7.5

Multimedya, Nate Blood vs William Clark..

Gözlerini alan kış güneşine karşı koymak için taktığı güneş gözlükleriyle görüş açısını temizledi. Hava soğuk olmasına rağmen tepedeki yerini bulutlara kaptırmayan güneş, şehri yalandan da olsa ışığıyla aydınlatmaya devam ediyordu. Dikiz aynasına bakan genç adam eliyle taradığı saçını düzeltti ve torpido gözünden çıkardığı parfümü üzerine boşalttı. Kokulara karşı olan zaafı yüzünden evinde olduğu kadar arabalarında da kimi boş kimi dolu parfüm şişelerini görmek mümkündü.

Gece hayatındaki eğlenceli kişiliği göz önünde bulundurulduğunda iş hayatındaki nemrutluğu kabul edilemeyecek katılıktaydı. Oldukça hareketli bir yaşantıya sahip olmasına rağmen hiçbir ortamdan geri kalmayan genç adam son zamanlarda ki çalışkanlığını Bay Blood'a borçlu olmalıydı. Soyundan gelen çalışkanlık ve disiplin kanına karışmakta diretse de tutulduğu göz hapsi onun, kendini mecbur hissetmesine sebep oluyordu. Dışarıdan bakıldığında lüks içinde yaşadığı hayatı ve gösterişli oyuncaklarıyla oldukça mutlu görünen genç adam, arkasını her döndüğünde önünde biten duvara tosluyordu. Onun tıpkı ataları gibi aynı soyismi taşıması onlara benzeyeceği ve onlar kadar güçlü olacağı anlamına gelmiyordu. Ünlü bir marka olan Blood soyismi, taşıması kolay olmayan yüktü ve herkes aynı yükün altına girmemeliydi; tıpkı Nate gibi..

Çocukluğundan beri süregelen alışkanlıklarından kopmak onun için viskiyi bıraktığı yola, sodayla devam etmek gibi birşeydi ve girdiği bu yolda ayık kafayla o düz çizginin üzerinden geçmek için böbürlendiği zenginlik, ne yazıkki para etmeyecekti. Yakın bir zamanda Michigan' da olan iki otelin sorumluluğunu üstlenmesi için Bay Blood'un bizzat talimat verdiği genç adam, gece başladığı içkiye gün ortalarında ara verip, toparlanmak için sıvı tüketimine kahveyle devam ediyordu. Kafasının yerinde olduğu zamanlarda onu nasıl bir geleceğin beklediğinden emin, bir gün tüm servetin anahtar teslimine kadar ona öğretileni yapmakla yükümlüydü.

Doğarken onu nasıl bir dünyanın beklediğini bilmediği gibi ailesinin ve içinde yaşayacağı hayatın da ona neler getireceğinden habersizdi. Zengin olmayı kendisi seçmemişti; ayağına kadar hizmet görmek çoğu zaman işine gelse de bazen o bile sahibi olduğu servetin getirileri arasında boğuluyordu. Sahte arkadaşlıklar, zorunlu kokteyller, sözde bağış geceleri.. Herşey oyun, herkes oyuncudu; üstelik işlerinde oldukça profesyonel ve düzenbazlardı. Ayağı takılıp düştüğünde yanında olan tüm dostlarının üstünde tepineceğini; hizmetinde olan tüm çalışanlarının, yem oluşunu zevkle izleyeceğini biliyordu. Bu yüzden tökezlemek gibi bir lükse sahip değildi.

Sahip olmadığı yegane şeylerden birkaçı olan samimiyet, dostluk ve aşkı içinde barındıran ' insani duygular ' dı. Herşeyi satın alan ve her kapıyı açan servetinin erişemediği tek değerdi, samimiyet. Çünkü yalan ne zaman şansını denese, gerçek gün gibi akıtıyordu makyajını. Bu yüzden onu olduğu gibi seven ve günahlarıyla kabullenen insanların yanında olmalıydı, sahtelikten uzakta..

