Bölüm 3 "Siyah Saç"
Araf
Bölüm 3 "Siyah Saç"
Israrla çalan kapı zili Elizabeth'in yığıldığı yerden doğrulup lanet kapıyı açmaya teşvik ediyordu ama kızın kalkmak bir yana dursun serçe parmağını oynatacak hali yoktu. Bir hayvanın can çekişmesine benzer zil iki dakika sonra sustu ve Elizabeth aradığı sessizliği bir parça buldu. Yere yığıldığı odanın hala karanlık olmasından günün aymadığını anlayabiliyordu ama pencereye gidipte nerede olduğuna bakacak hali bile yoktu. Yaklaşık on dakika boyunca kalkmak için kendinde güç ararken göz yaşlarının gözlerini yakmaya başladığını hissediyordu, halsizlik, ağrıları ve korkusu öylesine esir almıştı ki onu kalkmak için kendinde yeterli gücü bulamıyordu.
Göz yaşları sicim gibi yanağından akarken güçlükle sağ elini yattığı zemine koyup kendini yukarı çekmeye çalıştı, diğer eli otelde ki saldırıdan dolayı morarmış ve ağrırken bütün ağırlığını sağ yanına vererek bedenini güçlükle yerden kaldırdı. Sırtını bir duvar bulana kadar geriye doğru yasladı ve soğuk duvarı ensesinde hissettiğinde on beş dakikalık bu yorucu çaba sonucunda derin bir nefes verip bütün bedenini duvara yasladı.
Nefesleri kesik kesik ve hırıltılıydı, göğsü hızla inip kalkarken kalçasının ve bacaklarının arka kısmının şiddetle ağrıdığını fark etti, gerçi bütün bedeni sızım sızım sızlıyordu. Yaralı elini iç güdüsel bir şekilde göğsüne doğru çekerken sessiz göz yaşları yerini bir hıçkırığa bıraktı, sonrasında ise kendini tutamayarak ağlama krizleri kendini gösterdi. Sağ elini ağzına kapatıp ses çıkarmamaya çalışıyor elini sımsıkı ağzına bastırıyordu ama hıçkırıklar ve göğsünden gelen iç çekişler öylesine sarsıcıydı ki kız kendini durduramıyordu.
Bir süre ağladıktan sonra ve göz yaşları artık akamayacak duruma geldiğinde bir parça sakinledi elini tekrar zemine koyarak sessiz kalmaya ve etrafını dinlemeye çalışıyordu. Yaklaşık yarım saattir uyanmış olmalıydı ve bu sürede pencereden cılız bir güneş ışığı süzülüyordu, etraf sessiz ve soğuktu. Hatta oda öylesine soğuktu ki sanki bütün yaralı yerleri soğuğu bir mıknatıs gibi çekiyor ve kızın ağrılarına bir yenisini daha ekliyordu. Çıplak zeminden yayılan soğuk katlanılmaz bir noktaya geldiğinde elinden ve kolundan aldığı kuvvetle kendini ayağa kalkmaya zorladı. Cılız ışık odayı bir parçada olsa aydınlatmış en azından odanın içindeki eşyaların birer karaltı gibi gözükmesine neden olmuştu. Zorlukla ayağa kalktığında yaralı elini yine istemsizce göğsüne doğru çekti, bütün vücudu zangır zangır titriyordu ama elinin böylesine işlevsiz kalmasına çok üzüldü Elizabeth hatta öylesine üzüldü ki içi korkuyla burkuldu.
Derin bir nefes alıp kafasını salladı şimdi bunları düşünemezdi, şimdi korkularına böylesine esir olamazdı. Nerede olduğunu nasıl gideceğini öğrenmesi gerekiyordu.
Ve o adamın...
Bu nokta da kafasını tekrar salladı, düşünmek istemiyordu. Adamın kendisine ne yaptığını, neden yaptığını, ne istediğini anlamış değildi ama buradan bir önce kurtulacaktı. Buna mecburdu. Öncelikle buranın neresi olduğunu öğrenmeliydi kapıya doğru ağır aksak yürürken içinden kapının kilitli olmaması için dualar ediyordu. Bir yatak, komodin ve yangın çıkışına açılan bir kapıdan başka bir şey olmayan odadan kapıyı açmak için ne bulacağından bile emin değildi kız. Tekrar derin bir nefes çekti gözlerinin kapattı ve elinin altındaki demir kapı topuzunu çevirerek açılmasını bekledi.
