3
Gözüme giren güneşle uyandığımda Umut'un uyuyan masum suratını gördüm. Ağzının kenarından salyası akmıştı ve tüm battaniyeyi üstümden çekip kendine sarmıştı. Önemli değildi. Gülümsedim.
Kanepede oturur pozisyona geldiğimde yerdeki boş battaniye yığınını gördüm. Kaan'ın orada olması gerekiyordu. Bir gün o kanepede yatardı, bir gün ben. Umut hep kanepede olurdu. İbrahim ve Ceyda ise odadaki yataktaydılar.
Yüzüme lavaboda su çarpıp kendime geldikten sonra Kaan'a bakmak için dışarı çıktım. Güneş henüz doğmuştu. Ön tarafta görünürde Kaan falan yoktu. Arka bahçeye doğru yürüdüm.
Bir tabure çekmiş, oturup gün doğumunu seyrediyordu. Elinde kağıttan bir torba vardı.
"Günaydın." diyerek ben de bir tabure çektim ve yanına oturdum. "Elindeki ne?"
Bana bakıp hafifçe gülümsedi. Sonra torbanın ağzını açıp bana verdi.
İçine baktığımda yaklaşık bin kağıt kadar para olduğunu gördüm. Gözlerimi devirdim. "Yine mi?"
Torbayı yeniden katlayıp kapattım ve kucağımda tuttum.
"En azından bir annen var."
"Olmaz olsun." diye mırıldandım.
Annem gece kulüplerinden birinde çalışıyordu ve bizi doğurup sokağa atmıştı. Babam ise her gece oraya gelen sarhoş heriflerden biriydi, kim olduğunu bilmiyordum ve bilmekle de ilgilenmiyordum.
Annem arada bir, muhtemelen vicdanını rahatlatmak için, bir gece ansızın bize para bırakıp giderdi. Yine o gecelerden biriydi anlaşılan. "Şimdi gidip 'senin paranı istemiyorum' diye bunu onun suratına fırlatmak vardı ama... İşin ucunda Umut var işte."
"En azından bir kardeşin var."
Kaşlarımı çatıp elimi omzuna attım. Bana döndü. "Sen kendini kardeşin yok mu sanıyorsun? Ben neyim burada Suskun? Biz neyiz? Benim ailem sizsiniz kardeşim. O değil."
Gülümsedi. "Sağ ol. Kardeşim."
Bu kadar duygusallık yeterdi. Yapılacak işler vardı. Ayağa kalktım. "Hadi uyandıralım şunları da güne başlayalım."
Beraber eve girdiğimizde önce Umut'u uyandırmadan kanepeyi itip parayı yerine yerleştirdim. Bu paranın varlığını bilmesi gerekmiyordu. Sonra Kaan'a Umut'u uyandırmasını işaret edip ben odaya yöneldim.
Her ihtimale karşı kapıyı tıklatmakta yarar vardı. "Kalkın çifte kumrular!"
Ses gelmeyince daha sert vurdum kapıya. "İçeri dalacağım bakın toplanın hadi."
Bu defa uykulu bir İbrahim sesi cevap verdi. "Dur lan dur!"
Uyandıklarını anlayınca onları rahat bırakıp geri döndüm. Umut kanepede oturmuş gözlerini ovalıyordu. "Ovalama da git yıka yüzünü."
Elini gözünden çekip mahmur suratıyla bana baktı. "Sana da günaydın ağabey."
O kalkıp lavaboya giderken ben de battaniyeleri katlıyordum.
"Vallahi bu sefer ekmek almaya ben gitmem." İbrahim'in uyanır uyanmaz söylediği ilk şeyin bu olması komikti.
Ceyda arkasından kafasına hafifçe vurdu. "Ben mi gideyim salak? O bakkal herif içeri her girdiğimde bana yiyecekmiş gibi bakıyor."
İbrahim ani bir hareketle Ceyda'ya dönüp kaşlarını çattı. Sonra hızlıca dış kapıya yöneldi. "Kesin ben gidiyorum. Gözlerini bir oyayım şu herifin."
Tam onu durdurmak için hareketlenmiştim ki Kaan benden önce davranıp önüne atladı. "Tamam sakin. Ben giderim."
