I - VIII
Y A Z
7 Haziran 2005
Salı
Varnata, Avarya
Perdeden süzülen ışıkta elmacık kemiklerinin üstündeki çiller pek belli olmayan Bahar bitkindi ama uykusunu almıştı. Üstünü örtmeden uyuyamadığı için dört mevsim yatağında duran yorgana sarılmış, yanı başında bekleyen ablasına bakıyordu. Terlemiş saçları hacmini kaybetmişti. Atleti de sırılsıklam ıslanmıştı.
"Kuşum," dedi Yaz, içten bir tebessümle. Sesi çatallıydı. Gözlerinin altında çizgiler ve hafif bir kararma vardı. Kardeşi için duyduğu endişe uykuyu kovmuştu. "Günaydın."
"Abla, dün var ya..." dedi Bahar su gözesini andıran iri gözlerini açarak. Ayağıyla yorganı tekmeleyip üzerinden attı. Hafifçe doğrulup oturur pozisyona geldi. Yaşadığı her olaya heyecan katması, duygularını içtenlikle sonuna kadar yaşaması ve tıpkı anime karakterleri gibi ses tonuyla göz hareketlerine dahi yansıtması şahit olanları şaşırtırdı.
"Babam beni öyle kan içerisinde görünce nefesi kesildi, beyazladı, titremeye başladı. Az kalsın kafamı kaldırıp 'Baba kan kaybeden benim, sen neden bayılıyorsun?' diyecektim."
Yaz güldü fakat buruk da hissetti. Bahar kollarını açtı, mümkünmüş gibi gözlerini daha da irileştirdi -böyle anlarda kardeşinin irislerinde minik parlak yıldızlar oluştuğunu düşünürdü ablası- kocaman gülümsedi ve ablasının üstüne atladı. Kıvırcık saçlı kız dengesini duvara tutunarak sağlayabildi.
Bahar Yaz'ı bırakıp banyoya koşarken "Sana da günaydın ablacığım!" diye şakıdı. Arkasından ablanın sesi geliyordu.
"Sabah sabah bu ne enerji!"
Mutfaktan iştah açan kokular geliyordu. Taze çay, kızarmış ekmek, omlet... Havayı derince içine çeken Yaz sonraki haftaya dek izinliydi. Altı gün boyunca siyasetin sorunlarını bir kenara bırakıp eski gamsız kız olmak ne iyi gelecekti!
Televizyonda enerjik bir müzik yükselmeye başladı. Banyodan çıkan Bahar "Vay, en sevdiğim!" diye bağırıp saçlarını sallayarak mutfağa koştu. Sevtap küçük kızını saçlarına en azından bir toka takması için uyarırken Alihan yatak odasının kapısında göründü. Kumaş pantolonunu ve açık mavi gömleğini giymişti.
"Günaydın baba." dedi Yaz, gülümseyerek. "Eskisi gibiyiz, değil mi? Sen partiye gidiyorsun, ben evdeyim."
Alihan milletvekili değildi ama Kızıl Elma Partisi'nin aktif bir üyesiydi. Her iş günü ya parti binasına gidiyor ya da sahadaki bir işi hallediyordu.
"Günaydın kızım. İstersen seni de götüreyim."
"Aman," dedi elini sallayan kız. "Kalsın."
"Seçmenlerin duymasın." diyerek kızına takılan Alihan mutfağa girdi. İçeride curcuna vardı. Kaynayan çaydanlığın sesi, Sevtap'ın kızarttığı patatesin cızırtısı, TV'den bangır bangır çalan müzik ve dans ederek avazı çıktığınca şarkıya eşlik eden Bahar.
Yaz kapıdan hayalet gibi süzülürken Bahar'ın şarkısını söylediği rock grubuna laf attı.
Bahar sinirle soluyarak itiraz etti. "Ya abla, ben senin rapçilerine bir şey diyor muyum?"
Abla kahkahayla gülmeye başladı. Esasında kendisi de bu grubu severdi ama rock müziğe iyiden iyiye hayranlık beslemeye başlayan kardeşini sinirlendirmeye bayılıyordu.
