I - XXXIII
A S L I
20 Aralık 2005
Salı
Varnata, Avarya
Aslı, çatı katındaki küçük odada, altı çizilmiş ve aralarına ayraç konmuş kitaplarla birlikte büzülmüş bir şekilde yatarken camdan vuran ışığa uyandı. Esneyip yerinden kalktı ve gözlerini kırpıştırıp dışarıyı net bir şekilde görmeye çalıştı. Villanın önündeki caddede akşamın en yoğun saatlerinde bile görülmeyen bir trafik vardı. Hava ise henüz karanlıktı. Odadan uyku sersemi yavaş adımlarla çıkan kadın merdivenlerden tutunarak indi ve salonda, Vult ailesini giyinik bir vaziyette televizyonun karşısında buldu.
Saatin henüz akşam 10 olduğunu düşündü iri gözlü kadın. Amcası ve ailesinin pijamaları çıkarıp şık giyinmesi de gayet anlamlı oluyordu. Belli ki bir davete gideceklerdi.
Hakan, kızı görür görmez sinirli bir şekilde "Tina, sakın bu işe karışayım deme," dedi. "Git yat. Zaten sabahın dördü olmuş."
"Dört mü? Ama... Neler oluyor?" diye sordu mahmur bir sesle diğeri.
"Yok bir şey canım," dedi İda.
"Niye üstünüzü giydiniz?" Aslı içeri girip televizyonun saatine baktı. Son dakika haberleri ekranda akarken sağ alt köşede 3:57 yazıyordu. Bakilik Meydanı'nda büyük ve kızgın bir kalabalık vardı, başbakanın hesap vermesi için sloganlar haykıran. Genç kadın yavaşça amcasına doğru döndü. "Vay," dedi. "Ortaya çıktı mı nihayet?"
Hakan öfkeden buz gibi oldu. "Ne ortaya çıkacakmış ki?" diye sordu Görgü.
"Babanın," dedi Aslı, gözlerini Hakan'dan ayırmadan. "Avarya'ya ihaneti."
İda hafifçe çığlık attı. Başbakan ayağa kalkıp dişlerini sıkarak "Sus, yoksa seni öldürürüm," dedi.
Ayaktaki kadının mimiği kımıldamadı bile. Henüz birkaç hafta önce ödünü koparacak bu sözler, bu tavır, bu ses tonu şimdi bir ölüye okunan büyülü sözler kadar etkisizdi.
"Daha iyi ya amcacığım," dedi. "Ben ölmekten başka bir şey istiyor muyum?"
"Hakan sana ne oluyor?" diye patladı İda. Aslı'ya sarılarak "Sen nasıl kızımızı tehdit edersin?" dedi.
Daha sonra "Sen..." diye yürüdü üstüne. İda yürüdükçe, Hakan bir adım geri gidiyordu.
"Sen ne yaptın? Neler karıştırdın? Sen neden Kristina'yı günlerce odaya kapattın? Bu halk senden neyin hesabını soruyor? Söyle!"
Aslı, hâlâ televizyonun yanında ayakta dikiliyordu, bu kez korkusundan değil, yalnızca uykudan zamansızca uyandığı için kısık olan sesiyle "Ben söyleyeyim," dedi. Gece Piyadeleri'ni ve Gündüz Süvarileri'ni tatlı bir yiyeceği damağında ezerek zevk ala ala yer gibi yavaşça anlattı. Evin babası ara sıra "Yalan!" diyerek inkâra yelteniyordu fakat İda baskın çıkıyordu, dilinde ise aynı şaşkınlık ünlemi: "Sen... Ne yaptın?"
Görgü başını eğmiş, elini alnına koymuştu. Hakan adım adım geriye gitti, en sonunda boydan boya pencereye sırtını dayadı.
Genç kadın sözlerini bitirince salonun içinde televizyonun sesi hariç hiçbir ses kalmadı. Aslı kollarını dolamış, amcasına bakıyordu. İda işaret parmağını ileri uzatmıştı, göz pınarlarına dolan yaşlar hayal kırıklığı ve öfkeyle karışıktı.
"Çıkıp basın açıklaması yapmam lazım," dedi Hakan. "Geçebilir miyim?"