Gelen tık sesi sessiz evde yankılanırken Elizabeth durdu ve kapıyı yavaşça araladı. Loş koridora bakarken içeride kimsenin olup olmadığından emin olmak istiyordu. Ses gelmeyince biraz daha açtı ve kafasını uzatarak etrafına bakındı, kimse görünmüyordu ev hala tam oalrak aydınlanmamıştı saati tam kestiremedi ama altı olmamış gibi görünüyordu. Kendini odanın dışına atıp aksayarak koridoru geçtiğinde evi incelemeye başladı. Odasının açıldığı uzun ve dar koridor boyunca üç kapı görünüyordu. Birisi kendisinin çıktığı kapı, diğeri ise karşılıklı duran sarı ve kahverengi kapılardı. İçeride birisinin olup olmadığından emin değildi ve olabildiğince hızla burayı geçti. Koridorun sonunda sağ tarafa açılan daha büyükçe kapı hafif aralıktı kız nefesini tutarak oraya doğru uzandı ve aralık kapıdan içeriye baktı.
İçeri de kimse gözükmüyordu, siyah ve koyu mavi tonlarda ki üç koltuk üstünde dağınık yastıklarla duruyordu. Gün tam olarak ağarmadığı için renkleri anlayamasa da duvarların açık bir renge boyalı olduğu belliydi. Koltukların üstünde sadece yastıklar değil yemek kutuları, bira kutuları ve yerde tam olarak anlayamadığı saydam kalıplar vardı. Kanepelerin yanında duran siyah sehpaların üstü de aynı derece de yemek ve cips artıklarıyla doluydu. Elizabeth içeriye girmeden kafasını geriye doğru çekerek duvardan yardım alıp bir kaç adım daha attı. Salonun içinde olan mutfağa gidip bir bardak su almak istese de içeriye girmemeye karar verdi, buradan bir an önce çıkmak istiyordu.
Ayakkabılarının ayağında olmadığını fark ettiğinde kaşları çatıldı, bunu nasıl olurda fark etmezdi içinden küfür ederken kalp atışları tekrar hızlanmaya başlamıştı, ayakkabıları olmadan buradan nasıl çıkacaktı? Çıkamazdı ki? Hem geldiğinde ayakkabıları olduğuna emindi. Neredeydi şimdi bunlar? Bir ağlama krizine daha yakalanacağını hissederken koridorun sol tarafında dış kapıya yakın duran dolabın yanına gitti korktuğu anda ne kadar beceriksiz ve telaşlı olduğunu biliyordu. Lanet olsun bunu biliyordu ama şu an bunun sırası değildi. O adam ... o adam.. o gelmeden buradan gitmek zorundaydı.
Dolabın ilk çekmecinin açtığında içinde saksı, çiçek tohumları ve çiçek ilaçlarının olduğunu gördü hızla kapatarak diğerine uzandı. Aşağıdakine uzanmak için eğildiğinde kalçası, karnı ve kaburgaları bıçak gibi keskin bir ağrıyla sızladığında dudaklarından bir acı inilti koptu. Berbat bir haldeydi, buradan gitmek zorundaydı, korkuyordu ve ayakkabılarını bulamamak iyice paniklemesine neden oluyordu. Sanki bir anda kapı açılacak ve o adam içeriye girecek gibi hissediyordu bu da korkusunu ve telaşını ikiye katladı. Çekmecelerin hiçbirinde ayakkabısını göremedi, sağlam eliyle yanağındaki yaşları silip zorlukla doğruldu ve etrafına baktı kendini korumak için bir şeyler arıyordu. Sopa, vazo yada benzeri bir şeyler ararken aklına mutfak geldi aksayan adımlarla kendini mutfağa sürüklerken çekmeceleri hızla açıp büyükçe bir bıçağı eline aldı. Kalbi hızla atarken kendini korumak için onu sağ eliyle sımsıkı kavrıyordu. Tekrar etrafına bakınmaya başladı bu sırada korkusu canlı bir insan gibi boğazına sarılıyordu.
Ne yapacaktı?
Neredeydi?
O adam ona ne yapmıştı?
Boğazına... boğazına yaptığı şey...
