I - XIII
K U R T U L U Ş
25 Temmuz 2005
Pazartesi
Varnata, Avarya
Kurtuluş, ofisinde, misafirlere ayrılmış deri koltukta otururken bu kadar heyecanlı hissedeceğini hiç düşünmemişti. Günlerdir aklında biriken sorular, bilgiler, kaygılar artık ayakta duran, kollarını bağlamış, kahverengi kalem etekli kadına aktarılmaya hazırdı. Ona bu kadar güvendiği için korkuyor ama kendini alamıyordu; kaynar suyla dolu içini dökemezse, çatlayacak bir su testisi gibi hissediyordu.
"Otursanıza," dedi.
"Böyle iyiyim." dedi Bayan. Örgülü saçları beline kadar gelmişti. Gün ışığı pencereden giriyor, kadını sıyırarak karşıdaki duvara vuruyor ve uçuşan tozları parlatıyordu.
"Çay, kahve? Ne söyleyeyim?"
"Ayakta durup bir şey içmemem sizi huzursuz ediyor. Hemen gidecekmişim gibi geliyor. Sizin de anlatacağınız çok şey olmalı ki beni burada tutmak istiyorsunuz. Eh, iyi madem. Çay alırım," dedikten sonra makam koltuğuna geçip arkasına yaslandı.
Kır saçlı adam ise masadaki megafonun kırmızı düğmesine basıp iki çay istedi. "Aslında," diye başladı, "Az şey anlatacağım ama özlü... Önemli... Bahar Larende'yi Sındırlı'nın zehirlettiğini düşünüyorum."
Kadın, dudaklarını büzdü ve düşünceli bir şekilde başını salladı. "Düşünüyorum dediğinize göre kanıt yok."
Diğeri, kaşlarını kaldırdı. "Başka bir ihtimal mantıklı değil. Sındırlı dönemine ne kadar vakıfsınız, bilmiyorum."
"Sandığınızdan daha yaşlıyım." Gülümsedi. "Vult başbakan olduğunda otuz dört yaşındaydım."
"56 doğumlusunuz o zaman," dedi Kurtuluş, başını hafifçe sallayarak. "Nedense 70'li yıllarda doğduğunuzu düşünmüştüm."
"Yapmayın, yaşımı gösterdiğimi biliyorum," dedi Bayan ve o sırada içeriye çaycı girdi. Kırk beş yaşında olan kadın, çayına dört şeker attı. Adam ise şekersiz içerdi, o çayın şerbet gibi olan tadını düşünüp yüzünü buruşturdu. Kapının kapanma sesini duyunca şöyle bir başını çevirdi ve konuşmaya başladı.
"Biliyorsunuz, Sındırlı 1990'da Divan'da yargılanarak ömür boyu hapis cezası aldı ve tam da bu yıl yaş haddinden dolayı ev hapsine geçti. Aynı zamanda Yaz Larende'nin ortaya çıktığı ve istikrarın bozulup olayların başladığı yıldayız."
"Sizce İskambil Çetesi yapmadı yani," dedi kadın, düşünceli bir şekilde.
"İskambil Çetesi'nin... Nasıl desem... Çalışma tarzına pek uymuyor. Onlar doğrudan hedef almayı tercih ediyor. Cumhurbaşkanını karnını yararak katleden bir terör örgütünden bahsediyoruz. Eğer sizin partinize saldırmak isteselerdi, üzülerek söylüyorum, Yaz Hanım'ın kellesini Bakilik Meydanı'nda bulurduk. Daha hafifi olmazdı.
Sındırlı ise asla doğrudan hücum etmez. Aba altından sopa gösterir. Tehlikeli bir muhalifseniz, basit bir sebepten hapse girer ve karakolda merdivenden düşüverirsiniz. Yahut durduk yere sizin ya da sevdiklerinizin başına bir kaza gelir. Bundan başka, bir anda komşularınız akıl hastanesine yatırılmanız için imza verir ve oradan, ağır ilaçlarla bitkiye döndürülmeden çıkmayı başarsanız bile söylemleriniz geçersiz olur. Darbenin nereden geldiğini göremezsiniz ama hayatınız mahvolur. Zilduvar'ın arşivlerini kim yaktı? Niçin? Hiçbirimiz güvende hissetmezdik, hatırlarsınız. Bahar Larende'nin zehirlenmesi tam da böyle bir olay."
