1. Hidden Beauty ❦ jimin
Por amorevna
"Kim olduğunu önemsemiyorum eğer kalbimin müziğini eşsiz bir şekilde çalarsan o zaman sana aşık olacağım."
Dandelion
Herkesten sır gibi sakladığımız, hatta gün yüzüne çıkmasından korktuğumuz, bizi öldüren bazı yaralarımız vardır. Annemizin öpse bile geçiremeyeceği ve ölsek bile acısını dindiremeyeceğimiz yaralar. Ve zamanın bile iyileştiremediği bu yaraları, küçük yalanlarımızla örtbas edemeyiz.
O gün, Jung ailesinin tarihi olarak kabul ettiği günlerden bir tanesiydi.
Küçücük evdeki kocaman aile, hazırlanmak için uğraşıyor, hepsinde bir telaş sürüp gidiyordu.
Eylül ayının dayanılmaz soğuğunda kimse hasta olmamak için, ailedeki en yaşlı kişinin ördüğü atkıları sarıp sarınıyordu.
"Gerçekten..." dedi Haseul. Evin en geniş odasındaki telaşa rağmen Haseul'un odasında anne-kız sakince son hazırlıklarını tamamlıyordu.
Annesinin, gözlerini mükemmel göstereceğine yemin ettiği bir makyaj yapmasına izin verirken, sözlerine kaldığı yerden devam etti. "Herkesin gelmesine gerek var mı? Onların önünde heyecanlanıp, performansımı berbat edeceğimden korkuyorum."
Annesi, kızının hayıflanmasına hafifçe gülümsedi. Tatlı endişesini anlıyordu ancak bugün günlerden 4 Eylül'dü. Hadi ama, Jung ailesi Haseul'un konservatuvar yetenek sınavlarını 1 aydır bekliyordu ve Bayan Jung arkada kimseyi bırakmayacağına dair haftalar öncesinden yemin etmişti.
"Endişelenmeni gerektirecek bir durum yok Haseul. Korkacak bir şey de yok. Her zamanki gibi sahneye çıkacak ve kalbinin derinliklerinde sakladığın o eşsiz melodilerle oradaki tüm insanları büyüleyeceksin. Eğer heyecanlanırsan gözlerini kapat ve derin bir nefes al. Beni bulmak istersen, nereye bakacağını biliyorsun."
"Evet, evet biliyorum. Benim adımı tezahürat edip, elleri kızarana kadar alkışlayan kalabalığın başını çekiyor falan olacaksın."
"Her zamanki gibi." Annesinin Haseul'a bakışları, sıcak çikolata gibiydi. Genç kız kalbinin ısındığını hissetti.
"Hazır değil misiniz siz daha?" Odaya -tabiri caizse- dalarak giren küçük kız anne ve ablasını gözlerini kısarak süzüyordu. Böyle daha korkunç olduğunu falan düşünüyor herhalde diye düşündü, Haseul. Çünkü kardeşi ne zaman sinirlenmiş gibi görünmek istese böyle yapıyordu. "Yengem aşağıda heyecandan doğurdu doğuracak, siz burada anca laklak edin."
"Geliyoruz dedik ya Jin-hee."
"Bunu bir önceki gelişimde söylemiştiniz. Bekle. Bir önceki gelişimde de. Ve ondan bir önceki gelişimde de..." Haseul, boyu gibi aklı da küçük olan kardeşini ciddiye almama kararını, daha kardeşi doğduğunda vermişti. O yüzden, kardeşini pek takmamayı seçti. Aynada son kez kendisini kontrol ederken, sadece yüzüne bakmasını içinden çığlıklar atarak tembihliyordu kendisine. Sadece mor saçlarına odaklan.
"Hanımlar, hazır mısınız?" Haseul'un dayısı kapıyı çalıp içeri girmek için izin aldığında, Jin-hee dayısının elinden tuttu ve odanın ortasına kadar peşinden sürükledi.
"Dayı..." dedi tatlı bir ses tonuyla, "Ablam beni ciddiye almıyor. Baksana ben konuşurken bile aynada ne kadar güzel olduğuna bakıyor. Dayı çabuk ablama kız." Dayısı diz çökerek Jin-hee'nin boyuna geldiğinde, küçük kızın saçlarını okşadı. "Jin-hee, tatlım üzülmene gerek yok. Çünkü bu evde kimse seni ciddiye almıyor."
