четыре
Changkyun ve Jooheon, sanki ikisi de konuşmamaya yeminliymiş gibi tüm yol boyunca susmuşlardı. Changkyun, fazlaca utandığı için sessizken Jooheon ise sevgilisini düşündüğü için sessizdi.
Arabayı süren bu adam yüzünden sevgilisini tamamen unutmuştu. Bu biraz onu kötü biri yapsa da etkilendiği birine karşı kendini dizginleyememişti.
"Sizi götürdüğüm yer, gerçekten çok güzel bir yer Bay Lee. Doğayı seviyorsanız eminim ki çok beğeneceksiniz." Changkyun, arabadaki sessizliği bozmak için konuşmuştu çünkü yanındaki bu adamdan gerçekten etkilenmişti. Onu konuşturmak için kendini rezil etmesini bile umursamıyordu şu an.
"Doğayı seviyorum ve size güvenerek ben de eminim ki beğeneceğim." diye Jooheon'a karşı Changkyun, sonunda arabadaki sessizliğin bozulmuş olmasına rahat bir nefes vermiş ve "Beni çok mutlu ettiniz Bay Lee." dedi.
Jooheon, arabanın durmasıyla Changkyun'u beklemeden inerken etrafı dikkatle inceliyordu. Geldikleri kafenin etrafı tamamen ağaçlarla kaplıydı ve ağaçların yaptığı yolun arasında ise taşlardan yapılmış bir yol vardı. Üç katlı küçük ve şirin kafenin rengi ise maviydi.
Taşlı yolun kenarında ise kare prizma şeklinde lambalar vardı. Gündüz geldikleri için lambalar yanmasa bile Jooheon, buranın akşam vakti bile güzel olduğunu tahmin edebiliyordu.
"Beğendiniz mi?" Changkyun, arabayı kilitleyip Jooheon'un yanına gelirken sordu. Jooheon, başını sadece hayranlıkla sallarken Changkyun'un elini belinde hissedince heyecandan nefesi kesildi. Elini beline koyarak onu yürümesi için uyarmış olabilirdi belki de fakat Jooheon, bu hareketle bile heyecanlanmıştı.
Changkyun, elini Jooheon'un belinden çekmeden yürümeye başladığında Jooheon da ona eşlik etti. İkisini uzaktan gören biri bile onların flört ettiğini anlayabilirdi çünkü Changkyun'un koca eli Jooheon'un belini fazlasıyla sahiplenmiş gibi duruyordu.
İkili kafeden içeri girdiğinde kafe, neredeyse bomboştu. Birkaç çift hariç kimsenin olmaması her ikisi için de iyiydi. Changkyun'un yönlendirmesiyle kafenin bahçesindeki masalardan bir yere geçtiklerinde garson, anında yanlarında bitmiş ve menüyü onlara uzatarak uzaklaşmıştı.
Jooheon, ne yiyeceğine bir süre karar vermeye çalışırken Changkyun ise çoktan karar vermiş ve Jooheon'u izlemeye başlamıştı. Bal arısına benzettiği kocaman gözleriyle, diğer insanlara oranla dolgun ve kalp şeklindeki dudaklarıyla menüyü inceliyordu. Ağaçların arasındaki bir masaya geçtikleri için ağaçların arasından sızan güneş ışınları bembeyaz tenine vuruyor ve onu daha güzel yapıyordu.
Changkyun; ondan sadece birkaç santim uzun olduğundan ve daha yapılı olduğundan dolayı Jooheon, onun yanında bir miktar minyon duruyordu. Changkyun, Jooheon'u kolları arasına almayı düşlemekten kendini geri alamadı.
Jooheon, onun kolları arasına çok yakışırdı.
Sonunda Jooheon'un da karar vermesiyle garson siparişleri alıp onları yalnız bırakmıştı. "Rahatsız olmazsanız size bir şey sormak istiyorum." diyen Jooheon'a karşı Changkyun başını salladı ve sözlerine devam etmesini istedi kısaca.
"Yani şey... Ben görevimi yapmıştım sadece fakat bir teşekkür için bu kadar masrafa girmenize ne gerek vardı. Rahatsız değilim tabii ki fakat merak ettim sadece." Jooheon, gittikçe batırdığını hissederken daha fazla konuşmamak için sustu ve Changkyun'dan kızaran yanaklarını saklamaya çalıştı.
