I - XVI
Y A Z
9 Ağustos 2005
Salı
Varnata, Avarya
Kıvırcık saçlarını topuz yapmıştı Yaz, ceviz ağacından masasında not defterini karalıyordu. Hâkî renkli bir döpiyes ve içine beyaz gömlek giymişti. Yoğun geçen bir pazartesinin ertesinde zihni bomboştu. Sabah Alkan ailesinin üyeleri ve partinin ileri gelenleriyle birlikte toplantı yaptılar. Her ne kadar ideolojileri ters olsa bile, parti, Katya Saran'ın bağımsız siyaset çabasını destekleyecekti. Yaz'ın gönlündeki de bu olduğu için Katya'yı arayarak içtenlikle tebrik etti.
Öğleden sonraki ikinci toplantıda ara seçim için mitingleri ve bütçeyi planladılar. Yoğun geçen günlerin kafasını bulandırmamasını seviyordu; yalnızca sıradaki işini düşünüyordu, geçmişin ya da geleceğin kaygılarını değil. Dün öğle yemeğine bile zor vakit bulmuşken bugün tam tersi bomboştu. O da kafasını dağıtmak için not defterine şekiller çiziyordu. Resme de eli epey yatkındı hani...
Uysal da aktif çalışmasına rağmen Yaz ona yokmuş gibi davranıyordu.
Sekreter kapıyı çalarak Kurtuluş Aslan'ın görüşmeye geldiğini bildirdi. Akrep sola yatık, yelkovan ise dimdikti: saat 11. Yirmi saat önce genç kadın, Kurtuluş'un isteğini kabul edip bu sabaha randevu vermişti. Ne diyeceğini tahmin ettiği halde gelsin ve içini döksün istedi. Sonra da belki, kardeşi ya da arkadaşlarından biriyle dolaşmaya çıkardı.
Kır saçlı adam içeri girdiğinde, Kızıl Elma Partisi'nin lideri ayağa kalktı ve tokalaştı. Gerginliğini gülümseyerek maskelemeye çalışsa bile nefes alıp verişinde, hareketlerinin çekingenliğinde belli oluyordu.
Kurtuluş onun duygularını fark ederek "Buraya yaptığım bir hatayı düzeltmeye geldim," dedi. "İstifa etmenizi söylediğim için özür diliyorum."
"Düşünceleriniz aynıysa, sözleriniz için özür dilemenin ne anlamı var ki?" dedi kadın. "Söyleyebilirsiniz. İfade özgürlüğüne inanırım. Sadece lavaboda olması hoş olmadı. Buyurun, kürsülerden haykırın."
"Düşüncelerim de değişti." dedi adam. "Gerontokrasi, bir toplumsal arıza... Bize çocukken yaşça büyük insanlara sırf bizden önce doğdukları için saygı duymamız söylenmişti. 'Sen küçüksün, anlamazsın' diyerek sindirildik. Oysaki yaşama anlam katan deneyimlerin çokluğu değil, onları özümseme seviyesidir. Gerontokrat refleksle konuştuğum için özür diliyorum."
"Öyle mi?" dedi Yaz. "Artık bulunduğum yere hak ederek geldiğime inanıyor musunuz?"
"İnanıyorum, çünkü yeterli ağırbaşlılık ve olgunluğu sizde görüyorum."
Kıvırcık saçlı kadın hafif bir baş sallama ve gülümsemekle yetindi.
"Sizin bilgi kaynaklarına ve sanat eserlerine erişiminiz bizden çok daha fazla," diyen adamın çökük yanakları bir tebessümle genişledi. "Mesela çocuklara yönelik diye önyargılı olduğum fantastik bir kitap serisini dostumun ısrarıyla bitirdim ve aslında ne kadar zengin bir dünya olduğunu fark ettim."
"Hangisi?" dedi kız, badem mavi gözlerini merakla açarak.
"Harry Potter."