On sekiz yaşından beri içine itilmeye çalışılan iş hayatı ne yazık ki onun üzerinde eğreti duruyordu. Aynaya baktığında gördüğü sıkıcı bir iş adamından başka biri değildi. Damarlarında dolaşan kan asaletten ziyade daha çok serseriydi; sıcak, deli dolu ve munzur.. Onun şanssızlığı büyük serveti omuzlayacak tek varis olmaktı. Ailede tek çocuk olmanın getirdiği fırsatlar kadar iyi olmayan şeyler de vardı; o aileyi gelecekte temsil eden tek ve biricik oğlan çocuğu olmak gibi. Blood soyismi ona emanet edilecek, çoğalarak devamlılığını sürdürecekti. Aklının tam olarak yerinde olmadığı ergenlik zamanlarında ona bahşedilen nimetler gözünü boyadıkça daha fazlasını istemiş ve hayatı olduğundan daha fazla yaşamıştı. Yaşından çok olgunlaşan düşünceleri, beynini kemirdiğindeyse özgürlük istemiş ancak istediği özgürlük zincire vurulup, kısıtlanmıştı. Ellerinin arasında sandığı hayatı, ona daha iyi bit gelecek sunmak üzere babası tarafından alınmıştı.

Bay Blood'un oğlu olması dışında, yakın asistanından bir farkı yoktu. İlişkileri baba oğuldan öte patron çalışan hukukunda, seviyeli ve soğuktu. Bay Blood, babası tarafından nasıl yetiştirildiyse oğlunu da aynı yöntemlerle büyütüp, öğretmişti. Kendince oğluna karşı olan sevgisini göstermeye çalışsa da genç adam hiçbir zaman öyle hissetmemişti. Ezelden beri aralarında olan tutukluk nedeniyle bir arada yaşamayı bıraktığı ailesiyle mümkün oldukça yüzeysel görüşmekten yanaydı. Aksi takdirde attığı adımla tenine işleyen soğuk aile toplantılarından payını alarak yakışıklı bir buz kütlesine dönüşebilirdi.

Uzun bir süredir buradaki evinde tek başına yaşayan genç adam, ayda bir toplandıkları akşam yemeği için ailesinin yanına Londra'ya zorunlu seyahatler yapıyordu. Tüm haftasonunu geçirdiği Londra'ya günün ilk ışıklarıyla birlikte veda etse de bir ayağı hep bu şehre bağlıydı. Zincire vurulmuş gibi tutsak kalmaktan, zorunluluklardan, mecburi taşıdığı sorumluluklardan bıkmıştı. Fakat ne yaparsa yapsın asla kaçamayacağı tutsaklıktan ancak kafasını çevirerek uzaklaşabiliyordu. Nefes almalıydı; gücünü toplarlamalı ve kaldığı yerden decam etmeliydi hayata. Çünkü bakışlarını tekrar çevirdiğinde burun buruna geldiği katı kuralları birgün tek hamlede yıkabilmesi için gerekliydi bu duraksama.

Çok az yerde bulduğu huzuru bazen Jack'in barında içine düştüğü şişelerde bazense sonu ender kavgasız biten Collins kadın kuşaklarının birinde buluyordu. Kendine iyi gelen neresiyse ve kimse, orada mola veriyordu. Üzerine üniforma gibi yapışan kimi klasik kimi spor takım elbiseleri içinde oldukça iyi görünüyordu. Gömleğinin ütüsü asla bozulmamalı, ayakkabıları hep boyalı olmalıydı. Aksesuar olarak kullandığı kol düğmeleri en az taktığı saatler kadar pahalıydı.

