Turkish Winners
Ölü Hayaller Mezarlığı by @HangryMangry
O gece renksiz, kokusuz bir yağmur sinsice şehri ıslatıyordu. Sis, mezarların üzerindeki toprağı yumuşak, gri bir battaniye gibi örtmüştü. Acımasız, ürkütücü ve soğuk bir manzaraydı bu. Genç adam sarsak adımlarını yavaşlattı. Neden buradaydı? Yine neden gelmişti? Tüm geceyi yas tutarak ve içerek geçirdikten sonra onu yine neden buraya getirmişti adımları? Bal rengi Fransız konyağını içmeli ve ardından evine gitmeliydi. Bir sigara yakar, gözyaşı akıtır ve sızardı. Yapamadı. Rüzgâr esmiyordu ama adam fırtına diledi Tanrı'dan. Kendisini buradan uçuracak bir fırtına. Mahvolmuştu. Adımları durduğunda önünde bulunan mezar taşına çevirdi bakışlarını.
Lexi Alphonso.
Onun adını okuduğunda içine çektiği havayı serbest bırakamadan yıkılıverdi oraya. Sevdiği kadının ismi... Tek gerçek aşkının... İlk hayal kırıklığının, ilk kaybedişinin. Eşinin ismini okumak onu zorluyordu. Sevdiği kadının zarif bedeni şimdi o toprağın altındaydı. Düşündü. Hâlâ çok güzel olduğuna kanaat getirdi ardından. Her zaman güzel olmuştu. Gösterişli ve baştan çıkarıcı bir kadındı her daim. Onun masum bakışlarının altında ezildiğini hissederdi adam. Omuzlarından dökülen koyu kahve saçlarını her savuruşunda adam tükenirdi. Bu kadın onun sonu olmuştu. Çok uyumluydu her şeyin ötesinde. Nerede nasıl davranacağını bilirdi. Kibardı. Kimi zaman bir anne şefkatiyle sarıyordu adamı, kimi zaman şımarık bir kız çocuğu olup onun kolları arasına koşuyordu. Bazen ciddi bir tavır takınırdı, bazen cilve yapar ilgi beklerdi. Rüya gibiydi kısaca. Adam, bu tatlı düşün esiri olmuştu.
"Neden?" diye fısıldadı toprağa. "Neden gittin, Lexi?"
Ne kadar düşünürse düşünsün bu sorusuna bir cevap alamıyordu genç adam. Her şeyiyle kusursuz bir evlilik yürütüyorlardı çünkü. Bu evlilik onu hiçbir zaman sıkmamıştı. Eşiyle geçirdiği her saniye kıymetliydi onun için. Terk edilişine bir anlam veremiyordu. Öyle aniden... Bebek haberi beklerken ayrılık haberiyle sarsılmıştı. Lexi, sevdiği kadın, artık bambaşka birini seviyordu. 25 Nisan günü itiraf etmişti bunu. Kocasının gözlerinin içine baka baka bir başkasını sevdiğini söylemişti.
O gün, Zhao Tong öldü. Ruhu bin parçaya ayrılıp evrene dağıldı. Genç bir adam o gün yaşlandıkça yaşlandı. Çöktü. Taşıyamadığı bu yük ona öyle ağır geldi ki, sevdiği kadına lanet etti. Fakat her şeye rağmen seviyordu eşini. O tatlı gülümsemesinden nasıl uzak kalsındı? Sevdiği kadın bir başkasına tebessüm ederken nasıl ayakta durabilirdi? Avuçlarının arasında sıkıştırdığı toprağı serbest bırakırken gözyaşları da yanaklarını ıslatmaya başlamıştı. Adam çok çaresizdi. Lexi'yi gördüğü ilk günü düşünmeye çalıştı.
Ah...
"Ufacıktın. Ufacıktın, Lex. Hatırlıyor musun? Saçlarının arasına minicik bir arı konmuştu. Oradan oraya koşuşturuyordun korkuyla. Yanakların pembe pembe... Seni öyle ağlarken görünce kalbim sızlar gibi olmuştu. Çocuktum ya, aşk nedir bilmezdim henüz."
Doğrulup sırtını kadının soğuk mezar taşına yasladıktan sonra başını da geriye attı hafiften. Yağmur işlemiyordu sanki ona. İçindeki yangınları söndürse söndürse bu yağmur söndürürdü. Yutkundu boğazının acısını umursamadan. Gökyüzünde asılı duran yapayalnız bir yıldıza dikti gözlerini ve devam etti.
"Yanına gelip seni sakinleştirmek için elini tutmuştum, ne hoş parmakların vardı. Seni o arıdan kurtardığımda kendimi kahraman gibi hissetmiştim, biliyor musun? Utangaç bir hâlde teşekkür etmiştin bana. Fakat iç çekmelerin durmuyordu gözyaşların dinmiş olsa dahi. Aldığım yeni kazağın kollarıyla temizlemiştim güzel yüzünü. Okuldakilere hava atacaktım oysa... Annem kazağı yıkayınca nasıl da öfkelenmiştim. "
Sözlerinin sonuna geldiğinde gülümsüyordu genç adam fakat bu gülümseme, acının hayat bulmuş hâli gibiydi. Gökyüzünde karanlığa meydan okuyan o son ışık paresi de kaybolmak üzereydi artık. Aşkları gibi solup gidecekti. Yutkundu bir kez daha. Sustu kaldı öylece, yalnızca ağlıyordu. Bir süre yağmuru dinledi. Mezarlığın soğuk beyaz taşlarına hıçkırıkları çarpıyordu. Kim bilir kimler ağlamıştı da burada, diğer tarafa ulaşıyor muydu kederin sesi? Gelen giden yoktu.