"İlginç! Peki, çıkarı ne olabilir ki? Artık esamesi okunmuyor sonuçta."
"Sındırlı eski gücünü geri istiyor," dedi Kurtuluş. "Net bir çıkarı olması gerekmez. Ülkeyi mülkü olarak gören eski diktatör, yalnızca intikam güdüsüyle hareket etmiş olabilir. Gücünüz belirli bir eşiği aştığında aklınızın gücünü kaybeder, duygularla savrulursunuz. Sındırlı'nın Larende ailesi içerisinden başka birisini değil, Bahar'ı hedef alması için tam da böyle bir nedeni var."
Murat Sındırlı, Avarya'yı dünyaya kapatmaya çalışmıştı. Alkanların Larendeleri getirmesi, onun yıllarca ördüğü duvarda bir gedik açmıştı. 31 Aralık 1989'da Bahar doğmuş, ailenin vatandaş olabilen ilk üyesi olmuş ve duvarı parçalanmaya götüren darbeyi vurmuştu.
Bayan Alkan gülümseyerek "Çok heyecanlıyım." dedi. "Dört ay kaldı. Kasım'da Harry Potter ve Ateş Kadehi filmi çıkıyor."
Kurtuluş da gülümsedi ama zorla ve belli belirsizce. "Sizin aniden alakasız şeylerden bahsedebilmenize hayranım."
"Alakasız mı? Aşk olsun." Başını hafifçe yana yatırdı. "Sakın Harry Potter okumadım demeyin."
"Sizce de sihirli çocuk kitapları için çok yaşlı değil miyim?"
Bayan'ın yüzü ağlak bir ifadeye büründü. "Bu sözün bende yarattığı hayal kırıklığını gidermek için sonraki görüşmemize kadar çıkmış beş kitabı okuyup üç filmi izlemeniz gerekecek. İngilizceniz iyiyse altıncı kitap da çıktı ama henüz çevrilmedi."
"Pekâlâ, izlerim, okurum," dedi kır saçlı adam. "İskambil Çetesi hakkında konuşmak istiyorum. Siz bu çeteye nasıl yakın olabiliyorsunuz? Size... Yani Alkanlara ait değil. Vult'a ait olmalı."
"Nasıl yani?"
"İskambil Çetesi'ni Sındırlı'ya karşı Vult kurdu. Siz onlar hakkında kıymetli bilgiler veriyorsunuz, kaynağını paylaşmıyorsunuz ama benim gayet güçlü bir tahminim var. Siz Vult'u dinliyorsunuz."
Kadın önce dişlerini gösterecek şekilde güldü, sonra da kahkaha attı. "Karşılıklı... İletişim karşılıklı dinlemekle başlar."
"Dinliyorsunuz yani." Bu kadar açık itiraf etmesini beklemiyordu. "O da sizi dinliyor."
"Okuldaki odamda dinleme cihazını bulduğumda Mart ayıydı. Ne istediğini bilmiyorum ama öğrencilerimle, derslerle, notlarla ilgili bolca söz işitmiştir. Bu hediyesini karşılıksız bırakmadım. İşine yarayacak bir şey elde ettiğinden emin değilim. Benim edindiğim bilgiler ise çok daha değerliydi. Hayır, İskambil Çetesi'ni Vult kurmadı. Daha doğrusu Vult'un kurduğu bir organizasyon var ama adı İskambil Çetesi değil."
Yüzündeki kırışıklıklar sanki bir anda artmıştı. "Kendini Sındırlı'dan korumak için bir tim kurma girişimi olduğunu biliyorum."
"Haydi, adını söyleyin."
Kurtuluş bakışlarını kaçırdı. "Gece Piyadeleri. Doksanlarda bu ismi vermeyi düşünüyordu. Daha sonra bu konu hakkında hiç konuşmadık. Böyle bir tim var mı? Aktif mi? Bilmiyorum."
"Ben biliyorum. Sındırlı'dan korumak için değil... Sadece bunun için değil. Aynı zamanda ona dönüşmek için de... Avarya üzerindeki gücünü artırmak ve koltuğunu sağlamlaştırmak için. Peki bu piyadeleri nasıl topluyor, biliyor musunuz?"
