2
Eve yürüyene dek yağmur şiddetini iyice arttırmış ve beni sırılsıklam etmişti. Neyse ki ceplerim doluydu da bunu o kadar dert etmiyordum.
Mahallemin pek de tekin olmayan arka sokaklarından birinde, yıkık dökük bir gecekonduda yaşıyordum. Her ne kadar berbat durumda olsa da orası kendimi bildim bileli evim diyebildiğim tek yerdi.
Ahşap kapının önüne geldiğimde durup etrafı kolaçan ettim. Kimsenin olmadığına emin olduktan sonra şifreli ritmimize uyarak kapıyı tıklattım.
Tık - tık tık - tık
Birkaç saniye içinde sürgülü kilidin sesi duyuldu ve kapı açıldı.
"Tilki bey teşrif ettiler!" diye her zamanki alaycı tavrıyla bağıran İbrahim'in omzuna sert sayılabilecek bir yumruk attım.
"Kes sesini Hayalet."
Botlarımı çıkartıp kurumaları için bir köşeye bıraktım. Sular damlayan saçlarımı geriye atarken evin sessizliği dikkatimi çekti. "Diğerleri nerede?"
"Kaan odada gazete okuyor, Ceyda ve Umut hâlâ işte."
Kaşlarımı çattım. "Sevgilin ne zamandan beri kardeşimi bu kadar uzun çalıştırıyor?"
"Hey, sakin ol kardeşim. O küçük veledin daha uzun kalabilmek için Matmazel'in başının etini yiyeceğini ikimiz de biliyoruz." Parçalanmak üzere olan kanepeye kendini aniden bıraktı.
"O küçük velede kulak asmamayı öğrenecek o zaman."
"Kolaysa git bunu Matmazel'e anlat o zaman."
Derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştım. Umut daha sekiz yaşında bir oğlan çocuğuydu ama insanları manipüle etme konusunda üstüne yoktu. Küçük ve şirin bir çocuk olmasının da bunda etkisi büyüktü tabii. Yine de Ceyda'nın bunca sene içinde ona kanmamayı öğrenmiş olması gerekirdi.
Geldiklerinde benimle uzun bir konuşma yapmaya hazır olsalar iyi olurdu.
"Eee? Ne topladın?" İbrahim'in sesiyle düşüncelerimden uzaklaştım.
"Yedi yüz seksen üç artı bir altın bileklik."
"Kanka... İyi günündeymişsin. Suskun ve bende toplam beş yüz var."
"Dert etme. Hepimizin zaman zaman iyi günleri oluyor." Bir yüzlük banknotu cebimden çekip aldım ve günlük ihtiyaçlarımızı karşılamak için ayırdığımız kavanoza attım. Ardından İbrahim'in üstünde oturduğu kanepenin yanına geçip ittirdim. Aniden sarsılan İbrahim koltuğun koluna tutundu.
"Utku şunu ben buradayken yapma dedim oğlum kaç kere ya!"
Ben keyifle gülerken o da sinirden kalkıp yere oturdu. "İlla yerimden edeceksin beni!"
"Gelmişsin deponun üstüne oturmuşsun sen de. Ne yapayım?"
Eğilip koltuğun altında kalan parkelerden kenarında küçük bir delik olanı yerinden çıkarttım. Birkaç aydır topladığımız her şey bunun altındaydı. Ceplerimi boşaltıp her şeyi yerleştirdim.
"Sanki başka koltuk var da biz oturmuyoruz."
Parkeyi kapatıp koltuğu eski yerine geri çektim ve az önce İbrahim'in oturduğu yere oturdum. "Oldu. Bir de sana koltuk alalım istersen."
"Fena olmazdı."
"Hadi oradan!"
Tam o sırada odanın kapısı açıldı ve Kaan, elinde birkaç gazete yaprağıyla içeri girdi. İkimize onaylamaz bir bakış attı.
"Ay çok pardon Suskun bey, sizi rahatsız mı ettik?" İbrahim, her zaman herkese karşı alaycı tavrıyla yoluna devam ediyordu. Kaan ona gözlerini devirmekten başka bir şey yapmadı. Sakin adımlarla yanıma gelip kanepeye oturdu. Ardından elindeki gazeteyi bana uzatıp bir haberi işaret etti.
