1.4
İftara yaklaşık olarak on beş dakika kaldığında resmen ter içinde kalmıştım. Oradan oraya koşuşturuyor, tabak taşıyordum. Sandığımdan daha fazla misafir gelmişti. Yardım çığlıkları atmak istesem de yapmıyordum çünkü kimsenin yardım edemeyeceğini biliyordum.
Öyle ki bana olabildiğince yardım etmeye çalışan Ezgi bile yaklaşık yirmi dakika önce hem sıcaktan hem de yorgunluktan bir köşeye bayılmıştı (Bu arada bu konuda şaka yapmıyordum, kız direkt olarak küt diye yere düştü).
Anneme hafifçe gülümsedim. "Çatı katına yerleşmeyecektik biz anne." Olabildiğince öfkesini almaya çalışıyordum.
Annem de gülümsedi ama gerçek bir gülümseme değildi. Sadece evde misafirler olduğu için numara yapıyordu. "Seni bu eve yerleştirmeseydik Dora'cığım bugün gayet sakin ve rahat bir gün geçirmiş olurdun muhtemelen. Klimada herkese yeterdi."
"Anladım ben mesajı annecim."
Elimdeki son kalan tabakları masaya yerleştirdim. Tam servis kaselerine uzanıyordum ki kapı çaldı, sonrasında hemen kapıya doğru koştum. Oturma odasında tüm koltuklar neredeyse tamamen dolu olmasına rağmen kimse bana "gerçek" anlamda yardım etmiyordu.
Bulut hoşlandığı kızı ikinci kez ayıltmaya çalışmasaydı yardım etmesi için ağzına ederdim ancak olmadı. Öte yandan evde büyük bir gürültü de söz konusuydu ancak kafa yoracak cinsten değildi, herkes yaklaşmakta olan bayram için heyecanlanıyordu.
Kapıyı açtığımda Evren komutan upuzun boyuyla bana baktı ve hafifçe gülümsedi. Hemen arkasında da annesi vardı. "Hoş geldin yok mu?" Biraz kıkırdadı. "Merak etme, daha önce aramızda geçenleri unuttum sayılır."
O an daldığımı yeni fark etmiştim. "Ha evet, hoş geldiniz!" İçeri gelin anlamında işaret yaptığımda hemen girdiler, arkalarından kapıyı kapattım. "Kusura bakmayın komutanım, bir an dalmışım."
"Şu an komutanım demene gerek yok, Evren abi diyebilirsin Dora." Hafifçe bana doğru eğildiğinde sıcak nefesi yüzüme doğru vurdu. Masmavi gözleri salondan gelen ışık sayesinde daha da belirgin olmuştu. "Yoksa annem beni kesecek de..."
Elimi ağzıma götürerek hafifçe güldüğümde Ayşe teyzenin bakışlarına maruz kaldım, elini işitme cihazına doğru götürerek muhtemelen seviyesini fullemişti. "Peki Evren abi."
Evren abi herkes gibi oturma odasına geçerek kendine rahat bir koltuk bulacaktı ki tek bir koltuğu kaplayan, baygın Ezgi'yle göz göze gelmişti. O an muhtemelen Ezgi gram etrafı takmıyordu. "Ne olmuş yavv bu kıza?" tarzı bir bakış atarak kendine sandalye çekti.
Genel olarak insanlarla oldukça arası iyi olduğundan yetişkinler haricinde herkes ayağa kalkmış, tokalaşarak selam vermişti. Önce üsluba uygun olarak etraftaki kadınlara, kızlara durumlarını sormuştu. Bu ince bir kibarlık ve görgü kuralı sayılabilirdi.
Ardından da etraftaki kendiyle yaşıt olan veya kafa dengi bulduğu erkeklerle koyu bir sohbete girerek derin muhabbetler başlatmıştı. Bense o sırada yemek tabaklarına herkesin fix olarak yiyeceği, asla reddetmeyeceği şeyleri koymakla meşguldüm. Aksi halde ezan okunduğunda minik bir katliam çıkabilirdi.
Geniş, büyük bardaklara suları üç-dört dakika kala dolduracaktım içlerine bir şey düşme ihtimaline karşı olarak. Ayrıca çocuk masasını daha hazırlamaya hiç başlamamıştım. Duvar kenarında duruyordu, öylece gel beni hazırla tarzında bakıyordu.
