6.2
Bölüm Şarkısı, Christina Aguilera - Hurt ( Kesinlikle okurken dinlemenizi tavsiye ederim, MJ ve Will'in birbirlerine söylemek isteyipte söyleyemediklerine.. )
Yürekten dökülen sözler bir diğer yüreği titretirken, soğuk soğuk terleyen avuç içi sıkı sıkıya kapalıydı. Çünkü bırakırsa kendini ağlamaktan korkuyordu.
MJ: Git buradan Will..
Aşk, acı, haz, mutluluk, özlem.. İçinde biriken enerji yoğunluğu köşkün havasını tamamen değiştirmişti. Son zamanlarda tam tersi gibi görünse de kucağına düşen günlüğü gördüğü an anlamıştı; şimdi sıra ondaydı. Gerginliği elindeki bardaktan çıkarması an meselesi olan genç adamın ellerini tuttu.
Sarah: Biraz daha uğraşırsan elini keseceksin.
Bardağın boşunu alıp, dolusunu iade ettiği Nate'in biraz daha kıvama gelmesi işine yarayacaktı.
Sarah: Bizimki yelkenleri çabuk indirdi galiba.
Nate: Neden? Birşey mi duydun?
Sarah: Sence duymama gerek var mı? Baksana ortalıktan çekilmişler..
Hırsla sıktığı dişlerinin gıcırtısı Sarah'a ninni gibi geliyordu. Ona kıyamasa da oyun gereği biraz canını yakmak zorunda olacağı fikrine kendini hazırlamıştı. Çabalarının meyvesini çok kısa zamanda alacağını hisseder gibiydi. Bu yüzden şimdilik hamlesini doğru kişi üzerinde yapmalıydı.
Sarah'ın başına üşüşmesi felaketiyle başa çıkmaya çalışan genç adamı mücadelesinde yalnız bırakmak istemeyen Aria, oturduğu yuvarlak masadan kalkarak müziğin sesini açmak istedi. Genç kızın yarattığı boşluktan kaçma fırsatı yakalayan Nate, salonu terketti.
Nate: Misafire hoşgeldin yapalım!
Üzerlerine gelen felaketten habersiz kendilerini soyutladıkları bahçede dilegelen hisler konuşuldukça daha da derine iniliyordu. Yine de adını ağzından her duyduğunda hala yüreğinin titriyor olması canını fena halde sıkıyordu. Yüzü azar işitmekten korkan küçük bir çocuk misali, dokunsalar ağlayacaktı. En son ne zaman böyle olmuştu? Yüreği ne zaman bu kadar derinden sızlamıştı? Düşünmesi bile bu kadar canını acıtırken, gerçeğinden nasıl kaçabilirdi? Sessizce arkasına baktı, gözleri ürkek bir ceylan gibi çaresizliğin resmini çiziyordu. Ve o an çarpıştı gözlerinin karasıyla, sonbahar elası..
MJ: Nate..
Kıyafetlerine bakılacak olursa tam bir sokak serserisi diye düşündü, uzun bir incelemeden sonra. Rahatsız edici bakışları, küçümser mimikleri sanki bir pisliğe bakar gibi seyrediyordu. Sessizliğini bir lütufmuş gibi bozarken, söylemeye tenezzül ettiği kelimeler oldukça sertti.
Nate: Niye bu kadar uzun sürdü?
Yaşadığı suçluluk duygusuyla bir açıklama yapmak zorunda hisseden genç kız söze girmekte zorluk çekti.
MJ: Bu şey.. B-biz.
Cümlesini tamamlamasına izin vermeyen genç adam aynı üslupla devam etti.
Nate: Bahçe için mi geldi? Dur bir saniye, sakın bana yeni kahya deme! Bayan Ops bence gayet güzel idare ediyor, yokluğunda da-
MJ: Nate!
Will: Ne diyor bu züppe?
Açık açık aşağıladığı genç adamı sinirlendiren Nate, burnu havada sözlerine bir yenisini ekledi.
Nate: Yardımcı değilse.. Yolunu kaybetmiş biri?