"Ah, kız kardeşim bayılır," deyip gülümsedi ve sağ tarafındaki çekmeceyi açtı. "Ben de Azkaban Tutsağı'nı izlemiştim. Orada çok hoşuma giden bir nesneyi bir dükkânda görünce hemen aldım."
Usturlap gibi dönen çemberlerin ortasında küçük bir kum saati olan bir madalyon çıkardı. Bu bir zaman döndürücüydü.
"Bunu aldığım gün bir rüya gördüm." Kıvırcık saçlı kadının gülümsemesi büyüdü. "Yanımda hiç tanımadığım, yüzü gölgede kalan kapüşonlu bir adam vardı ve kolyenin zincirini ikimizin de boynundan geçirmiştim. Döndürücüyü habire çeviriyordum. Sonra bir hata oldu ve biz o adamla birlikte yaşlandık. Kırklı yaşlara gelmiştim. Varnata çok değişmişti. Yeni binalar, daha fazla araç, yolda kendi kendine konuşan insanlar vardı. Tuhaf..."
Kır saçlı adam ustaca bir manevrayla konuyu romanlardaki karakterlerin gerçek hayattaki izdüşümüne getirdi. Yaz'ı bu konuda düşündürmek istiyordu, kitapların aynasına bakıp ülkesini görmesini. "Eğer Avarya'da Voldemort ve Dumbledore olsaydı, bunlar kim olurdu?" diye sordu.
Genç kadın bir süre düşünerek "Bence bu karakterlerin benzeri yok ama Yadigâr Alkan, kendine has bir büyücü karakteri olabilirdi," dedi.
Yadigâr, Alkan ailesinin en büyüğüydü, Avarya'nın kurucularındandı. Bahri, Deniz, Apti ve Bayan'ın babasıydı. Sındırlı'dan daha yaşlıydı. Sürekli siyah giyinirdi. Saçları bembeyazdı ve hiç dökülmemişti, gözleri kısmen dışa çıkıktı, teni kırış kırıştı, tıraşlı yanakları iskelet gibi çökmüştü. Soğuk bir mizacı vardı. Az konuşur, ağzından çıkan da kanun olurdu. Onunla bire bir görüşebilecek insan sayısı çok azdı. Oğulları yaptıkları her şey için ondan onay alırlardı. Sinanbey ormanlarında bir villada emeklilik hayatını yaşıyor olsa da Kızıl Elma Partisi'nde ondan habersiz kuş uçmazdı.
"İskambil Olayı'ndan beri olup bitenlerin bir amacı olduğunu düşünüyor musunuz? Yadigâr Bey'in bu olaylara yorumu nedir?"
"Amacını bilmiyorum inanın ki... Yeter ki kardeşimgibi masum insanlara dokunmasın ucu. Henüz bu olayların arkasındaki kişi, HandeBulut, yakalanamasa bile gerisinin geleceğini sanmıyorum." Alnınıkırıştırmıştı. "Büyük Bey, aksakalımızdır. Ani tepkiler vermez. Nadidebirikimiyle, yaşayan bir çınar olarak güncel olayları tarihin akışına oturturve ona göre hareket eder."
֎
U Y S A L
Aynı gün
Varnata
Bu sırada başka bir yerde de Hande Bulut hakkında konuşanlar vardı. Uysal, merkez binasının arkasındaki sapa yoldan merkez ilçenin en az gelişmiş bölgesine doğru yürümüştü. Biraz daha ilerlese Şairhanım'a geçecekti. Çatısı tenekeden bir kebapçıya girdi, içerisi duman altıydı. İşletme sahibine parolayı söyleyip Hakan Vult'un oturduğu özel odaya geçti.
"Size tam anlamıyla şeffaf olmadığım için özür diliyorum." dedikten sonra Bayan ile aralarında geçenleri anlattı. Bazı kısımları filtreledi. Örneğin, "kuşlar"dan hiç bahsetmedi.
Vult, çatık kaşlar, asık bir surat ve öne çıkmış omuzlarla "Ne zaman oldu bu?" diye sordu.
"Bir ya da bir buçuk ay oldu."