"Böyle müzik mi olur? Rap rock karışık, o ne öyle? Ya tam rock dinle ya tam rap. Ya da rock'ı boş ver. Rap dinle."
Bahar dans etmeyi bırakıp yerinde tepinerek "Sana ne?" diye sızlanmaya başlamıştı. Yaz'ın kahkahaları daha da büyüdü.
"Ay! Otur bir yerine. Başım döndü." Sevtap patates kızartması dolu tabakla masaya gelip boştaki eliyle ayaktaki kızın omzuna dokundu, sonra büyük kıza döndü.
"Sen de uğraşma şununla."
Kıvırcık saçlı kız omuz silkmekle yetindi. Larende ailesi krem örtülü masada kahvaltıya başladığında ortalık nihayet duruldu. Televizyonda müzik yayını sona ererken yerini haberler aldı.
"Günaydın sayın seyirciler." dedi mavi ceketli spiker. "Günü yine çarpıcı bir haberle açıyoruz. Kızıl Elma Partisi başkanı Yaz Larende'nin on beş yaşındaki karde..."
"Çıt" sesiyle haber kesiliverdi. Alihan kumandanın kapatma tuşuna basmıştı.
Evin büyük kızı çayını yudumlarken sessizce annesiyle babasını gözlemledi. Onların koyu bir sohbete daldığını görünce kardeşine doğru eğilip fısıldadı.
"Biliyor musun?"
"Neyi?" dedi küçük kız, heyecan ve ciddiyetle.
"Uysal Ferman'dan daha yakışıklı."
Ferman, Bahar'ın gözde müzik grubunun solistiydi. Bu yüzden iri gözlü kız bu yargıdan hiç memnun kalmamıştı.
"Hayır, Ferman daha yakışıklı." dedi hararetle ve hâlâ fısıltıyla. "Uysal eniştenin kaşları otoyola benziyor."
Yaz gülme isteğini zorlukla bastırarak "Yoo..." dedi. "Ferman yakışıklı değil."
Bahar ağlamaklı ve epey sesli bir şekilde "Ya!" dedi. "Anne."
Sevtap uyaran bir sesle. "Yaz, kızım." dedi.
"Bir şey demedim ki." dedi kıvırcık saçlı, yavru kedi masumiyeti takınarak.
Bahar öfkesini alamamıştı. "Hayır..." dedi sesli olarak. "Uysal enişte çok çirkin!"
Yaz fırsatı kaçırmadı. "Anne," dedi şikâyet ediyormuş gibi bir ses tonuyla. "Erkek arkadaşıma çirkin dedi."
"Bahar!" dedi Sevtap bu kez. Kaşları iki yay gibi kalktı.
"Ablam başlattı! Önce o Ferman'a çirkin dedi."
"Yalan söyleme." Büyük kız artık kendini tutamıyor, gülüyordu. "Ferman çirkin demedim. Uysal daha yakışıklı dedim."
"Göz var izan var." dedi çilleri pencereden vuran ışıkta belirginleşen Bahar. "Uysal eniştem olabilir ama objektif bakarsak elbette Ferman daha yakışıklı."
Alihan çatalı bıraktı. "Kızım siz kedi köpek gibi dalaşmadan beş dakika geçiremez misiniz?"
Ardından büyük kızın gözlerinin içine baktı, yalvarırcasına "Yaz," dedi. Kız geri kalan kelimeleri babasının gözlerinden okudu. Bahar zaten çok yorgun. Hayati tehlikeyi yeni atlattı. Yorma onu.
"Bu arada kahvaltıdan sonra seninle özel konuşalım."
Yaz'ın suratı ilk kez gerçekten asıldı. "Ama baba sadece şaka..."
"Tabii ki şakalaşacaksınız kızım, onunla ilgili değil. Başka bir konu." dedi saçları hafifçe ağarmış, gözlük takan Alihan Larende ve çayını içmeye devam etti. Kıvırcık saçlı kız ise mavi gözlerini bahçe cücesi desenli yumurtalığa çevirerek düşünceye daldı.
Kahvaltının ardından masadaki bulaşıklar el birliğiyle toplandı. Yaz kalan ekmeği poşete koydu. Peynir ve zeytinlerini koyduğu tabağı, çatalını ve yumurtalığı makineye yerleştirmesi için Bahar'a verdi. Masa örtüsünü kenarlarından toplayıp bohça şeklinde balkona çıkardı ve gider deliğine silkelemek üzere köşeye geçti.