Will, durduk yere uğradığı saldırının sebebini anlayamazken üzerinden yapılan ukalalığa aynı sertlikte geri dönecekti.
Will: Yolunu bulmuş biri.. Sen kimsin? Olmadık yerde biten ot mu?
Yükselen tansiyonun tam ortasında kalan genç kızın boynundaki damarlar şişmeye başlamıştı. Sinir katsayısı giderek artan MJ, değdiği yeri yakabilirdi. Onu saçının telinden, kirpiğinin ucuna kadar tanıyan Nate, sakinliğinin altında yatan fırtınayı görebiliyordu. İşler düşündüğü gibi gitmese de gecikmeli olarak vereceği hediyeyi sahibinin boynuyla buluşturmak istedi. Cebinden hediyeyi çıkardı ve genç adama baktı; avına bakan çakal gibi gözlerini kıstı.
Nate: Sen sıranı bekle..
İncecik zincirin farkedilmesini sağlayan tek şey ışık altında parlamasıydı. Kendi zevkine göre oldukça gösterişsiz ve ucuz bir hediye seçen Nate, zincirin devamında sarkan kolye ucunu genç kız için sadece ona özel yaptırmıştı. Doğum lekesi gibi dört yapraklı yonca şeklinde yaptırdığı kolye ucunun arkasında MJ için özel bir mesaj saklıydı.
Nate: İzin verir misin?
Teslim aldığı kolyeyi genç kızın gerdanında görmek isteyen genç adam, hediyeyi olması gereken yerine bıraktı. İzlendiklerinin gayet farkında olan Nate, saçlarına özgürce dokunabildiği genç kızın boynuna tutkulu bir öpücük bıraktı.
Nate: İşte şimdi oldu..
Nate hakkında yanlış hisse kapıldığı nadir zamanlardan birini yaşayan genç kız, gerdanlık ya da pırlanta set yerine küçücük ama değeri oldukça büyük bir hediyenin sahibi olmuştu. Üstelik vücudunda olmasını en çok sevdiği doğum lekesi gibi bu gümüş yonca da bundan böyle gerdanını süsleyecekti.
MJ: Bu çok güzel Nate, teşekkür ederim..
Manzaradan rahatsız olan Will, yönünü koca bir karanlığa doğru çevirdi. Çalıların arasına dolanan sarmaşığın yağmur altında verdiği mücadeleyi izleyen genç adam, Michigan'a gelirken neyle karşılaşacağını az çok tahmin ediyordu; şu an hariç.. Oysa onca yolu aşıp geldiği bu şehirde, ne cevap alacağını bile bile çıkmıştı karşısına. Ona bu cesareti veren Sarah'ın okuduğu günlüğün satırlarındaydı elbette. Bir yolunu bulup günlükte yazılanlardan haberdar ettiği genç adamı kusursuz bir planla buraya kadar çekebilmişti. Ancak bundan sonrası tamamen Will'e aitti. Sahip oldukları aşkı tekrar hatırlatacak tek güç ancak William'da mevcuttu.
Will: Jane, biraz konuşabilir miyiz?
Will'in, genç kız için alışılagelmişin dışında bulduğu hitap şeklini kıskanan Nate gövdesini MJ'e gizli siper etti.
Nate: Jane? Sana böyle mi hitap ediyor?
MJ: İçeri gir Nate, ciddiyim..
Yediği vetonun ardından fazla uzaklaşmamak için mutfağa geçen Nate, göz teması da olsa kontrol altında tutmak istediği genç kızı takipteydi. Tekrar yalnız kalan ikili, aradaki mesafeyi kısa tuttu. Will, onu asla unutmadığını bir kez daha göstermek için deri ceketinin cebinden çıkardığı küçük kar küresini genç kıza uzattı. Sallanan kürenin içindeki simler havalanarak dağılırken, ortada öpüşen iki küçük sevgili ona geçmişteki hallerini anımsatmıştı. Onu sakinleştirdiğini bildiği kar küresinin, ikisi için de anlamı büyüktü.
MJ: Unutmamışsın..
Will: Sen unutabildin mi?
Sorunun cevabı havada kalırken, telefonuna gelen mesajı açan genç adam gitmek için izin istedi. Elbette gidişi temelli değildi.
