15.BÖLÜM


Her şey bir yana, o fotoğraf...

Leyla'nın saçları iki yana dağılmış bir haldeyken Cenk'in iki kolu arasında esir halindeydi. Cenk ona çok yakındı, Leyla ona çok yakındı.

Uzaktan çekilen o fotoğrafa bakan herkes.

Leyla hemen başını iki yana salladı. Masanın ucuna tutunmasa düşebilirdi. Kırmızı ve parlak olan deri kumaşla kaplı koltuk bile şu an ona kilometrelerce uzak geliyordu. Kolunda bir anda iğne gibi batmış bir acı hissettiğinde Cenk'in yardımıyla koltuğa gittiğini yeni yeni fark ediyordu.

"Otur," dediğini duydu Cenk'in kabaca.

Leyla şu an berbat göründüğünün farkındaydı yoksa Cenk'in ölecek olsa bile ona yardım etmeyeceğini biliyordu. Leyla kendini koltuğa atarken Cenk'in kulağında kabaca inlediğini duydu. Yüzüne baktığında onunda yanına zoraki çöktüğünü fark etti. Alnı acıyla kırışmış görünüyordu.

Bir an Leyla derdini unutup ona baktı.

"İyi misin?"

"Sorun yok," dedi alt dudağını ısırarak. Başını koltuğun arkasına yasladığında adem elması olduğu gibi ortaya çıktı. Sanki bu yumru incecik derisini zorluyordu. Leyla yorgun bakışlarla ona bakarken dalgınca bir anı geldi aklına. Lise yıllarında adem elması belirgin olan erkeklerden hoşlanırdı. Kendi kız grubu arasında bile Leyla'nın bu takıntısı bilinirdi ve diğer kızlar okulda veya diğer başka mekanda böyle bir erkekle karşılaşmış olsalar muhakkak Leyla'ya haber verirlerdi. 


Sırf adem elması çok belirgin diye hiç tanımadığı bir adamı takip ettiğini hatırladı. On yedi yaşındaydı. Eve misafir geleceği için annesinin verdiği listeyi almaya gidecekti. Markete girip hepsini de almıştı. Sırada ondan önce duran otuz yaşlarında ki adamı o an fark etti. Hiç adem elması bu kadar belli olan bir adam görmemişti. Siyah kadife montu olan, 1.80 boylarında, kirli sakallı, iri ve esmer bir adamdı. Aslında hiç de Leyla'yı cezbedecek bir erkek değildi. Adam ödemesini yaptığında sıra ona gelmişti ama Leyla hiç umursamadan aldığı her şeyi orada bırakıp kendisine atılan şaşkın bakışlar altında marketten kaçarcasına çıkmıştı.

Sokağa fırladığında adamı aradı panikle ama göremedi.

Biraz daha yürüyünce adamı kadife montundan tanıdı.

Küçük sarı minibüslere biniyordu. O an Leyla da koştu ve minibüse yetişti. Adam en arkaya oturmuştu. Başını cama dayamıştı.

Minibüs şoförünün yanına gitti.

"Son durak," dedi minibüsün nereye gideceğinden habersiz olarak.

Şoför suratına bakmadan, "4,25," dedi. Annesinin alışveriş için verdiği bozuklukları cebinden çıkarıp adama verirken gözü arkada oturan adamdaydı.

Ödemeyi yapıp en arkaya geçti. Minibüste az kişi vardı. Arkada kimse oturmuyordu. Adamın yanına oturdu ama adam onu fark etmiş gibi değildi. Bir derdi olduğu belliydi. Dalgındı hemde çok.

Leyla kucağına koyduğu ellerine bakmıştı utançla. Açacak konu bulamıyordu. O zamanlar şimdi ki gibi sağlam bir öz güvene de sahip değildi. Minibüs salına salına giderken Leyla da önüne baktı tereddütle. Arada on beş dakika sonra adam ilk defa onunla konuşmuştu.

"Müsaade eder misiniz?"


Leyla şaşkınlıkla adama baktı. Adam ayağa kalktığında sabırsızdı, hemen inmek istiyor gibiydi. Leyla geç de olsa toparlandı. "Tabii," dedi hemen ayaklarını çekerek.

Adam, "kapı," diye bağırdı kabaca ve indi hemen.

Minibüs devam ederken Leyla da kalktı.