Tekrar korkunun pençesine saplandığını anladığında kafasını sallayarak kendini teskin ediyordu. Bunu yapmamalıydı, bunu yapmamalıydı çünkü şu an bunun için doğru zaman değildi buradan çıkması gerekiyordu ne olursa olsun buradan gitmeliydi. Dağınık salonun biraz daha aydınlanmasıyla yerlere bakmaya başladı bir terlik bile işini görürdü yeter ki bir an önce evden çıksaydı. Biraz aramanın ardından içi boşalmış saydam kalıpların arasında parmak arası siyah erkek terlikleri gördü, dışarısının en az eksi beş derece olması umurunda bile değildi o terlikleri giyecek ve kendini dışarıya atacaktı.
Hızla kapıya doğru gittiğinde sol kalçasının inanılmaz bir ağrıyla çekildiğini hissediyordu ama durmaya niyeti yoktu hemen dış kapının koluna asıldı. Bir dakikalık müthiş mücadelenin sonunda kapının kilitli olduğunu kabul eden Elizabeth bağırmamak için kendini zor tuttu. Kapıyı kilitlemişti. Lanet adam kızın üzerine kapıyı kilitlemişti. Deli gibi etrafı aramaya başladı, hemen sağında duran siyah komodinin bütün gözlerine baktı, yere eğilip dolabın arkasına, yerdeki siyah halının altına her yere bakıyordu ama anahtarı bulamadı. Çıldırmış bir halde balkona ve evin her yerine bakarak çıkacak bir yer arıyordu ama adam bütün kapıları kilitlemişti, en sonunda yine tekrar dış kapıya gelip anahtarı aramaya devam ederken telaştan eli ayağı birbirine dolanıyordu bıçağı oturduğu zeminin yanına koydu ve dolapları hızla tekrar tekrar aramaya koyuldu. Telaştan eli ayağı biribirine girdiği sırada hemen yanındaki dış kapı gürültüyle açıldı.
Korkudan sıçrayıp çığlık atan kız yerdeki bıçağı alarak hemen kendini geriye doğru attı.
-Hey...
Koyu renk gözleri, kumral saçları olan bir adam kendisine büyükçe bir bıçağı tutmuş çığlık atan kızı görünce hemen bir adım geriledi.
Elizabeth'in bıçağı tutan eli titrerken adamın hemen arkasından iki kişi daha içeriye girdi. Birisi dün gece onu getiren adamdı.
-Bu ne lan?
Konuşan, arkadan gelen siyah saçlı mavi gözlü olandı dünkü adamın yanından ayrılıp kıza doğru döndü. Bir yandan tuhaf bakışlarla kıza bakıyor bir yandan da konuşmaya devam ediyordu.
-Ne oluyor burda?
Kumral saçlı adam çatık kaşlarla kızı getiren kişiye dönüp "Bu kim?" diye sordu. Adam bir elini saçlarına götürüp derince iç çekerken bir yandan da hafifçe gülümsüyordu.
-Size söylemeyi unuttum. Bu yeni arkadaşım bir süre bende kalacak.
Kumral adam kaşlarını daha da çatarak anlamaz bakışlarla bakarken mavi gözlü adam gülerek ona döndü.
-Ne demek arkadaş oğlum. Kadının biri elinde bıçakla çıldırmış ve yarı ölü bir halde bize bıçak çekiyor.
Adam buna cevaben dudakları hafifçe büzüp omuz silkince iki adamı da içeriye ittirip kapıyı kapattı. Kendilerine yaklaştıklarını gören Elizabeth korkuyla bıçağına tutanarak bağırdı.
-Yaklaşmayın... sakın... yaklaşmayın!
Kumral adam kendini geriye çekip ellerini hafifçe yukarı kaldırarak kızdan uzaklaştı, koyu gri renkteki küçük komodinin üzerine oturdu. Mavi gözlü adam kafasını yana çevirerek bir uzaylı görmüş gibi garip bakışlarla kızı izliyordu sonrasında dönüp kumral adama doğru konuştu.
-O bıçakla üçümüzü birden geçip gitmeyi mi planlıyor bu?
Kumral olan ses çıkarmadan derin bir iç çekip kızı buraya getiren adamın mutfaktan çıkmasını bekliyordu. Kızla konuşan adam işaret parmağını kızın alnına doğru uzatıp hafifçe ittirdi bu sırada Elizabeth korkuyla bağırarak sırtı duvara vurana kadar geriye kaçtı.
-Bu kızın ölü olması gerek lan, yaşıyor cidden. Zombilere benziyor şunun haline bak.