Ve küçük odada, Haseul ve annesinin gülüşleri yankılandı.
❦
Haseul, hayallerindeki üniversitenin kapısına geldiğinde heyecanla çarpan kalbine engel olamıyordu. Her an bayılabilirdi ve onu ayakta tutan tek güç, yarışmadan sonra gidecekleri kutlama yemeğiydi. Hem de hesabı dayısının ödeyeceği bir yemek. Sonuçta, bedava yemek kime güç vermezdi ki?
Haseul, kapısını açan dayısına gülümserken onu kucağına almasına izin verdi. Bagajdan tekerlekli sandalyesini çıkartan annesi hızlıca katlanmış sandalyeyi açtı ve Haseul'un rahatça oturduğundan emin olduktan sonra tekerlekli sandalyeyi sürerken, arkada da Haseul'u desteklemeye gelen fanlarıonları takip ediyordu.
Bayan Jung, kızının ön kayıt işlemlerini halletmek için defalarca geldiği ve artık ezbere bildiği koridorlarda gezerken, öğrencilerin ve yarışma için gelen diğer ailelerin onlara gülünç bakışlar atmasını umursamadı. Ancak Haseul'un huzursuz olmaya başladığını hissetmişti.
Haseul, ilk başlarda ailesi ile dalga geçen bakışları umursamadı. Kendisi de böyle bir manzara ile karşılaşsa, kahkalarla gülerdi sonuçta. Asıl etrafındaki insanlar az tepki göstermişti.
Tanrı aşkına! Tamam, tüm ailenin onu desteklemeye gelmesi çok güzel bir histi. Ancak, ellerinde pankartlarla gelmek de neyin nesiydi allasen? Peki ya kardeşinin yanında konfeti getirmesi? Halasının elinde tuttuğu pankartta "Bizim bebeğimiz en iyisi!" mi yazıyordu yoksa Haseul yanlış mı görüyordu? Dayısının futbol maçına gelirmiş gibi, arkasında Jung Haseul yazan bir forma giymesinden bahsetmek bile istemiyordu.
Ancak Haseul, ilk başta eğlenen bakışların kendisine döndüğünde ciddileşmesi ve adını koyamadığı bir duygu ile dolmasını yıllar geçse bile adlandıramıyordu. Bu hissin, kalbini delip geçtiğini ve yerini asla dolduramayacağı bir boşluk oluşturduğunu fark etti.
İnsanların ona acıyarak bakmasından nefret ediyordu. Aslında kimi kandırıyordu ki? O bile kendisine acırken, başkalarının ona acımaması saçma olurdu.
Utançla başını yere eğdi Haseul. Keşke yer yarılsaydı da içine girseydi. Evet, evet aynen böyle düşünüyordu. Ve sonsuza kadar, gözlerden uzak orada kalmak istiyordu.
❦
Sıra Haseul'a geldiğinde, sahne arkasında ki görevli ona şans diledi ve genç kız tekerli sandalyesi ile -hayatında görüp görebileceği en güzel- piyanoya ilerlerken ona alay dolu bakışlar atan birkaç öğrenciyi ve tüm salonda duyulan fısıldaşmaları umursamamaya çalıştı.
Sadece, artık alışmıştı.
Arkasından gelen görevli, piyanonun önünde duran koltuğu aldı ve Haseul'un piyanoyu rahatça çalabileceğinden emin olduktan sonra onu sahnede performansını gerçekleştirmesi için yalnız başına bıraktı.
Haseul'un bu saniyeden sonra kaçmak veya vazgeçmek gibi bir seçeneği yoktu. Her zamanki gibi demişti annesi, sadece piyanonu çalacaksın ve kendin gibi eşsiz melodilerinle insanların kalbine dokunacaksın.
Derin bir nefes aldı. Mikrafonundan ses çıkıp çıkmadığını kontrol ettikten hemen sonra, her zaman yaptığı şeyi yapmaya, piyanonun tuşlarına dokunmaya başladı.
"Hapsolduğum karanlık odada bir başıma
Biliyorum, biliyorum tüm uğraşlarım boşuna"
Az önce ona alayla bakan gençler dahil, salondaki tüm insanların ilgi odağı olmak, Haseul'a güç verdi ve sesini daha da yükseltti.