Balkon kapısının kapandığını duyunca -daha doğrusu içeriden gelen sesler bozuk musluktan akan su gibi kesilince- arkasını döndü. Babası gelmişti.
Kıvırcık saçlı kız gerginleştiğini belli etmemeye çalışarak gülümsedi. Dudakları incelmiş, çekik gözleri yaz güneşinin etkisiyle daha da küçülmüştü. Saçlarından geçen ışık saç tellerini turuncu ve yarı saydam gösteriyordu.
"Adını ne zaman koyacaksınız kızım?" dedi Alihan.
"Ne? Neyin adını baba?" diyen Yaz'ın sesi güçlükle duyuluyordu.
"Uysal'la ilişkinizin adını." dedi baba. "Birbirinizi yeterince tanımadınız mı? Artık sözlenme vaktiniz geldi."
Genç kadın öksürmeye başladı, boğazına kaçan tükürüğü güçlükle zapt etti. "Sözleniriz, şu olaylar bir geçsin de." dedi, kendine inanmaksızın.
Yaz uzun zamandır Uysal'dan evlenme teklifi bekliyordu fakat her ne zaman meseleyi açsa, sevgilisi konuyu ustalıkla değiştiriyordu.
"Seni hiçbir zaman kısıtlamadım, özgürce kendini keşfetmeni istedim."
Genç kadın başını salladı. Babası, kızına erkek arkadaşıyla başka bir ülkeyi gezmesine bile izin vermişti. Tek isteği iffetine dikkat etmesi olmuştu. Alihan evlilik dışı cinselliğe kesin olarak karşıydı ve Yaz'a da bu hassasiyeti aşılamıştı.
"Elbette bir insanı seveceksin ama sevgin gönül eğlendirmeden ibaret olmamalı. Ona güvenmelisin. Çocuklarına baba, evine eş yapabileceğinden emin olmalısın. Bu onun için de geçerli. Karşılıklı güveni sağladığınızda ise yuvanızı kurup sevginizi anıt gibi ölümsüzleştirmelisiniz."
Yaz'ın kapalı tutmaya çalıştığı dudaklarından bir sır kaçıverdi. "Uysal sanırım evlenmek istemiyor baba."
"Öyle mi söyledi?" dedi baba Larende, hayal kırıklığıyla.
"Hayır, hayır." dedi kız hızlıca. "Yani... Bilmiyorum. Öyle yorumladım."
"Unutma," dedi Alihan müşfik bir sesle. "Kimseye gönül borcun yok yavrucuğum. Seçilen değil seçen ol. Önce kendi mutluluğunu düşün. Seni istemeyen biriyle birlikte olmak zorunda değilsin."
Yaz gülümsedi, dişleri göründü fakat yine buruk bir gülüştü bu. "Seçilen değil seçen ol mu? Yani parti başkanlığını bırakayım, öyle mi?"
Baba da gülerek "Siyasette seçilen ol tabii, hayatta seçen ol." dedi.
Genç kadın sofra bezini çoktan silkeleyip katlamıştı. Babasıyla konuşmasının bittiğine kanaat getirip içeri geçmek üzere balkon kapısının koluna elini uzattı. Derken bir hıçkırık duyup arkasını döndü. Şok oldu. Henüz birkaç saniye önce keyifle gülen Alihan Larende sessiz hıçkırıklarla sarsılarak ağlıyordu.
"Baba!" diye haykırdı Yaz. Aradaki çift katlı cama rağmen kızının sesini duyan Sevtap merakla camdan dışarı baktı.
Gözlüğünü çıkarıp yüzünü silen adam kendine gelebilmek için derin bir nefes alıp "Yok bir şey kızım." dedi. "Bir an sinirlerim boşaldı, hepsi bu."
Kıvırcık saçlı kız tam yanıt verecekken balkon kapısı açıldı. Sevtap telaşla soluk alıyor ve bir kızının yüzüne, bir de kocasına bakıyordu. "Yoksa söyledin mi?"