"İnecek var," dedi telaşla. Bunu o kadar panikle söylemişti ki yolcular ona gözlerini dikmişti.

Leyla panikle indiğinde sarsılmıştı.

Adem elmalı adam ortada yoktu.

Ondan sonra adem elmasına sahip hiçbir adamdan hoşlanmamıştı.

"O kocan değil mi? Neden korkuyorsun?"

Leyla bir anda silkelendi. Dalıp gitmişti. Cenk'in sorusunu anladığında gülümsemeden edemedi. "Hiç bir ilişki yaşamadın değil mi?"

Cenk alaycı bir bakış atınca Leyla hızlıca ekledi." Gerçek bir ilişkiden bahsediyorum."

Cenk başını çevirip tekrar tavana baktı. Cevap verme zahemetinde bile bulunmadı. Leyla ona çekinerek baktı. "Yarana bakabilir miyim? Dikişlerin zed..."

"İstemez," diye sertçe lafını kesti Cenk.

Leyla başını çevirdi ve tekrardan oluşan sessizliği tekrar bozdu.

"En acısı da ne biliyor musun? Ona açıklama yapamamak. Hayır, aslında böyle oldu, diyememek..."


Cenk'in güldüğünü fark ettiği an ona sertçe baktı.

"Bunun neresi komik?"

"Her bir tarafı güzelim," dedi muzipçe.

Leyla ona sertçe bakmaya devam edince Cenk sıkılarak başını çevirdi ve konuşmaya devam etti. "Sen onu böyle bir haberde görsen şüphelenir miydin? O da herkes gibi sana aynı etiketi yapıştırıyorsa, diğerlerinden ne farkı var o zaman? Sen bu adamla gerçekten karı koca olduğunuza emin misin?"

Leyla, "sen ne anlarsın," dedi küçümseyici bir tonda ama Cenk bunu pek umursamadı. Sadece, "öyle bir anlarım ki," dedi. Leyla ona şüpheyle baktığı sırada kapıda ki çan çaldı.

Bir adam elinde ki güllerle içeri girmişti.

Cenk direkt Leyla'ya baktı.

Leyla omzunu "bilmiyorum" dercesine kaldırıp indirdi. "Benim hiçbir alakam yok."

"Evrim Çakmakçı?" dedi adam Leyla'ya bakarak.

Leyla tam cevap verecekti ki Cenk, "kimden?" diye araya girdi. Yarasını tutarak kalkmaya çalışıyordu. Yüzü acıyla büzüşürken bile gözleri saf merakla doluydu.

Leyla ile Cenk adamın elinde ki yanık siyah güllere bakarken adam konuştu.

"Martin'den."

"Mardin'den mi?"

Leyla, Cenk'e gözlerini devirdi. "Martin," dedi.


Cenk güllere baktı sorgulayarak, "o Martin," dedi dalgınca.

Leyla ise güllere bakarken nasıl bir oyun içinde olduğunu düşündü.

Cenk'e baktığında onunda aynı şeyi düşündüğünü anlaması zor olmadı.

Martin her kimse ve neredeyse her şeye yetişiyordu.

Cenk kaçan yıllarına baktı.

Kastamonu'da ki derme çatma evini hayal meyal hatırladı. O gecenin sabahında hem o hem abisi de inatla uyumamıştı.

Şimdilerde LOL, o zamanlar Canter modaydı. Sırf internet kafede bu oyunlar için harcadıkları maliyetleri karşılamak için ile bile girmişlerdi. Çok nadir zamanlarda evlerine gelen babaları internet kafe sahibi arkadaşıyla yaptığı konuşmayla oğullarının tüm gümlerini burada harcadıklarını öğrenmişti.

Cenk ortaokulda, abisi Kenan lise birdeydi. Cenk ondan önce eve vardığında her zaman ki gibi annesinin hayattan bıktığına dair kendi kendine konuştuğunu duydu. Arada kafasına eser üç gün namaz kılardı. Oğullarına bağırırdı.

"Kaçırdığınız her vakit 40 yıl cehennem azabı, hele ki bunu bilip kılmıyorsanız daha da büyük günah !"

Cenk çocuksu öfkeyle ne zaman abisine baksa abisi de ona sırıtırdı. "Götüne say. İki gün sonra kendi de bırakır nasılsa."