"Sen önce bana açıklama yap."
Vult'un eşinin yanağına bir damla süzüldü. "Bir caniyle aynı yatakta uyumadığımı açıkla."
"Ne?" derken başbakanın sesi sakin ve korku dolu duyuluyordu. "Cani mi? Lütfen ağzından çıkanı kulağın duysun. Ben bir örgüt kurmadım. Hiçbir şey kurmadım, inandığım her şey adına yemin ederim. Hadi meclisin önüne gidelim. Eşim olarak yanımda dur, gazetecilere açıklama yapalım. Tina'yı da ciddiye alma. Baksana uzun zamandır psikolojisi bozuk. Şimdi sakin ol. Rica ediyorum."
Aslı bu ithama cevap vermedi, güldü geçti. İda'nın öfke ateşi şimdilik sönmüştü. Gözyaşlarını sildi, eşiyle birlikte evden çıktı. Kapı kapandıktan sonra Görgü başını kaldırıp "Aslı..." dedi. "Sen neden ölmek istiyorsun?"
Kadın omzunu silkti. "Öyle..." dedi. "Ölmek bir yok oluş değil benim için. Hayat ise aksine bir kandırmaca gibi geliyor."
Bir haftayı aşkındır kitap alıp gelmek dışında evden çıktığı yoktu. Odasına kapanıyor, saatlerce kitap okuyordu. Çatı katında dinsel ve spiritüel kitaplardan oluşan küçük çaplı bir kitaplık oluşmuştu.
"Yoksa, hayattan kopmanın nedeni Boran İbrahim Saraçeviç'in ölümü mü?"
Başbakanın küçük oğlu bunu söyledikten sonra ayağa kalktı. "Fırtınaya kapıldın, biliyorum." dedi.
Kadının incecik ellerini sıkıca tuttu.
"Fakat sen toprağa aitsin."
"Evet," dedi Aslı ellerini çekerek. Nişan yüzüğüyle oynamaya başladı. Islanmaktan ayna gibi olmuş gözleri Görgü'nün üzerindeydi. "Toprağa aitim. Neden, biliyor musun? Toprak iyi insanları kendine alıyor. Toprağı çiğneyenler ise kötü insanlar."
"Toprak benim," dedi Görgü, gözlerinin dolmaması için kendisiyle mücadele ederek. "Antik Yunanca 'ge', 'toprak' demek. 'George' isminin kökünde yer alır. İsmin tam anlamı ise çiftçi ya da toprak kazıcısı demektir."
"Sen böyle şeyleri araştırır mıydın?"
"Araştırdım," dedi adam. "Kendi aşkımın mezarını kazdığımı fark edince... Sevdiğim kadını, gözünü döndürecek bir adamla kendi ellerimle tanıştırdığımı fark edince..."
Yangınlarda gökyüzüne simsiyah duman karışır gibi sesine öfke karışmıştı.
"Neden böyle yapıyorum, diye araştırdım. Meğer isim kadermiş. Yüksek sesle dillendirelim şunu ya. Sen Boran'dan hoşlanıyordun, değil mi? Adaletmiş falan, geç! İşin kılıfıydı."
"Hayır," dedi Aslı, yanağına sıcak yaş süzülürken. "Gerçekten adalet için canımın yandığını sanıyordum ama meğer ona âşık olmuşum. İrademe bağlı bir durum değil."
"Sana hiç karşılık verdi mi?"
"Hayır," dedi kadın. "Hayır, bilmiyordu. Bilseydi bile nişanlı olan bir kadına yüz vermezdi o."
"Ama o kadın," dedi Görgü, şakaklarını yakan bir ateşle. "Utanmadan aynı hayatı paylaşmaya niyetlendiği müstakbel eşinin karşısında başkasından hoşlandığını söyleyebiliyor. İhanet ettiğini söyleyebiliyor."
"İhanet yok! Sadece kafamın içinde yaşadığım bir şey ve irademe..."
"Ben neden irade dışı başka kadınlara yönelmiyorum, Aslı? Beni aldattın. Kafanın içinde ya da dışında olması fark etmiyor. Öldüğüne sevindiğim o adamın; keşke asla savunmasaydım, keşke karışmasaydım, içeride çürüyüp gitseydi dediğim..."
