7.6
Bölüm Şarkısı - Long Long Time Ago..
Multimedya, Mary Jane Collins..
' İşte şimdi kalbin ellerimde.. '
Onun, ışığı sönmüş gözlerinin içine bakarken söylediği son sözleriydi. Kafasında çınlanan son yankı. Kendi mırıldanmalarına gözlerini açarken aslında uyumuyordu. O sadece kendini kapatmıştı; çekeceği acıya, duyacağı nefrete ve vicdanının azabına karşı kendini savunmaya almıştı. Sanki bir buz kütlesinin içinde bin yıldır uyuyor gibiydi, öylesine yabancıydı kendine.
Saatlerdir dış dünyaya kapalı olan bilinci henüz yerine geliyordu. Gözlerinin önüne inen sansür, etrafını görmesini zorlaştırıyordu. Bıçak kadar keskin olan duyuları, ince bir ip gibi kopmaya meyilliydi. Yüzünü tokatlayan rüzgar, onu kendine getirmeye çalışıyordu. Gücüyle kayaları aşındıran dalgalar gölü aşıp, üstüne yürüyordu. Islanmıştı, üşüyordu. Yatağında olmadığı kesindi, en azından bir balığa dönüşmediyse..
Demiri bükmek kadar zordu kitlenen çenesini açmak. Baştan aşağı titreyen vücudundaki hiçbir uzva sözünü geçiremiyordu. Ağladığı her halinden belli olan gözleri şişmiş, yanağına yol yapan göz yaşları, çenesinin altında birikmişti.
' Uyan Mary Jane, uyan lanetin kızı. Gözlerindeki perdeyi arala. Bırak karanlık seni bulsun, bırak güç seninle olsun.. '
Uyanan kendisi değildi, o böylesi sinsi uyanamazdı. İçi sıkılıyordu, yüreği büklüm büklüm olmuştu. Buna rağmen bastıramadığı kadar çok güçlü hissetmesi tuhaftı. Sanki yenilenmişti; kanı daha hızlı akıyor, bedeni daha canlı görünüyordu. Hücreleri kıpırdanıyor, heyecan istiyor, daha fazlası için aranıyordu. Evet, kesinlikle uyanan kendisi değildi; uyanan içindeki düşmanın ta kendisiydi..
' Uyanışımız kutlu olsun! '
Bu sesi hiç sevmemişti; hırıltılı ve soğuk.. Kafasının içinde dönüp dolaşan sesler susmuyordu. Çünkü içten içe biliyordu, çıkan sesin haykırdığı her düşünce kendisine aitti. Aklı ikiye bölünmüştü, tıpkı kalbi gibi bir yanı karanlık diğer yanı aydınlık. Hangisine kulak asmalıydı? Dahası hangi yanı haklıydı? Haklı olmanın, dürüst davranmanın herzaman mutluluğa götürmediği aşikardı. Yanlışın açtığı aydınlık da ancak iğne ucu kadardı. İyi ama o çok istediği özgürlüğe nasıl kavuşacaktı?
Hakikat bir bakış yakınlığında, ellerinin arasındaydı. Avuç içine dolan birikintiye baktı, rengi kırmızıydı ve yapışkandı. Yükünün ağırlığını hissedercesine diğer avcuna baktı, orada bir hayat vardı. En sevdiğinin, ilk sevdiğinin hayatı ellerindeydi. Sonsuza kadar..
İki Gün Önce..
' Seni görmek istiyorum.. '
Bulmacasını çözerken yudumladığı kahvesini soğutmamaya özen gösteriyordu. Ahşap mutfak masanını titreten telefonu, bu gün iki kalp arasında köprü görevindeydi. Telefonuyla birlikte bedeninin de titremesinin sebebi belliydi. William Clark, onu görmek istiyordu. Uzun zamandır kendini böyle hissetmemişti. Biri yardımına ihtiyacı olduğu için onu görmek istemiyordu. Bir seans için de çağırılmıyordu. Ona işi de düşmemişti, başını belaya da sokmamıştı. Mary Jane Collins, bugün biri onu görmek istediği hazırlanacaktı. Elindeki telefonu kaç dakikadır tuttuğunu bilmiyordu, tıpkı kaç dakikadır gülümsediğini bilmemesi gibi.