"Neyi söyledi mi?" diye sordu şaşkın kız.
Alihan'ın yüzündeki hüznün yerini telaş aldı. "Yok canım, bir şey söylemedim ki... Baba kız konuştuk."
Yaz bu açıklamadan tatmin olmayarak "Yoksa birine bir şey mi oldu?" dedi.
Adam, kızını kollarının arasına alıverdi. Sımsıkı sarılıp saçlarından öptü. "Hayır, herkes iyi, her şey çok güzel. Canım kızım. Ne olur koru kendini. Seni üzmelerine izin verme. Babacığım desene."
"Babacığım." dedi duygu selinde eriyen Yaz. Sanki yirmi iki değil, sadece iki yaşındaydı.
"Kızım, canım kızım."
Birkaç saniye sonra her şeynormale döndü. Alihan'ın kolları gevşedi. Larende ailesinin üyeleri içeri girdive balkon on beş dakika öncesindeki gibi ıssız kaldı.
֎
A S L I
Aynı gün
Varnata, Avarya
Günün gazetesi, oymalı ahşap görünümlü ağır daire kapısının ceviz rengiyle kontrast oluşturan pembe damarlı beyaz mermer eşikte duruyordu. Apartmanın terasından görünen güneş, gazeteyi ve kapının bir kısmını doğrudan aydınlatsa da sabahın serinliğini yenemiyordu. Kapı, cüssesine aykırı bir sessizlikle aralandı. Saçları dağınık topuz, koyu mavi eşofmanlı bir kadının kolu aralıktan çıkıp gazeteyi içeri çekti ve dairenin kapısını kapattı. Burası Vult ailesinin merkeze daha yakın olan ikinci dairesiydi. Başbakanın yeğeni Aslı, çoğunlukla burada tek başına kalıyordu.
Esnerken ağzını kapatan genç kadın mutfağa geçti ve kaynayan cezveyi kaldırdı. Ocağı kapattıktan sonra sütü önceden içine bal koyduğu karpuz desenli dev kupaya döküp karıştırdı. Güne ballı sütle başlamak âdetiydi. Kahvaltı yapmaz, çay ya da kahve içmez, öğle yemeğine dek sütün verdiği toklukla dururdu. Bir elinde kupa, diğerinde gazeteyle mutfak balkonuna çıktı ve mindere oturdu. Gazeteyi önüne serip okumaya başladı. Cam balkon sabahın bu saatlerinde iyi aydınlanıyordu.
"Larende'nin Kardeşi Zehirlendi: Suikast Şüphesi" şeklindeki sürmanşet gözüne çarptı. Yaz Larende'nin küçük kardeşinin okulda merdivenden düştüğü, yarasının neredeyse hayati tehlike oluşturacak şekilde kanadığı ve kanında pıhtılaşmayı engelleyici bir madde tespit edildiği yazıyordu. Ayrıntılar arka sayfadaydı.
Manşetteyse yeni cumhurbaşkanı seçimlerine ilişkin bir haber yer alıyordu. Çarşamba günü millet meclisi toplanacak ve adaylar belirlenecekti. Ertesi pazartesi, yani 13 Haziran'da ise seçim meclis tarafından yapılacaktı.
Altta ne yazık ki her yaz çıkan orman yangınlarıyla ilgili bir haber, sağ üstte Vilisri'deki tatil beldeleri ile ilişkin bir haber, sağ sütunun geri kalanında köşe yazılarının ön izlemeleri ve iç sayfalarda yer alan haberlerin kısa özetleri vardı.
Üçüncü sayfada detayları yer alan "İntikam Cinayetinde Yeni Perde" başlığı dikkatini çekti ve sayfayı çevirip haberi merakla okumaya başladı.
"2003 yılında, Varnata'nın Şairhanım ilçesinde" diye başlıyordu haber. "Boran İbrahim Saraçeviç (30), Nemanja Laloviç'i (30) tabancayla öldürdüğü gerekçesiyle tutuklandı. Bosna Savaşı sırasında Avarya'ya iltica ettiği ortaya çıkan Boşnak kökenli Saraçeviç'in, Çetniklere katıldığı anlaşılan Laloviç'i intikam almak için öldürdüğü iddia edildi. Çetnik adıyla bilinen aşırı milliyetçi Sırp çeteler, savaş sırasında sivillere karşı çeşitli insanlık suçları işlemişti.