Aslı'nın çığlık gibi verdiği "Onun hakkında böyle konuşma!" tepkisiyle, Görgü'nün cümlesinin sonu üst üste bindi.
"... o adamın bunu bilip bilmemesi bir şey ifade etmiyor. Sen beni onunla aldattın!"
"Öldü o ya, ondan ne istiyorsun? Bana kız! Beni azarla." dedi kadın. "Onun ne suçu var? Haberi yoktu. Ölmüş bir adamı mı kıskanıyorsun?"
"Haşa!" dedi Görgü, yüzünde babasını andıran öfkeli bir sırıtmayla. "İşte o yüzden yüzüğünü çıkartmanı istemiyorum ya. Rüzgâr gelip geçer, yerine toprak kalır."
Giderek sırıtması soldu ve mimikleri bir kederi yansıtır oldu. "Çok gençsin. Ömür boyu bir mezarın başında ağlamayacaksın. Yine gelecek bana sığınacaksın. Ben, işte o günü bekliyorum. Senin benden başka kapın, siperin, sonun yok Aslı Kristina. Bunu unutma."
"Seni aldatmış bir kadını kabul edeceksin."
"Çünkü onu seviyorum," dedi Görgü. Aslı'yı bir anda sıkıca kendine çekip sarıldı. Alnından öptü. "Bütün olanlara, senin savruluşuna, babamın saçmalıklarına rağmen seninle evleneceğiz. Bütün bunları geride bırakacağız."
Diğeri bundan oldukça rahatsız olmuştu. Kendini itmeye çalışırken "Gururun zerresi yok sende," diye mırıldandı.
"Yok," dedi adam. "Bir şey diyeceğim. Benim olsana. Şimdi, burada."
Kadın tepeden tırnağa titredi. Her ikisi de evlilik öncesi cinselliği uygunsuz gördüğü için bugüne dek hiçbir deneyim yaşamamışlardı.
"Pişman olacağın şeyler yapma," dedi onu reddederken. "Tamam, yüzüğü çıkartmıyorum ama nişanlı da değiliz. Bana zaman ver, tamam mı? Hislerimi anlamam için... Kendime gelmem için."
Görgü'nün yanan yüreğine biraz da olsa su serpildi. Yüzük varsa umut da vardı.
Aslı ise oradan uzaklaştıktan sonra kendisini banyoya attı. Eski nişanlısının öptüğü yeri yıkarken biraz önceki konuşmaları kompakt disk misali kafasında döndürüp gözyaşı döktü. Feri yitmiş gözlerine bakarken aynada, bu gözlerin ömür boyu bir ölü için ağlayabileceğini, teninin soğuk ve dokunulmamış bir halde toprağı bekleyebileceğini düşündü.
Elini çevirdi ve yüzük parmağında hiçbir anlamifade etmeden duran metal nesneye baktı. İşgal edilmiş bir ülkenin harabeyedikili bayrağı gibi dursun, diye düşündü. Şimdilik...
֎
Y A Z
Aynı sabah
Varnata, Avarya
Genç lider doğan güneşi Bakilik Meydanı'nda dayanıştığı insanlarla karşıladı. Gözüne bir damla uyku girmemişti fakat dinçti, buz kesen havaya rağmen sıcacık bir his beyninden vücuduna dağılıyordu. Taze günün altın ışıkları caddelerde akan kalabalığın üstüne vuruyor ve Yaz'ın kızılımsı kahverengi saçlarını adeta tutuşturuyordu.
Akşamleyin eve döndükten sonra üstüne rahat kıyafetler geçirmiş, mısır patlatmış, televizyonun karşısına uzanmış ve bir film aramıştı. Fakat ekran ona herhangi bir kurgudan daha şaşırtıcı olan gerçeği göstermişti. Halk sokağa dökülmüş, seçtiği yöneticiye hesap soruyordu. Piyadeleri bilmeseler de seziyorlardı. Açıklanamayan olayların yarattığı kuşku bir hastalık gibi bedenlerini sarmış, sorgulamak ise bir bağışıklık yanıtı gibi ortaya çıkmıştı.