Will: Gitmem gerek..
Hayat onları farklı dünyalara savursa da sonunda birbirlerini bulan iki sevgili, ölüm aralarına girmediği sürece bu günün gelip çatacağını biliyordu. Sadece biraz daha kalmasını arzu ettiği genç adamın buraya yerleştiğinden henüz habersiz olan MJ, yaşayacağı ayrılık için kendini toparladı.
MJ: Bu gece bir otelde kal, yola yarın çıkarsın..
Genç kızın sözde tavsiyesi üzerine tahmininde yanılmadığını gören Will, tüm günün yorgunluğunu üzerinden silkeleyip doğruldu. Sadece içten bir gülümsemeyle yanağında beliren gamzesi, mutluluğunu anlatacak tek tarifti.
Will: Yanlış anladın sanırım. Gideceğim evet ama geri geleceğim ve bu sefer geldiğimde karşılaşmamız daha sıcak olacak. Eminim Jane, beni kapıda bekleyeceksin ve yine eminim ki bir gün buradan gidersem yanımda sen de olacaksın..
Ayrılıkları onun suçu değildi ama kavuşmak yalnız onların elindeydi. Sao Solito'da yaptıkları veda konuşmasını kabul etmeyerek aşkı için direneceğini ve sonuna kadar onun peşinden gideceğini anlaması için önemliydi bu gece. Ahu gözlerini düşürüp gözlerine ' kalbim başkasına ait ' dediğinde, ne kadar acıtmak için söyledi dese de yüreğine içini kemiren o şüpheyle gelmişti bu köşke; ya doğruysa?
Sanki yeni tanışmış gibi genç kızın yanına gitti, bakışları hala aynı sıcaklığı korurken ayrılması zor olacaktı. Tek eliyle omzuna şefkatle dokundu ve dudaklarının bitiş çizgisine yumuşak bir iz bıraktı. Dakikalar içinde uçup gidecek olsa da bu iz, kalbindeki ve beynindeki yerine sonsuza dek koruyacaktı. Köşkten Jack'le birlikte ayrılan Will, motoruna aldığı genç adamı bara kadar bırakacaktı. Kim bilir o akşam yapılan ufak iyilik, ona sağlam bir dostluğun filizlenmesinde su olacaktı.
Gelişi gibi gidişi de anlık ve sessiz olan genç adamın geride bıraktığı MJ, boğazında oluşan koca bir yumrukla yerine oturdu. Biraz önce camın yanında oturan Will'in yerine geçmek için kalktı. Ayakkabılarını çıkardı ve kendini sedir koltuğun üzerine bıraktı. Kokusu henüz terketmemişti bahçeyi. Şükreder gibi açtığı avcunu alnına götürdü, ateşi hala düşmemişti. Koltuktan sarkan elinde tuttuğu kar küresini kalbinin üzerine bıraktı. Yaramazlık yapan küçük bir çocuk gibi adrenalin doluydu bedeni. Çalıştırmak için ters çevirdiği kürenin içindeki simlerin, ufacık kar taneleri gibi cam üzerine düşüşünü seyretti. Tekrar düzelttiği kürenin tabanıyla çarpıştı gözleri, altında genç adamın numarasından oluşan rakamlar sıralanmıştı. Kalbini yeniden kazanmaya niyetli olan Will; avaz avaz susup, sessiz ve derinden açacaktı kilitli hazineyi..
***
Günün ilk ışıkları kendini yağmura teslim etmişti. Rivers Köşkü'nün ahşap duvarlarına değen yağmur, arkasında yalnızca ıslak bir parlaklık bırakıyordu. Köşkteki tek ses yağan yağmurun sesiyken, pencereye düşen her damlaya patisiyle vuran Dobby yeni oyununu sevmişti. Her hareketinde üzeri biraz daha açılan Sarah yatağın bir kenarında büzerken kendini, bebekliğinde olduğu gibi ellerini iki tarafına uzatıp uyuyan Aria, dünün koşturmacasından yorgun düşen bedenini adeta şarj ediyordu.