Buluşma teklifini kabul eden genç kız, Will'i arabasıyla bardan alacaktı. Telefonu masaya geri bıraktı ve Sarah'ın terapiye gitmek için kalktığı sandalyeye bacaklarını uzattı. Kahvaltı masasını toplayan Bayan Ops'a kahve fincanını uzatarak birazdan çıkacağını haber verdi. Onun için hazırlanmak zor olmayacaktı. Çünkü zaten William, onun her halini biliyor ve seviyordu. Kapıdan çıkarken ona koltuktan bakan Dobby'e hoşçakal diyen genç kız, Jack'in barının yolunu tuttu. Geldiğini genç adama haber verirken, dikiz aynasından barın arka kapısını gözetliyordu. Toprak tonlarındaki rujunu zaten solgun gözüken dudaklarına dokundurup, yüzük parmağıyla dağıttı. Özensiz olmamalıydı ama aynı zamanda doğal gözükmeliydi. Sonunda arabaya doğru hızlı adımlarla yürüyen Will, kapıyı açtı ve bir gülümsemeyle yerine oturdu.
Will, ' Bunun bir randevu olduğunu düşünürsek, benim seni almam gerekmez miydi? '
MJ, ' Sanırım bir süre daha direksiyon benim ellerimde olacak. '
Radyoyu açtı, çalan şarkıya içtenlikle eşlik ederken yalnız olmadığını hatırlayarak mırıldanmaya geçti. Şarkının nakarat kısmını beraber söylediklerini fark ettiği an, sesini eski tonuna yükseltti.
Will, ' Bir ara düet yapmalıyız. '
Çalan şarkının sesiyle Will'in sözü havada kalırken o, kaçamak bir bakışla karşılık vermekle yetinmişti. Trafiğin az olduğu ara sokağa woswosunu emanet eden MJ, çaprazında kalan butik kafeye doğru döndü.
MJ, ' İşte, geldik.. '
Arabadan inen William, geçen sefer uçurumun kenarında olduklarını hatırlayınca bu şirin kafenin içinde uyandırdığı huzurla sarsılmıştı. İçeri girdiklerinde masaları silen garson kız, burada yalnız başına görmeye alıştığı genç kızı yanında hayli hoş bir genç adamla birlikte görünce, meraklı bakışlarını üzerine saldığı çifte uzun süre bakakaldı. Buraya geldiğinde ona kendisini özel hissettiren kahveden sipariş eden genç kız gibi onu ikinci kez tanıma fırsatı bulan genç adam da aynı siparişi onayladı.
MJ, ' Michigan'a taşındığımdan beri burası benim ikinci evim gibi birşey oldu. '
Will, ' Evet, geçen sefer ki buluşmamızı düşünürsek aslında beni bir mağaraya götüreceğini düşünmüştüm.. '
Kahkaları kalplerinden gelirken, gözlerinde birbirlerinin suretleri oluşmuştu. Aynı dakikalarda siparişleri gelen çift, bir çocuk gibi başlarını öne eğmişti.
Will, ' Kahve.. biraz acı, sert ve damağımda ki tadı her zaman kalacak. Tıpkı senin gibi. '
Gözüne düşen saçı kulağının arkasına atan MJ, beklenmedik bir soruyla cevap verdi.
MJ, ' Ruhlara inanır mısın? '
Genç adam duraksadı, başını kaldırıp çakır gözlerini kıstı.
Will, ' Sana inanıyorum, yetmez mi? '
Will'in hiç düşünmeden verdiği cevap, genç kızı tatmin etmemişti. Karşısında oturduğu geçmişten gelen yabancı, kendisiyle ilgili hiçbir şey bilmiyordu. Sabah kahvaltısından hoşlanmamasından, güne kahveyle uyanmasından hatta yaptığı işe kadar hiçbir fikri yoktu. Onun ceketinin cebindeki sigara paketini gören genç adam, kendileri hakkında konuşmanın zamanının geldiğini düşünüyordu. Paketi işaret ederek söze girdi.
' Ben yokken sigaraya başladığını farkettim. '
MJ, ' Sen yokken ben de birçok şeyi farkettim Will. '
Will, ' Ne gibi? '
Kahvesini yudumladı, sesi titriyordu.
MJ, ' Yetimhaneden çıktığım gün, elimde bavulumla Sao Solito'nun yolunu tutmuştum. Tek hayalim seni görüp ' ben geldim ' demekti. Son durağım olacağını düşünmüştüm, yorgun olduğum son gün. Kapının önünde seni gördüm, yalnız değildin. Bir kızı öpüyordun, oldukça mutluydun. Hakkında vardı hani hep beni mi düşünecektin? Senin hayatının çoktan yola girdiğini, beni unuttuğunu o gün farkettim. Sensizliği ilk kez o gün kabullendim. Yine o gün, senin karşına asla çıkmayacağıma dair kendime söz verdim. Bir daha asla Sao Solito'ya dönmemek üzere.. '
Ellerini masanın üzerinde birleştirdi, genç adamdan bir açıklama beklercesine yüzüne baktı. Zihninde geçmişin sayfalarını karıştıran William ise o günü hatırlamaya çalışıyordu.