Cenk o zamanlar abisinin ateist olduğundan habersizdi. Aslında annesinin de olduğundan şüpheleniyordu. Annesi ne zaman namazı bıraksa isyanları daha kuvvetli kıyıya vuruyordu. Sesi tokat gibi hepsinin yüzüne çarpıyordu.

"Öleyim de sizde kurtulun benden."


Oysa kimse ona kötü konuşmuyordu ama terk edilmiş ve sadece kağıt üstünde evliliği olan bir kadın olarak dikkat çekmek adına yapmadığı şey kalmıyordu. Cenk sırf bu yükten kurtulmak için bulaşık işini o devralmıştı. Şimdi bulaşık yıkarken bile bu işi devaralmış olmaktan gocunmuyordu. Hatta çocukluğuna döndüğü için mutluydu da.

Cenk o gün yine annesinin omuz hizasında ki tellenmiş gece siyahı saçının ardından titreyen omuzlarını görmüştü. Salonun bir köşesinde oturmuş boş boş duvara bakıyordu. Bazen onun gerçekten delirmiş olduğundan şüpheleniyordu. Zaten tüm mahallede de bu konuşuluyordu.

Cenk başını çevirip odasına girdiğinde afallamıştı.

"Oha!" dedi gözlerini büyüterek. "Anne, bu bilgisayar nereden geldi?" diyerek heyecanla odasından çıkmıştı. Annesi ise ona bıkkın bir bakış fırlatmıştı öylece.

"Pezevenk baban almış," deyip tekrar başını çevirmişti. Cenk tekrar odasına koşup bilgisayarı hayretle okşamıştı ama sonra eli bir anda donmuştu.

Ya vazgeçip bilgisayarı almaya gelirse? Sonuçta pahalıydı. Hemde çok. Cenk pis pis sırıttı.

"Vermem ki," dedi kendi kendine.

Ve yatağın ucuna oturup abisinin okuldan dönmesini bekledi. Dokunamadı bilgisayara. Kenan geldiğinde birlikte açtılar. Kurcaladılar.

O zamandan sonra oyunu sıraya koydular. Bir saat Kenan bir saat Cenk oynuyordu. Cenk abisinin sırasındayken evin diğer işlerine koşmaya başlıyordu. Bulaşıkları yıkıyor, annesinin dağınıklığını topluyordu.

O hafta pek okula gittikleri söylenemezdi. Bu şekilde giderse devamsızlıktan dolayı okulla olan tüm iletişimleri kopacak duruma geldikleri vakit o "felaket" haber geldi kulaklarına.


Babalarının bir kızları olmuştu.

Bu sefer ki yıkım hepsinden de ağır olmuştu. Anneleri her gecenin sabahında intihar çırpınışlarında bulunuyordu. Yanlarına gittiklerinde Kenan'a bakarak tıslıyordu. Başıyla Cenk'i işaret ederek, " o gelmesin," diyordu.

Babasından aldığı gri gözler her bakışta annesini öldürdüğünü çok sonra anlamıştı Cenk. Evde tek başına annesiyle Kenan'ı beklerken odasına girip bilgisayarına bakmıştı bomboş. Bu bilgisayarı görünce neden bu kadar sevindiğini anlayamamıştı şimdi. Bomboştu siyah ekranda kendini gördüğünde sırıttı ve hemen hazırlanıp çıktı evden.

Kenan onu hastanede görünce panikledi.

"Ne işin var burada oğlum?"

Cenk sadece sırıttı ve annesinin yattığı sedyeyle gitti. Annesi anlamsızca ona bakarken Cenk kibarca annesinin elini alıp öperken, "nasılsınız kontes?" diye sordu muzipçe.

Annesini tanımasa onun gülümsediğine inanırdı ama kimse bunun tam aksine kendisinin gözlerinin dolduğunu anlayamazdı. Çünkü gri gözlerini saklayan güneş gözlüğü bir taşla iki kuş vurmuştu.

"Adı Evrim'miş."

"Kimin?" diye sormuştu Cenk uzandığı yataktan.

Bilgisayar başında ki Kenan, "babamın kızı," demişti özellikle sesini umursamaz tutmaya çalışarak. Cenk boş boş tavana bakmaya devam etmişti.

Babasının kızı.
Ne kadar ilginç cümle.


"Onu kardeşim olarak görmüyorum," demişti Kenan birden bire.

