi kalakaldım.

Yakalandım korkusuyla, bir an için nefes bile alamamıştım. Ancak ışık yalnızcasensörlü olduğu için yanmıştı. Derin bir nefes aldım. Pantolonumun kuruolduğundan emin oldum ve adımlarımı biraz daha hızlandırdım. Ben yürüdükçetepemdeki ışıklar yanıyordu ve bembeyaz duvarlar görünür hale geliyordu. Yakalanmakistemiyorsam hızlı hareket etmeliydim. Uzun koridorun sonunda bir kapı vardı vekapıyı yine ağır şekilde açıp içeriye girdim. Koridorlar burada üçeayrılıyordu. Düz devam ettim. Karşıma yine asansör çıktığında bu defa tereddütetmeden bindim. Buraya kadar gelmiştim, daha derinlere inmek zorundaydım.

Asansör yine aynı şekilde aşağı doğru hareket etti. Daha ne kadar aşağıyainecekti? AVM'nin altı tamamen koridorlarla ve asansörlerle kaplıydı. Böyle birprojenin yapılabilmesi için AVM'den daha önce inşa edilmiş olması gerekiyordu.

Sorun şuydu ki, bu AVM yapılalı 14 yıl oluyordu. Bunca zamandır geceleri buradagizli işler dönüyordu ve kimsenin bundan haberi yok muydu?

Asansör durdu ve kapılar açıldı. Bu defa önüme L şeklinde uzanan bir koridorçıkmıştı. Bembeyaz duvarları nedeniyle ferah görünen görüntüsüne rağmen, etraf berbatkokuyordu. Her an karşıma birilerinin çıkabileceği korkusuyla sessiz adımlarlailerledim. Köşeyi döndüm, koridor boyunca sağda ve solda üzeri numaralı kapılarvardı. Kapılar kartla açılan otomatik kapılardı ve metal görünümlüydü.

Kapıları açamayacağımı anlayarak koridorun sonuna doğru ilerledim. Yaklaşıkolarak 23 kapıyı geçtikten sonra, iki koridora ayrılan duvarda, karşıma devasa bir cam duvar çıktı.

Cama yaklaştım ve gördüklerim ile öylece kalakaldım. Camın arkasında büyük,tıpkı laboratuvarı andıran beyaz bir oda vardı. Karşı duvarda birçok bilgisayarve televizyonu andıran ekranlar vardı. Odanın tam ortasındaki masada 5 tanekare şeklinde cam kutular vardı ve 4 tanesi tamamen kan içinde kalmıştı. Camlardakikırmızı lekenin kan olduğuna emindim çünkü 5. Kutudaki fare diğerlerinin aksinecanlıydı.

Telefonunun kamerasını bilgisayar ekranlarına yaklaştırdım ve yazılanlarıokumaya çalıştım. Çoğu matematiksel işlemlere benzese de, hayvanlar üzerindeyapılan deneylere ait veriler olduğunu anlayabiliyordum.

Beni korkutan şeyler biri ise karşıdaki büyük ekranda yazan yeşil renkli yazıidi. ''BAŞARILI''
Şaşkınlıkla etrafımdakileri kameraya çekmeye çalışırken arkadaki kapılardanbirisinden ses geldi. Aniden arkamı döndüm.

Üzerinde D-134 yazan kapı açıldı ve içinden iki doktor çıktı. Beni görmemeleriiçin saklanabileceğim bir yer aradım. Yere çöktüm ve emekleye emekleye kolonunarkasına geçtim.
Kolonun arkasından sadece telefonumu çıkarıp doktorları çekerken sarı saçlıolan aniden arkasını döndü. Ben telaşla telefonu kendime çekiyim derkentelefon, terlemiş ellerimin arasındankayıp gitti.