Elizabeth elindeki bıçağı dimdik onlara doğru tutmak dışında hiçbir şey yapamıyordu ve korkudan aklını yitirmenin eşiğine gelmişti. Tam elindeki bıçağı onlara doğru sallayacakken öteki adam mutfaktan çıktı ve bıçağı kullanmaya çalışan Elizabeth'in elinden bıçağını aldı. Bıçakla birlikte kolundan tutup ayağa kaldırarak kızla göz göze geldi. Gözlerinde kibirle karışık bir öfke vardı.
-Sakın... bir daha bunu yapma! Sakın !
-Bırak beni! Hemen!
Adam kızın kolunu bıraktığında Elizabeth zorlukla dengesini sağlayabildi.
-Kapıyı aç!
Adam kıza arkasını dönmüştü.
-Kapıyı aç dedim!
Diğer iki adam sinir krizi geçirerek yere yığılıp ölecek gibi gözüken kıza bakıyorlardı, siyah gözlü adamsa hiç oralı olmadan eline telefonunu aldı. Elizabeth ayağını yere vurarak bütün gücüyle arkadan adama çarptı ve kalan son gücüyle ona vurmaya çalıştı. Sol eli tamamen işlevsizdi ama sağ eliyle adama yumruklar atıyor ve onu yere yığmaya çalışıyordu. Tamamen sağlıklı olduğu zaman bile bu adamın canını yakması mümkün değildi, sırt kasları öylesine güçlüydü ki Elizabeth'in eli acımaya başlamıştı bile zaten adam çok vurmasına izin vermeden arkasını döndü ve sinirle kızın iki kolunu birden sımsıkı kavradı. Hala debelenmeye çalışan Elizabeth acıyla burkulan sol kolunun ağrısıyla inleyerek iki büklüm oldu. Bu sırada adam yüzünü yüzüne yaklaştırdı ve kızı sarsmaya başladı.
-Ne halt ettiğini sanıyorsun sen?
Tam bu sırada arkadan gelen kumral adam eliyle adamın kızı tutan kolundan birini yakaladı.
-İkinizde durun ! Ne bok döndüğünü zerre kadar anlamadım ama kızı sarsmaya devam edersen kollarında ölüp gidecek.
Adam bunun üzerine gözlerini hafifçe kısıp iğrenir gibi kıza bakarak ellerini çekti, yere yığılan Elizabeth uyandığından beri ağrıyan kalçasının üzerine sert bir iniş yapmıştı inleyerek gözlerini kapadı. Bir kaç dakika ağrının geçmesini bekledi sonrasında yaşla dolan gözlerini araladığında koridorda yalnız olduğunu gördü. Salondan konuşma sesleri geliyordu, yere yığılan kızın bayıldığını düşünerek salona geçmişlerdi, kendini zorlayarak bir kaç adım süründü ve salon kapısına yaklaştı.
"Tekrar soruyorum kim bu kız?"
Karşı taraftan herhangi bir ses gelmemişti, mavi gözlü adamın o alaycı sesi tekrar duyuldu.
"Kızın tipi neydi lan öyle" Adamın kahkahası sessiz evde çınlarken konuşmaya devam etti. Kumral adam bunun üzerine dönüp sordu. "Sen mi yaptın onu?"
Bir çakmak sesi duyuldu ve sonrasında adam cevap verdi. "Hayır." Tek söylediği buydu ve bu cevap kumral adama yetmemiş olacak ki kafasını sallayarak koltuğa yaslandı ve sağ elini saçlarının arasından geçirdi. Mavi gözlü hala kendi kendine kızın görünüşüyle ilgili konuşuyor ve gülüyordu.
"Zombinin nasıl çıldırıp Chapin'in üstüne atladığını gördün mü? O an gülmekten karnıma kramp girecek sandım."
Elizabeth sırtını duvara yaslarken Chapin* diye mırıldandı. Demek adamın adı buydu, ne büyük bir ironiydi adının aksine adam şeytanın ta kendisiydi.
"Neler oluyor Chapin?" Bu soru üzerine sigarasından derince iç çeken Chapin dumanı üfleyip kumral adama döndü. "Kızla dün gece karşılaştım, İngilizlerin kaldığı otelden kaçıyordu peşinde de adamlar vardı bizde onunla bir anlaşma yaptık. Şimdi kaçmaya çalıştığına bakmayın dün benimle gelmek için ölüyordu. Ya da dur... gelmeseydi ölüyordu. Onun gibi bir şey işte. Hiçbir yere gitmeyecek yani."
"Kıza sen saldırmadın yani?"
"Hayır zaten otelde saldırmışlar herkese oradan sağ çıkan birileri var mı bilmiyorum."