Geniş bir vizyona sahip olmasının dışında yaptığı seçimlerde de oldukça zevkliydi. Aynı bakış açısını etkilemeye çalıştığı genç kız üzerinde kullanmasına rağmen ilk seferinde anlamıştı; söz konusu olan Collins kadınıysa, ona normal davranma.. Kimse birbirinin aynı olamazdı, aynı bakamazdı ve aynı düşünemezdi ancak ' farklı ' olabilirdi. İlişkilerinde; iyiyi, kötüyü hatta çirkini bile görmüştü. En azından hepsini yaşayacak kadar şansa sahip olmuştu. Ancak onun gibisiyle ilk kez karşılaşmıştı. Yeteri kadar zengin sandığı sosyal çevresinde tüm normalliklerin dışında hayatın anormal halini ona yaşatan genç kıza herşeyden önce hayrandı. Onu tanıdıkça kendi hayatının aslında ne kadar sıradan olduğunu anlamıştı. Bir amaç uğruna yaşamanın ne demek olduğunu ondan gördükçe öğrenmiş, öğrendikçe benimsemişti. Çünkü görünmeyenlerin varlığı onu, görünenlerden çok daha fazla cezbetmişti. Her iki alemi de yanında gezdiren genç kız, taşıdığı hayatların enerjisiyle kendini, onun gözünde baştan aşağı farklı kılıyordu. Duyduğu aşk dışında Mary Jane'e karşı hissettiklerini hiçbir hayatta açıklayamazdı. Genç kızın iç çekişlerinin derinliği, aydınlıktayken bile kendini ele veren karanlık enerjisi, nefesinin serinliği, bakışlarındaki buğunun arkasında kalan ürkekliği ve onu ötekileştiren ne varsa herşeyiyle birlikte sadece kendisine özel olmasını istiyordu. Keşfedilmeyeni keşfedip, gizemi çözecekti. En azından umudu o yöndeydi.

Duygularını limitsiz yaşamayı seviyordu; hiçbir hudut çizilmeden içindeki coşkuyu patlatmalıydı. Çünkü zincire vurulmayan tek şey göğsünün altında atan kalbi ve kafasının içinde döndürdüğü hür düşünceleri barındıran beyniydi. Tam yirmi altı senedir kan pompalayan kalbi sadece altı senedir organ olmaktan çıkıp dile gelmişti; şevkle, aşkla..

Kadınlara karşı kullandığı kıvrak zekası en büyük silahıyken, attığı hiçbir merminin genç kızda bir sıyrık bile açmayışının sebebi, namluyu aslında kendi kalbine tutmuş olmasıydı. Onun karşısında gözlerinin içine bakmak yeteri kadar kalbini yoruyordu zaten. Hele mimikleri, bağımsızlığını kazanan sömürgelerin özgürlük karşısında tutuk ve şaşkın halleri gibiydi; ya tutsaklık geri gelirse? Hal böyleyken genç adamdan aklını kullanabilmesi beklenemezdi. Eğer işin içine aşk giriyorsa ne aklı kâr etmişti ne de mantığı, sonunda kazanan hep deli gibi atan kalbi oluyordu. Çünkü ona göre kalp konuştuğunda sağır bir adam duyabilir, dilsiz bir kadın şarkı söyleyebilirdi.

***

Öğle vaktini şirkette yediği sıkıntı sandviçleriyle geçiştirmek istememişti. Uzun süre aynı mekanda isteği dışında vakit kaybetmek bünyesine yeteri kadar ağır geliyordu. Bu monoton gidişata şimdilik ayak uydurması gerektiğinin farkında olsa da olaylara kendi usulünce ayar çekmekte sakınca görmüyordu. Şehir merkezinin yakınlarında açılan lüks italyan restoranının adını sıklıkla duymasına rağmen ilk defa tecrübe edecek olmasının kuru merakı içindeydi. Şehirdeki gece mekanlarının neredeyse hepsinin yerini avcunun içi gibi bilen genç adamın tecrübesi, günün aydınlık saatlerini kapsamıyordu. Genelde gündüzleri otelde ya da sabaha karşı geldiği evinde uyuyarak geçirse de uyku saatlerini fazla uzun tutmayarak düzensiz hayatını daha da zora sokmak istemiyordu. Kafasının içi kadar yoğun olan trafiğe takılmak yerine yolunu uzatıp, gideceği yere birkaç dakika geç kalmayı göze alarak orman yolunu kullandı. Güneş çıktığı hızla geri çekilip, ortalıktan kaybolmuştu. Birbirini kovalayan bulutlar gargaşa halinde çarpışıyordu. Gözlüklerini çıkarıp kenara bırakan genç adam, gök gürültüsüyle müjdelenen yağmurun birazdan döküleceğini anlamıştı.