Keşke Ezgi'den önce bayılsaydım diye düşünmeye başlamıştım fakat her geçen dakika daha da paniklememe neden olsa da bir yandan rahatlıyordum çünkü bugün bittikten sonra iftar sırası asla bize gelmeyecekti. Yani kurtulacaktım.
Derin bir nefes aldım ve sakince düşünmeye karar verdim. "Anne Ezgi ile ilgilenir misin lütfen?" Herkesin duyabileceği şekilde yüksek sesle seslenmiştim. "Bulut'ta gelip bana yardım etsin."
Bulut başını iki yana salladı. "Ezgi zaten kendine geldi ve ben onunla ilgileniyorum şu anda."
"Yardıma ihtiyacım va-"
Bakışlarından olup bitenler yüzünden beni suçladığını görebiliyordum. "Evren abi acaba çocuk masasını şuraya çeker misin? Bir de çocuklarla ilgilenebilir misin? Malum seni seviyorlar sonuçta."
Evren o an kendinden yaşça büyük, ellili yaşlarda bir komşumuzla sohbet ediyordu. Bu yüzden konuşması yarıda kesilmişti. Biraz şaşırmış olsa da hemen kendini toparladı. Duyar duymaz ayağa kalktı ve masayı alıp o köşeye çekti.
Dürüst olmak gerekirse bunu yapacağını asla beklemiyordum. Çocukların bir köşede uslu uslu oturması dahi işimi oldukça kolaylaştırmıştı. Yaklaşık beş dakika kaldığında tüm yiyecekleri hazır etmiştim. Sadece sular kalmıştı, onları da hemen halledecektim. Hemen ardından da herkese masaya oturmaları için işaret verecektim.
Bunu yaparken de göz ucuyla Evren'i kesiyordum. Çocuk masasına küçük sandalyeleri çekmiş, çocukların tabaklarını annemin yardımıyla hazırlamıştı (Annem diye demiyorum ama bazen çok sinir bozucu oluyor, kızı resmen can çekişirken yorulmaya tenezzül dahi etmemişti Elin oğlu yardım isteyince hemen yapıyor).
Çocuklar onunla konuşmaya, sohbet etmeye bayılıyordu. İş yaparken bile salak saçma şekillerde onları güldürebilecek, dikkatlerini toplayabilecek şeyler yapıyordu. Bu oldukça iyiydi, sanırım dediklerinin aksine pek de taş kalpli biri değildi.
Herkese oturabilmeleri için işaret verdiğimdeyse yerlerine geçmeye başlamışlardı, bu da kısa süreli bir kargaşanın meydana gelmesine yol açmıştı. İnsanlar haklı olarak tanıdıklarının yanına oturmak istiyordu ama yaşlılar yüksek koltuklara veya sandalyelere oturamadığından izdiham çıkıyordu.
O yüzden alçak taburelere yerleşmişti çoğu yaşlı. Söylenen, oflayanların sayısı da epey fazlaydı. Nefis yemek kokularının arasından burnuma limon kolonyası kokusu da geliyordu. Gün boyunca oruç tutmayan bazı özel durumdaki kişiler atıştırmaya başlamıştı bile.
Elimdeki mantı tabağı ile birkaç adım geri attığımda komutanın iri gövdesine çarptım. Geniş, uzun parmakları omzumu kavrarken düşmem için beni tuttu. Üstelik dengtemi bile kaybetmemiştim, bunu yapmasaydı da düşmeyecektim zaten.
"Hop dikkat!" Diğer elinde köpekbalığı desenli -çocuklar için- olan tabak vardı. "Hmm. Şundan alayım bari ben."
Kurumuş, solgun dudaklarını hafifçe oynatarak kendi kendine demişti bunu. Benimle göz teması dahi kurmamıştı. Maşaya uzandı, bir dilim tatlı aldı. Çocukların yemeyi seveceği tarzda, karın doyuracak yiyeceklerden de koydu birkaç tane.
Çocuk masasına gitti ve en küçük yaşlardaki bir veledin önüne koydu. Aynı şekilde çocukların tabaklarını hazırlamaya devam etti, hepsine eşit sayıda ve miktarda koymaya özen gösteriyordu. Bütün yiyeceklerden herkese yetecek, hatta artacak sayıda yapmıştım. Bence bunu biliyordu, sadece göz hakkına girmemeye çalışıyordu.