Beş karış açılmış ağzım ve kocaman olmuş gözlerimle ellerimin arasından kayıpgiden telefona öylece bakakaldım. Adeta yavaş çekimde havada taklalar atantelefonuma bakarken telefonum yere düştü. Ve tam bu sırada arkadan bir hapşırmasesi geldi.

Ellerimi dudaklarıma yasladım ve sessizce bekledim. Adamların beni görüpgörmediğini bilmiyordum, kalbim deli gibi çarpıyordu. Sanırım kalp krizigeçiriyordum. Arkadan gelecek herhangi bir sese hazırladım kendimi.

''Bu köpekler hasta edecek beni.'' diye mırıldandı, adamlardan birisi. Diğeriyalnızca güldü ve ayak sesleri ağır ağır uzaklaştı.

Biraz bekledikten sonra telefonumu hızla yerden aldım ve etrafa bakındım. Bukadar görüntü yeterdi. Gitme vakti gelmişti, yoksa yakalanacaktım. Nefesimhızlanmıştı.

Hızla ayağa kalktım ve geldiğim yoldan geri döndüm. Asansöre binip bir üst kataçıktığımda, karşımdaki kapıyı açıp sensörlü koridora geçecektim ki, sonsuzagidiyor gibi görünen koridorun sonundaki ışığı fark ettim. Kapıyı çok az biraralık kalacak şekilde kapattım ve o aralıktan sessizce gelenleri izledim. Işıklarağır ağır yanıyordu ve üzeri beyaz tulumlu üç adam elinde taşıdıkları kutularlabana doğru yaklaşıyordu.

Buradan çıkış yok muydu? Sürekli birileri ile karşılaşıyordum. Yakalanmam anmeselesiydi ve anlık kriz geçiren kalbim bana hiç yardımcı olmuyordu. Artıkheyecandan ve korkudan bedenim zangır zangır titriyor ve nefesimi kontroledemiyordum. Adamlar asansörün yanındadurduğunda bana doğru gelmedikleri için derin bir nefes aldım.

Kamerayı hala kapatmamıştım bu yüzden kapının aralığından çekebildiğimkadarıyla tulumlu adamları çektim. Ellerindeki küçük kutular, hastanelerde kantaşımak için kullanılan kapsüllere benziyordu. Asansöre bindiler ve yukarıçıktılar. Bende kamerayı kapattım ve biraz bekledikten sonra arkadan gelenbaşka birine yakalanmamak adına hızla asansöre koştum.

Ben ilerledikçe yanan ışıklar beni strese sokuyordu. Asansör gelir gelmez hemenbindim ve derin nefesler aldım. Az kalmıştı, bu lanet yerden çıkmak üzereydim.

Asansörün kapıları açılır açılmaz bahçe malzemeleri mağazasına girdim.İçerideki beyaz, loş duvarların ve berbat kokunun ardından çiçek bahçeleriniandıran bu yere gelmek beni rahatlatmıştı. Sanki güvenli bölgeye geçmişim gibihissettim.

Bahçeyi geçip kapıya geldim ve şifreyi hatırlamaya çalıştım. Heyecandanrakamları hatırlayamıyordum. Nefesim bir türlü düzene girememişken ellerimisaçlarıma daldırdım.

''Sakin ol, sakin ol!''

Titreyen elimi panele yaklaştırdım ve düşünmeden rakamlara bastım. 189754

Kapı açılıp tekrar karanlık AVM'nin koridoru görününce beklemeden birönceki saklanma yerim olan ağacın yanına koştum.

Koşarken biraz ses çıkarmıştım ama artık bunu düşünemeyecek haldeydim.Poşetlerimin yanına gelir gelmez telefonumu çıkardım ve saate baktım. 04:45

Yaklaşık olarak 20 dakika içerde kalmıştım ama bana ömrümün yarısı geçmiş gibigelmişti. Olabildiğince sessiz bir şekilde AVM'nin içinde ilerleyerek parkaulaştım ve kulübenin içine girerek biran önce sabah olmasını diledim.