Çok geçmeden çiselemeye başlayan yağmurla, arabanın camını açtı. Daha önce pek çok defa kullandığı orman yolunu onun gözünde güzel kılan tek anlardan birini yaşamak üzereydi. Hızını düşürdü, müziğin sesini açtı ve havayı genzine kadar çekti. Yağmurun ıslattığı çam ağaçlarından yükselen fresh koku adeta ciğerlerini ürpertiyordu. Camın ötesinden çıkardığı başını göğe doğru dikti, kara bulutlar tam üzerindeydi. Eğer Tanrı tarafından cezalandırılmadıysa, altına girdiği gölgenin karanlığı ne kadar büyük olursa olsun gözünü korkutamazdı.

Yağmurun ıslattığı ağaçların dalları üzerinden süzülen zerreciklerin kimi yere düşüyor, kimi ağacın köküne kadar inip yolculuğunu tamamlıyordu. Sakin seyirde yağmaya devam eden yağmurun sesiyle bulduğu huzuru hiçbir yerde satın alamazdı. Onun gibi düşünen başka biri daha olmalıydı ki kulaklarını çınlatan motor sesi, içinde huzura dair olan tüm kırıntıları alıp süpürdü. Tik haline getirdiği saçlarını düzeltmek için sık sık baktığı dikiz aynasına bu sefer tamamen içgüdüsel bakan genç adam, bakışlarını gittiği yerden bir daha getiremedi.

Hızına rüzgarın bile yetişemediği William Clark, motorunun beraberinde getirdiği yaprakları, yağmurla birlikte oradan oraya savurdu. Kalabalıktan bunalan Nate gibi aynı yolu tercih etmesinin sebebi burada kendisini özgür hissetmesiydi. Hayat yolları birbirinden tamamen farklı olsa da tercihleri ve zevkleri aynı yönde ilerlemelerine sebepti. Yollarının sürekli kesişiyor olmasından fevkalade rahatsız hisseden ikiliden, birinin pes etmesi halinde yol genişleyebilirdi. Ancak ne Nate ne de William pes etmek fiilinin karşısındaki isimdi. Kaskının camını açtı, hızını düşürerek genç adamın seyrinde ilerlemeye başladı.

Nate, ' Oyun parkı geride kaldı. Tekerimin altında ezilmek istemiyorsan yolumdan çekil.. '

Tehlikeli oyunlardan hoşlanan Will, motoru genç adamın lüks otomobiline doğru yanaştırdı.

Will, ' Egzosumun tadına bakmak ister misin? '

Şiddet eğilimi genç adamı her gördüğünde katbekat artan Nate, belki de bu şehirde tehdit edilmek istenecek son adamdı. Yanlış yerde yanlış zamanda ve aynı kadına aşık olmamış olsalar, birbirlerine aslında ne kadar çok benzediklerini görebilirlerdi. İkisi de ne istediğini bilen, amacı uğrunda savaşmaktan gocunmayan, duygularını özgürce yaşayan ve sahiplendiklerinden asla vazgeçmeyen insanlardı. Birbirlerinden nefret edişleri belki de bu sebeptendi. Aynı ortamda nefes alıp verirken aynaya bakmak yerine ikisi de birbirinin yüzüne baksa yeterli gelebilirdi; gerçekten görebildiklerinde..

Birbirlerinden inatçı iki genç adamın da gazdan ayağını çekmeye niyeti yoktu. Hal böyleyken ikisinin de sınırları olağanüstü zorlayacağı açıktı. Tatlı tatlı yağan yağmur, zemini tereyağı gibi kayganlaştırmıştı. Dikkat etmezlerse huzur aradıkları yol, ikisi içinde mutlu bitmeyecekti. Biri motorunu diğeriyse spor arabasını neredeyse dip dibe sürerken, bir hayli geniş olan yolun dörte birini kullanarak cömertlik değil aptallık yapıyorlardı. Kendini yarışa kaptıran Nate, sarsıntıdan çalkalanan kahvenin yan koltuğuna bıraktığı dosyalara döküldüğünden habersizdi. Kibirle kullandığı arabanın altında can çekişen asfalt, onlara aslında patronun kim olduğunu gösterecekti. Tekeri tümseğe takılan genç adam hakimiyeti kaybettiği direksiyonu kırsa da William'ın motoruyla sürtüşmekten arabasını kurtaramamıştı. Kahvesinden nasibini alan dosyalar gibi pantolonuna sıçrayan ıslaklığı farkeden genç adam kafasını çevirdiğinde karşılaştığı manzarayla telaş içinde kağıtları kurutmak için klimaya tuttu.