"Neden ben şimdi duyuyorum?"
Diğeri kem küm etti, birkaç bahane sıraladı. Odanın loş turuncu ışığı çaprazdan vuruyor, yüzündeki gölgeleri daha da derinleştiriyordu. "Eğer konuştuklarımızı o odadan çıkarıp size anlattığımı öğrenseydi size bir daha Yaz hakkında istihbarat veremezdim. KEP çevresinden uzaklaştırılırdım."
"Şimdi de uzaklaştırılmaman yeterince garip." dedi Hakan. Işık, kafa derisini parlatıyordu. "Neden? Bana mantıklı açıklamasını yap! Muhalifler senin iktidar hafiyesi olduğunu bilir de seni neden aralarından göndermez?"
"Şöyle ki..." diyecek oldu genç adam, gürültülü bir şekilde yutkunduktan sonra.
"Eğer tam şu an itiraf edersen senin ve ailenin başına hiçbir şey gelmeyecek." deyip yumruğunu masaya hafifçe vurdu. "Çifte ajansın. Alkanların da ajanısın."
"Hayır!" dedi Uysal. "Açıklayacağım. Bayan Alkan diğer aile üyelerinden farklı biri."
"Nasıl farklı? Ne demek farklı? Soyadı Alkan. Mecliste sandalye işgal eden bir milletvekili. Yahu sen dünkü çocuğu mu aldatıyorsun?"
Hararetli cümlelerini el hareketiyle destekliyordu. Kalın kaşlı genç ise kendini savunabilmek için beynini zorluyor, kafatası çatlayacak gibi hissediyordu.
"O AVİS üyesi." deyiverdi.
"AVİS mi?" Başbakanın yüzündeki ifade yumuşadı. "Başka yalan bulamadın mı?"
Uysal "Bulamadım," dememek için kendini zor tuttu. Denize düşenin yılana sarıldığı gibi bu iddiaya tutunmak zorundaydı. "Size söylediğim gibi kendince bir istihbarat ağı olduğunu söyledi. Bu ağın AVİS altında olduğuna hiç kuşku yok. Ayrıca odasında olanın odasında kalacağını da söyledi ki bu konuşmadan sonra KEP cephesinde bana karşı farklı bir davranış görmedim."
"Unuttun sanırım," dedi Hakan, şefkatli bir gülümsemeyle. Gencin soru dolu bakışlarını "Ben başbakanım." diye cevapladı. "AVİS müsteşarını, benim de içinde yer aldığım Ulusal Güvenlik Kurulu atar. Bir telefonla Bayan Alkan'ın üyelerden biri olup olmadığını öğrenirim."
Uysal kıpkırmızı oldu, öyle ki içerideki yetersiz ışıkta bile renginin değişimi net görülebiliyordu. "AVİS sizinle bile her sırrını paylaşmaz. Saf bir şekilde devlete bağlılar, kişilere değil. Bayan Alkan bir AVİS üyesi, her ne kadar emin olmasam da büyük bir ihtimalle böyle."
"İnanır mısın, Alkanlar da saf bir şekilde devlete bağlı olduklarını iddia ediyorlar. Hatta kendilerini devletle özdeşleştiriyorlar." dedi Hakan, parmak uçlarını birleştirmişti. "Kendini benim yerime koyar mısın? Seni muhalif partiye haber topla diye gönderiyoruz, önceden tasarlanmış bir gönül ilişkisi de kurmuşsun, danışmanlığa kadar yükseliyorsun, derken hop, ifşa oluyorsun. Bir de bunu haftalar sonra haber veriyorsun. Ne düşünmeliyim? Ya çifte ajansın ya da dümdüz aptalsın, başka bir ihtimal yok. O kadın seni sıkıştırdığı gün bana gelmeliydin, bir çaresine bakardık."
Sessizliğin ardından Uysal "Şimdi ne olacak?" diye sordu.
"Dev bir kazana yoğurt dolduracağız." dedi diğeri ciddiyetle. "Seni içine doğrayacağız ve bir kazan dolusu cacığımız olacak."