İçinde biriken sıkıntı gökyüzüne kadar ulaşıp, bulutların arasına karışmıştı. Öyle ki bulutlar; üzerine sıçramış çamur gibi kirlettiği rengini, akıttığı göz yaşlarıyla temizlemeye çalışıyordu. Ancak kasvet o kadar büyüktü ki dokunduğunu içine çeken bir kara delik gibi ucu bucağı belirsizdi. Yağmur şiddetini henüz arttırmıştı ki hava da onunla birlikte soğumuştu. Şiddetlenen yağmurun hızıyla pencereye vuran her damlanın sesi, genç kızı uyandırmaya yetmişti. Geceyi geçirdiği kış bahçesinde uyanan MJ, sedir koltuğun üzerinde ölü gibi hareketsiz yatıyordu. Bedeninden bağımsızlığını ilan eden gözleri hareket halindeydi. İnsanlardan sakladığı gözyaşları dün gece, yastığında damla damla rimel akıntılarıyla kalmıştı. Kollarının arasında sıkıştırdığı yastığının altında kalan eli uyuşmuştu.Karıncalanan parmaklarını hareket ettirip açmaya çalışan genç kız, yaşadığı uyuşukluğu sadece kollarında değil tüm bedeninde hissediyordu. Zira gözlerinin önünde uçuşan siyah cisimler, ona dün akşamdan kalan bir armağan olmalıydı.
Tek gecelik de olsa ona yatak olan koltuktan doğrulup oturmak istedi. Üzerindeki ağırlığı hareketlerine vuran genç kızın yaşadığı bıkkınlık saçının ucuna kadar sinerken, karmakarışık olan saçları gibi kafasını da toparlaması kolay olmayacaktı. Ayakucundaki pufa bıraktığı sabahlığı giyip iki yana sarkan kuşağını bir daha hiç açmayacakmış gibi kör düğüm modeli bağladı. Aşağı sarkıttığı ayakları taşa basarken, eğilip bakmaya üşendiği terlikleri taş üstünde gezdirdiği ayak parmaklarıyla aradı. Yumuşacık dokusunu teninde hissettiği pembe tüylü terliklerine kavuşturduğu ayakları rahata kavuşmuştu. Onu ayakta tutan iskeleti sanki tonlarca ağırlığın altında eziliyormuş gibi güçsüzdü. Esneyerek gerindi, yağan yağmurun sesi içinin ürpermesine yetmişti. Cam balkonun önünde durup; yağmurun, rüzgara karşı koyuşunu izledi. Nefes almak için sürgülü camı açtı ve rüzgarın yüzüne çarpmasına izin verdi. Ayılıp kendine gelmeliydi, bu uyku şimdi çok yersizdi.
Gökten düşen yağmur taneleri, kuru kalan her bir kum zerresi için kapışıyordu. Savaştan galip gelenler kavuştuğu toprağı ıslatırken, rüzgarın alıp getirdiği koku burnunun direğini sızlattı..
On İki Yıl Önce, Sao Solito
Rüzgarın uçuşturduğu kuru yapraklar oradan oraya savrulurken, ince ince yağan yağmurun sesi derin bir huzur veriyordu. Sonbaharın getirdiği ölüm, doğayı her ne kadar hüzün ve kasvete bürüse de turuncu ve sarıya boyanan yapraklar bütün güzelliğiyle etrafı selamlıyordu. Bulutlar tüm gökyüzünü gri bir çarşaf gibi örterken, ağaç kavuklarında saklanan sincaplar ellerindeki meşe palamutlarıyla oynuyordu. Rüzgarla dans eden ıslak saçları, küçük kızın gözüne perde oluyordu. Haki yeşil elbisesi ve bileklerinde biten kahverengi botlarıyla patika yolun başına gelmişti. Ağacı kendine siper eden küçük kız böylece yağmurdan korunmuş olacaktı.
Olduğu yerde beklemeye devam ederken buluşacaklarını sözleştiği Will, henüz ortalarda görünmüyordu. Aniden gözleri kapanan MJ, görüsünü engelleyen ellerin sahibini elbette tanıyordu. Gözlerini kapatan elleri, küçük eliyle buluşturdu ve yüzüne bir gülümseme yerleştirdi.