Cenk de inatlaşır gibi cevap vermişti. "Bende."

"Asla görmeyeceğim," diye devam etti Kenan.

"Bende," dedi Cenk. "Asla."

****

Açık kapıdan aynı kararlı ve kısık gözlerinden süzülen eminlikle giriş yapan Cenk, Evrim'in gülleri vazoya yerleştirildiğini gördü. Sırtı sönüktü, yüzünü görmüyordu ama gülümsediğini anlamak için bazen insanların yüzlerine bakmasanıza gerek yoktu. Başını sağ tarafa yatırırken vücudu dans eder gibi kıvrılıyordu.

"Çok şey kaçırdım," diye geçirdi içinden Cenk kardeşinin ince beline bakarken. Çoktan kadın olma yolunda tırmanıyordu. Yıllar önce regl olmuş olmalıydı. Göğüsleri de çıkmıştı zaten. Kendini seksi buluyor ya da hiç olmadı bunun için çaba sarf ediyor olmalıydı ve en sinir bozucu olanı ise bunu karşı cins için yapmak istiyor olabileceğiydi.

Cenk öfkeyle boynuna kadar kızarırken onun hayatına karışma hakkını yıllar önce kaybettiğini anladı. Saygı görmek için önce kazanmak gerekirdi ve o Evrim'i kazanacak hiçbir şey yapmamıştı şu güne kadar. Kendince çabalamıştı ama bunu Evrim anlayamazdı.

Kendi kendine öksürdü. Evrim'in ince omuzları aynı anda kalkıp indi. Omzunun üzerinden arkasına baktığında Cenk kocaman gülümsedi. "Korkuttum mu?"

Evrim ne yapacağını bilmeyerek gülümsedi ve başını çevirerek Cenk orada yokmuş gibi güllerini sevmeye devam etti.

Cenk hiç lafı uzatmadan konuya girdi.


"Erkek arkadaşın mı?"

Evrim, "hı-hı," dedi hızlıca. Sanki bu deşilmemesi gereken bir sır gibi tepki vermişti.

Cenk'in bir kaşı kalktı. Bu konu şu an daha da ilgisini çekmişti.

"Ben de tanışmak isterim," dedi damdan düşer gibi.

Evrim birden ona döndü ve sorgularcasına, "neden?" diye sordu.

Cenk, "bilmiyorum," dercesine alt dudağını büzdü. "Bilmem. Sanırım hayatında ki insanları tanımak istiyorum."

Evrim saldırıya uğramış gibi hemen atağa geçti ve bedeni tamamen Cenk'e döndü. "Benim hayatıma müdahale edemezsin."

Cenk sakince gülümsedi. "Ben böyle bir şey ima etmedim."

Evrim köşeye sıkışmış bir halde ona baktı. Cenk bir anda ciddiyete bürünerek Evrim'i baştan ayağa süzdü.

"Buraya geldiğinden beri dışarı çıkmadın. Telefonun bile yok. Nasıl iletişim kurdunuz? Burada olduğunu nasıl öğrendi?"

Sorguya çekilen Evrim kendinden emin görünmek için kendini zorladı ve Cenk'e yaklaşıp gri gözlerinin içine meydan okurcasına baktı. Sözleri ağzından dökülmeden önce sanki tehlikeli olacağını bas bas haykırıyordu.

"O, beni ölsem de bulur."

Cenk'in bir gözü seğirdi. Saplantı. Kesinlikle adı, buydu. İlişki ya dabuna benzer bir şey olamazdı. Başından beri Cenk, Evrim'in hayatında ki adamıkarşısına alıp erkek erkeğe konuşmayı planlıyordu ama şimdi yıkılmış birşekilde siyah güllere bakıyordu. Olmayan biri ile nasıl başa çıkabilirdi? Evrim'in onu bir kere bile görmemiş olduğuna emindi.