"Neymiş o?" İbrahim merakla diğer yanıma geçip gazeteyi görmeye çalışırken ben yüksek sesle okumaya başladım.
"Geçen hafta bir vatandaşın insan üstü bir hızla koşan birini gördüğünü iddia etmesinin ardından dün yine akıllara durgunluk veren bir olay yaşandı. Uzunyokuş Park'ında gözlerini elleriyle kapatmış, kriz geçiren bir adam bulundu. Olay yerine gelen sağlık görevlileri, adamın ellerini yüzünden çektiklerinde gözlerinin hiç de normal olmayan bir şekilde parladığını gördüklerini iddia ediyorlar. Yetkililer henüz bu konuda bir açıklama yapmadı."
Ağır bir sessizlik aramıza çöktü. Gazeteyi katlayıp Kaan'a geri uzattım.
"Bu ne şimdi?" Sessizliği bozan İbrahim olmuştu.
"Ben de tam olarak aynı şeyi düşünüyordum Hayalet."
"Bence tamamen saçmalık. İki büyük yanlış anlaşılma neredeyse aynı zamanlara denk gelmiş o kadar." İbrahim haklı olabilirdi ama ben işin iç yüzünü gerçekten merak etmiştim.
"İki haftadan daha kısa sürede iki gizemli olay, sence de biraz fazla değil mi?"
"Sadece tesadüf." İbrahim önemsemediğini belirten bir surat takınınca ben de Kaan'a döndüm.
"Peki sen Suskun? Sen ne düşünüyorsun?"
Suskun, adından da anlaşılacağı üzere, pek konuşmazdı. Yine de düşünerek ve yerinde ettiği laflar bize çok şey katmıştı. Ağzından çıkacak tek bir kelime bile çok değerliydi.
"Tetikte olalım."
"Hadi ama! Ben de bilgece bir şey söylemeni bekliyorum burada. Biz hep tetikteyiz zaten."
İbrahim'e kızgın bakışlar gönderdim. "Daha bilgece bir fikrin varsa senden duyalım Hayalet. Suskun her gün her gazeteyi kelimesi kelimesine okuyor. Bu haberi önemli görmüş ki bize gösterdi. Tetikte olmalıyız diyorsa öyle yapacağız."
"Aman tamam be! Bir şey demedik."
Suskun'un da böyle demesi canımı sıkmıştı. Dışarısı eskisinden daha tehlikeli olmaya başladıysa... "Ceyda ve Umut bugün gelir mi?"
Tık - tık tık - tık
"Heh! İyi insan lafın üstüne..." İbrahim kapıyı açmak için kalkınca ben de ayaklandım.
"İyi akşamlar çete!" diye şakıyan cırtlak pembe ceketiyle Ceyda umurumda bile değildi çünkü kucağında taşıdığı Umut'un dizinin sarılı olduğunu görmüştüm.
"Ne oldu ona? Umut iyi misin?" derken koşup onu kucağıma almıştım bile.
"Sakin ol Tilki. Ufak bir çizik sadece." Ceyda'nın dedikleri çok inandırıcı gelmiyordu çünkü umursuyor gibi değildi. Kapıyı kapattığı gibi İbrahim'in boynuna kollarını dolamıştı.
"Doğru söylüyor ağabey." Umut'u kanepeye oturttuktan sonra dizindeki sargıyı açıp yarasını kontrol ettim. Sahiden de ufak bir şeydi ama bu yara aldığı gerçeğini değiştirmiyordu.
"Nasıl oldu bu? Aklınız neredeydi?"
"Ayağım takıldı ve düştüm. Hepsi bu." Kocaman kahverengi gözlerini açmış bana bakıyordu. Sekiz yaşında afacan bir oğlan çocuğu için fazla sevimliydi ama beni bu numaralarla kandıramazdı.
"Daha dikkatli olmalısın Umut. Yürüken havaya değil önüne bak. Hem Matmazel ne yapıyordu sen düşerken? Zaten..."