***

Saat 09:12 'yi gösterdiğinde, AVM'nin içi aydınlanmış ve güvenlik kameralarıetkin hale gelmişti. Bunu biliyordum çünkü kameralardaki kırmızı ışıklar yerinialmıştı. Telefonum aniden titreşmeye başladığında korkuyla cebimden çıkardım.

Yaklaşık olarak 314 mesaj ve 112 arama vardı. Sonunda telefonum çekmeyebaşlamıştı.

Karşıdan 4 tane güvenlik görevlisi geliyordu, arka taraftan gelen iki güvenlikgörevlisi ile ana girişin yanında buluştular.

''Asansörler kilitlendi mi?''
''Evet, tüm girişler kapatıldı. Kayıtlar yenilendi.''

''Yarım saate çalışanlar gelir. Herkes yerini alsın.''
''Tamamdır.''

Duyduklarım gördüklerime tuz biber olmuştu. Burası sıradan bir AVM değildi,herkesin gözü önüne saklanmış ve pis işlerin döndüğü bir sığınaktı.

Polise gitmeliydim. Elimdeki deliller ile polise gitmeliydim ve insanları,hayvanları öldüren ve bunları ustaca saklayanları şikâyet etmeliydim.
Tekrar mesaj sesi geldiğinde, bakışlarım telefonuma kaydı.

Gece annemlere ve arkadaşlarıma attığım yardım mesajları, telefonumun tekrarçekmeye başlaması ile onlara ulaşmıştı. Bu hiç iyi olmamıştı, AVM açılmadanburaya gelirlerse gece burada kaldığım anlaşılırdı.

Aramaları reddederek herkese toplu mesaj attım.

''Sadece ufak bir şaka yapmak istedim.Şuan iyiyim, merak etmeyin, eve gidiyorum. Sizi endişelendirdiğim için üzgünüm.Sadece şakaydı...''

Anneme ayrıyeten iyi olduğumu ve yolda olduğumu bildiren bir mesaj attıktansonra olduğum yerde sessizce AVM'nin açılmasını bekledim.

Yarım saat içinde anlaşmalı bir şekilde, güvenlik görevlileri, temizlikçiler vebazı mağaza sahipleri AVM'yi açmış ve sanki hiçbir şey yokmuş gibi işekoyulmuşlardı. AVM kalabalıklaşmadan buradan çıkamazdım.

AVM kalabalıklaştığında, kimse görmeden sanki AVM'ye yeni geliyormuş gibiyapmalıydım.

Yaklaşık bir saat sonra Avm yeterince kalabalıklaşmaya başladığında, dışarıyaçıkmak için hazırlanıyordum ki kulübenin kapısı aniden açıldı ve ben çığlıkattım.

Elimi hızla dudaklarıma kapadım ve etrafa bakındım. Küçük, kıvırcık saçlı biroğlan çocuğu parka girmiş ve bulunduğum kulübeye gelmişti.

Çocuk sırıtarak eliyle beni gösterdi. ''Anne bak, burada bir canavar var.''
''Canavar mı? Tövbe tövbe... Neyse, Aaaaa! Beni yakaladın. Sessiz olursan bucanavarla eğlenceli oyunlar oynayabilirsin, tamam mı?''

Küçük çocuk, gülümseyerek işaret parmağını dudaklarına götürerek ''şttt!'' diyeses çıkardı. Aynı şekilde onu taklit ettim ve yavaşça kulübeden dışarı çıktım.

''Hadi, biraz oyun oynayalım küçük canavar.''
Bir süre çocukla oyun oynadıktan sonra tuvalete gidip üstüme biraz çeki düzenverdim ve bir daha dönmemek üzere AVM'den ayrıldım.


AVM'de bir gece geçirmiştim, kimsenin bilmediği bir gerçeği biliyordum. Geridönülemez bir yola girmiştim. Artık gizli bir tanıktım.



Yorumlarınızı bekliyorum ^^

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top