Yaz hemencecik dolan gözleriyle bu manzarayı izledi çünkü sevinç, haddi aştığında bünyeyi keder gibi gözyaşlarıyla bezerdi. Ardından montunu giyip alelacele ayakkabılarını geçirip çıktı. Annesinin arkasından seslendiğini bile duymadı. Koşarak meydana doğru giderken aynı aceleyle peşinden gelen babasının arabasının far ışığı gözünü kamaştırdı.
"Nereye gidiyorsun?" dedi yavaşlayan Alihan, elleri direksiyonda. "Hem de bu halde!"
Diğeri, şöyle bir kendine baktı. Gri eşofman ve kirli beyaz spor ayakkabıları vardı. Makyajı yoktu ve saçları da öylesine toplanmıştı. "Giyinmeye uğraşamam," dedi. "Yetişmem lazım. Aralarında olmam lazım."
"Sakin ol," dedi baba. "Bir süre bekleyelim, ortamın nabzını tutalım. Ya polis protestoyu dağıtırsa? Ya sokağa çıkanlar gözaltına alınırsa? Lütfen dur. Kendini dibi görünmeyen suya atma."
"Ben korku aşamasını geçtim baba," dedi Yaz, başını iki yana hızlıca sallayarak ve nefes nefese. "Tam şu an onların yanında olmazsam, bana verdikleri ünvanın hiçbir anlamı kalmaz."
Üşüyen ellerini cebine koyarak koşmaya devam etti. Arkasında sallanıp saçlarına asılan, rahatsızlık vererek hızını kesen tokayı çıkardı. Sağ yanında farlar yeniden parlamıştı, Alihan arabayı kızıyla aynı hizada kalacak şekilde yavaşça sürüyor ve ikna etmeye çalışıyordu. İşe yaramayınca "Bin de bari ben bırakayım seni," dedi.
Bulvara yaklaştıkça yayalar yoğunlaşıyor ve araçlar yavaşlıyordu. Camdan; kimisi duran, kimisi yürüyen, kimisi planlı bir yürüyüş olmadığı için alelacele yaptıkları pankartını taşıyan insanlar görünüyor ve Yaz'ın sabırsızlığını arttırıyordu. Bulvara bir sokak kala, neredeyse durdukları bir anda, babasına inmek istediğini söyledi. Kapıyı açıp isyanın havasını içine çekti ve bir adım atıp kalabalığa karıştı.
Meydana dek insan selinin bir parçası oldu. Sokağın sonuna vardığında tanımadığı birisi omzuna dokunup çekingen bir sesle "Afedersiniz, siz Yaz Larende değil misiniz?" diye sordu. Kayan yıldızın gece karanlığında parlayıp göz kamaştırması gibi genç kadın da etraftaki insanların dikkatini çekivermişti. Ülkenin genç medar-ı iftiharının burada olduğu haberi kulaktan kulağa yayıldı. Herkes onunla konuşmaya, bir şeyler sormaya yahut takdirini iletmeye çalıştı.
Kıvırcık saçlı kadın çok geçmeden protestonun merkezine oturmuştu. İlgi ve heyecandan başı dönüyor fakat vakarını koruyor ve kendinden emin bir şekilde başbakanın karşısına dikileceğini bildiriyordu.
Bir süre sonra yanına kamera ve mikrofonlar geldi. Genç muhalif, hükümet başının dünyadaki seri katilleri ve işkencecileri ülkeye getirdiğini bütün Avarya'nın huzurunda açık bir şekilde söyleyerek kılıcını çekti. Artık geri dönüş yoktu.
Aynı dakikalarda Hakan Vult da meclisin önünde konuşma yapıyordu. Önünde mikrofonlardan bir tarla vardı, arkasında ise korumalardan bir çember yayı. "Halkımızı kışkırtan ve ülkenin huzurunu kaçıran Larende iftiralarının bedelini ödeyecektir," dedi. Bu da düellodaki diğer kılıçtı. "Birilerinin onu yönlendirdiğini biliyoruz ama bu, asla hafifletici bir sebep değildir. Neymiş, gizli bir örgüt kurmuşum. Palavra!"