Changkyun, bir süre karşısındaki adamın şirin hareketlerini nefes almadan izlemiş ve zorlada olsa sonunda konuşabilmişti. "İlk önce lütfen benimle resmi konuşmayın, kendimi biraz yaşlı hissediyorum çünkü. İkinci olarak ise siz ne kadar görevinizi yapsanızda benim hayatımı kurtardınız. Biz askerler için hayat kurtarmak çok önemlidir. Bir teşekkür hediyesi olarak düşünün lütfen." dedi ve Jooheon'a alık alık bakmaya devam etti.
Jooheon, Changkyun'un konuşmasıyla bir kez daha ona hayran kalırken başını salladı ve "Lütfen, sen de benimle resmi konuşma. Ben de kendimi biraz yaşlı hissediyorum." dedi ve güldü. Changkyun, onu onaylarken Jooheon'un gülerken çıkan derin gamzelerine bakıyordu. Kendisinin de gamzeleri vardı fakat yanakları pek olmadığı için belli olmuyordu.
Garson, kahvaltılıkları masaya bırakırken Jooheon ise önündeki lezzetli yemeklere ağzı açık bir şekilde bakıyordu. Oldu olası yemeklere karşı bir zaafı vardı zaten.
İkisi de farklı şeyler sipariş ettikleri için masada çok fazla çeşit yemek vardı. Jooheon, biraz daha tatlı atıştırmalıklar seçerken Changkyun ise ona göre daha sağlıklı şeyler seçmişti.
Sessizce yemeklerini yiyor olsalar bile birbirlerine kaçamak bakışlar atmaktan da geri kalmıyorlardı. İlk yemeğini bitiren Changkyun olmuştu. Elindeki taze sıkılmış portakal suyunu içerken Jooheon'un iştahla yemek yiyişini izliyordu ve bundan büyük bir haz duyuyordu.
"Yemekleri çok seviyor olmalısın." Changkyun'un sorusuyla Jooheon başını sallarken yemeğini yemeye devam ediyordu. "O zaman, seni sürekli güzel yemeklerin olduğu yerlere götürmeme izin verir misin?" diye sordu Changkyun.
Jooheon, Changkyun'dan gelen üstü kapalı bu teklif ile sertçe dudağını ısırdı. O da bu teklifi kabul etmek istiyordu fakat aklının bir köşesinde sürekli sevgilisi vardı. Eğer bir süre sonra da hâlâ Changkyun'dan etkileniyorsa sevgilisinden ayrılacaktı.
"Changkyun, ben de bunu çok isterim fakat benim bir sevgilim var." Jooheon, gerçekleri birer birer söylerken Changkyun'un gözlerindeki parıltıların sönüşünü görmüştü. "Ugh, b-ben bunu bilmiyordum. Üzgünüm, seni rahatsız etmiş olmalıyım."
Jooheon, karşısındaki yakışıklı adamı kırdığını düşündüğü için fazlasıyla üzülürken "H-hayır rahatsız etmedin. Sadece bunu sana daha önce söylemeliyim diye düşündüm. Üzgünüm, belki de seninle buraya hiç gelmemeliydim." dedi.
Changkyun, üzüntüsünü belli etmemek için kendini sıkarken ilk aşkının bu kadar çabuk bitmesinin verdi özgüven düşüklüğü ile "O zaman, yemeğini yediysen kalkalım mı? Hastaların seni bekliyor olmalı." dedi. Onunla bu şekilde ayrılmak onu fazlasıyla üzerken sevgilisi olan biriyle daha fazla devam edemezdi. Belki de aşk işlerine hiç bulaşmadan geri çekilmek onun için iyi olabilirdi.
Jooheon, başını salladı ve Changkyun'un hesabı ödemesiyle arabaya bindiler. Kafeye giderlerken ki gibi yol uzun değil, tam tersi çok kısa sürmüştü. Changkyun, arabayı hastanenin girişine çekerken ikisi de sessizdi.
Jooheon, arabadan inmeden önce son kez Changkyun'a baktı ve "Yemek için teşekkürler yeniden. Kısa sürse de seninle vakit geçirmek eğlenceliydi. Görüşmek üzere Changkyun." diyerek Changkyun'un bir şey demesine izin vermeden arabadan indi.