"Zaten hastayım, bir de yara alırsam çok zor iyileşir. Evet, evet biliyorum. Daha önce milyon kez söyledin."
Derin bir nefes aldım. Teni bembeyazdı. Tuttuğum elleri her daim buz gibiydi. Bu minik yara normal bir insanda olsa birkaç güne kapanabilecekken, onun iyileşmesi haftaları alacaktı.
Bazen ateşler içinde yanıyor, bazen de soğuk olmadan üşüyordu. Bazen çok enerjik oluyor, bazen de yorgunluktan bayılıyordu. Ne zaman ne hissedeceğini bilebilmek imkansızdı.
KVD... Bu hastalığa böyle diyorlardı. Kronik Vücut Düzensizliği.
"Milyon kez söylesem de hiçbirini dinlememişsin. Bak şimdi ne haldesin."
Ufacık boyuyla bana göz devirdi. "Abartıyorsun ağabey. Acımıyor bile."
Ona daha fazla laf anlatamayacağımı anlayınca Ceyda'ya döndüm. "Matmazel? Ya sen?"
İbrahim'le sarmaş dolaş halinden sıyrılıp dikkatini bana verdi. "Çocuğu duydun. Abartıyorsun. Acımıyormuş bile."
Derin bir nefes alıp sabır çektim. "Bence konuyu anlamıyorsunuz. Olay şu an bu çocuğun yara almış olması. Yaranın büyüklüğü değil. Ya daha kötü bir şey olseydı? Bir sonraki Supramil'i alabilecek kadar para toplamamıza belki de daha aylar var."
Umut'un ömrü boyunca her gün kullanması gereken bir ilaç vardı: Supramil. Küçücük bir hap... Ona normal bir hayat verebilecek olan yegâne şey.
Tabii ki çok pahalıydı. Ülkede çok da nadir görüldüğü söylenemeyen bu hastalığın ilacının bu kadar pahalı olması hiç adil değildi. Sadece bir kutu ilaç almak için aylarca çalışmamız gerekiyordu. Onu aldığımızda da her gün içilmesi gerektiği halde, çabuk bitmesin diye iki günde bir içiriyorduk.
Acınacak haldeydik.
İlacı çalmak tabii ki aklımıza gelmişti ve onlarca kez denemiştik. Hiçbirinde başarılı olamadık. Her gün onlarca insan eczanelerden onu çalmaya çalışıyor, yani bu konuda yalnız değiliz. Tabii bu durum eczanelerin daha da sıkı önlem almasından başka bir işe yaramıyor. Şu ana kadar Supramil çalabilen birini hiç duymadım.
"Tilki, beni azarlamayı kes. O çocuğu ben büyüttüm. Neyin ne olduğunu çok iyi biliyorum. Hem de bugün iyi iş yaptık. Kısa sürede bir kutu daha alabileceğiz."
Ceyda, Kaan ve Umut'a kanepeden kalkmalarını belirten bir işaret yaptı. Sonra paraları yerleştirmek için kanepeyi itti. "Biz Umut ile harika bir takımız. Değil mi dostum?"
Umut gülümsedi ve Ceyda'nın uzattığı eline çaktı. "Öyle Matmazel!"
Bu ikisi genelde beraber ava çıkarlardı. Yan yana bir anne ve oğluna benzedikleri için işleri genelde daha kolay oluyordu. Ellerimle gözlerimi ovuşturdum. "Asla iflah olmayacaksınız. Burada beni dikkate alan kimse yok."
"Tilki haklı." Herkes bir anda Suskun'a döndü. O ise Umut'a bakıyordu. "Burada herkes senin için avlanıyor. Sen de kendine dikkat etmelisin."
İçime içime konuştum: "Şükürler olsun."
"Sen de mi Suskun ağabey ya!" Küçük velet yine mızmızlanmaya başlamıştı. Neyse ki Kaan'ın bir bakışı onu ikna etmeye yetti. "Off... Tamam. Daha dikkatli olacağım. Söz."
Biraz daha rahatlamış bir şekilde Ceyda'nın geri çektiği koltuğa oturup Umut'u da kucağıma aldım. "Aferin. Şimdi gün raporu ver bakalım. Matmazel ile ne topladınız?"