Onun kısa süreli dalgınlığını kendisine fırsat bilen William, hızını düşüren genç adamın önüne geçerek hızlandı. Birkaç kilometre ilerledikten sonra motoru durdurup, beklemeye koyuldu. Biraz sonra aynı şeritten hızla gelen aracın tam hedefinde olmaktan bir nebze dair tedirgin hissetmemişti. Düşündüklerinde son derece haklı olduğunu genç adamın hızını düşürerek üstüne doğru yaklaşmasından anlamıştı.

Direksiyonun başında pek çok defa ter dökmesine rağmen hiç bu kadar eğlenmemişti. Kabul edecek olursa William'ı bir pislik gibi asfalta yapıştırarak, ondan kurtuluşunu kolaylaştırabilirdi. Ancak Nate, zoru severdi ve ona hayatını elinden alarak değil, kalbinin içindeki kadını söküp alarak ateş edecekti.

Will, ' Yanılmışım, seni ciddiye almamam gerekirmiş. '

Kaskını çıkarıp kolunun altına alan genç adam, böbürlenerek saçlarını düzeltti.

Will, ' Tadı nasıldı, yenilginin? '

Açtığı cama dayadığı kolundan destek alan Nate, aracından inme tenezzülünde bulunmak istemedi. Islanacaksa eğer sebebi buna değmeliydi.

Nate, ' Altındaki iki tekere güvenecek kadar aptal olamazsın, değil mi? '

Alaycı bakışlarını motora değdirerek kafasını salladı.

Nate, ' Ya da evet, aptalsın! '

Will, ' Ne var biliyor musun? Belki ben söylediğin gibi aptal olabilirim ama sen de kesinlikle akıllı değilsin. '

Nate, ' Belki.. Belki evet, belki hayır. İşler boka sardığında kim aptal, kim akıllı göreceğiz ama o zamana kadar belki.. '

Ondan ne zaman bu kadar çok nefret ettiğini bilmiyordu. Kalbinde nefrete dair hissettiği o tüm duyguların karşılığında William vardı. Sanki gölgesinin varlığı bile kanına dokunuyordu. Düşüncelerinde, hayalinde, kalbinde ve istemese de hayatında bir şekilde kendini hissettiren genç adamı, geldiği yere geri göndermeyi neredeyse kendine kutsal görev edinmişti. Onu önemsiyordu. Çünkü ondan içten içe korkuyordu.

Onu tek yumrukla yere serebilirdi; gücünün yetmediği yerde çelme takabilir, onu sinsice vurabilir, tekerini patlatabilirdi. Bunların hepsini yapabilirdi; olmayan herşeyi değiştirebilir, düzene karşı koyabilirdi. Baş edemeyeceği tek şey geçmiş ve izleriydi. Bu yüzden gözünde büyüttüğü William değil, onun temiz aşkının mazisiydi.

Nate, ' Bütün numaran bu mu yani? İyi polis olup, onun gözünde kahramanı mı oynayacaksın? '

Will, ' O zaman sen de kötü polis olmalısın.. '

Nate, ' Kötü polisten ziyade, ben şu çirkin olanım. Yani günün sonunda ne yapacağımı asla kestiremezsin. '

Will, ' Neden? Yoksa çirkin şansın mı seni kurtaracak? '

Rüzgar sertleştikçe postallarına düşen yağmur tanelerinin şiddeti artmıştı. Ona çarpan zerreciklerin sesini duyabiliyordu. Ceketinin yakalarını kaldırdı, böylece ense ve kulaklarını soğuktan koruyordu.