Changkyun ise arkasından bakmakla yetindi sadece.
○●○●
"Hey güzellik! Bugün bir işin var mı, yoksa seni kaçırmama izin verir misin?" Shownu, sevgilisinin odasının kapısını açıp kafasını içeri sokarken sordu. Öğlen vakti olduğu için herkes öğlen yemeğini yerken Shownu ise sevgilisini yemeğe çıkarmak için yemekhaneye inmemişti.
Minhyuk, arkasından gelen sesle irkilirken elindeki ilaç kutusunu düşürmüş ve bu yüzden ise arkasını dönerek sevgilisine kötü bir bakış atmıştı. Bu bakışa karşın ise Shownu, tavşan dişlerini göstererek "Aoh! Birileri sinirlendi." demiş ve kapıyı arkasından kapatarak Minhyuk'un burnunun dibinde belirmişti.
"Sinirinizi almamı ister misiniz Bay Son?" Shownu, Minhyuk sinirlensin diye sürekli ona 'Bay Son' diye seslenirdi ve karşılığında ise koluna koca bir tokat yerdi. Aynı şu an olduğu gibi Minhyuk, Shownu'nun yapılı koluna sert bir tokat atarken Showny ise acımış gibi yapmış ve yüzünü buruşturmuştu.
"Boşuna suratını buruşturma. Acımadığını ikimiz de biliyoruz." diyen Minhyuk'a karşı Shownu ise suratını asmış ve sevgilisine bakarak "Ama yine de bana kıyamıyorsun, ha?" diye sormuştu.
Minhyuk, bir süre sevgilisinin fazlasıyla yapılı vücuduna daha sonra ise vücuduna tezat olan şirin suratına bakmıştı. "Sana kıymaya çalışsam bile bu cüsseyle sana hiçbir şey olmaz." demiş ve Shownu'nun tombul yanağına bir öpücük bırakarak onun anında gevşeyen suratına sevgiyle bakmıştı.
"Kalbimi basit bir öpücükle çaldınız Bay Son. Ama bu vücudun enerji depolaması için yemek yemesi gerekiyor. Lütfen, bana eşlik edin." Shownu, yine akıllanmamış ve şirin suratlar yaparak Minhyuk'un burnunun dibine girmişti.
Minhyuk, hoşlanmıyormuş gibi yapsada sevgilisinin bu hareketleri onun çok hoşuna gidiyordu. Dışarıda herkese ateş püskürten Yüzbaşı Son Hyunwoo, onun yanına gelince âdeta minik bir kediye dönüşüyordu.
Minhyuk'a göre başına gelebilecek en güzel ikinci şey Shownu'ydu. Birinci şey ise doktorluğunu yaptığı askeri üsse atanmasıydı çünkü bu üs sayesinde tanışmıştı onunla. Her ne kadar askerlik hayalini gerçekleştiremese de sevgili bir şekilde onun hayallerini dolduruyordu.
Birkaç ay önce birlikte bir eve çıkmışlardı ve evleri bahçeli olması için Shownu özellikle tutmuştu o evi. Her hafta sonu birkaç saatini Minhyuk'un sakatlanmış bacağına ayırıyordu. Bazı egzersizler için ona yardım ediyor ve eskiye oranla topallamasını engellemeye çalışıyordu.
Minhyuk'un canı acıdığı an ise onlarca özür diliyor ve ağrıyan yere masaj yaparken öpücüklerini eksik etmiyordu. Shownu, Minhyuk'u el üstünde tutuyor ve onun şımarmasına olanak sağlıyordu. Eh, dediğimiz gibi onun bu davranışları ise Minhyuk'u fazlasıyla mutlu ediyordu.
"Yine daldın bebeğim. Biliyorum, yine bizi düşünüyorsun fakat düşünmene bir süre ara vermelisin. Bu koca ayı çok aç ve aç olduğu için hem kendisini hem de sevgilisini doyurmak istiyor." Minhyuk, Shownu'nun yeniden konuşmasıyla kendine gelirken ona gülümsedi ve başını sallayarak onu onayladı.
"O zaman, ilk durağımız bebeğim ve midem için enfes bir restorana gitmek."
○●○●
Oy vermeyi unutmayın, lütfen.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top