Evrim arkasına dönüp siyah güllere gururlu bir bakış attı. Ardından da abisine döndü ve huzurla gülümseyip çıktı odadan. Cenk, Evrim'in gidişini izledikten sonra yatağa çöküp bir eliyle yüzünü ovaladı sıkıntıyla. Belki Kenan olsa bir şekilde hallederlerdi. Tabi, Kenan'ın o zaman nasıl tepki vereceğini bilemezdi. Cenk kendi kendine gülümserken, her zaman dengesiz herifin tekiydi, diye düşündü keyifle. En çok bu zamanlar özlerdi onu. Bazen boş konuşup olayları tiye alan bir yapısı vardı. Bu çoğu zaman sinir bozucu olsa da stresle baş edilemediği zamanlar ilaç gibi gelirdi. En çok da gece sohbetlerini özlemişti Cenk. O zamanlar inandığı ama şimdi bariz yalan olduğunu anladığı şeyler vardı. Mesela Kenan sürekli kızlarla yattığını anlatır, ayrıntıya girerdi. Erkekler bunu severdi ama abisi daha çok severdi. Anlattıkları o kadar uç şeylerdi ki şimdi aklına gelince Cenk'in kahkaha atmasına neden olacak kadar absürttü de.

Aşağıya indiğinde Leyla'yı ceketini giyerken gördü.

"Yolculuk nereye?" Diye sordu alayla.

Leyla önce yerinden zıpladı ve arkasına döndü bir anda. Yüzünün bembeyaz olduğunu fark edince Cenk bir an duraksadı ama yine de temkinliydi. Basamakları indi ve kollarını bağladı. "Dinliyorum."

"Oğuz'un annesi," dedi Leyla korku dolu bir sesle. "Haberi görünce hastaneye kaldırmışlar."

"Ee?"

Leyla ona şaşkınlıkla baktı. "Ee mi? Kadının yüreğine inmiş. Daha ne dememi bekliyorsun?"

Cenk biraz sonra yapacağı zorlu konuşma için iç çekti. "Bir yere gidemezsin."


"Af edersin?" Dedi Leyla eli belinde. Meydan okuyordu .

Cenk cevap verme gereği duymadan koltuğa gömüldü rahatça fakat Leyla daha bir adım atamadan Cenk'in cümlesiyle dondu kaldı.

"Gittiğin her yere teşkilatın gölgesini de götürüyorsun. Bırak da kadın eceliyle ölsün."

"O ne demek ya?" Diye bir hışımla döndü Leyla.

Cenk soğuk kanlılığını yitirmeden elinde ki gazeteye gelişigüzel baktı ve Leyla'nın yüzüne bakmadan konuştu. "Babanın evine giren kaçırdığı adamın evine hiç girmez mi sanıyorsun? Dikkatleri üzerine çekme, dediğim gibi düşersen..."

Leyla araya girip gözlerini devirerek cümlesini tamamladı. "Beni kaldırmak için orada olmayacaksın," dedi baygınlıkla.

Cenk ona bakarak ukalaca gülümsedi. "Aferin, çabuk öğreniyorsun."

Leyla'nın eli bir anda cebine gitti. Simge oradaydı. Cenk başını tekrar gazeteye çevirdiğinde bile konuşmaya devam ediyordu. "Sana tavsiyem, geçmişini sil. Gittiğin her yere belayı da sürüklersin."

Leyla bir anda simgeyi havaya kaldırdı.
"Bunu geri yatağıma bıraktıklarına göre haklısın."

Cenk gördüğü şeyle, "siktir," diyerek ayağa fırladı.

Leyla ona ters bir bakış attı. " Hey, diline hakim ol." Ama Cenk onu duyuyor gibi değildi. Leyla'nın elinden simgeyi kaptığı gibi incelemeye başladı sonra şaşkınlıkla Leyla'ya baktı. "Bu kan?"

Leyla, "bilmiyorum," diye mırıldandı sadece. Daha fazla ayaktaduramayacağını hissedince kendine en yakın olan sandalyeyi çekip oturdu.Korkularını ne kadar     


çok bastırmış olsa da toprağın altından dirilerek çıktıklarını hissetti Leyla ve nefes nefese konuştu. "Oğuz'un kanı olabilir mi?"

Cenk bunu anında reddetti. "Bence şu an Oğuz'un durumu çok iyi."

Leyla ona ters ters baktı. "Nasıl bu kadar emin konuşabiliyorsun?"

Cenk, Leyla'nın henüz gerçekleri kaldıracağından emin olamadığı için cevap vermedi.

O sırada merdivenden gelen gıcırtıyla birinin aşağıya indiğini fark ettiler ama ikisi de başını kaldırma gereği duymadı. Sonunda Eren'in sesini duydular. Leyla'nın bembeyaz olmuş yüzüne baktı.

