1.2


Ezgi yardım etmek için bizim eve geldiğinde, hatta içeri girdiğinde bile kapıya gidip onu karşılayamamıştım çünkü oldukça yoğundum, kafayı yemek üzereydim. Akşama kadar nasıl bu kadar çok şeyi yetiştirecektim ki? Üstelik insanların misafirliğe gelmesine muhtemelen 4-5 saat filan kalmıştı. 

Klasik iftar geleneği şudur: Herkes misafiri olacağı eve 1-2 saat önce, hatta daha kibar gözükmek istiyorsa 3 saat önce falan gelir ama hiçbirinin aslında yardım etme amacı yoktur. Sadece herkesin gözünde iyi gözükmek ya da insanların yaşadığı evi incelemek, karıştırmak istiyordur. Bu durum hiç şaşmaz. 

En azından ben hiç şaştığını görmedim ve bundan nefret ediyorum. Benim babam emekli bütün gün evde yatar. Kendisine hiçbir zaman iş yaptıramayız, zaten artık yaşlandığı için ben de pek iş yapması gerektiğini söylemem. Annemse zaten babamla aynı durumda olduğundan, bir de üstüne yetmiyormuş gibi çalıştığından pek temizlik yapmaz. 

Yani... Kısacası feci halde ayvayı yemiş durumdayım. Evi temizlemem, yemek yapmam, tatlı yapmam, içecek hazırlamam, sofraları kurmam lazım. "Ezgi canım arkadaşım beniiiim!" 

Gözlerini hafifçe kısarak bana baktı. "Dora hayır, çok iş yapamam. Hiç yalakalığa başlama." 

Bazen insanın onu çok iyi tanıyan bir arkadaşının olması kötü olabiliyormuş, bugün bunu çok iyi anladım. "Ah, ben hiç öyle şey yapar mıyım?" 

"Evet."

"Doğru." 

Onunla konuşurken tezgahın üstünü silmekle uğraşıyordum. Sonra biraz geri çekildim ve dış kapıyı kapatıp kapatmadığını kontrol ettim, kapatmıştı. En üst katta yaşıyor olsak da ve genelde aile üyelerim dışında hiç kimse ziyaretimize gelmiyor olsa da dikkatli olmamda yarar vardı. Şu an hem başım açıktı, hem de Battal yani Çavuş ile olanları kimsenin öğrenmesini istemiyordum. 

Tezgahı silmeyi bitirince bezi lavabonun alt kısmına attım, akşam orayı kimsenin açmayacağını umuyordum. Dürüst olmak gerekirse ne yaptığımın farkında bile değildim. "Ee... O zaman sen tatlıyı yapmaya başla."

Hafifçe esnedi. "Tatlıyı yaptım zaten." Buzdolabının yanına gitti, kapağı açıp içini kontrol etti. "Sadece evde, akşam getiririm. Şu an soğuyor." Kapağı kapattı ve yanıma geldi, aniden iki omzumu birden tuttu. "Dora." 

Şaşırmıştım, kaşlarımı hafifçe yukarı kaldırdım. Bunu yaparken oldukça komik gözüktüğümü biliyordum ama umursamadım. "Evet?"

Gözlerini hafifçe kıstı, doğru söyleyip söylemediğimi anlamaya çalışıyordu. "Ben dedikodu ile çalışıyorum kızım! Yani bana olan olayların hepsini anlat, yoksa iş yapmam." 

"Hm..." Ona anlatmadığım başka bir şey var mıydı ki? "Hepsini biliyorsun zaten, sadece bir ara komutana yeniden mesaj atacağım sahte hesabımızdan." 

"Güzel." 

Bu konuşmamızdan sonra bir süre sessizlik oldu, ikimizde işlerimizi yapmaya geri dönmüştük. O içecek hazırlıyordu: Ayranı hazırlamıştı, annemin yaptığı turşuları bir kenara alarak şalgam suyunu da hazır hale getirmişti. Dolapta birkaç gün öncesinden kalma hiç açılmamış şeffaf gazoz ve kola olduğundan sanırım daha fazla içecek yapmamıza gerek yoktu. 

Ben de bu sırada tencerede pilav hazırlamıştım. Annemin genelde özel durumlar için ayırdığı pirinci harcamıştım, pirincin özelliği hiç yapışmıyor oluşuydu. Yani kimsenin dedikodusunu yapamayacağı tarzda, tane tane olacaklardı. Yakmadığım sürece bir sorun olmayacaktı. 

Aklıma başka hiçbir yemek gelmiyordu. "Bu arada Dora annene ne dedin sen tam olarak? Nasıl kızmadı ki akşam insanların onların evine geleceğini duyduğunda?" 

"Aa."

Unutmuşum. 

Anneme demeyi unutmuşum. 

Annem edecek ağzıma. Hulk vs minik karınca. 

Minik karınca ben değilim kesinlikle! "Ay..." Korkudan elimdeki tahta kaşığı az kalsın düşürecektim, tezgahın üstüne bırakarak masanın üstündeki telefonumu elime aldım. "Ezgi sen pilavı kontrol et arada, ben anneme mesaj atayım." 