Cevap beklemeden çıkıp gittiğinde İbrahim tüm siniriyle kalakalmıştı. Neyse ki Ceyda hemen gelip koluna girdi. "Tamam aşkım, sen sonra oyarsın adamın gözlerini. Gel hadi, biz oturalım sakin sakin."
Onlar kanepeye otururken Umut lavabodan dönmüştü. "Kim atarlandı yine sabah sabah?"
"Bizim çetenin her zamanki halleri. Bakma sen." diye söylenirken yere oturup onu da kucağıma aldım. "Bugün nasıl hissediyorsun?"
"Turp gibi."
Gözlerimi devirdim. "Yalancı. Yaran nasıl?" Bacağındaki gevşeyen bandajı düzelttim.
"Aynı." Sağlığı hakkında asla ayrıntılı bilgi vermezdi. Hep yüzeysel konuşur, hissettiklerini bize yansıtmamaya çalışırdı. Bazen bu yönüne kızıyordum, kötü hissettiğinde bilmek isterdim sonuçta ama sonra bunu bilsem bile elimden bir şey gelmeyeceği aklıma geliyordu.
Belki de söylemeyerek bizi üzmemeye çalışıyordu.
"Bugün gelmek zorunda değilsin."
Güldü. "Bensiz hiçbir şey yapamazsınız."
Hepimiz güldük. "Bak sen, sen yokken biz vardık be."
"Yoo, ben geldikten sonra Matmazel'in elinde küçük bir bebek olduğu için çok daha fazla para kazanmış. Sen dedin! Değil mi Matmazel?"
Ceyda onu onayladı. "Bir bebeğin bu kadar fark yaratmasına inanamamıştım."
İbrahim kolunu Matmazel'in omzuna atıp onu kendine çekti. "İki bebek kim bilir ne kadar fark yaratır?"
Ceyda yüzünü buruşturup onu ittirerek kolundan kurtuldu. "Gerizekalı! Abartma istersen, öyle bi durumumuz mu var?"
"Niye yok işte, ben de onu diyorum."
Öksürerek ortamı bozduğumda ikisi de sustular. Konuyu değiştirdim. "Hadi kalkın da sofrayı kuralım."
◇◇◇
Kahvaltımızı ettikten sonra her zaman kalabalık olan yerlerden biri olan Yıldırım Caddesi'ne gittik. Herkes ne yapması gerektiğini çok iyi biliyordu.
Umut'un bir elinden ben tutmuştum, bir elinden de Matmazel. Biz sakin sakin yürürken Hayalet ve Suskun bizden uzaklaşıp kalabalığa karıştılar.
Matmazel kol çantasını hafifçe gevşetti.
Kısık sesle "Hazır mısınız?" dedim. İkisi de kafalarını salladılar. Suskun'a sinyal vermek için başımı kaşıdım.
Birkaç saniye içinde Suskun, Matmazel'in kol çantasını kaptığı gibi koşmaya başlamıştı. Matmazel hemen Umut'u kucağına alıp çığlık atmaya başladı. "Çantam! İmdat, hırsız var! Çantamı çalıyorlar!"
O sırada ben Suskun'un peşinden koşmaya başlamıştım bile."Gel buraya hırsız! Şerefsiz seni! Dur dedim!"
Tüm gözlerin bize döndüğünün farkındaydım. Suskun bilerek yavaşladığında çantayı kapıp aldım ve onu yere yatırdım. "Sen kimsin lan benim karımın çantasını çalıyorsun?" Karnının en acımayacak yerine çok da hızlı olmayan bir tekme attığımda abartılı bir inlemeyle iki büklüm oldu. Etrafımıza toplaşan meraklı kalabalığın arasında Hayalet'in fark edilmeden dolaştığını biliyordum.
"Hırsız! Pislik herif!" bir tekme daha savurdum. Suskun ayağımı tutup bunu hafifletmişti ki bunu kimsenin fark ettiğini sanmıyordum. Kalabalık sadece onun acı çığlıklarının ve ağzından dökülen kan sandıkları boyanın farkındaydı.
Farkında olmadıkları bir diğer şey ise çantaları ve cüzdanlarıydı.
Bu sırada Matmezel de kucağında Umut ile yanımıza gelmişti. "Kocacığım dur! Yapma, yeter!"
Umut'u yere indirdi. Çantayı Matmazel'e verdim. "Sen çantanı al, bu herifi bana bırak."