"İyi misin?"

"Bir de soruyor musun?" Diye terslendi Leyla.

Cenk o sırada Eren'e simgeyi uzattı. "Leyla'nın babasının evine girmişler gene."

Leyla, "bittim ben,"diye söylendi. "Bu saatten sonra ne annemleri görebilirim ne de Oğuz'un ailesini," dedi bir eliyle alnını ovalayarak. "Benden nefret edecekler."

Cenk ona yandan bir bakış attı. "Evet ama en azından hayatta olacaklar."

Leyla ne kadar çok bundan nefret etse de Cenk'e hak veriyordu. Evet, eskiden evi kendi temizlemeyip kadın tutardı ve her Mayıs da mukakkak bir Avrupa turuna çıkardı. O zaman bu onun en büyük lükslerindendi. Ama artık şartlar değişmişti.

Gece yastığa başını koyarken sevdikleri hala hayattaysa güzel bir gün geçirmiş demek olurdu. Ve şu an için tek lüksü, sevdiklerinin hayatta olmasıydı.

Yıllar yıllar sonra olacaklardan bir alıntı.

Gece pusu kurarak Cenk'in yatağına konmuştu gene. Ne zaman takvim on üç Nisan'ı gösterse on dört Nisan'a geçmek daha bir zor olurdu sanki.

Hem zor hem acılı.

Yatakta ceset gibi yatarken kendi benzetmesine gülümsedi tavana bakarak.

Gözleri hep açık ceset.

Gece bile rahat yoktu. Ne kadar zaman olmuştu deliksiz bir uyku çekmeyeli ya da kaygısızca iki tek atmayalı. Varsa yoksa namlunun ucunda uçurtma uçurmaktı hayat.

Bir anda düğmeye basılmış gibi doğruldu yatakta. Sağ tarafına baktı. Telefona kararsızsa bir süre baktı. Önce hazır olup olmadığını anlamak istedi ama zaten buna asla hazır olamazdı ki.

Telefonu robot gibi aldı eline. Saat 03.45 ti. Bir süre ekranda baş parmağını gezdirdi. Damla damla kararsızlık akıyordu her bir halinden. Şu an uyumadığını biliyordu. Hele ki böyle bir günde... Asla.

Hiç düşünmeden aradığında salisiyeleri bile aratmayan hızla telefon açıldı.

Cenk konuşmadı. O da...

Sadece telefonun ucunda ki nefes alışverişleri duyuyordu. Cenk ise tam tersi bir heykel gibiydi.

Sonunda yine aynı şey oldu.

Karşı taraftan hıçkırık sesi geldi önce. Sonra sızlanma. Acı çeker gibi ses.

Cenk öfkeyle gözlerini yumdu. Bağırmamak için tuttu kendini. "Yapma bunu!" Demek istedi. "Yapma bana. Ağlama. Sadece var ol, yaşa ama yaşatma."

Ve kadın haykırarak konuştu. "Neden?" diye sordu yalvarırcasına ses. " Neden bana bunu yapıyorsun?" Neden konuşmu..."

Cenk anında telefonu kapadı. Boş ve karanlık odaya baktı nefes nefese. Sanki kilometrelerce koşmuştu. Yine panik atağı tutmuştu. Kalbinin bu kadar hızlı atması değildi sorun olan. Hala nasıl yerinde kalıyordu onu anlamıyordu işte.

Sanki tavan daha da yaklaşıyordu kendisine. Zeminin bir ucu kalkarken çerçeveler yamuluyordu. Hayır dünyası başına yıkılmıyordu, evrilip çevriliyordu. Bükülüyordu. Şekil değiştirip yoklukla bir oluyordu.

Nefes almak için ağzını açtıkça paniği onunla yarışırcasına daha da artıyordu. İşte yine de yüreği ağzından çıkmıyordu. Siyah tişörtünü yırtıyor, çıldırırcasına bir umut kurtulmayı diliyordu. Çok isterdi bunun bir kalp krizi olmasını. Ama bu sadece psikolojik bir rahatsızlıktı.

Kötü olmayı dilememişti. Kan ter içinde yatağına geri yatarken iki büklüm oldu ve Leyla'nın da aynı şekilde aynı halde yatağında olduğunu hayal edebildi ama başka adamın kollarında.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top