Gecenin ilerleyen saatlerinde Okay Bulvarı'nın diğer ucunda başka bir tanıdık sima görüntü. Kurtuluş Aslan partisinin üst düzey üyeleriyle birlikte sokağa inmişti. Etrafına toplanan gazetecilere "Vult bu gece istifa etmelidir," dedi. "Yarından tezi yok, dokunulmazlığını kaldıracağız. Gündüz Süvarileri ve Gece Piyadeleri adında iki örgüt kurduğu için yargılayacağız. Onurlu davranıp bu gece istifa etmeli."
Avarya'nın iki muhalif lideri,Yaz ve Kurtuluş, bulvarın iki ucundan yürüyüp tam ortasında buluştular. El eletutuşup ellerini havaya kaldırdılar. Basın, bu anı canlı yayındaölümsüzleştiriyordu. Kızıl Elma Partisi'nin diğer üyeleri de yavaş yavaş sokağainmeye başlamıştı. Sadece başkent değil diğer şehirlerin meydanları dakalabalıklaşıyor ve ülkenin kaderine bir kilometre taşını yerleştiriyordu.
֎
H A K A N
Aynı sabah
Varnata, Avarya
Hakan meclis önündeki açıklamayı bitirdikten sonra Altın Taç Partisi'nin merkezine gidip ofisine kapanmış, televizyondan olayları tırnaklarını ısırarak takip etmeye başlamıştı. İda ise buraya gelmeyi reddedip eve dönmüştü.
Titreyen ellerle telefonunu çıkardı. Ceketinin cebini bulmak neden bu kadar zordu? Kurtuluş'un numarasını üçüncü denemede doğru tuşladı. "Alo," dedi sinyal sesi biter bitmez. "Kuru kalabalığın seni kurtaracağını sanma. Herkes... Yarından tezi yok... Manolya'yı öğrenecek. Duydun mu? Beni değil, kendini bitirdin sen."
Cevabı dinlemedi. Telefonu kapatır kapatmaz karşıya fırlattı ve başını eğip ellerinin arasına aldı. Yere çarpan telefon bünyesinde biriken fazla enerjiyi de alıp götürmüştü. Bir nebze sakinleştikten sonra çarpmadan ciddi bir zarar görmeyen, sadece arka kapağı ve bataryası çıkan telefonu toplayarak yardımcısını aradı.
"Uçak ayarla, bir saat içinde Almanya'ya gidiyoruz," dedi. Ardından karısını arayıp haber vermek istedi fakat İda'nın başka bir haberi vardı.
"Tina evde yok! Bakilik'e inmiş, röportaj veriyor."
"Ne?" diyen adam, başını çevirdi ve televizyonun sesini açtı.
Aslı kamera karşısındaydı. "Ne olur, yitip giden bir canın hesabını sorun," diyordu. "Boran İbrahim, gördüğüm en düşünceli, en nazik insandı. Masumdu fakat Avarya onu katil olarak bildi. Gerçeği ortaya çıkaramadan, amcam onu öldürttü. Sırf susayım diye de beni önc..."
Televizyonu cümlenin tam ortasında kapatan Hakan nefes darlığıyla kendini koltuğa attı. Ya bu gece bu ülkeden gidecek ya da bütün kozlarını kullanarak girdiği savaşı kazanacaktı. Başta gitmeyi düşünse de bu kadar çabuk pes edemeyeceğini düşündü.
İçişleri bakanından bütün muhalif liderleri tutuklatmasını istedi. Bu sırada cumhurbaşkanı da onu arıyordu.
"Sayın başbakan bu ne rezillik?" dedi Attila Gürsel.
"Cumhurbaşkanım," dedi Hakan, sanki o karşısındaymış gibi üstünü başını toparlamıştı. "İddialar tamamen yalan. İskambilcilerin yeni bir oyunu... Nihayet istediklerini yaptılar, halkı sokağa döktüler. Bakanlar Kurulu'nu toplayıp acilen sıkıyönetim ilan etmemiz gerekiyor."
"Birazdan sizi tutuklamaya gelecekler," dedi cumhurbaşkanı. "Yoksa televizyon izlemiyor musunuz?"