"Aynada gördüğüm yüz
Tanıdık gelmiyor artık bana
Bir kaçış yolu arıyorum
Hissediyorum, hissediyorum çırpındıkça batıyorum"
Şarkısını annesinin de ilk defa dinlediğini hatırlamasıyla, Haseul'un gözyaşlarına daha fazla hakim olma isteği ortadan kayboluverdi. Bu acı gerçek olamayacak kadar fazlaydı.
"Benden habersiz akan gözyaşlarıma engel olamıyorum
İlerliyorum ama bir yere varamıyorum
Savaşıyorum ama kazanamıyorum
Sadece kötü anıları hatırlatan bu yara izime katlanamıyorum"
Adeta, ruhu vücudundan ayrıldı ve salondaki tüm insanların ruhuyla ıslandı.
"Neden gözlerini üzerimden çekmiyorsun?
Neden ağlamama izin vermiyorsun?
Neden acı çekmeme izin vermiyorsun?
Neden ölmeme izin vermiyorsun?"
Sadece hissetti kız. Elinin altından çıkan her notayı hissetti.Parmaklarının ucundaki her kalp atışını hissetti.
"Ve çanlar çalmaya başladığında
Kendimden gerçekten nefret ediyorum"
❧
Kapıyı çalmadan odaya giren Ae-Ra, gitar çalan Haseul'u korkutmuştu. "Ne olduğuna inanamayacaksın Haseul!"
"Gerçekten! Bu evde kapıyı çalmayı bilen yok mu? Belki ben uygunsuz bir an-"
"Sanki seni hiç çıplak görmedim." Ae-Ra'nın umursamazca söyledikleri Haseul'un gözlerini belertmesine neden olurken, Ae-Ra heyecanla konuşmaya başladı.
"Neyse, sen onu bunu boşver de sana söyleyeceklerimi dinle." Ae-Ra, Haseul'dan 2 yaş küçük olan kuzeni, yatağın kenarına oturdu ve elinde tuttuğu telefonu evirip çevirmeye başladı.
"Benim çok sevdiğim bir blog yazarı vardı. Hatta, yazdığı birkaç metni sana okutmuştum, ve sen de çok beğenmiştin. Hatırlıyorsun değil mi?" Haseul biraz düşündükten sonra hatırladığını belli etmek için başını salladı. "İşte! Onun uzun zamandır sesi soluğu çıkmıyordu. Hatta endişelenmeye bile başlamıştım. Ancak bu sabah telefonu elime aldığımda bloğundan yeni bir yazı paylaştığını gördüm. Haseul... bunu nasıl anlatsam bilmiyorum. Bence bunu kendin okusan dahi iyi olur." Ae-Ra, elindeki telefonu Haseul'a uzatırken, genç kız ürperdiğini hissetti ve her nereden biliyorsa bunun yazıyla bir alakası olduğunu düşünüyordu.
Ae-Ra, Haseul'un tepkisini görmek için onu izlemeye başladı. Kalbi son hızla atarken, içinden herşeyin güzel olması için Tanrı'ya dua ediyordu.
"Çoğu zaman, hapsolduğumuz karanlıklar sonsuza dek sürecekmiş gelir bizlere. Tekrar sabah olmayacakmış gibi, güneş bir daha doğmayacakmış gibi görünür.
Hayatımın çoğu zamanlarında ben de böyle hissediyorum. Çoğu zaman kendime olan özgüvenimi yerçekiminden bile daha hızlı bir şekildekaybediyorum. Ve omzuma yüklenen sorumluluklar altında ezildiğimi hissediyorum.
Geçmişte, yani daha gençken, hayallerimi gerçekleştirmek için önümde hiçbir engel olmadığını düşünürdüm. Benim için her şey basit görünüyordu. Hayallerimdeki üniversitenin konservatuvar özel yetenek sınavlarına girecek ve üniversiteyi kazanacaktım. Kazananlar açıklanırken nedense, benim ismimi söyleyeceklerini hissediyordum. Osene 25 kişi kazanmıştı ve açıklanan isimlerin arasında benim ismim yoktu.
Evet, yetenek sınavını girdiğim ilk yılda kazanamamıştım. Ve nasıl bir depresyona girdiğimi tahmin edebiliyor musunuz? Günlerce ağladım ve asla bir müzisyen olamayacağımı düşündüm. O zaman, benim için her şey bitmiş gibiydi.