Gencin yüzü kasıldı, gülmek ve gülmemek arasında kaldı. Orta yaşlı adam ise sadede gelmişti.
"Bana, sadece bana hizmet ettiğinden emin olabilmem için kendini kanıtlaman gerekiyor. O yüzden seni, gününü nasıl geçirdiğini, kimlerle iletişim kurduğunu 7 gün 24 saat denetleyebileceğim bir kampa alacağım. Buna cezaevi de diyorlar."
Gencin esmer teni saniyeler içinde bembeyaz kesildi. Titreyen dudaklarıyla "Hayır, başbakanım, bana bir şans verin." dedi. "Seçime kadar mühlet verin, her şeyi düzelteceğim. Bahar'ı zehirleyen kimmiş bulup Bayan Alkan neyin nesiymiş kanıtlayacağım, hatta Hande Bulut'u bile bulacağım."
Başbakan "Hande Bulut... Yapma ya!" diyor, hafiyesinin yalvarmasından aldığı hazla gülüyordu. "Bu gazla Zilduvar deneylerinin belgelerini de bulursun, hadi bakalım."
1947'den önce Avarya diye bir devlet yoktu, bugünkü Avar toprakları Romanya sınırlarına dahildi. 2. Dünya Savaşı sırasında, Rumen mareşal Antonescu'nun döneminde Nazilerin Zilduvar'da bir üs ve laboratuvar kurduğu söyleniyordu. Buradaki akıl hastanesinde Macar, Slav, Avar tutsaklar üzerinde deneyler yapıldığı söyleniyordu. Bu iddialar hiçbir zaman kanıtlanmadı, Mihver yanlısı Antonescu darbeyle iktidardan indirilip tutuklandığında, yerine gelen yönetim Müttefiklere katıldığında ve Ferhat Altay Okay'ın ilk Cumhurbaşkanı olduğu Avarya Cumhuriyeti kurulduğunda bile.
Kimisi 1944'teki büyük yangında delillerin kaybolduğunu -90'lardaki arşiv yangını gibi sadece hastanenin bir bölümü değil, ilçenin tamamı yangından etkilenmişti- kimisi de böyle bir üssün hiçbir zaman var olmadığını düşünmekteydi.
"Kızağa çekilirsem bir faydam mı olacak?" dedi Uysal, endişe dolu bakışları boşluğa takılmıştı. "Ya size düşman kesilirsem? Ya koğuştaki herkese beni sizin hapsettirdiğinizi haykırırsam? Verdiğiniz tüm görevleri herkese söylersem? Niçin korkacağım? Elimdeki her şeyi alırsanız, başka neden korkacağım?"
Hakan başını hafifçe öne eğmiş, omuzlarını geriye çekmiş, çenesini öne almıştı. Bir heyula gibi görünüyordu. "Sen beni tehdit mi ediyorsun?" diye sordu boğazının derinliklerinden gelen bir sesle.
"Gerçeği söylüyorum. En tehlikeli insan kaybedecek hiçbir şeyi kalmayan insandır. Eğer şuradaki," alnını işaret etmişti, "Hak etmediğim kara lekeyi silemezsem her şeyi kaybederim."
"Hiçbir şey yapamazsın da neyse bakalım. Başka bir hatanı daha affetmem."
Hakan Vult ayağa kalktı, ceketini giyip gitmeye hazırlandı.
"Bu ne demek? Serbest miyim?"
"Seçime kadar serbestsin, vadettiklerini yap. Son şansını iyi değerlendir."
Uysal, başbakan gidene kadar yerinden kalkamadı.Dünyaya yeniden gelmiş gibi hissediyordu.
֎
A S L I
Aynı gün
Varnata
Aslı Vult, salı sabahının ilk ışıklarının ardından soluğu Berdâşe Sokak'ta aldı. Sanki sokak giderek daha da küçülüyordu; evler birbirine yaklaşıyor, sıvaları parça parça dökülüyor, evden eve çekilmiş çamaşır ipleri kısalıyor, kaldırım taşları bozuluyor, kırık cam sayısı artıyor, çöp miktarı artıyor, arabalardaki çizik sayısı artıyor, insanlar azalıyordu; sanki bir dev iki eliyle sokağı sıkıştırıyordu.