Tutuklu yargılanması devam eden Saraçeviç, Laloviç'i kişisel olarak tanıdığını ama olay anını hatırlamadığını söyledi."
Aslı nefesini tuttu ve gazeteye bakakaldı. Bu olayı hatırlıyordu. Bir Çetnik, Bosnalı bir mültecinin evinde ölü bulunmuştu, beynini dağıtan bir kurşunla. İki yıl önce Avarya gündemini epey meşgul eden vakanın yankıları büyük olmuştu. Sırplar, olayın ırkçı bir cinayet olduğunu iddia ederken Boşnaklar orada yaşananların bir cinayet olduğuna ilişkin hiçbir kanıt olmadığını söylemişti -çünkü tabanca ölen adamın elinde bulunmuştu, dolayısıyla adam kendini öldürmüş de olabilirdi- nihayetinde olay aydınlatılamadan kalmıştı.
Gazetede ölünün vesikalık resmiyle, katil zanlısının kelepçeli bir şekilde karakoldan çıkarken çekilmiş bir fotoğrafı vardı. Aslı, gazeteye eğilip ikinci fotoğrafa odaklandı. Üniversitedeyken adliyeyle olduğu kadar karakolla da muhatap olmuş, birçok suçluyu tutuklu halde görmüştü. Kimisi utanarak başını eğer, kimisi de umursamazca kaderine razı olurdu. Fakat bu uzun boylu sarışın adam ne utanıyor ne de umursamazlığa vuruyordu. Katil değil de halkı için özgürlüğünü feda eden bir düşünce suçlusu misali başı dik yürüyordu.
Aslı, adamın vakarından tuhaf bir şekilde etkilendi fakat daha sonra küçümseyip "Ne olursa olsun can almışsın yahu!" diye düşündü.
Fotoğrafa tekrar baktığında adamın bakışlarında derin ve kökleşmiş bir keder gördü. Sanki Külkedisi'nin balkabağını arabaya, fareyi ata döndüren büyücüsü çıkagelmiş, ciğer parçalayan bir ağıtı canlı kanlı insana dönüştürmüştü. İçi ürperdi. Kelepçeler içinde hüznü ve gururuyla adeta fotoğraftan çıkıp canlanan bu sarı saçlı adama karşı merhamet duydu. Acaba neler yaşamış, hangi vahşetlere tanıklık etmişti? Ülkesinin yıkılışına şahit olması yetmez miydi? Avrupa'nın kalbinde binlerce silahsız sivil katledileli henüz on yıl olmamıştı. Bütün dünya da durup tarihe kanlı sayfaların yazılışını izlemişti. Haberin devamını okudu ve tanıdık bir isme gözü takıldı.
"Şüphelinin yeni avukatı Görgü Vult, olay hakkındaki yaygın iddialardan birini tekrarladı. İddiaya göre olay cinayet değil, intihar. Laloviç, Saraçeviç'in evine giderek kendini vurdu.
Otopsi raporlarını ve olay yerindeki kan izlerinin dağılımını mahkemeye sunan Vult, 'Bu dağılım, mevtanın silahını çenesinin altından beynine doğru tuttuğunu gösteriyor. Bu açıdan başka bir insanı vuramazsınız. Teknik olarak mümkün değildir.'
Şüpheli bu yeni iddia karşısında da sessizliğini korurken, avukatın iddiaları mahkeme tarafından araştırılıyor."
Aslı başını salladı. Nişanlısının dün sabah anlattığı olay buydu demek. Henüz Aslı gibi çömez bir avukat olan Görgü, bir türlü çözülmeyen bu davayı almak istemişti. Dosyayı okudukça çıldırayazmıştı.
"Nasıl cinayet derler buna?" demişti. Yerinde duramıyor, odanın içinde boyuna dolanıyordu. "Parmak izi analizi yanlış. Balistik analizi yanlış. Ne polis ne mahkeme olayı doğru düzgün araştırmış."