O zamanlar kazanamadığımı öğrendiğimde yaşadıklarımı anımsıyorum. Dünya durmuş gibiydi ve ben sanki nefes almayı unutmuştum. Şu an anlıyorum kendime nankörlük yaptığımı. Neden her şey bitmiş gibi davranmıştım ki? Neden elimden hiçbir şey gelmeyeceğini düşünmüştüm?
Beni kendime getiren gücün ne oldu bilmiyorum, ancak pes etmedim. Pes edemezdim. Çünkü biliyorsunuz, bir şeyi gerçekten istediğinizde onu elde etmekten başka bir şey düşünemezsiniz.
Çalışmaya güneş doğmadan önce başladım ve güneş tekrar battığında, ben hala çalışıyordum. Düşündüğüm tek bir şey vardı; o sınavlara tekrar katılacak ve bu sefer kazanacaktım. Hem de, bu sefer sonuncu olsam bile yeter düşüncesinde değildim. O yetenek sınavında birinci olacak ve ilk sene kazanamadığım için benimle dalga geçen herkese kim olduğumu gösterecektim.
Ve sınavlara ikinci kez girdiğimde, o yılın birincisi seçilmiştim.
Hayatımda olan insanlar bu hikayeyi zaten biliyorlar. Ancak bilmedikleri bir şey var, ilk yılımda performansımı gerçekleştirdikten sonra jürilerden birisinin bana dediği şuydu, "Daha önce hayatımda böyle kötü bir çello çalan görmemiştim."
Birkaç hafta önce, okulumuzda yetenek sınavları olacağını öğrendim ve bu duygulanmama neden oldu. Sınava giren tüm öğrencileri izlemek çokkeyifliydi ancak içlerinden bir tanesinin, ruhuma dokunduğunu hissettim. Piyanosundan dökülen notalar yeryüzünde duyduğum en güzel melodiye sahipti.
Bana ilham kaynağı olan mor saçlı kız, gözlerini kapat ve kalbinin kapılarını arala. Kanatların seni gitmek istediğin yere götürecektir.
Ve bakışlarımız seni rahatsız ettiyse affet. Bu, Tanrı'nın yeryüzüne gönderdiği bir meleği ilk görüşümüzdü.
Dip not: Okulumuza hoş geldin."
Haseul bakışlarını telefondan kaldırdığında Ae-Ra ile göz göze geldi. Ancak Ae-Ra bir türlü, Haseul'un ne düşündüğünü anlayamıyordu. Her zamanki gibi, yine gözlerine bir sis perdesi örtmüş ve gerçek bakışlarını, düşüncelerini ve hislerini saklıyordu.
Haseul'u ikinci defa korkutan şey, kapıyı çalmadan odaya dalan annesiydi. "Haseul! Okuldan mektup geldi!" Haseul'un şaşırmasına izin bile veremeden koşarak ona sarıldı. Dayısı elindeki mektubu sesli bir şekilde okurken, Haseul hayatında ilk defa gerçekten mutlu olduğunu hissediyordu.
"Sayın Jung Haseul, okulumuzun yapmış olduğu yetenek sınavında birinci oldunuz. Yeni eğitim-öğretim yılını okulumuzda okumaya hak kazandığınız için sizi tebrik ederiz! Haseul üniversiteyi kazandın!"
O an, Haseul'un içinde bir fırtına koptu. Ve bu fırtınanın, Dünya'nın bir ucunda kelebek etkisi yarattığına yemin edebilirdi.
❧
"Bundan sonrasını kendim halledebilirim anne." Haseul, üniversitenin önünde durmuş, annesinin gitmesini bekliyordu. "Tatlım, tabi ki de yapabileceğini biliyorum. Ancak beni de anla. Lütfen."
"Sen de beni anla anne. Lütfen." Bayan Jung, kızının yalvaran bakışlarına daha fazla dayanamadı ve başını sallamakla yetindi. "Telefonun yanında değil mi? Eğer bir ihtiyacın olursa ya da bir kaza olursa hemen bana haber veriyorsun anlaştık mı? Küçük büyük dinlemem, hemen atlar gelirim." Haseul annesine minnettardı. Her zaman. Ancak, o artık büyümüştü. Ve sonsuza kadar da annesi yanında olamayacaktı, öyle değil mi? Kafesinden kurtulmalı, dış dünyada nasıl hayatta kalacağını öğrenmeliydi. "Merak etme. Eğer bir şeye ihtiyacım olursa ilk seni arayacağım."