Ezanın okunmasıyla beraber su bardaklarından birine yapıştım, muazzam bir sessizlik ortama hakim olmuştu. Bir bardak su yeterli gelmeyince hemen ikinciyi doldurdum, içtim. Millete hizmet etmeye, istedikleri yiyecekleri koymaya devam ederken ağlamamak için zar zor durdum.
Gece yatmadan önce duş alacak, iyice kurulandıktan sonra kiloma bakacaktım çünkü kilo verdiğime emindim. "Başka tabağına ek yiyecek isteyen var mı?" Yaklaşık on beş dakikanın sonunda servis işlerinin bittiğini düşündüğümde sormuştum bu soruyu.
Yaşlı bir amca "Mantılardan biraz daha istiyorum." dediğinde tabağını hızlıca almıştım.
İşte tam bu sırada millet tabaklarındakileri bitirmeye başlamış, ikinci kez yemek için benden rica etmeye başlamışlardı. Kendi tabağımdaki mantılardan birini ağzıma tıkarken sahte bir gülümseme takınmıştım.
Yine de herkese beddua ediyordum. Evet, yapmamam gerekiyordu. Evet, hepsi benim -biraz da tüm bu olayları başıma kakan Bulut'un- suçuydu ancak çok yorulmuştum. Kesinlikle sakin değildim.
Yaklaşık bir buçuk saat içinde insanlar yemek yemiş, tatlılarını bitirmişti. Kısaca sohbet edip evlerine ufak ufak dağılmaya başlamıştı. Yine de misafirlerin sayısı çok fazlaydı. Çocuklarıyla ilgilenilmesini fırsat bilen ebeveynler evimizi çocuk parkı misali kullanarak rahat rahat sohbet ediyorlardı.
Tabağımı da alarak bir köşeye çekilmiş, yemeğimi yemeye başlamıştım. Tam bu sırada da çocuk masasına bakmış, kahkaha atarken boğulmaktan kıl payı kurtulmuştum. Beni duyan komutansa gülerken göz teması kurmuştu. Aynı şekilde yemeğini yemeye çalışıyordu.
Kıkırdamasına engel olmaya çalıştı. "Ne var Dora?" Arkadaş canlısı bir tonda söylemişti.
Yüzünden sarkan tatlı parçalarına baktım, muhtemelen bir çocuk tabağındaki tatlıdan parça koparıp kazayla veya bilerek komutana atmıştı. Komutanın kısa, yine de biraz uzun sayılabilecek saçları ise iyice dikleşmişti.
Tek komik olan kısımsa bu değildi. Minicik masa ve sandalyeler yüzünden en az beş metrelik bir dev gibi gözüküyordu, çocuk masasında yemek yemeye çalışırken kamburu çıkmış bir dev. Geniş omuzları iki yanında oturmuş olan kız çocuklarının yüzlerine gölge olarak düşmüştü.
"Komik." Sırıttım.
"Biliyorum." Ağzına mantı tıktı. "Bir ara peçete alabilir miyim?" Çatal ve bıçaklar elinde minicik gözüküyordu.
"Tabii, birazdan getiririm."
Lokmamı yuttuktan sonra ağzıma birkaç şey daha tıktım ve lavaboya gittim, sıcaktan bayılmamak için her tarafımı güzelce ıslattım. Bozulmuş eşarbımı tekrardan yaptım, kapalı olmaktan bazen nefret ediyordum ama şikayetçi değildim.
İnsanların çok sık dediği bir laf -uydurma- vardı, bana göre bu Allah'a şirk koşmakla yakın bir günah sayılırdı: "Allah onları sıcaklatmıyor." lafı...
Elimi kuruladıktan sonra mutfağa gittim, yaklaşık on dakika geçmişti. Misafirlerin sayısı da yarıya inmişti. Etraf git gide rahatlıyordu. Kalan çocukların büyük bir kısmı da koltukların kenarında, ebeveynlerinin kucağında şekerleme yapıyordu.
Peçeteliği elime sıkıştırdığımda oturma odasına -salona- doğru yürüdüm. Tam o esnada durdum, Komutan mesajlara bakıyordu. Komutan Sunshine_my ismindeki çakma İnstagram adresimizdeki mesajları gülerek okuyordu. Hem de içtenlikle...
"Birileri aşık mı olmaya başladı?" dedim kendi kendime.
Uzun bir aradan sonra yeniden merhaba, nasılsınız bakalım?
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top