"Dünyanın çeşitli yerlerindeki eski askerlerle görüşüp onları gizlice Avarya'ya getirmeyi düşünüyordu. Evet, onun gençlik dönemlerindeki fikriydi. Ama..." dedi tereddütle. "Yaptığını sanmıyorum."
"Neden?"
"Çünkü ihtiyacı yok. Yeterince güçlü. Ayrıca paralı askerler yalnızca paraya sadıktır."
"Doğru," dedi kadın, ellerini birleştirmişti. "Emekli bir asker, astronomik bir ücret verilmediği sürece, neden rahatına kıyıp gelsin ki? Bu çok maliyetli olurdu. Vult daha ekonomik bir yol buldu."
"Ne gibi?"
"Onlara özgürlüğü verdi."
Bayan, Kurtuluş'un küçük kahverengi gözlerinin içine odaklandı. "Gece Piyadeleri eski askerlerden kurulmadı. Dünyanın her yerinden ya henüz yargılanmamış ya da ücreti mukabilinde hapisten çıkarılan savaş suçluları, ıskartaya çıkarılmış ajanlar, işkenceciler, tecavüzcüler, seri katillerden kuruldu. Her coğrafyadan yakın sayılarda kişi alındı. Avrupalısı da var, Asyalısı da, Afrikalısı da, Amerikalısı da... Avarya'da eğitim alan ve yalnızca başbakana sadık bir ölüm timi."
"Olamaz," dedi Kurtuluş, dehşet içinde.
"Oldu."
"Devletler buna nasıl izin verir?"
"Devletlerin canına minnet," dedi başını sallayan kadın. "Bir caniyi beslemek mi isterdiniz yoksa onu satıp topraklarınızdan uzaklaştırmak mı?"
"Ne yapmaya çalışıyor?" diye bağırdı diğeri. "Bizim bunu derhal engellememiz lazım."
Bayan'la toplantısı bittikten sonra Kurtuluş, ceketini giydi ve genel merkezden çıkmaya hazırlandı. Duyduklarını sindirmesi için zamana ihtiyacı vardı. Durum, sandığından daha kötüydü.
Hakan'ın çok eskiden Kurtuluş'a anlattığı Gece Piyadeleri projesi; ilk halinden çok daha vahşi ve etik dışı bir halde hayata geçirilmişti.
Fethi Ekin'e kimin suikast düzenlediği artık belirsizdi. Böylesine kanlı bir cinayeti, kapkaranlık geçmişlerden kurulmuş bu örgüt de işlemiş olabilirdi. Eğer ortaya Avarya'yı ele geçirmek isteyen başka bir grup çıkmazsa şu an ülkeyi tehdit eden üç unsur vardı: Gece Piyadeleri, İskambil Çetesi ve Murat Sındırlı.
Gerçi sonuncusu sadece onun tahminiydi. Alkan kızı da bir türlü net konuşmamıştı ki doğrulasın ya da yalanlasın.
Binadan çıktığında gündüzün son saatleriydi. Seyrek bulutların bir yanı doygun turuncuya boyanmış, diğer yanı bebek mavisi kalmıştı. Serin havayı içine çeken kır saçlı adam koyu gri renkli arabasına bindi ve eve doğru sürmeye koyuldu. Okay Bulvarı'ndan geçti. Adliyenin köşesinden dönerken yavaşladı. Bankta oturan bir kadın ilişti gözüne, omuzları çökmüş, sarsıla sarsıla ağlayan. Uzakta olduğu için yüzünü ve kıyafetlerini tam göremiyordu.
Arabayı adliyenin otoparkına doğru sürdü. İnip koşar adımlarla banka doğru yaklaştı. Koyu renk saçlı, beyaz gömlekli kadın o kadar yüksek sesle ağlıyordu ki hıçkırıkları adımlarca öteden işitiliyordu. Kadın, Kurtuluş'u fark edip ellerini yüzünden çekti. Bu yüz fazlasıyla tanıdık geliyordu kır saçlı adama ama adam, onun kim olduğunu bir türlü çıkartamıyordu.
"Hanımefendi iyi misiniz? Yapabileceğim bir şey var mı?" dedi mesafeye rağmen ses ulaşsın diye yüksek sesle.