Tek tük işe gidenlerin ardından eskici geldi, sütçü geldi, evlerin en küçük çocukları ekmek almak için bakkala indi, sokaktan geçen araba sayısı arttı; güneş ışığı gözleri kamaştırmaya, hava ısınmaya, taşlar yanmaya başladı; guguklu saatte guguk kuşunun belirdiği gibi pencerelerde komşular belirdi ve muhabbete koyuldular; evlerin yıpranmış, şişmiş tahta kapıları açıldı, rengârenk çocuklar sokağa indi, toplar uçuştu, ipler döndü, tebeşirler, yere çizgiler ve sayılar çizdi. Sessizliğin yerini çocuk cıvıltıları aldı.
Kot pantolon ve beyaz bluzlu kadın, terk edilmiş bir evin önündeki kaldırımda, akan nehirdeki durgun taş gibi oturuyor ve sokağı seyrediyordu.
Sırayla ip atlayan bir grup kız çocuğuna gözü takıldı. Çocukları saydı ve yerinden kalktı, Boran'ın olaydan önce çalıştığı bakkala girip hepsine yetecek kadar meyveli buz aldı. Sokaktaki diğer çocukların görmeyeceği bir açıdan kızları çağırdı. Buzları dağıtırken isimlerini sordu, içlerinden birisi Elif'ti.
Diğer kızlar oyunlarına dönerken Elif, "Seninle biraz konuşabilir miyiz?" diyen Aslı'nın yanında kalmıştı.
"İki yıl önce burada bir olay olmuştu," diyen avukat, kızın sararıp solduğunu görünce "Özür dilerim, seni korkutmuş olmalı." dedi. "Birkaç soru sorsam olur mu?"
Elif tedirgin bir şekilde çevresine baktı. "Burada olmaz," diye fısıldadı. "O bizi duyar."
O kimdi? Boran'dan mı bahsediyordu?
"Hayır, o duymaz, çünkü hâlâ hapiste. Hem..."
"Korkunç kadını yakaladılar mı?" diye sordu kız, şaşkın fısıltılarla.
Aslı şaşkınlığını belli etmemeye çalıştı. "Bilmem ki... Yakalamışlardır. Bizim polislerimiz çok güçlü."
"Hayır," dedi çocuk, neredeyse ağlayacaktı. "O polisten de kaçar. Her yere saklanır. Biliyor musun?"
Tek dizini yere koyup kalktı ve avukatın kulağına dudaklarını yaklaştırdı. "Bizim burada bir ağabey vardı. Korkunç kadın onun evine girdi."
"Hmm..." dedi avukat ve çantasından bir defter çıkardı. Boran'ın vesikalık fotoğrafını gösterdi. "Sizin ağabey bu mu?"
"Hah, işte o!"
"Bu ağabey sana bağırdı mı?"
Elif kafasını salladı.
"Neden? Size kötü mü davranırdı?"
"Şey..." dedi kız. "Biz eskiden evlere geceleri gizlice girmeye çalışıyorduk. Evden kaçıyorduk. Komşu eve girmeye çalışıyorduk. Böyle oyun oynuyorduk işte..."
Sustu ve bir sırrı gizliyormuş gibi dudaklarını birbirine bastırdı.
"Peki sonra?"
"Sonra... İşte..." Olduğu yerde sallanıyordu. "Bakkalın arkasında bir baca deliği var. Oraya girip tırmanınca doğruca ağabeyin evine çıkıyorduk."
"Anlamadım."
Elif, Aslı'nın elinden tuttu ve onu bakkalın yer aldığı iki katlı binanın arkasına kadar götürdü. Çıplak duvarda kare şeklinde, bir kenarı yaklaşık bir metre boyunda derin bir girinti vardı. Aslı kafasını uzattığında yukarıya doğru uzanan bir boşluk gördü.