"İzliyorum," dedi diğeri, yarım ağız. Kumandanın düğmesine bastı ve canlı yayının bu sefer meclisteki olağanüstü toplantıdan verildiğini gördü. Altyazıda "Hakan Vult'un dokunulmazlığı kaldırılıyor," yazıyordu.
Bakışları pencereye kaydı. Havanın aydınlandığını, saatin altı buçuk olduğunu görünce şaşırdı. Ofise girip kapıyı kapatırken tam karşıdaki duvar saatinin akrebi 5 rakamına bakmıyor muydu? Bir buçuk saat, hızlanan algısında yarım saate düşmüştü.
Kapı açıldığında ödü koptu fakat gelen, yardımcısıydı.
"Başbakanım, uçağıhazırlattım," dedi. "Derhal gitmemiz gerek."
֎
E M R E
19 Aralık 2005
Pazartesi
Varnata, Avarya
Oturma odası alabildiğine dağınıktı, bir tarafta boş bira şişeleri ve cips poşetleri vardı, diğer yanda atılmış boş Monopoly kutusu. Zek kafesindeki tekerlekte dönüp dururken sesi kısık tüplü televizyon değişken soluk ışıklarını odaya yansıtıyor ve tavandan sarı bir ampul sarkıyordu. Kaloriferin hamama çevirdiği odada portakal, patlamış mısır ve cips kokusu birbirine karışmıştı. Uysal atletle yerde, halının üstünde oturuyordu. Koltuğun iki ucunda ise üstsüz Boran ve bol bir tişörtle Emre vardı. Ortada ise meyve ve abur cubur tabaklarıyla açık oyun tahtası duruyordu.
Boran zarları yere düşürmemeye dikkat ederek attı ve çıkan sonuçla birlikte ellerini birbirine vurdu. "Beş mi?" dedi Monopoly tahtasının üzerinde piyonu oynatırken. "Yine kodese düştüm ya!"
Uysal kahkaha atıyordu. "Alışkanlık yapmış herhalde."
"İbret al oğlum," dedi parlak mavi gözlerini kapatıp açan adam. "Daha geçen tur Varnata'nın yarısı benimdi."
"Bay Saraçeviç konuşuyor, vay anasını!" dedi Emre. "Bir kelime daha söyleme yoksa kıyamet kopar."
"Hadi ağabey, at zarları ya..." dedi Boran.
Sıra Emre'deydi. Tam zarları sallıyordu ki portakal tabağının gölgesinde yatan telefonu çaldı. "Alo..." derken yüzündeki eğlence, çoktan endişeyle yer değiştirmişti. "Tamam, hemen geliyorum."
"Nereye ya?" dedi Uysal. "Daha yeni ısındık."
Komiser alelacele Zek'in kafesinin yanındaki sandalyeye astığı pantolonunu giyerken "Televizyonu açın," demekle yetindi ve yerdeki çöplerin üstünden hoplayarak çıktı.
Koltuğun üzerinde elini gezdiren Uysal kumandayı kırlentin arkasında buldu. Ses açma düğmesine, canlı yayının sunucusu "Berdâşe Sokak'ta başlayan gerginlik..." derken bastı.
"Oha!" deyip arkasını döndü ve Boran'ın gözlerinin içine baktı. "Burası senin mahallen değil mi?"
"Evet ama..." dedi evin en yeni sakini, "Orada her akşam gerginlik çıkar, neden televizyona çıkmışlar ki?"
Emre direksiyona geçtiğinde kalbi hızla çarpıyordu. Art arda iki büyük haber almıştı. Jenna yakalanmış... Vult aleyhine protesto başlamış, büyüyormuş... İkincisi için doğrudan yapacağı bir şey yoktu, bekleyecekti ki halk tepkisi büyüsün ve Vult'un bileklerine kelepçeyi bizzat o taksın. Bu duruma giden yol ise birincisinden geçiyordu. Jenna, Gece Piyadeleri ve Gündüz Süvarileri'ne giden yolun resmi anahtarı, yaşayan bir kanıttı.