Banktaki kadın kesik kesik alabildiği nefesini normale çevirmeye çabaladı. "Hayır... Hiçbir şey... Yapamazsınız..." dedi heceleyerek.
Kurtuluş bu sırada bankın yanına varmıştı. "Beni tanımadınız mı? Ben Kurtuluş Aslan. Elimden gelen ne varsa yapmak isterim."
"Ya... Siz misiniz?" dedi kadın. "O halde bana yardım edebilirsiniz."
"Sizi bu kadar üzen ne? Yoksa bir yakınınızı mı kaybettiniz."
"Evet! Hepimiz kaybettik." Her kelime arasında durup soluklanması gerekiyordu. "Hem de hepimize yakın olması gereken bir şeyi kaybettik. Adaleti kaybettik."
Kır saçlı adam başını kaldırıp beyaz duvarlı binaya şöyle bir baktı ve kadının gözyaşlarının bu duvarlar içerisinde verilen bir karardan ileri geldiğini fark etti. Ardından kadına baktı ve onu tanıdı, Aslı Vult'tu, Hakan'ın yeğeni.
Aslı, Kurtuluş'un yüzüne bakıp "Lütfen..." dedi. Hıçkırıkları geri dönmüş, sesi boğuklaşmış, sözleri anlaşılmaz olmuştu. "Lütfen mecliste bahsedin. Boran İbrahim Saraçeviç, bu ismi unutmayın. Ona haksız yere ceza verdiler. Sahte itirafla müebbet verdiler. Düşünebiliyor musunuz? Kimseye zarar vermedi o. Lütfen kurtarın onu. Lütfen..."
"Kime Aslı Hanım? Kime müebbet verdiler?"
"Boran'a... Lütfen..."
"Affedersiniz, anlayamadım."
Hava iyice kararmıştı, karşıdan hızlı adımlarla onlara doğru gelen adam bir gölge gibi görünüyordu. Sokak lambaları açıldığında yüzü göründü. Hakan Vult yeğenine doğru geliyordu.
"Kendine gelir misin artık?" dedi yüksek sesle.
"Hak etmiyordu amca. Neden böyle yapıyorsun? Neden onu içeride tutu..."
Sözünü kesti. "Saçmalama Aslı. Hâkimlerin önünde itiraf etti, kulaklarınla duydun. Bunca zamandır o gece ne yaptığını hatırlamıyordu ama bugün hatırlamış. Bak, meslek hayatında dava da kaybedebilirsin, bu çok normal. Her seferinde kendini helak mı edeceksin?" Sakin bir şekilde meslektaşına döndü. "İyi akşamlar, suyunuz var mı?"
"Maalesef."
"Aslı, benim yeğenim, kendisi avukat. Bugün lisansında sorun çıktığı için davaya giremedi. Halbuki çok uğraşmıştı. Dava kaybedilmiş. Yani zanlının suçu işlediği ortaya çıkmış. Zanlı açıkça itiraf etmiş."
Fısıltıyla "İşlemedi," diyebildi avukat. Sesi çıkmamıştı.
"Biraz mükemmeliyetçidir, hassastır."
"Geçmiş olsun Aslı Hanım." dedi Kurtuluş. "Emek vermişsiniz. Üzüntünüzü anlıyorum. Yapabileceğim bir şey var mı?"
"Çok sağ olun," dedi başbakan, yeğeninin yerine. Dudaklarını yumdu, kadının koluna girdi, uzaklaştılar. Kurtuluş da arabasına döndü.
Dalgınlıktan refleksleri gevşemişti. Kim müebbet almış? Kim, neyin suçunu işlemiş? Beyninin içi sorularla doluydu. Kadının figan içinde söylemeye çalıştığı ismi çıkarmaya çalışıyordu. Ancak sıkışık trafikten gelen korna ve motor sesleri zihnini bulutlandırıyordu.
Bir anda zaman durdu. Her şey, bulutlar çekilir de ardından güneş çıkar gibi berraklaştı. 2003'ü hatırladı, medyaya bomba gibi düşen haberleri. Bir evde ölü bulunan Sırp savaş suçlusunu. O evde oturan, suskun, koyu sarı saçlı, mavi gözlü, şokta olduğu apaçık belli olan Boşnak gencini. Adliyenin önünde günlerce eylem yapan Boşnakları. Televizyonlarda günlerce süren ama sonuca varmayan tartışmaları. Henüz kabuğu ince yaraların deşilmesini. Bayan'ın ve Aslı'nın sesleri kafasında yankılandı, birbirine karıştı. "Dünyanın her yerinden... savaş suçluları... Gece Piyadeleri... Hak etmiyordu amca. Neden böyle yapıyorsun?"