MJ: Will?
Küçük kızın saçlarına eğilen genç, ellerini indirdi ve kokusunu içine çekti.
Will: Bu koku sensin Jane; tarifsiz, büyüleyici.. Yağmurla toprağın aşkının kokusu.
Utancı yüzüne vuran küçük kızın yanakları elma gibi kızarırken, başını öne eğdi. Onu ağacın altından çıkaran Will, ellerini tutarak yağmurun tenlerine değmesini istedi. Yağan yağmur damlaları ikisinin de yüzünden süzülürken, onlar sadece birbirlerine bakıyordu.
Will: Biliyor musun?
MJ: Neyi?
Will: Ne kadar güzel olduğunu..
Yağmurun şiddetine aldırmadan ellerini sıkı sıkıya tutan gencin bir elini bıraktı ve ıslak olan yanağına dokundu. Birbirlerinden başka kimsenin onları anlamadığını düşünen küçük çift, yağmurun altında bütün günlerini öylece geçirmişlerdi. Ailelerinden yiyecekleri azarı umursamadan..
Günümüz, Michigan
Yağmuru severdi, kokusunu daha çok. Her taraf toprak kokuyordu, tıpkı bir parfüm gibi.. Yağan yağmur neredeyse durmak üzereydi. Gözyaşlarının ıslattığı kirpikleriyle göğe baktı, haykırmak istiyordu; gelmişine, geçmişine, önüne ne çıkarsa öylece gelişine.. Vücudu o kadar üşümüştü ki ağzından çıkan buharlar, havada kayboluyordu. Kafasını çevirip sedir koltuğa baktı, yıllardır oracıkta duran sıradan bir koltuk şimdi ne kadar da çok anlam kazanmıştı. Sanki hala o koltukta oturuyormuş gibi genç adamın hayalini canlandırdı gözlerinde. Aklında dolaşan birçok sorudan yalnızca biriydi; Neden şimdi?
William'ın yokluğunda kendini avutan anılarla yetinen genç kız, yaşadığı duygunun büyüklüğünden korkuyordu. Çünkü hisleri tıpkı kendisi gibi yıllar içinde yaş aldıkça büyüyüp, olgunlaşmıştı. Çocukluğu kadar temiz ve masum kalmasa da kalbi, içinde biriktirdiği aşkla daha güçlü atıyordu. Sarılıp öpemediği aşkı yerine birbirine kavuşturduğu kollarını sıkıca kenetledi. Söz dinletemediği gözlerinin pınarından akan yaşlar, yanağına düşen inci taneleri gibiydi. Başını yaslayacak bir omuz yoktu, dahası hiçbir omuz onunkiler kadar rahat ve güvenli değildi. Yine de o, herzaman yaptığı gibi kendi başının çaresine bakarak yanağındaki ıslaklığı sürttüğü omzuyla kurulayıp, geçiştirdi.
Sabah olmasına rağmen aydınlanmak istemeyen gökyüzünde güneş kaybolmuştu. Sessizlik dolu sokakta çok da yüksekten uçmayan martıların kanat çırpışı karışıyordu yağmur çiselerine. Elini uzatsa dokunacak kadar yakınlaşan martıların kanadına takılıp uçmak istedi. Uçup özgürleşmek; olabildiğine yükseğe, en tepeye çıkıp içinde yaşadığı dünyaya bakmak. Nokta kadar değersiz olduğu dünyayı tersine yaşamak...
Merhaba arkadaşlar, bölüm sonuna gelmiş bulunmaktayız :) Sizden ricam oylarınız kadar değerli olan yorumlarınızı da eksik etmemeniz. Sizin yorumlarınıza ve desteklerinize ihtiyacım olduğunu unutmayın. Lütfen iyi ya da kötü tüm eleştirilerinizi yapmayı ihmal etmeyin. Şimdiden herkese teşekkür ederim.
NOT: Sence Mate ( MJ-NATE ) mi? yoksa Mill ( MJ-WİLL ) mi? Senin favori çiftin hangisi? :)
PembeGüllüYazar..
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top