Will, ' Ben.. hatırlamıyorum. Senden sonra çok şey oldu Jane, çok zor şeyler. Bir süre seni aradım, gerçekten aradım. Ancak izini bulamadım ve bir süre sonra senin de beni unuttuğunu düşünüp, pes ettim. Seni unutmaya çalıştım ama yapamadım. Şimdi anlıyorum ama sensizliği kabullenmek büyük ahmaklıktı. '
William'ın ağzından çıkan her söz genç kız için yeterliydi. Onun samimiyetine güveniyor, sevgisine inanıyordu.
MJ, ' Seni suçlamıyorum. Hayatına bir şekilde devam etmeliydin ve- '
MJ, genç adama onu asla unutmadığını söyleyememişti. Önlerindeki boş kahve fincanlarını toplayan garson kız, kestiği sözün öneminin farkında değildi. Devamını getiremediği sohbeti düşünmek istemiyordu. O, geçmişte yaşadığı acıları konuşmak veya sonunu bilmediği geleceği hakkında plan yapmak istemiyordu. Genç kızın tek umrunda olan şey; şuan Will'le birlikte geçirdiği zamandı. Kalbi durana, nefesi kesilene kadar olan zaman..
Şimdi..
Karanlık.. Hissettiği tek şey uçsuz bucaksız koca bir karanlıktı. Kanının her bir damlasında dolaşan, nefes alıp verirken soluk borusuna yapışan.. Siyah bir bulutun üstündeydi sanki. Ve ardında bıraktığı gökyüzüne hakimiyet kurmuş gibiydi. Bedeni onu terketmişken geriye kalan zihni de henüz kapalıydı. Tarif edilemeyen duygular yaşadığı belliydi. Fakat bunlar hiç de masumane duygular değildi. Daha önce hiç bu kadar dorukta hissetmemişti. Nefes alıp verişi düzelmeye başlamıştı. Ağzına kadar dolan karanlık, her nefesinde birer birer azalıyordu. Bugün günlerden neydi, saat kaçtı ya da şuan neredeydi bilmiyordu. İçindeki potansiyali hissettiğinden beri ölü gibiydi. Belki de gerçekten ölmüştü ve şuan sorgulanmak için cehennemin kapısında bekliyordu. Ölmek her zaman daha kolaydı onun için, eğer yaşamaktan bahsediyorsak.. Oysa ölüler de diriydi; bazen sevdiklerinin akıllarına gelerek bazen de mezar taşlarının altında kimsenin duyamayacağı çığlıkları atarak hayata tutunmaya çalışırlardı. Hayatında birçok kez ölüye, diriye ve hatta arafta kalanlara rastlamıştı. Fakat şuan söz konusu kendisi olduğundan yaşayan bir ölüden farkı yoktu.
Aklı başında değildi, elinde duran organın ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Çok fazla ses vardı ve herşey sarsıntı içinde gözlerinin etrafında dönüyordu. Parmaklarını sıktı ancak canı, felaket derecede acıyordu. Altın sarısı parlayan kum tanelerinin üzerini bulayan kan, pıhtılaşmıştı. Parmakları kırılmış olabilirdi ama canı bundan fazlasına yanıyordu. Kalp atışı oldukça yavaştı, nabzı neredeyse duracaktı. İşlediği günahın bedeli şimdilerde ondan çıkıyor olmalıydı. Sanki hayatı makinaya bağlıydı ve o, kendi fişini kendi elleriyle çekiyordu.
' Kabul et, yaptığımız şey muazzamdı ve bundan zevk aldık! '
Gözlerini kırpıştırıyor, kafasını sallayarak kendine gelmeye çalışıyordu. Şuursuzluğunu pek çok defa gördüğü kabuslardan birinin içinde olduğu ihtimaline yoruyordu. Çünkü başka türlü akan bu kadar kanla ölmüş olması gerekliydi. Elini yüzüne götürdü, kanlı parmak izleri yüzünü sıvamıştı. Köpüren dalgalar, kayalıkların bağrından kopardığı yosunları ayaklarının dibine taşıyordu. Etrafta dönen martıların sesi kesilmiş, gök boşalmıştı. Sanki beyaza dair herşey kaybolup gidiyordu. Gözünün seçebildiği kadarı gri gösteriyordu. Renklerde anlamını yitirmişti, tıpkı diğer herşey gibi..