Mavi gözlü adamın sesi duyulduğunda Elizabeth elini dudaklarına götürerek hıçkırmamak için kendini zor tuttu. Demek o otelde herkesi öldürmüşlerdi hemde linç eder gibi döverek. Bu kalbinin acıyla burkulmasına neden oldu kaçmasına yardım eden Alex ölmüş olabilir miydi? Sam de mi ölmüştü? Elini ağzına iyice bastırarak hıçkırmamaya çalıştı içeride ne konuşulduğunu duyması gerekiyordu. Mavi gözlünün sesi duyuldu.
"Ee sen bu hikayenin neresindesin? Kanatsız bir melek gibi kızı eve getirmeye mi karar verdin?" Kumral adamın meraklı ve yargılayıcı ses tonu odada yankılandı. "Hayır boynunda ki yaraları görmedin mi kızın kanını içmiş." Cümlenin sonuna doğru soru işaretine dönen ses tonu üzerinde Chapin'in alaycı gülümsemesi belirdi.
"Kız bir süre benimle kalacak diyelim de konu kapansın." Elizabeth bacaklarını kendine doğru çekti ve yüzü korkuyla çarpıldı. Düşündüğü şey bir kabus ya da halüsinasyon değildi gerçekten... gerçekten adam onun kanını içmişti. Mavi gözlü adamın kahkasıyla karışık ıslık sesi salondan kızın kulaklarını çınlattı.
"Sen hiç uzatmazsın dostum bu da nerden çıktı şimdi?" Adam Chapin'in yanına gelmiş ve omzunu onun omzuna vurmuştu bir yandan da sırıtmaya devam ediyordu. Chapin gülümseyerek sigarasından son nefesini çekti ve izmaritini yanında ki tabağa söndürdü. "Kız da... farklı bir şeyler var tam olarak ne olduğunu anlayamadım."
Bu da ne demekti? Nasıl farklı bir şeyler vardı? Elizabeth oturduğu yerden hızlı nefes alıp verirken eli boynunun sol tarafına kaydı aynaya bakma fırsatı olmamıştı ama orasının tahriş olduğunu ve dokununca ağrıdığını fark etti. Çıldırmak üzereydi, delirmenin eşiğindeydi zorlanarak yerinden kalktı ve duvardan destek alarak az önce çıktığı odaya doğru yürüdü. Ağrıdan ve acıdan bayılmadan kendini orada ki yatağa atmayı planlıyordu.
***
Kaç saat uyuduğuyla ilgili hiçbir fikri yoktu ama uyandığında odanın hala aydınlık olduğunu gördü. Sıkıntıyla sağ tarafına dönerek rahatsız yatakta kımıldandı, ağzının içi tebeşir yutmuş gibi kuru ve acıydı, sol elinin bir parça şiştiğini dehşetle fark etti ve lanet olsun... kalçasında ki ağrı hala onunlaydı. Derin bir nefes alarak yatakta doğruldu odanın kapısının açık olduğunu o an fark etti. Ne olduğunu anlamadan içeriye Chapin girdi.
-Sonunda kalkabildin. Tam dokuz saattir aralıksız yatıyorsun, Jack'in dediği gibi öleceksin sandım.
Elizabeth öfkeyle ve çok yoğun bir nefretle adama bakarken Chapin odada ki sandalyeyi çekip kızın karşısına geçti ve oturdu. Gözleri avına kitlenmiş bir kuzgun gibi kızın üzerindeydi bir süre ikisi de sessizce birbirini izledi, Elizabeth'in boğazı öylesine kuruydu ki istese bile konuşabileceğinden emin değildi. Chapin kızı izlemeyi bırakıp arkasına yaslandığında iç çekip eliyle bacağında ritim tutmaya başladı.
-Sanki bir kaç soru soracak gibisin?
Elizabeth konuşmadan nefret ve tiksintiyle bakmaya devam etti, adamın bacağında tuttuğu ritim sinirlerini iyice bozuyordu. En sonunda kendisi de konuşmaya karar verdi, sesi bir karganın sesi kadar kötü ve taraklı geliyordu.
-Sen... bana.. ne yaptın?
Chapin ritim tutmayı bırakarak ellerini masumum der gibi yukarı kaldırdı.
-Ben bir şey yapmadım bu dayağı otelde yedin. Hatırlamıyor musun? Hele ki o kel adamı seni iyi patakladı doğrusu.