"İşte buradan tırmanınca oturma odasına çıkıyorduk. En kolay bu eve girdiğimiz için neredeyse her gece gelirdik. İçeriye girmezdik, ses çıkarmazdık. Sadece odayı biraz seyredip giderdik. Ağabey bazen uyuyor olurdu. Bazen tavana bakıp düşünüyor olurdu. Bizi fark ettiği de olurdu ama hiç kızmadı. Bize baktığında hemen kaçardık."
Avukat ve çocuk yan yana girintiye oturmuşlardı.
"O gece tek başınaydım. Bizim çocukları babaları yakalamış. Evden çıkartmamışlar. Ben çıkmayı başardım ama..."
"Çok tehlikeli, Elif."
"Evet, öyleymiş de o zaman çok eğlenceliydi. Daha küçüktük."
"Şimdi nesin ya?" diye geçirdi içinden Aslı.
Kız, avuç içlerini açıp tırmanma taklidi yaparak "Böyle böyle yukarı çıktım ve bir baktım," dedi gülerek, "İçeride biri var. Ağabey var, bir de kaba sakallı bir adam var, nasıl tartışıyorlar, bir görsen."
Aslı defterden Nemanja'nın fotoğrafını gösterdi.
"Bu adam işte... Adı da Şuti."
"Şuti mi?"
Elif hızlı hızlı kafasını salladı. "Şuti bir şeyler anlatıyordu. Duydum ama anlayamadım. Çünkü İngilizce konuşuyordu."
"İngilizce..." dedi Aslı.
"Yok, Rusçaydı galiba. İtalyanca da olabilir. Her neyse. Ağabey de başını çevirmiş, kulaklarını kapatmış 'Şuti! Şuti!' diye bağırıyordu. Bir ara da şey dedi..." Hatırlamak için uğraştı. "Odlazi! O da soyadı."
"Şuti ve odlazi. Peki sonra?"
Çocuğun benzi tekrar sarardı. Normal konuşmadan fısıltıya geçti. "Korkunç kadın geldi."
"Ya..."
"Kadın tabancayla Şuti'yi kolundan vurdu. Kapıdan kaçtılar. Ağabey de o sırada beni görmesin mi? 'Ne yapıyorsun burada, evine gitsene!' diye bağırdı. Kaçmaya çalışırken düşüp bacağımı incittim, tam şurada. O sırada kadın beni yakalamasın mı?"
"Eee?"
"Kolumdan tutup sarstı, 'Birine anlatırsan seni de aileni de öldürürüm.' deyip gitti. Ben sadece ağabeyin bana kızdığı kısmı anlatabildim. Şimdi de bizi duyuyorsa yandık."
"Duyamaz, mümkün değil." dedi Aslı. Rahat görünmeye çalışıyordu ama şok içindeydi. Bildiği her şey paramparça olmuştu. Elif'ten olay anını resimlemesini istedi. Kim hangi pozisyondaydı, anlamaya çalıştı. "Korkunç kadın"ı tarif ettirdi. Sonra, gitmesine izin verdi.
Sokaktan çıkarken Boşnak derneğinin başkanını aradı. Bir yandan da defterini açmıştı. "Şuti" ve "odlazi" kelimelerinin anlamını sordu. Biri "Sus!" demekti, diğeri de "Defol!"
Aramayı kapattıktan bir dakika sonra telefon çaldı. Bilmediği bir numaraydı.
"İyi günler, Aslı Vult ile mi görüşüyorum?"
"Buyurun, benim."
"Ben Kurtuluş Aslan. Sizinle Boran Saraçeviç hakkında yüz yüze görüşmek istiyorum. Yarın saat 10'da ofisime gelmek için müsait olur musunuz?"
Aslı'nın kalbi hızlıca çarptı. Hattın diğer ucundaki adam, nasıl isabetli bir zamanlama yaptığının farkında bile değildi.
"Kesinlikle orada olacağım," dedi.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top