Gözlerini kapattı, sıkı sıkıya yumduğu göz kapaklarının arkasına sığınıyordu. Gözleri kapalı kaldığı süre boyunca güvende kalacağını biliyordu. Birazdan bir toz bulutu onu alıp götürecek ve prenses yattığı uykudan uyanacaktı, güzel günlere..
Peşinden gelen seslere gözlerini araladı, hala aynı yerde aynı acıyla başbaşaydı. Şimdiye dek her tonda duyduğu adı, hep bir ağızdan çıkarken farklıydı; tıpkı bir felaket senaryosu tadında, korku dolu, coşku içinde ve gürültülü. Kalın, yumuşak, tiz ve serin tonlar kargaşa halinde birbiriyle çakışırken, harflerin doğurduğu o isim kendisine aitti.
' MJ! '
' Onu buldum, buraya gelin! '
Arkasında yaşanan hareketlilik başını döndürmüştü. Elinden kurtulan kalp, yuvarlanarak yere kapaklandı. Korkuyla yerinden sıçradı, sanki göğsünden kalbi çalınmıştı. Gözleri, adım adım gerçeğe doğru sürüklenen organla birlikte değdiği yerde kalakalmıştı. Çünkü birkaç metre ötesinde bir beden yatıyordu.
' Aman Tanrım! William.. O-ona ne olmuş?! '
Gökyüzü taşıyamayacağı kadar çok kargaya kucak açmıştı. Öyle ki gün ışığını kapatan kuşlar, sahile gölge olup çökmüştü. Zaman durmuş gibiydi, hayat cansızlaşan saç gibi kırılıp, kopabilirdi o an. Başının etrafında koşturan herkes ağırlaşıp, sakinlemişti. Çünkü ölüm, hepsinin üzerine çökmüştü..
' Ölmüş mü?! Söylesene, ölmüş mü?! '
Karga sürüsü etrafını çevrelediği kalbi gaga darbeleriyle delerken, sıçrattıkları kanlar kiminin ayakkabısına, kiminin pantolonuna bulaşmıştı. O an, William'a geç kaldıklarını anlamışlardı. Cesedin yanında donup kalan Sarah, dizlerinin üstüne çökmüş, Jack'e sarılarak dayanmaya çalışıyordu.
Onu omuzlarından tutup silken Aria'yı duyuyor fakat algılayamıyordu. Bedeni aniden sarılmış kollar arasında kalırken, onu sarmalayan kişinin enerjisini üzerinde hissetti. Daha önce bir kez daha kendini bıraktığı kolların sahibi Nate'di.
' Bir daha asla kaybolmana izin vermeyeceğim, asla! '
Kollarına dokundu, gözlerinin içine odaklanmıştı.
' Nate.. Neredeyim ben? '
Ellerindeki kan, genç adamın üzerine bulaşmıştı. Olanları anlamakta güçlük çeken MJ, ellerine baktı. Tırnakları kırılmıştı ve sağ elini oynatamıyordu. Başı çok kalabalıktı; kendini inceliyor, yarasını bulmaya çalışıyordu. Çırpınan kargaların ürpertici sesleri beynini tırmalıyordu. Kafasını eğip baktı, Sarah ağlıyordu. Yasın olduğu tarafa doğru kendini sürüklerken, onu ceketinden tanıdı.
' Will.. '
Kendini yerden kaldırışı herkesi şaşırtmıştı. Deli gücü takındığı bedeniyle kendini William'ın cesedi üzerine bıraktı. Yüzükoyun kapaklandığı genç adama sarılarak ağlayan MJ, ona ne yaptığını hatırlayamıyordu. Bedeni kaskatı kesilen William'ın tırnakları morarmış, griye dönen teni matlaşmıştı. Akıttığı her gözyaşı, yüzünü damgalayan kana karışıyordu. Kafasını dayadığı göğse sıkıca sarılırken açtığı derin çukurda atması gereken kalbin yokluğuyla yüzleşti. Başını kaldırıp, buz kesen bakışlarını karga sürüsüne doğru çevirdi. Bunu yapmaya hakları yoktu, sinirle doğrulup dizleri üstünde emeklemeye başladı. O hala yaşayabilirdi; tek sorunu kaybolan kalbin yerine yeniden takılıp, atmasını beklemekti. Kuma kazıdığı tırnakları izini yol yapmıştı. Güçlükle taşıdığı gövdesini sürünün arasına bıraktı. Onunla birlikte korkup göğe uçuştu kargalar; korktukları genç kız değildi elbette, içinde taşıdığı düşmandı onları korkutan. İçlerinde biri vardı ki en cabbarı ve iri olanı; tek gözü oyuk, bir parmağı kayıptı. Dalga geçer gibi ayağının altında oynadığı kalbi didikliyordu. Onun öfke dolu iniltilerini duyan karga, pençesinin arasında duran kalbi çekiştirmeyi bırakarak genç kıza baktı. Belki konuşma yetisi bahşedilmemişti ama bakışı ve hareketleri genç kızın için çok şey ifade edebilirdi. karga, bakışlarını onun üzerinden bir an için bile çekmezken sanki bir tanıdık edasıyla gözlerini çevirdi.