Gülümseyerek kızın karşısında oturan adam oldukça rahat görünüyordu sağ elinin işaret parmağıyla ritimi tekrar yakaladı. Elizabeth kesik bir iç çekişten sonra gözlerini kapadı ve kendinde bu adamla konuşmak için güç aradı.
-Bak benim... benim durumum şu an hiç iyi değil tamam mı lütfen beni bırak. Bırak polise gideyim ya da hastaneye. Bırak gideyim çünkü gerçekten ölmek üzereyim.
Adam kafasını hafifçe iki yana salladı.
-Bence abarttığın kadar bir şeyin yok. Bir kaç zedelenme o kadar sıcak bir duş bütün bunları çözecektir. Sıcak su tamamen müesseseden istediğin gibi kullanabilirsin.
Adamın alaycı tavrı sinirleri iyice bozulmuş Elizabeth'i delirtmekten başka bir işe yaramıyordu, sol kolu şişen kalçasından dolayı oturamayan ve yüzündeki darbelerin ne halde olduğunu bile kestiremeyen kıza gelmiş hiçbir şeyin yok diyordu. Elizabeth çığlık atmamak için kendini zor tuttu.
-Tanrım! Şu halime bak ne diyorsun sen?
Adam kızın bağırarak konuşması üzerine yüzünü buruşturdu ve ritim tutmayı bıraktı. Hafifçe öne doğru eğildi.
-Kural bir: Yüksek sesle konuşmak yasak. Aynı evde yaşayacaksak bazı kurallarımızın olması gerekir değil mi?
-Tanrım! Tanrım! Ne dediğinin farkında mısın? Ne demek aynı evde yaşayacağız? Ben senin gibi ..senin gibi... bir yaratığın yanında kalmam. Bırak beni!
Adam tekrar arkasına yaslandığında oldukça rahatsız görünüyordu kızın bağırmaya devam etmesi canını sıkmışa benziyordu.
-Sürekli aynı şeyleri konuşmayalım yeşil göz. Seninle çok az bir süre konuşacağım bu süreyi böyle saçma konularla geçirmeyelim. Bu oda da kalabilirsin yatağı sevmiş gibisin, senin kullanacağın banyo koridorun sonunda soldaki kapı ve onun karşısında ki siyah kapılı oda da bana ait. Söylüyorum çünkü hiçbir şekilde orayı girmeni istemiyorum. Anlaşıldı mı?
Kızın cevap vermesini beklemeden ayaklandı ve kendi cevapladı.
-Güzel.
Tam kapıya yaklaşmıştı ki durdu ve tekrar kıza döndü. Bir süre kısık gözlerle izledi sanki bir şeyi tartıyor ve düşünüyor gibiydi.
-Bu arada saçlarının bu renginden hoşlanmadım bence siyaha boyamalısın. Hatta...
Cümlenin ortasında durdu ilk defa dişlerini gösterecek kadar sırıttı. Bu gülümseme öylesine korkutucu gözüküyordu ki hiçbir duygu ve ifade taşımıyordu.
-Kesinlikle boyayacaksın. Boyayı senin için alırım.
***
*Chapin: Papaz
Herkese yeniden merhaba =) Biliyorum kızgınsınız bana haklısınız da bir şey diyemiyorum =/ Ama gördüğünüz gibi düzenlemelere başladım bundan sonra gün aşırı düzenlenmiş bir bölüm atacağım, atamazsam da size haber vereceğim. Sizin de anladığınız üzere bölümleri düzenlemekten ziyade en başından yazıyorum yani elbette karakterler ve konu aynı kalıyor ama bütün bölümü en baştan yazıyorum.Tahminime göre özellikle ilk on bölümü bu şekilde en baştan yazacağım çünkü ilk halinde içime sinmeyen biraz amatörce yazım tarzı vardı. Şimdi size iki sorum var lütfen cevap yazın olur mu? =)
1. Bu şekilde versiyonu iyi mi yoksa ilk halinden biraz daha mı bırakmalıyım? Yani düzenlenmiş bölümleri beğeniyor musunuz? Ona göre bende yazım şeklimi değiştirebilirim =)
2.si de ya ben bu hikayeyi ilk yazdığımda yıl 2011'di. Çağatay da Adını Feriha Koydum dizisinde çöpçü kızın peşinde koşan bir tipti =D ilk Chapin olarak koyduğumda en az yüz kişi istememişti ama devam etmiştik Chapin diye şimdi adamın ilk Türk vampir dizisinde başrol olması =D Bu konuda ne diyeceğinizi gerçekten merak ediyorum =D
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top