Karakola girer girmez sorgu odasına geçti. Piyadeyi ilk kez o zaman gördü, tek bileği kelepçeyle masaya sabitlenmişti. Epeyce yıpranmış saçları salıktı. Dibi kahverengi, gerisi ise taklit Barbie bebeklerin naylon saçları gibi açık sarıydı.
Emre Jenna'nın tam karşısına oturdu ve ellerini birleştirdi.
"Merhaba Jenna," dedi. "Ben Komiser Emre Konar. Sen de bir Gece Piyadesi'sin. Hadi, beni uğraştırmadan anlat her şeyi."
"Madem biliyorsunuz, anlatmasam da olur," dedi kadın, omuz silkerek.
"İşbirliği teklif ediyorum," dedi polis. "Bize yardımcı olursan cezanda indirim yaparız."
"Fark etmez," dedi suçlu, kayıtsızca. "Az ceza almak istediğimi kim söyledi, komiser? Ağırlaştırılmış müebbet verin bana."
"Jenna," dedi kaşlarını çatan Emre. "Uzatma. Sen onları niye koruyorsun ki? Onlar sana... Bebeğini öldürtmedi mi?"
Kadın tepeden tırnağa titredi. Elektrik çarpmış gibi değil de kıyametten önceki depremler gibi, bir yandan da yalnız dikkatli bakışların fark edeceği kadar ince bir sarsıntı. "Bitirin şu sorguyu," dedi gözlerini kaçırarak, kısık sesle. "Ben yaptım, her şeyi ben yaptım, tamam mı? Bütün suçlamaları kabul ediyorum."
"Yalnız, öyle kolaycılığı kabul etmiyoruz," dedi Emre. "Gece Piyadeleri'nin organizasyon şeması nasıl?"
"Ne bileyim ben!" dedi Jenna. Sesinde ilk kez birkaç duygu vardı. Öfke ve bıkkınlık...
"Adı neydi?" Emre'nin sesi tam aksine oldukça sakindi. "Bir adı var mıydı?"
"Kimin?"
"Bebeğinin," dedi polis, her heceye bastırarak.
Bu bahis tıpkı bir lanet gibi Jenna'yı acıdan kıvrandırıyordu. "Her şeyi kabul ettim, daha ne istiyorsunuz?" dedi. "Müebbet ceza istiyorum, hatta idam istiyorum. Vurun beni. Sıkın kafama."
"Gece Piyadeleri ve Gündüz Süvarileri hakkında bildiğin her şeyi anlatmanı istiyorum."
Kadın içini çekerek gözlerini kaçırdı. "Ben sadece bir piyadeydim, işin iç yüzünü nasıl..."
"Erkek miydi kız mıydı?" diye kesti sözünü Emre.
"Sus!" dedi Jenna ve ardından dudaklarını ısırdı.
"Kimi bebekler ufacık, kimileri de iri olur. Acaba senin bebeğin..."
Suçlu, boştaki eliyle polisin yüzüne bir tokat savurdu. Tokadın sesi boş sorgu odasında yankılandı. Yine o sırada "Adi aynasız, iz bırakmadan işkence yapmanın yolunu buldun, değil mi?" diye bağırıyordu.
"Hop! Şiddet yok." dedi Emre. Kafası yana savrulmuş, yanağında kıpkırmızı bir iz çıkmıştı. Camlı bölmede sorguyu izleyen polislere "sorun yok" anlamına gelen bir işaret yaptı.
"Bak Jenna," dedi. "Sabaha kadar canını çok yakan bu konudan bahsedebilirim. Sen de dinlemek zorunda kalırsın. Sen en iyisi piyade ve süvariler hakkında bildiğin her şeyi doğru bir şekilde anlat. Hayır, ben anlamıyorum ki sana gerçekten işkence yapan süvarileri niye ifşa etmiyorsun? Tarafını doğru seç. İşbirliği yapalım."
Jenna hızlı hızlı nefes alıyor fakat konuşmuyordu.
"Yani biz polisiz, neler neler gördük, buna rağmen başına gelenler yüzünden hayrete düştük," dedi. "Bir anneye bebeğini kıydırmak ne demek?"