' O, benim! '
Çığlık çığlığa üzerine atlamaya çalıştığı karga, pençesine taktığı kalple birlikte oradan uçarak gözden kayboldu. Acıyla karışan öfkeye yenik düşüyordu. Boş kalan avcunu sıkarak eline dolan kum tanelerini ezerken, ağzında tutamadığı salyaları adeta köpürüyordu. Geri döndü, William'ın yanına kimseyi yaklaştırmıyordu. Kafası karışıktı, son şansı da elinden kaçırdığını düşünerek paniğe kapıldı. Belki kalbi alabilseydi tekrar hayata döndürebilirdi onu. Büyüyle ruhunu bedeninden çıkarıp yaşamına son verebilirdi. Böylesi herkes için daha kolay olacaktı fakat bildiği herşey aklı gibi karışmıştı. Uzun yıllar kendine dost diye görüp, kardeş diye bildiği insanlar, şimdi onu William'dan ayırmaya çalışıyordu. Buna asla izin vermezdi, ne pahasına olursa olsun ondan ayrılmayacaktı.
Cansız bedeni buz kesen genç adamın artık demirden bir farkı yoktu. Kimse onları görmeden önce ortalığı toparlamak zorundaydılar. Fazla zamanları olmadığınu düşünen Nate, kollarından tuttuğu genç kızı kaldırmaya çalıştı. Ona direnen MJ, bir kez daha William'ı bırakmayacaktı; ya ölecek ya savaşacaktı. Çırpınışlarını görmeye daha fazla dayanamayan Aria, harekete geçerek genç kızın yanına oturdu. Onu ikna edemeyeceğini biliyordu bu yüzden Sarah'la anlaşarak oyaladığı MJ'in boşluğundan yararlanıp, birlikte yaka paça tuttukları gibi cesedin başından kaldırmayı zor da olsa başardılar. Onlar, genç kızı arabaya doğru götürmeye çalışırken Nate ve Jack bir parça örtüyle William'ın üzerini kapatıyordu.
' Bu yaptıklarınızı hepinize ödeteceğim! Duydunuz mu beni?! Ölmek için yalvaracaksınız! '
Damarlarında dolaşan kötü kan, onu esir tutmaya kararlıydı. Söylediği her kelime için kendine geldiğinde pişmanlığını yaşamayacağı tek bir gün olmayacaktı. Ona ve nefret dolu söylemlerine kulak asmayan ikili, taşımakta zorlandıkları genç kızı düşürmemek için çabalıyordu. Kendini bıraktığı kollarda, ayakları yerde sürtünürken geride bıraktıklarına bakmak istedi. Hiç yaşamamış, hiç tanımamış gibi apar topar topladıkları cesete her dokunduklarında, çığlıkları katlanarak artıyordu. Bünyesi direnmeyi bırakmış, sesi kısılmaya başlamıştı. Yer, gökle yer değiştirmişti. Etrafında dönen siyah cisimler midesini bulandırıyordu. Son kez ona bakmak istedi çünkü bir daha bu şansa sahip olmayacağını biliyordu.
Cansız bedeni kaldırılırken midesinin üstünde duran kolu, yere düştü. Bunu gören genç kız, ona yetişmek istercesine ellerini uzattı. Mesafeleri aşamayacağı kadar çoktu, gücü tükenmişti. Gözleri karardı, sinirleri boşalmıştı. Yere yığılmadan önce gördüğü son şey; ölümüyle gözleri açık kalan ilk aşkının, demirden soğuk bakışlarıydı..
Selam! Dehşet bir bölümün daha sonuna geldik! Çok şaşırdınız değil mi? Evet, ben de en az sizler kadar şaşkınım. Yani kim derdi ki MJ birinin hatta ilk aşkının katili olacak diye.. İkinci kehanet işte tam da bu bölümde yaşananlardan bahsetmiyor muydu zaten? Yedinci Sezon'u da acısıyla hatta fazlasıyla günahıyla bitirmiş olduk bu bölümle. Sekizinci Sezon'da giderek dibe doğru çekilen kahramanlarımız ve onların hızla sürüklenen hayatlarını siz de merak ediorsanızzzz.... PEM'le kalın. PembeGüllüYazar.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top