Sakinleşince bir yere oturup "Bak Aslı, sana şöyle anlatayım." demişti. "Saraçeviç, Berdâşe Sokak diye dar bir sokakta oturuyor. Şairhanım'daki o dar, eski sokaklar var ya? Onlardan birisi işte... Gece vakti Laloviç, Saraçeviç'in evine giriyor. Sebebi belirsiz. Gece saat bir sularında silah sesi duyuluyor. Manzara şu, müntehir oturma odasında yerde yatıyor, beyni duvara dağılmış duvar kıpkırmızı, sağ elinde silah var. Karşıdaki koltukta ise Saraçeviç oturuyor. Şoktan donakalmış. Bu adamı tutukluyorlar katil zanlısı diye."
Hayretler içinde kalan kadın "Diğer avukatlar ne yapmış?" diye sordu.
"Bilmiyorum ki..." dedi Görgü. "Masum olduğu o kadar bariz ki... Diplomayı yırtasım var."
Kâküllü kadın dudağını büzdü. "Yanlış hatırlamıyorsam pek konuşmuyordu o adam, değil mi? Hatta hafızasını mı kaybetmiş, psikolojisi mi bozukmuş, öyle şeyler konuşulmuştu olay gündemdeyken."
Görgü içini çekerek "Hayır." dedi. "Konuşmuyor. Zaten bir konuşsa, 'Ben yapmadım.' dese dava benim için çantada keklik. Her şey ortada. Ama işte... Şoka girmiş, hatırlamıyormuş. Defalarca hafızasını uyandırmaya çalıştım ama... Zorunlu olmadıkça ağzını bile açmaz."
"Peki bu durumda nasıl tutuklu yargılanıyor?" dedi ve doğru sözcüğü seçip seçmediğini düşündü. "Hastaneye kaldırılması gerekmiyor mu?"
"Psikolojik değerlendirme yaptılar. Tam cezai ehliyeti haiz olduğuna karar verdiler. Bir insan başka bir insanı vurup sonra nasıl şoka girer de hatırlamaz? Olay çok açık ama kanıtlayamıyoruz."
Genelde gazeteyi sonuna kadar okurdu fakat içi daraldığı için kapatıp katlayıverdi. Gözünün önünden kelepçeli adamın görüntüsünü kovmaya çabaladı. Odaları dolaşıp zaten toplu olan evi bir daha topladı, temiz rafların tozunu aldı ve gitar nağmeleriyle güçlü sözler ruhuna çöken bulutları rüzgâr gibi dağıtsın diye kasetçalara maNga'nın önceki yıl çıkan albümünü yerleştirdi. Heyhat! Kasetin içindeki şerit dönüyor, halıda sırt üstü uzanmış tavana bakan Aslı Kristina Vult'un hayal perdesinde Boran İbrahim Saraçeviç'in kederden yapılma yüzü duruyordu.
"Dayan artık dayan, bittirüya!"
֎
U Y S A L
Aynı gün
Varnata, Avarya
Şehrin ana arteri niteliğindeki Okay Bulvarı'nda hafta içi öğle saatinde bile yoğun bir trafik vardı. Bulvar; Bakilik Parkı'nı ortadan kesiyor, iki alışveriş merkeziyle adalet haricindeki bakanlık binalarının önünden geçiyor ve kuzeye doğru on derece açıyla sapıp AMM'nin önüne ulaşıyordu. Bulvarın sonundaysa Lizagrat Çevre Yolu'na bağlanan bir kavşak vardı.
Kerem Türker gri renkli sedan kasa arabasıyla işte bu yolda ilerlemeye çalışıyordu. Orta yaşına rağmen dökülmeyen saçları hafifçe yağlanmıştı. Suratındaki kaygılı ifade yaşını olduğundan fazla gösteriyordu. Trafiğin gürültüsüne, otomobilde şarj olan telefondan notaların giderek kalınlaştığı monofonik bir melodi karışınca Kerem gözlerini yoldan ayırmadan yakasında asılı kulaklıkta bir tuşa bastı.
"Efendim Uysal."
Kalın bir erkek sesi kulaklıktan duyuldu. "Baba, yarın akşam Yazgil yemeğe çağırıyor. Ne diyeyim?"