"İşte benim kızım." Annesi, genç kızın yanağına sulu bir öpücük kondururken endişesini durduramıyordu. Ancak, yine de kızına güvenmeliydi. Haseul okulun ilk gününü atlatacak kadar güçlü bir kızdı.
Annesi, kızını daha fazla oyalamamak için arabasına bindi ve tereddüt etmeden gaza bastı. Haseul uzun bir süre annesinin arkasından bakakalırken, şimdiden verdiği karardan pişmanlık duymaya başlamıştı bile. Hayatında ilk defa annesi -veya yanında birisi- olmadan dışarıdaydı ve ne yapacağını bilmiyordu bile.
Küçük parmaklarıyla sandalyesinin tekerleklerini kavradı ve çevirmeye başladı. Bahçedeki üniversiteli genç topluluğuna gitgide yaklaşıyor ve dikkatleri üzerine topluyordu. Ancak onların garip bakışlarını düşünmekten daha önemli bir sorunu vardı.
Üniversitenin merdivenlerinin yanında duran rampa, oldukça dik görünüyordu. Ayrıca geçen sefer geldiklerinde, rampa çok kaygan olduğu için dayısı onu kucağına alarak merdivenlerden çıkartmıştı. Ancak şu anda ona yardım edecek kimsesi yoktu.
Rampanın önüne geldiğinde, sandalyesini durdurdu. Az önce denemekten zarar gelmez diye düşünüyordu, ancak rampaya yaklaştıkça çıkması gereken rampa gözünde daha çok büyümüştü.
Ne yapacağını düşünürken, tekerlekli sandalyesinin hareket etmeye başlamasıyla bocaladı ve ellerini koyacak yer bile bulamadı. Göz ucuyla arkasına baktığında kalıplı bir bedenin onu ittiğini görebiliyordu.
Haseul ona yardım eden kişiyi daha görmemişti. Ancak, içinden Tanrı'nın onu koruması için dualar etti.
Rampa nihayet bittiğinde ve giriş katına geldiklerinde, Haseul ona yardım eden kişiye teşekkür etmek için arkasını döndüğünde, belki de ona yardım etmesini istediği son kişi ile karşı karşıya idi.
Ae-Ra, Haseul için yazılan blog yazısını kimin yazdığını, sosyal medyadan bulduğu bir fotoğrafla göstermişti ve fotoğraftaki, ona yardım eden kişinin ta kendisiydi.
Haseul şaşırdığı için anlık duraksasa da, aklında defalarca kurduğu o cümleyi pat diye soruverdi. "'Hapsolduğumuz karanlıklar sonsuza dek sürecekmiş gibi gelir.' Bu ne demek?"
"Ne-" Haseul, daha Jimin'in konuşmasına izin vermeden sözü tekrar devraldı. "Bana acıyor musun?"
"Tabi ki hayır!" Jimin yanlış anlaşıldığını düşündüğünden, panik dalgası vücudunun her bir yanını sarmıştı.
"O zaman neden? Neden söylediğim şarkıya gönderme yaptın?"
"Okumuşsun... Bir ihtimal okumamış olduğunu düşünmüştüm." Jimin çok ayak altında kaldıklarını düşündüğü için, Haseul'a daha sakin bir yerde konuşmayı teklif etti. Genç kız pek istekli olmasa da, kabul etti. Koridor gerçekten kalabalıktı ve birbirlerinin sesini duymada bile zorlanıyorlardı.
Jimin, Haseul'u kütüphaneye getirdiğine şaşırmıştı ancak Jimin'in çok kısa süren yolculuklarında dediği gibi, sabah saatinde kütüphaneye gelen kimse yoktu ve burada istedikleri gibi kavga edebilirlerdi.
Jimin, Haseul'u duvarın tamamen cam ile kaplandığı ve manzarası harika olan bir pencere kenarına getirdi ve bir sandalye çekerek genç kızın tam karşısına oturdu.
"Bak. Dışarıdan nasıl göründüğünü biliyorum. Senin nasıl düşündüğünü bilmiyorum fakat yemin ederim ki kötü bir amacım yoktu. Sadece anlık bir cesaretle yazdım ve internete koydum... Eğer istersen hemen silerim. Senin kendini rahatsız hissetmen en son isteğim." Jimin yüzündeki pişmanlık ifadesini saklama gereği duymadan Haseul'un gözlerine baktığında, Haseul Jimin'in aslında ne kadar güzel bir kalbi olduğunu görebiliyordu.