Nate, ' Doğru mu anladım? Esintiyle bile başa çıkamazken, bana mı kafa tutuyorsun? '

Will, ' Ne derler bilirsin, çürük de olsa içinden kurt çıkmadığı sürece elma için hala bir umut vardır. '

Kurtardığı dosyaları kuruttuktan sonra kenara bırakan Nate, genç adamın benzetmesi karşısında ciddiyetini korumaya çalışıyordu. Onunla karşılaştığı birkaç sefer sonrasında az çok karakterini tanıyan Nate, kendisi kadar olmasa da William'ın ilginç kafa yapısını kabullenmişti.

Nate, ' Hımm.. Bence de, yani çürük elma olduğunu kabullenmen güzel. İnsan kim olduğunu, ne olduğunu sonra vasfını.. İyi bilmeli. '

Will, ' İma ettiğin, aramızdaki sınıf farkı mı? '

Nate, ' Aramızda bir şey olduğu kesin daha doğrusu biri.. Ve ben, artık sıkılmaya başladım. Sen şansın varken onun elinden kaymasına izin verdin; onu incittin, güvenini kırdın. Sen.. onun duygularını öldürdün. '

Konuşan Nate değildi, o sadece dudaklarını kıpırdatıyordu. Çünkü Nate, asla bir yabancıya hislerini gösterecek kadar zayıf değildi. Konuşan merhametti ve duyulmak için fısıltısı yetmişti.

Nate, ' İkinizin arasına ne girdi, neden bitti bilmiyorum. Açıkcası bilmek de istemem. Sadece artık bittiğini kabullenmelisin. Çünkü onun kalbindeki izlerini ben kapattım, zor oldu ama bunu başardım. Yani artık zırvalamayı bırak. '

Birbirine kenetlediği kollarını serbest bıraktı. Yaslandığı motordan doğruldu ve birkaç adım ötesinde kalan genç adamın yanına doğru yürüdü.

Will, ' Şimdi.. Beni yargılayabilmen için tanıman gerekir, öykümü bilmen ve neleri atlattığımı, nasıl sınandığımı.. Beni geçmişimle sınayamazsın çünkü bu sadece Jane ve benim aramda yaşandı. Onun adına konuşamazsın, buna hakkın yok. '

Ellerini arabaya yasladı. Bedenini yanaştırdı. Sözlerinin direk yüzüne saplanmasını istiyordu, onun nasıl tepki vereceğini daha yakından görmek..

Will, ' Bir karara varılacaksa sus ve saygıyla karşıla. Çünkü karar mercii sen değilsin. Onu zorbalıklarınla incitme, belli etmez ama çabuk kırılır kalbi. Kısaca bizden uzak dur, o burnunu aramıza sokmadan önce Jane'i düşün. '

Nate, ' Haberin yok mu? Jane öldü, tüm geçmişinizle beraber. Benim sevdiğim kadın MJ, tanıştırmak isterdim ama ne yalan söyleyeyim canım hiç istemiyor. '

Nate'in, kendinden bu kadar emin konuşuyor olmasına dayanamıyordu. Neden hala kendini tutuyordu? Şimdi şuracıkta yakasına yapışıp, ona haddini bildirebilirdi.

Will, ' Son çırpınışlarını izlemek güzel olsa da tamamen zaman kaybıydın. Şimdi yoluna git, hala başın ağrımıyorken.. '

Sıkıntılarının yükü bulutlara çıkmış olmalıydı ki yukarıdan gelen güçlü gürültüler, peşine şimşeği çekiyordu. Düştüğü yeri parçalayan yıldırmlar bile ikilinin arasına girecek kadar güvenemiyordu kendine. Hiddete kapılan gök, onların yerine kusuyordu içini. Şiddetlenen yağmurla birlikte tepeden tırnağa ıslanan genç adamın pençelerini arabasının üzerinden iterek uzaklaştıran Nate, orayı vedasız terketmek istemedi.