Ocağa doğru ilerlerken iç çekti. "İyi halt yedin Dora." 

Dora: Annem 

Dora: Annem annem, güzel annem 

Dora: Canım annem

Annem: Dora, ne oldu?

Dora: Nasılsın, iyi misin demek için yazmıştım. 

Annem: Dora sen bana hiçbir zaman bunun için yazmazsın tatil günlerinde

Annem haklıydı, şu an yani ramazan ayı boyunca annemlerin yanında kaldığımdan pek onlara mesaj atmıyordum ama normalde görev yerim bu askeriye değildi. Yaklaşık iki şehir ötedeki askeriyede yaşıyordum, son sakatlanmamdan beridir iki ay geçmişti. Bana verilen rapor süresini bitirmiştim, üstelik kendi izinlerimi de kullanmıştım. 

Süre tamamen bitmek üzereydi, bayram sonunda kendi şehrime geri dönecektim. F-16 pilotu olarak bana pek katı kurallar verilmemiş olsa da uymam gereken belli başlı prosedürler vardı. Olası durumlar için havaalanına yakın yerlerde yaşamalıydım. Sadece ben de değil, benim yeteneğime sahip olan birkaç pilot daha. 

Dora: Beni oldukça iyi tanıyan kişilerin sayısı artıyor anne

Annem: ne

Dora: Yok bir şey canım annem

Dora: Akşam bize iftara gelecekler onu söylemek için geldim. 

Annem: Dora bizim sıra geçmişti

Annem: NEDEN İKİNCİ KEZ GELİYORLAR

Annem: Dora!

Dora: Annem şöyle ki... Bunu açıklayabilirim

Dora: Tabii bana güzel bir yalan söylemem için beş dakika verirsen

Dora: Ihı... 

Annem: Dora... Migren krizim tuttu Dora. Sen ne işler çevirdin yine?

Annem: Of bıktım, herkesi arayacağım neden bize sıra gelmiş diye şimdi

Dora: Anne sakın, ben aldım sırayı. Merak etme sorun yok. Her şeyi hazırlayacağım ben. Sana iş çıkmayacak söz. 

Annem: Akşam konuşacağız bunları. 

Son mesajı aldığımda kalbime ağrılar girmeye başlamıştı. Cidden acıyı hem mecazi olarak hem de fiili olarak hissediyordum. Annelerle kızlarının bu tarz konuşmaları hiçbir zaman mükemmel yerlere varmazdı. Mükemmeli bırakın, bir tarafın akıl sağlığını kaybetmesi an meselesiydi. 

Ezgi'nin kenara alıp ocağı kapattığı pilava baktım, cidden güzel olmuştu. Pirinç tüm suyu içine çekmişti. Annemin daha önceden yapmış olduğu dolaptaki yoğurdu yanına sunum olarak çıkarabilirdim ama sadece yoğurt ile pilav asla bir iftar yemeği olarak sayılmazdı. İnsanlar neyle karşılaştıklarını anlamazlardı aksi halde. 

Aklıma makarna salatası geldi. Ketçap, mayonez yoktu evde. Turşu, sosis vardı malzemelerinden sadece. Gerçi oldukça güzel bir makarna salatası yapsam bile iğrençmiş gibi bakacaklarına emindim. Bu tarz iftar etkinliklerinde yaşlıların hoşuna gidecek tarzda yemeklerin yapılması gerekiyordu, öğrenci evi yemeklerinin değil. 

Ezgi'de aynı şekilde benim gibi başka ne yapsak diye düşünüyor olmalıydı çünkü yüz ifadelerimiz tamamen aynıydı. Öte yandan ben biraz Battal Çavuş'a sövüyordum. Evet, bana sinir olmuştu fakat sinir olduğu birine bunları yapmak da... Acımasızlıktı. Yine de dövüş tarzını sevmiştim. 

"Dora." Ellerini beline koydu. "Şimdi sana bir önerim var, bilmem kabul eder misin: Çavuşu çağıralım, Bulut'ta gelsin. 

Kaşlarımı çattım. "Neden?"

"Hem komutan hakkında konuşmalıyız, hem de bunları kandırırsak bence yardım ederler. Bulut senin kuzenin, Çavuş'ta sanırım senden hoşlanıyor. Bence Bulut'a emir, çavuşa da cilveli bir gülümseme verirsen sorunumuz hal olur." 

"Bak ne diyeceğim... Ben  Çavuş'a benden uzak durması gerektiğini söylüyorum ve onu başımdan nokta nokta ediyorum, sen de Bulut'a cilveli bir gülümseme veriyorsun." Bence bu seçenek daha mantıklıydı. 

"Ha?" Ezgi bir anda telefonumu kaptı ve banyoya doğru koşmaya başladı. "Bence ben senin adına çavuşa mesaj atmalıyım!" 

 "Ezgi sakı-" Peşinden koşmaya başladım. 

Merhaba canlarım, nasılsınız? Bölüm uzunluklarını nasıl buluyorsunuz? 


Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top