Kulağını delip geçen korna sesleriyle kendine geldi. Önü boşalmıştı. Arkadaki arabalar sabırsızlıkla bastırıyordu direksiyonlarının ortasına. Utançla gaza bastı ve nehrin ortasından taşı çeker gibi trafiğin açılmasına izin verdi.
Sanki diline uzak bir lehçeyi dinlemekteydi. Kâh bir şeyler anlar gibi oluyor kâh o yarım yamalak anlamı kaybediyordu. Yumaklara dolaşık haldeyken, birisinin ucunu görüyor ama onu yakalamak için elini uzattığında bir düğüm daha atılıyordu. Bu karmaşa uykusunu getirdi. Evine girdi, sürünerek oturma odasına kadar yürüyebildi.
Hakan'la aralarındaki o rekabetçi dostluğun bozuluşunu, kontrollü muhalefetin dağılışını ve ardında bu meselenin yatışını az buçuk seziyor fakat algılayıp analiz edemiyordu. Hep şikâyet ettiği, yıllardır çarkını döndürüp durduğu kafesin çıtırtılarını işitiyor ve bundan korkuyordu. Yatak odasına geçecek gücü bulamadan, koltukta oturur vaziyette uyuyakaldı.
Etraf kararmıştı. Perdeden sokak lambalarının ışığı süzülüyor ve odayı griye boyuyordu. Hatiften bir ses ismini tekrarlayarak seslendi.
"Kurtuluş... Uyan..."
"Uyanamıyorum," diye düşündü. Kirpiklerine ağırlıklar bağlanmış gibiydi.
"Yerine yat. Burada omzun tutulacak."
Kır saçlı adam iç çekişle uyandı. Ses hatiften değil, onu yatağa götürmeye çalışan karısından geliyordu. Uyurken beynindeki karmakarışık düşünceler biraz olsun toparlanmıştı. Banyoya gidip yüzünü yıkarken kendi kendine özetlemeye çalıştı.
2003'te Nemanja Laloviç adında bir Çetnik, Boran Saraçeviç'in evinde ölü bulunmuştu. Boran o günden beri tutukluydu. Laloviç'in bir gece piyadesi olma olasılığı çok yüksekti.
Peki Boran, gerçekten masum muydu? Daha doğrusu gerçek adı bu muydu?
Ya o da ırkçı bir Sırp ise... Adı, sanı bambaşkaysa... Gece Piyadeleri'ndense... İki piyade aralarında kavga edince, biri diğerini öldürmüş, Hakan Vult da bu gizli örgütün ortaya çıkmaması için hayatta kalana yeni bir kimlik vermiş, olayları medyaya bambaşka yansıtmış olamaz mıydı? Bu ilk ihtimalde hayatta kalanın konuşmaması da mantıklıydı. Rolünü oynuyordu.
Yahut bu olay bir iç infazdı.
Belki de Boran, İskambil Çetesi'ndendi ve HandeBulut'tan emir alarak piyadenin işini bitirmişti. Başka seçenekler deolabilirdi ama onun sıradan bir insan olma olasılığı Kurtuluş'un gözünde pekazdı. Her durumda, ketum sarışın adam, kır saçlı orta yaşlı adamı aradığısırlara ulaştıracak anahtardı.
֎
U Y S A L
Aynı akşam
Varnata
Okyanus mavisi oturma odası koltuğunda, başını kırlente koyarak uzanmış Kerem, dizüstü bilgisayarını da büktüğü dizlerine yerleştirmişti. Bakışları ekranda değil, penceredeydi çünkü gökyüzüne bakmak içindeki sıkıntıyı biraz olsun unutturuyordu.