Tam o sırada Umut bacaklarıma sarıldı. "Babacığım eve gidelim! Korkuyorum!"
Onun başını okşayıp ikna olmuş gibi yaptım. Suskun'a döndüm. "Defol, gözüm görmesin seni aşağılık herif!"
Suskun ağzındaki kırmızı boyayı son kez tükürüp yalpalayarak ayağa kalktı. O ara sokaklardan birine dalıp kaybolurken kalabalık da dağılmaya başlamıştı. "Hadi gidelim biz." diyerek rolümün son repliğini de attım. Başka bir ara sokağa daldık ve buluşma noktasına doğru yürümeye başladık.
◇◇◇
"Birinci tur tamam. Hasılat nedir?"
Hayalet sırt çantasını çıkartıp içini gösterdi. Yaklaşık yirmi tane cüzdan vardı.
"Ben de bakayım ben de!" Umut'un yukarı uzattığı kollarından tutup kaldırdım ve çantayı gösterdim. "Oha! Çok iyi!"
Hayalet, Umut'un başını okşadı. "Herhalde oğlum, ne sandın? Hayalet ava çıkar da eli boş döner mi hiç?"
"Dönmez!"
Matmazel lafa girmese olmazdı. "Hadi oradan! Ben çığlığı basıp ilgiyi üstüme toplamasam sen bir bok beceremezsin."
"Senin ilgiyi üstüne toplamak için çığlık atmaya ihtiyacın yok ki güzelim."
Gözlerimi devirip Umut'u yere indirdim. "Suskun sen nasılsın? Bir sıkıntı yok değil mi?"
Suskun başını iki yana sallayıp iyi olduğunu belirtti.
"Tamam o zaman. Hadi ikinci tura." Elimi ortaya uzattım.
Herkesin elleri geldi. Burada kimsenin olmadığını bildiğimiz halde yine de çok bağırmadan tekrarladık.
"Avcılar!"
◇◇◇
Her seferinde aynı teknikle avlanırsak çok dikkat çekeceğimizi biliyorduk. O yüzden bu defa sırada başka bir şey vardı.
Bize şimdilik dört kişi yeterliydi, bu yüzden zamandan tasarruf adına Suskun kendi başına avlanmaya çıktı. Sırt çantasındaki kağıtları ve kalemi alan Hayalet ve ben de beraber kalabalığa karıştık. Matmazel ise Umut'u alıp bir banka oturdu. O banktan çok uzaklaşmadan Hayalet ve ben insanları durdurmaya başladık.
"Merhaba! Bir ankete katılmak ister miydiniz acaba?"
"Doğa için birkaç saniyeniz var mı?"
"Minik bir anket çalışmamız var."
Pek çok insan durmuyordu tabii ama illa ki duranlar da vardı.
Birini durdurduğumuzu gören Umut hemen işe başladı. "Annem beni yakalayamaz!"
O, duran kişinin etrafında zıplayıp koşarken Matmazel de onun peşinden koşuyordu. "Gel buraya!"
Biz ise adamı sorularımızla darlıyorduk. "Birden ona kadar olacak şekilde doğayı ne kadar seviyorsunuz?" "Çevre koruma etkinliklerine yılda kaç kez katılırsınız?" "Dişlerinizi fırçalarken suyu açık bırakır mısınız?"
Adam bir yandan bize cevap vermek için uğraşıyor, bir yandan da artık iyice ayaklarına dolanan Umut ve Matmazel'e çarpmamaya çalışıyordu.
Ona bilerek çarpan bizimkiler ise eşyalarını yürütüyordu. Adamın ruhu bile duymamıştı.
Bu yöntemle avladığımız yedinci avdan sonra Umut ve Matmazel uzaklaşırken Umut'un yere düştüğünü gördüm.
İşte tam o anda benim için her şey durdu. Sadece Umut ve ben kaldık.
Koşarak yanına gidip onu kollarıma aldım. "Umut! Ne oldu? İyi misin?"
Gözlerini zar zor açık tutuyordu. "Çok..." dedi. Nefes alış verişi hızlanmaya başladı. "Yoruldum."