"Böyle davranma.."
"Nasıl davranmamayım?" diye sordu merakla Jimin.
"Küçük bir çocukmuşum gibi."
"Öyle değil misin zaten?"
Aralarında tekrar uzun bir sessizlik oldu ve Haseul önlerinde uzanan manzarayı, Jimin ise Haseul'u izledi.
"Teşekkür ederim." dedi Haseul.
"Ne için?"
"Neden gözlerini üzerimden çekmiyorsun, şarkı sözlerimi anlayan tek kişi olduğun için."
Jimin, memnuniyetle gülümsedi. "Asıl ben teşekkür ederim."
"Ne için?"
"Karşıma çıktığın için."
Şimdi gülümseme sırası Haseul'a geçmişti.
"Sana öğreteceğim." dedi Jimin, gülümsediğinde kalbindeki çiçek bahçesinin yeniden açmasına neden olan kızı izlerken.
"Neyi?" dedi Haseul.
"Kendini sevmeyi."
❧
Saatler günleri, haftalar ayları kovalamıştı. Haseul üniversiteye başlayalı 2 ay geçmişti ve yavaş yavaş alışmaya başlamıştı. Üniversiteye başlamak, Haseul'a iyi gelmişti. Kendisi hakkında kaydettiği en önemli gelişme, artık koridorda ve bahçede gezinirken ona atılan bakışlardan rahatsız olmamasıydı. Haseul, bunu alışmak kelimesiyle betimlemek istemiyordu. Bu alışmak değildi. Daha çok... umursamamaktı.
Çünkü hayatında ilk defa, kan bağı olmayan insanlar onu yargılamadan sevmişti. Jimin, iki aydır pes etmeden Haseul'un yanında kalmak için bahaneler üretiyor, kendisini yalnız ve garip hissetmesi için Haseul'u yeni insanlar ile tanıştırıyordu. Gerçi Haseul, Jimin'e ne kadar sosyalleşmek ile bir problemi olmadığını anlatmaya çalışsa da Jimin'in bunu pek umursadığı söylenemezdi.
Gerçi, Haseul'da Jimin'in kendisi ile tanıştırdığı yakın arkadaşlarını çok seviyordu. Ne zaman onlarla bir araya gelseler, etrafta gerçek kahkahaları kol geziyordu.
Kendi sınıfından tanıştığı iki arkadaşı -Jinsoul ve Hye-joo- Kurşun Geçirmez İzciler ile buluşur (evet kendilerine böyle bir isim takmışlardı) ve Haseul'a hayatındaki en iyi anları yaşatırlardı.
Haseul, solfej dersinin verileceği sınıfa girdiğinde, Jimin sınıfta onu beklemesine şaşırdı. "Jimin?" dedi soru sorar bir şekilde.
"Selam." dedi Jimin. Arkasında birleştirdiği ellerinden sağ kolunu kaldırdı ve parmak uçlarıyla Haseul'un mor saçlarını okşadı. Jimin, uzun zamandır Haseul'u her görüşünde, elini saçlarında gezdirmeyi bir çeşit ritüel haline getirmişti. Haseul ise bu durumdan içten içe şikayetçiydi çünkü, Jimin'in bunu her yapışında iç çekmesine engel olamıyordu. Haseul -her zamanki gibi- kızaran yanaklarını saklamak isterken, Jimin'in arkasında ne sakladığını sormayı unutmuştu bile.
Tekerlekli sandalyesiyle, sırasına geçmesiyle, -Haseul'un rahat not alabilmesi için Jimin sınıfa özel olarak bir sıra getirmişti- Jimin'in koca bir çikolata paketini sırasının üstüne koyması bir oldu. Haseul ilk başta şaşkınlığını gizleyemedi ve paketi incelemeye koyuldu. Jimin çikolata paketini -elinden geldiğince- kırmızı bir kurdele ile hediye paketi yapmıştı (inanın Jimin'in paketlediği bariz belli oluyordu) ve içinde sayamayacağı kadar çok çikolata vardı. Hem de bunlar, Haseul'un en sevdiği çikolatalardı!
Jimin, Haseul ile kütüphanede konuştuğu o günden beri, her gün Haseul'a çeşit çeşit hediye alırdı. Aklınca, Haseul'un kendisini affetmesi için uğraşıyordu. Ancak, Haseul Jimin'e zaten hiç kırılmamıştı ki.