Siyasetçilere yakın olmak onu maddi ve sınıfsal anlamda ilerletmişti. Uysal'ın doğduğu sıvası dökülmüş üç katlı apartmandan, Sabire Dağları'nı seyrettiği şu bahçeli villaya taşımıştı. Avukat maaşıyla bunu yapamazdı. Maaşlı çalışmak geçim çarkını belki döndürürdü ama insanı zengin etmezdi. Zenginlik, doğru ilişkiler ve sabır gerektiren stratejilerle elde edilirdi. Hayat bir ormansa güç çevik bir ceylandı ve ancak maharetli avcılar ona kavuşabilirdi.
Bir yandan Vult'la dostluk kuran ve söylediklerini yerine getiren Kerem, diğer yandan gelecekte nüfuzunun artacağını öngördüğü Larende'ye oğlunu yakınlaştırmaya çalışıyordu. Bir ülkeyi yönetmek için makam koltuklarında bizzat oturmak gerekmezdi. O koltuklara bağlı ipleri elinde tutarsa işlerin daima istediği gibi gitmesini sağlayabilirdi.
Uzun süredir başarıyla sürdürdüğü denge politikası bozulmak üzereydi. Bu yüzden oğluna çok kızgındı. Durduk yere alakasız bir olayın baş şüphelisi konumuna gelmiş ve kendini sıyırmayı becerememişti. Oysaki Kerem, Uysal'ın öyle maharetli olmasını beklerdi ki gerçekten bir fenalık yapsa bile diliyle izlerini silmeyi becerebilsin.
Uysal hâlâ Yaz'ın danışmanıydı ama onun güvenini ve sevgisini kaybetmişti. Koltukta uzanan adam ise ikisinin ilişkisinin onarılıp onarılamayacağını düşünüyordu.
Bu sırada içeriye Uysal girdi. Üzerinde eski bir tişört ve bol, kareli pijama vardı. Babası, hafifçe doğrularak düşünceli bir şekilde baktı.
"Giderek dağılıyorsun," dedi. "Aklımda ne var, biliyor musun? Belki de Yaz'ın evlenme teklifini kabul etmeliydin."
"Ne fark edecekti ki?" dedi genç, mırıldanır gibi. Evli olsalardı bile kıvırcık saçlı kadının boşanma davası açacağını düşündü. Güven incecik bir porselendi ve kırıldıktan sonra çaresi yoktu.
"Ben yapmadım. Bahar'ı zehirlemedim."
"Kes artık!" Kerem bilgisayarı koltuğa koyup düzgünce oturdu. "Şu haline bak! Pejmürde bir tip, sürekli aynı laf... Yahu, kalk! Kalk yerinden, bir şeyler yap ve masumiyetini ispatla!"
İçini çekti, tuzlu suyun içinde boğuluyor gibi burnu yanıyordu. "Sen, geleceğini hiç düşünmüyorsun, değil mi? Varsayalım ki bundan on yıl sonra Kızıl Elma Partisi iktidar oldu. Yaz, başbakan oldu. Sen de first gentleman olacaktın. Akıllı davransaydın Avarya'yı bir nevi sen yönetecektin. Hadi onu geçtim, yarın Hakan Bey seni karşına alıp rapor isteyecek. Ne diyeceksin?"
Uysal'ın suratı karardı. Çatık kaşları her zaman olduğundan daha kalın görünüyordu. "Şey..." dedikten sonra bakışlarını kaçırıp sustu.
Dudaklarını, dili ve yanakları içeride patlayacak kadar sıktı. Ne dediği neredeyse anlaşılmaz bir şekilde "Vult'a Yaz hakkında rapor verdiğimizi Bayan Alkan biliyor." dedi.
"Ne?"
Baba şok içinde ayağa kalktı. Nefes alamadığı için ağzı açık kalmıştı. "Bravo," dedi, ellerini yavaş yavaş çırparak. "Büyük başarı, oğlum. Kendini ifşa etmek, bugüne kadar elde edebildiğin en büyük başarı."
"Benlik bir şey yok ki baba."
"Bayan Alkan'ın bizden haberi olduğunu ne zaman öğrendin?"
Kerem koltuğa tekrar oturmuştu, kollarını dolamış, biraz önce aniden ayağa kalktığında kararan gözlerini kapatıp açıyordu. Uysal önceki ay Bayan'ın onu çağırdığını söyledi ve aralarında geçen konuşmayı aktardı.