' Bana yol verecek kadar tanıdığını sandığın bu kasaba varya şu orman, baktığında ucu gökyüzüyle birleşen göl, sakin sokakları, pederi, Jack'i, kasabaya ait ne varsa kim varsa herşeyiyle birlikte hepsi, benim! Ve öyle de kalacak. Çünkü sen ancak solgun sayfalarının ucu eksik bir kitapta sonu meçhul kalan şehir efsanesinden ibaretsin. Yıllar sonra hortlamış bir hayalet.. Sadece o kadar, fazlası değil. Bense bugünüm, yarınım ve geleceğim; ben gerçeğim! '

Egosunun altında unufak ezilen düşünceleri, daha önce söyleyemediklerini, öfkesini, nefretini.. Boğazı yırtılana kadar haykırmanın vücudunda uyandırdığı adrenalinin kendisine iyi geleceğini düşünse de içinde kara delik gibi hız kesmeden büyüyen yoksunluk duygusuna değmeden geçmesi büyük talihsizlikti. Biliyordu ki ne yaparsa yapsın o yok olmadığı sürece ızdırabı devam edecekti. Dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın, bir yerde varolduğunu bilmek bile umuduna vurulan balta olacaktı. Genç kıza her baktığında vücudunda William'a ait izler taşıyor olmasını kabullenemiyordu. Genç kızın kendisini damgaladığını düşündüğü etine kazıdığı o lekeyi kıskanıyordu.

Çıktıkları yolda ikisi de aynı istikamete doğru giderken, görüşmeden paylarına düşeni aldıktan sonra fikirleri gibi sapakları da ayrılmıştı.

Yeterince ıslandıktan sonra kafasına kaskını geçirip, motoruna atlayan William, akşam mesaisine kuru başlayabilmek için önce eve ardından bara geçecekti. Kasvetine büründüğü günde öylesine yorulmuşken geceyi atlatabilmek için elinde ne kadar içki varsa hepsini içip bir köşede sızmayı planlıyordu.

Ardından gelen arabaların takibini yaparken baktığı dikiz aynasında domates kıvamında kızaran yüzü ve öfke yüklü taşan gözleri yerinden fırlayıp, koşacak gibiydi. Sadece makarna yiyip, yanında bir kadeh şarapla geçiştireceği öğle yemeğinde önüne gelen şişkin hesabı ödeyip, adını kara listeye alacağı italyan restoranında geçireceği mükemmel günün hevesi çabuk sönmüştü. Acıkan karnında, sarkan midesinde sallanan çocukların gürültüsü içinden dışarı gurultu olarak çıkıyordu. İştahı kaçmıştı, zaten fikir de hiç yaratıcı değildi. Durdurup arabayı, uyumalıydı belki de.. Kulağına takıp kulaklığı sağır olmalıydı herkese, gözlerini kapatıp renkli rüyalara dalmalıydı. Kafasına estiği gibi gitmeliydi ya da; sevdiği kadınla sadece başbaşa. Gelmek istemiyorsa hatta zorla alıp götürmeliydi ve saklamalıydı, saklanmalıydı belki bir kutuya..

Baylar, bayanlar.. Merdivenden kayanlar, üç göbek atanlar, oy verenler, oy vermeyenler, yorum yapanlar, yorum yapmayanlar, Casper'lar.. Hepinize selam olsun! Bir bölümü daha hepbirlikte geride bırakmış bulunuyoruz. Bölüm sonunda bir ' Huhh! ' dedim. Kendimi sorguladım, biz neden bu kadar sevilmiyoruz ulan dedim. İçimden dedim tabi, sonra aklıma gerçekler geldi. Kim böyle seviliyor ki? dedim. Ahanda ancak böyle hikâyelerde, dizilerde, filmlerde görür, okuruz bu tarz aşk senaryolarını. Okur, izler iç geçiririz. Kasvetim dışıma taştı resmen, birinizde demiyo ki sen diyosun? Herneyse.. Ben daha fazla damara bağlamadan gidiyorum. Umarım bölümü keyifle okumuşsunuzdur. Tatlı tatlı, güzel atışmalar ne hoştu değil mi? Bir sonra ki bölümde de acaba herşey bu kadar minnoş mu olacak? Sizi kafalarınızda ki soru işaretleriyle baş başa bırakırken Yedinci Sezon finali için nefes egzersizleri yapmanız konusunda önceden uyarıyorum. Sanırım buna yeteri kadar zamanınız olacak. Herşey gönlünüzce olsun, benimle kalın! PEM

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top