Birden yüzü, dudakları bembeyaz kesilmişti. İşte KVD buydu. Hiç beklemediğin anda, hiç beklemediğin şekilde vururdu seni. Ne yapacaktım? Yapabilecek hiçbir şeyim yoktu ki! Bunu düzeltecek hiçbir şey gelmiyordu elimden! "Sakin ol tamam mı? Birazdan geçecek kardeşim. Güven bana."
Matmazel panikle beni ittirdi. "Kaldır çocuğu yerden! Şu banka koyalım hadi."
Umut'u kucaklayıp banka taşıdım. Gözlerini tamamen kapatmıştı. "Beni duyuyor musun ağabeyciğim? Umut!"
Etrafımızda bir kalabalık toplanmaya başlamıştı ama bu seferkini biz planlamamıştık. Onlara dönüp bağırdım. "Supramil'i olan var mı?"
Kalabalık bir anda bakışlarını kaçırdı ve dağılmaya başladı. "Kime diyorum! O KVD hastası! Lütfen! Kimsede Supramil yok mu? Sadece bir tane."
Neredeyse hiç insan kalmamıştı. Supramil'in adını duyan kaçıyordu.
Neden avlandığımı daha iyi anladım.
Umut nefes nefeseydi. Matmazel ve Hayalet endişe içinde başında bekliyorlardı. Ben çömelmiş, çaresizce elini tutuyordum. Beklemekten başka yapabileceğim hiçbir şey yoktu.
"Bir bakabilir miyim?" Yanıma aniden çöken bir kadın elinini Umut'a doğru uzattı. Ona dokunmadan kolunu tuttum.
"Çek elini!" Kim oluyordu da ona dokunabileceğini sanıyordu? Yüzüme bakmadan kaçan koca bir kalabalıktan ne farkı vardı?
"Bir faydam dokunabilir. İzin verir misin?" Gözlerini gözlerime kilitledi. Onu o anda tanıdım. O kızdı. Dün geceki son avım. Parasını ve altın bilekliğini avladığım. Kısa boy, gözlükler, dalgalı kumral saçlar... Gözlerinin rengini, o ela rengi yeni fark etmiştim. İnce dudakları bana güven verircesine yukarı kıvrılmıştı.
Matmazel ve Hayalet'e baktım. Başlarını hafifçe sallayıp izin vermemi istediklerini belirttiler.
Kızın kolunu bıraktım. Bana gülümseyip elini yavaşça Umut'un alnına koydu.
Nefesimi tutmuş Umut'u izliyordum. İlk başta hiçbir şey olmadı. Birkaç saniye sonra kız, parmaklarını hafifçe Umut'un alnına vurmaya başladı. Ona baktığımda gözleri kapalıydı. Matmazel ve Hayalet de pür dikkat olayı izliyordu.
Tekrar Umut'a döndüğümde dudaklarının renginin yerine gelmeye başladığını gördüm. Heyecanla tuttuğum minik elini öpüverdim. Yavaşça yüzünün beyazlığı geçti, nefesi düzene girdi. Ardından gözlerini araldı.
"Umut! İyi misin?!" Ona daha da yaklaşıp başını okşadım. Dudakları hafifçe aralandı.
"Ağabey..." Sesi çok kısıktı ama ben anlamıştım.
"Buradayım kardeşim. Buradayım. Merak etme, iyisin."
Kız, elini Umut'un alnından çekti ve çömeldiği yerden ayağa kalktı. Tek kelime etmeden gitmeye yöneldiğini fark ettim. "Matmazel, Umut'a sahip çıkın." Kızın arkasından koştum.
"Hey! Bekle!" Adımlarını durdurmadı ama bir garip yürüyordu. Koşup önüne geçtim. "Bunu nasıl yaptın?"
Durdu ve gözlerini bana dikti. Az öncekinden kat kat daha yorgun görünüyordu. "Sorgulama."
Kaşlarımı çattım. "Ne demek sorgulama? Resmen tek dokunuşunla kendine geldi!"
Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Sanki aldığı nefes ona yetmiyordu. "Sadece yoluma gitmeme izin ver." Beni sollamaya çalıştı ama yine önüne geçtim.
"Bana bir cevap vermeden asla." Anlamıyordu. Yaptığı şey belki de kardeşimin kurtuluşu olabilirdi.
Yine de şimdilik ondan bir cevap alamayacaktım. Bir anda kollarıma yığılıp kalması bunun kesin kanıtıydı.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top