"Baba, beni suçlamayı seversin ama benim bir açığımdan dolayı öğrenmiş olamaz." dedi. "Bildiği çok fazla şey var. Belki Vult bir açık vermiştir."
"Demek bir ayı geçti," dedi orta yaşlı adam. "Çok garip."
"Garip olan ne?"
"Bunca zaman seni Yaz'ın etrafından uzaklaştırmamaları..."
Kerem ellerini şakağına koydu. Bakışları boşluğa yöneldi. Uysal'ın Kızıl Elma Partisi çevresinden atılmasını her ne kadar istemese de beklerdi. Beklendik hamlelere karşı hamle yapmak kolaydı. Bu ise beklenmedikti, karanlık bir ormanda vahşi hayvan sesleri işitmek ama onlara rastlamamak demekti. Bıçağın, silahın işe yaramaması demekti, çünkü avcı, yerini bilmediği bir hayvanı avlayamaz.
"Demek ki Bayan Hanım gerçekten de o gün ağzımızdan çıkanları o odadan dışarıya çıkarmamış," dedi Uysal. "Alkan ailesinin diğer üyeleriyle paylaşmamış. Güvendeyiz, baba."
"Doz aşımı iyimserlikten uzak dur ve kendine çok dikkat et." dedi Kerem. "İsmini, zehirleme olayından derhal silmezsen arkanda durmayacağız."
"Ne demek istiyorsun, baba?" dedi Uysal.
"Seni savunmayacağım." dedi Kerem. "Hakan Bey bu belirsizliği bitirebilmek için şüphelerin üzerinde en çok toplandığı kişiyi suçlu olarak kamuoyuna yansıtabilir. Kendi ismini temizler. Bana öyle bakma! Halk, Hakan Bey'den de şüpheleniyor. 'Muhalif liderin kardeşini zehirletti,' diye söylentiler dolaşıyor."
Uysal biraz önceki uykulu halini üzerinden atmış, omuzlarını dikleştirmiş, çenesini öne çıkarmıştı.
"Vult beni hapse attırabilir ve sen gerçeği bildiğin halde beni savunmazsın. Öyle mi? Bunu mu demek istiyorsun?"
Kerem sakin kalmaya çalışsa da gerginliği sesinden belli oluyordu. "Sen kendini savunmazsan benim yapabileceğim bir şey yok."
"İnanmıyorum!" Ayağa kalkmış, huzursuzca birkaç adım atıp olduğu yerde dolaşıyordu. "Ben senin oğlunum!"
"Ben de babayım! Gerçekleri söylüyorum. Olabilecek şeyler için seni uyarıyorum. Ne yapayım, yarınları toz pembe mi göstereyim? Güçlü olmazsan seni sindirirler. Kimse senin elinden tutmaz, kimse senin için kendisini feda etmez."
"Yaz'ın bana kızgınlığı geçmezse ben hapse mi gireceğim?"
"Yaz'a bir isim ver. Hakan Bey'e bir isim ver. Devrilmek üzere olan bir bina var, o bina muhakkak yıkılacak, senin üstüne yıkılmasın."
Uysal durdu. Yüz kasları gevşedi. "Ha..." diye bir ses çıktı ağzından. "Yani Bahar'ı kimin zehirlediğini bulmama gerek yok."
"Sen polis misin? Tabii ki gerek yok."
"Bir isim yeterli. 'O yaptı!' diye işaret edebileceğim bir isim."
"Kesinlikle." dedi Kerem.
"Peki ya o işaret edeceğim kişi, böyle bir şey yapmamışsa?"
"Mahkemeler sen birini gösterdin diye onu hapseatacak değiller. Yapmadıysa, gerçek mutlaka bir gün ortaya çıkar. Kimseninadını temizlemek sana düşmez. Sen kendi adını temizle. Bak oğlum, şu an suçlumusun? Hayır. Fakat Yaz'ın gözünde suçlu kim? Sensin. Onun seni suçlu görmesi,halkın gözünde de seni suçlu yapar. Kalabalıkları objektif gerçekleryönlendirmez. Duygular, inançlar, kanaatler şekillendirir. Bütün insanlarıyoğurdun siyah olduğuna inandırmayı başarırsan, onun aslında beyaz olmasının neönemi kalır ki? Kime göre, neye göre beyaz? Hakikatin ölçüsü insandır."
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top