"Sus," dedi kadın, dermanını yitirmiş bir sesle. "Tamam. Anlatacağım."
Sorgunun saatlerce sürecek olan kısmı başladı. Jenna, Amerika'da polislerden kaçmaya çalıştığını, bunun için internetteki "derin ağ" denen katmandan yardım istediğini ve burada bir arayıcıdan teklif aldığını söyledi. Teklifi kabul ettikten sonra arayıcı süvari onu önce Arizona'ya götürmüş, sonra da özel jetle Avarya'ya getirmişti.
"Teklif, sıradan bir paralı askerlik ilanına benziyor," dedi Jenna. "Yabancı bir ülkede sıfırdan yeni bir hayata başlayacağınız söyleniyor fakat hangi ülke olduğunu elemelerin hepsini geçip piyade olacağınız kesinleşene dek öğrenemiyorsunuz."
"Elemeler nasıl?"
"Dayanıklılığı, çevikliği ve psikolojik stabiliteyi ölçen testler var. Arizona Çölü'nde büyük ve boş bir arazide yapıyorlar. Bir tur eleme ortalama iki ay sürüyor ve çok seçiciler. Binlerce adayı yüz kişilik gruplara bölüyorlar. Yüz kişiden biri seçiliyor. Bu seçilenler yüz kişiye ulaşınca yeni bir eleme süreci başlıyor. Ben teklifi kabul ettikten bir buçuk yıl sonra piyade olma hakkı kazanabilmiştim. Bu süreci çölde geçirdim ve hiçbir ihtiyacımız eksik olmadı. Her hafta tankerle su; tırlarla yiyecek, diğer malzemeler geliyordu."
Sabahın sorgu odasına girmeyen ilk ışıklarıyla birlikte Jenna, Emre'nin getirttiği suyu içerek "Erkekti," dedi.
"Ne?"
"Bebeğim erkekti. İsmine başka bir şey düşünmüştüm sanırım ama şu an... Adı Repent."
Emre bir şey diyemeden başını sallamakla yetindi. Sorgunun başlangıcında Jenna'nın üstüne nasıl gittiğini unutmuştu.
"Anlamı, pişmanlık. Günahlara karşı duyulan samimi pişmanlık... Ben, zavallı bir katilim komiser. Dokuz insan öldürdüm, hiç de merhamet etmedim. Fakat bebeğimi kendi isteğimle öldürmedim. Zorunda kaldım. Anlıyor musun?"
Kadının bomboş bakışlarında dünya yörüngesinden kaymıştı.
"Onu bu dünyadaki her şeyden daha çok seviyordum."
"Tamam," dedi Emre. "Sormadım. Anlatmana gerek yok."
Jenna, sorgucu polisin yüzüne değil bir meçhule bakıyordu.
"Boğazıma bıçak dayadılar. Bebeğimi de kucağıma verdiler. Eğer ben Repent'i kesmezsem, oracıkta keseceklerdi beni." Emre'nin gözlerinin içine baktı. "Canımı korumak için kıymadım ona. Eğer beni öldürürlerse, ardımdan bebeğimi yaşatmayacaklarını biliyordum. Ona acı çektireceklerdi. Küçücüktü daha..."
"Daha fazla anlatmana gerek yok Jenna," dedi Emre, içini çekerek. "Sorgu sona erdi." Kadının kelepçesini çözmek için anahtar soktu.
"Oysa ben... Annesi... Bir anda aldım canını. Madem yaşayamayacak, bari acı duymasın istedim."
Son cümlesini söyledikten sonra başı öne düştü, kendinden geçti. Benzi kül gibi solmuştu.
"Jenna!" dedi komiser. Eli kadının omzunda, camlı bölmeye bakıp "Doktor çağırın!" diye bağırdı.
Karakolun bahçesine indiğindehisleri karmakarışıktı. Bir sigara yaktı, dumanında kaybolurcasına içini çekti.Mesleğe başladı başlayalı ilk kez böylesine suçluluk hissediyordu fakatbaşarmıştı. Gece Piyadeleri ve Gündüz Süvarileri resmi kayıtlara geçmişti. BuAvarya'yı değiştirecek bir sürecin başlangıcıydı.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top