"Bana niye soruyorsun oğlum? Yetişkinsin, istediğin gibi çık kız arkadaşınla."
"Ailecek çağırıyorlar." dedi Uysal. "Yarın akşam yemeğine. Saat yedi gibi."
"Haa... Beş dakika bekle." dedi sedan arabanın şoförü. Telefonu kapattı ve bulvardan çıkabileceği bir tali yol aradı. Çılgın kalabalıktan yeterince uzaklaşınca sağa çekti. Torpido gözünü açıp ajandasını çıkardı ve bir sonraki günün, 8 Haziran Çarşamba'nın sayfasını buldu. Saat on dokuz... Hakan Vult'la görüşme.
Kulaklığı çıkarıp telefonu kulağına dayadı. "Alo... Uysal. Yarın olmaz. Yarın işim var. Yaz'ı ara, önce haftasonuna ayarlamaya çalış, o olmazsa Perşembe ya da Cuma gelelim."
"Baba..." dedi hattın diğer ucundaki kişi. "Yaz benimle evlenmek istiyormuş."
Kerem kaşlarını çattı, oğlunun sesinin neden sıkıntılı çıktığına anlam verememişti. "E ne güzel işte."
"Neresi güzel baba ya, daha yirmi üç yaşındayım ben. Damatlık giyip koca mı olacağım?"
"Ha, hemen mi evlenmek istiyormuş." Baba gerindi ve daha rahat bir pozisyonda oturdu. "Acelesi neymiş? Nereden çıkmış evlilik?"
Uysal, telefona nefesini verdi. "Bilmiyorum ama çok bunalıyorum."
Kerem de sezdirmeden of çekti fakat onun bıkkınlığının sebebi oğlununkiyle aynı değildi. "Neyse oğlum konuşuruz, canını sıkma." dedi. "Bana bak. Yoksa... Hamilelik falan..."
"Yok baba ya," dedi genç. "Rahibe Teresa'yı bin bir nazla öpme şerefine erişebiliyorum. Ötesine geçemedik."
Arabadaki adam tek nefeslik güldü, ah çekmekle karışık. "İyi, bak sorun yok. Hallolur her şey. Hadi kapatıyorum, görüşürüz."
Yakasındaki tuşa basmasıyla kulaklıktan gelen ses kesildi. Böylece Kerem sadece ses tonuyla bile olsa rol yapmayı bırakıp hissettiği kaygıyı yüzüne yansıtabildi. Dikiz aynasına bakıp arka camı amaçsızca seyretti. Camı açıp dışarıdan gelen egzoz kokulu fakat taze havayı içine çekti. Hava, kalbi zayıfları öldürebilecek derecede sıcaktı. Asfalt dik gelen güneş ışığı yüzünden pırıl pırıl parlıyordu.
Ajandanın sayfalarını karıştırdı, ardından tekrar onu en çok ilgilendiren yerde, yarınki görüşmenin üzerinde durdu. Baroya emeklilik nedeniyle veda ettiğinde içine dolan huzur buharlaşıp yerine katran karası beklentiler bıraktı. Başbakanla işinin bittiğini sanıyordu. Gizli koltuğunun çivileri sarsılmasın diye her isteneni harfiyen yerine getirmişti. Kelle koltukta yaşadığı son bir yıl, onu geçirdiği diğer yılların toplamında daha fazla yıpratmıştı.
"Bitti ya..." dedi direksiyonunda ritim tutarak. Karşısındaki birine sesleniyormuş gibi kolunu büktü ve avuç içini havaya çevirdi.
"Sayın başbakanım!" diye bağırdı. "Rakibinden sana haber taşıdım, kaçak piyadenin işini örtbas ettim, kuşlarını organize ettim. Sen karşılığında ne verdin? Sözlerinden kaçını tuttun?
İçini döktüğünde birazrahatlamıştı. Yalnız küçük bir konuda yanılıyordu. Arabada yalnızca iki kulakvar sanıyordu Kerem, kendi kulakları. Ne var ki yakasında takılı olan kablolukulaklığın mikrofonu algıladığı sesleri elektromanyetik dalgalara çeviriyor veiki yabancı kulağa daha taşıyordu.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top