"Jimin!" diye sevinçle haykırdı Haseul. Ağzı kulaklarına varana dek gülümsedi ve gözlerindeki heyecan parıltılarıyla onun tepkisini izleyen Jimin'e baktı. "Bu çikolataları sevdiğimi nereden bildin?"
Jimin alınmışcasına baktı ve dudaklarını büzerek konuşmaya başladı. "Bu çikolataları herkes sever bir kere."
❦
Profesör derse girmesi ile Jimin'in hala sınıftan gitmemesi Haseul'u paniğe sokmuştu. Profesör yoklamayı alana kadar sürekli Jimin'i gitmesi için uyarmış -hatta bir kaç defa da iteklemişti- ancak Jimin yerinden kımıldamamıştı bile.
Profesör sessizce yoklama kağıdından başını kaldırdı ve sınıfın ortasına -birçok müzik aletinin etrafını sardığı boş alana- geldi. "Bu hafta işleyeceğimiz beste, klasik müziğin üstadlarından Beethoven'ın, Ayışığı Sonatı isimli parçası. Hepiniz Ayışığı Sonatı'nın hikayesini biliyorsunuz değil mi?" Profesörü onaylayan birkaç öğrenci dışında sınıftan başka ses çıkmamıştı. "Beethoven, bu parçayı daha önce ayışığını görmemiş küçük bir kıza ayışığını anlatmak için bestelemiştir. Ve bu parçadan hepiniz finallerde sorumlusunuz ve eğer ki tam not alamazsanız, dersten geçmeyi beklemeyin."
Sınıftan itiraz eden kuru bir gürültü yükselirken Profesör herkesi bir bakışıyla susturdu. "Neyse ki, bugün aramızda Ayışığı Sonatı'nı kusursuz çalarak benden tam not almayı başaran bir arkadaşınız var. Merak ettiğiniz püf noktaları ona sorabilir ve ondan ilham alabilirsiniz. Üst sınıflardan Park Jimin, Ayışığı Sonatı'nı bir de bizler için çalar mısın?" Haseul'un hemen arkasında oturan Jimin, sınıftaki öğrencilerin alkışlarıyla parçayı çalmak için çellosuna ilerlerken, Haseul Jimin ile gurur duymaktan kendini alamadı. Jimin yavaşça çellosunu eline alıp, yerine yerleşirken profesöre döndü. "Profesör... Sanırım bana bir enstrüman eşlik etse mükemmel olurdu. Mesela piyano..." Profesör gözlerini piyano çalan öğrenciler arasında gezdirirken karar vermekte çok zorlanmadı. Jimin gibi bir müzik dahisine eşlik etme şerefine nail olan öğrenci tabi ki piyanoyu en iyi çalan öğrenci olmalıydı. "Jung Haseul! Jimin'e eşlik etmeye ne dersin?"
Jimin, Haseul ile göz göze geldiğinde onu cesaretlendirmek adına yanaklarındaki gamzeyi göstermek istercesine gülümsedi ve eliyle gel işareti yaptı. Haseul heyecandan titreyen ellerini kontrol etmekte zorlansa da piyanoya ilerlemeye başladı -piyanoya çok yakın bir yerde oturduğu için pek zorlanmamıştı. Jimin oturacağı sandalyeyi Haseul'un tam arkasına getirdi ve böylece birbirlerine daha yakın oldular. Jimin, Haseul'un kulağına eğilerek "Önden hanımlar..." diye fısıldadığında Haseul heyecandan yanlış notaya basmış, sınıftaki birkaç öğrenciyi gülümsetmişti.
Haseul'un elleri heyecandan birbirine dolaşsa da, bu durmasına engel değildi. Parmakları ile piyano tuşlarını sıkıca kavrarken kulağına ulaşan önce piyano, daha sonra da çello sesi ile kendinden geçmiş bir şekilde gözlerini kapattı ve kalbinin kapılarını araladı.
Müzik, ayışığını hiç görmemiş birine ayışığını anlatabilirdi. Aşk, kendisini sevmeyen küçük bir kıza, kendisini sevmeyi öğretebilirdi. İkisinin ortak yanı ise, küçük bir oğlan çocuğunun kalbinden kopup gelen notalardı.
-THE END-
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top