Kaan benim yanıma, Ceyda ve İbrahim de yere oturdu. Herkes odaklanmış onu seyrediyordu.
"Altı yüz doksan yedi artı kalite bir cüzdan artı iki gümüş yüzük."
"Vay canına! Baya iyisiniz."
"Tatlı ve masum bir çocuğa kimse dayanamıyor."
Hepimiz gülmeye başladık. "Bak sen, kimmiş o tatlı ve masum çocuk? Sen mi?"
"Yani onlar öyle görüyor. İçimde bir avcı saklı."
Biz onun kendini beğenmiş duruşuna gülerken o bir anda ciddileşti. "Çete?"
Yüzümde donan gülümsememle sordum: "Ne oldu?"
"Hepinizin bir takma ismi var. Benim neden yok?"
Bu konuyu bu aralar çok sık açmaya başlamıştı.
Çete'nin gerçek isimlerini sadece Çete'dekiler biliyordu. Birbirimize başka insanların yanında asla gerçek ismimizle seslenmezdik. Bu bir çeşit güvenlik önlemiydi. Umut'un ise bir takma ismi yoktu. Olmasını da istemiyordum. Bunun nedenini ona nasıl açıklayacağımı düşünürken İbrahim benden önce lafa girdi.
"Çünkü henüz sana uygun bir tane bulamadık. Baksana hepimizin ismi kendini tanımlıyor. Utku bir Tilki gibi kurnaz, insanlara çarpıp hiçbir şey olmamış gibi avlanıyor. Kaan adı gibi Suskun ve bu yüzden söyledikleri çok değerli. Ben bir Hayalet gibi görünmeden ve hissettirmeden avımı yakalıyorum ve Ceyda ise giyimiyle bir Matmazel kadar güvenilir, zengin ve güzel görünüyor." Ceyda'nın dudaklarına bir öpücük kondurdu.
İbrahim söylediklerinde haklıydı. Yine de Umut ikna olmuşa benzemiyordu. "O zaman bana da bir özellik bulalım."
Bu sefer lafı ben devraldım. "Bence Umut zaten sana çok yakışıyor. Ne kadar güçlü olduğuna bir baksana! KVD ile savaşıyorsun ama hiçbir zaman unutsuzluğa kapılıp pes etmedin."
Bana bakıp biraz düşündü. Sonra gülümsedi. "Bir gün Supratör'e girip tamamen iyileşeceğim."
Bu defa ortamı derin bir sessizlik kapladı.
İşte en kötüsü de buydu. Bu hastalığın aslında kronik olmadığını içten içe bilmek...
Supratör...
Efsane gibi bir şeydi. Eşi benzeri olmayan, mucizevi bir makine... O da tabiki Supramil'in mucidi N. Supra'nın laboratuvarında.
Gerçek adını kimsenin bilmediği bu adam yıllar önce Supramil haplarını icat etti ve onu halka arz etmek yerine zengin olmayı seçti. Onun işlerini yapan ve gözüne giren bazılarının KVD hastalığından kurtulduğuna dair söylentiler o günden beri devam ediyor. Diyorlar ki Supramil sadece geçici bir çözüm. Asıl çözüm Supratör. Bir kere o makineye giren bu hastalıktan tamamen kurtulur.
Öyle bir makinenin varlığına kesin gözüyle bakamıyordum. Yine de içimi yiyip bitiren bir şüphe hep vardı.
Kardeşimin sonsuza dek kurtulması... Hem KVD'den, hem de bu avcılık saçmalıklarından.
Şu hayatta en çok istediğim şey buydu.
"Haydi yatalım artık. Geç oldu. Yarın uzun bir gün olacak, toplu ava çıkacağız unuttunuz mu?" İbrahim'in sesiyle düşüncelerimden sıyrıldım.
"Aynen öyle. Bugün kârlı bir gündü ama dinlenmeliyiz. Hadi avcılar!" diyerek elimi ortaya uzattım. Sırayla Umut'un, Hayalet'in, Matmazel'in ve Suskun'un elleri yerleşti elimin üstüne.
Hep birlikte bağırdık: "Avcılar!"
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top