Böyle yağmurlu bir gündü yine. Vakit gece yarısını geçiyordu. Çatı katında oturmuş sohbet ediyorlardı, gökyüzü o gece daha aydınlıktı sanki. Zhao Lexi, kocasına bakmıştı iri gözleriyle. Bakışları pencereden yansıyan ay ışığıyla parıldıyordu. Adamın içi gitti. Kadının dudakları aralandı. "Bizim hiçbir sonumuz kötü olmayacak, Tong... Bizim sonumuz olmayacak kısaca. " sözleri dökülmüştü pembeliklerinden. Adam bir kez daha âşık oldu. Sonsuza dek birliktelik sözü verildi o gün. Neredeydi şimdi tüm o sözler? Toprağın altında çürümekte miydi?
"Sonumuz kötü olmayacak demiştin, Lex. Bize neden en kötü sonu yazdın öyleyse?"
Başını çevirip hareketsiz duran toprağa baktı. Sevdiği kadını kaybettiği günü düşünmeye çalıştı. Anımsayamadı. Ölüm tarihine bakmak istedi ama bakışlarını mezar taşına çeviremedi bile. Öylece toprağı seyrediyordu. Sanki altında yatanı görebiliyor gibi, sanki ona seslenebiliyor gibi hissediyordu buraya her gelişinde. Onun hayaliyle sabaha dek sohbet eder, gün aydığında bunu yaptığı için kendi kendine azar çekerdi. Aldatılmış bir adamdı neticesinde. Yoluna bakması gerekirdi, sadakatin lüzumu yoktu. Fakat yine kızdı kendine. Belki de sevdiği kadın pişmandı şimdi. Belki de onu bırakıp bir başkasına gittiği için özür dilemek istiyordu. Bir şans isteyecekti belki... Yaşasaydı bir şans daha ister miydi?
"Yalnız kötü bir son dahi olsa, daha iyisini hak etmemiş miydik sence? Daha iyi bir kötü son... Belki... Yazılabilir miydi?"
Cebinden çıkardığı ıslanmış fotoğrafa bakarken fısıldamıştı bunları. Kadınla birlikte yaşadıkları evi de, içindeki anıları da yakmıştı günün birinde. Ona kalan tek şey bu fotoğraftı şimdi. Sonradan fazlaca pişman olsa bile geri alamamıştı zamanı. Oysa zamanı geriye sarabilseydi bunu kesinlikle yapardı... Lexi'yi çok özlüyordu çünkü. Başparmağıyla kadının yüzünü okşadı. Basit bir kağıt parçası gibi bakamıyordu ona. Sanki bu fotoğraf canlıydı, nefes alıyordu. Konuşuyordu bu fotoğraf. Adam iç çekti.
"Bazen sorular karmaşıktır ve cevaplar basittir, Tong." Lexi böyle söylemişti bir keresinde ve eklemişti. "Biz de karmaşık bir soruyduk. Cevabımız basit olmalıydı... Kendini daha fazla yıpratma ve hayatını yaşa lütfen."
Kadının anlayamadığı bir şey vardı; adam onsuz bir hayat düşünemiyordu ki.
Fotoğrafı tutan eli titredi bir anda. Sinirleri uyuşmuş, zihni dipsiz, karanlık kuyularda uçuşmuştu. Bir sessizlik kanat çırptı bocalayan düşlerinde. Kendisine gülümseyen bu kadın koskoca bir yalandan ibaretti. Bu yalan, Tong'un kalbini sıkıştırıyor, gözlerini bulandırıyordu. Ağlamaktan kızıla çalan gözlerini geceye çevirdiğinde içinde biriken tüm hüznü söküp atmak istemişti. Kaldıramıyordu."
Neden? "
Bir kere daha sorguladı kadının gidişini. Bu tek kelime öyle çetrefilli geliyordu ki diline, adam sanki tüm öfkesini şu sözcüğün içine hapsetmişti de gökyüzüne haykırmıştı. Bu sorgulama bir gün delirtecekti onu. Lexi ile geçirdiği tüm o güzel anların bitişini asla kabullenemiyordu. Kadın öldükten sonra bile... Kadını öldürdükten sonra bile.
O gece, adam defalarca kez sordu aynı soruyu. Bitmemesi gereken bir yerde, olmaması gereken bir şekilde son bulmuştu hikâyeleri. Gece sabaha kavuşurken adam doğruldu, üzerinde çamurdan yapılmış kıyafetler vardı sanki. Güneş, görünmeyen bir ufukta belirmeye başlamıştı çocuksu bir heyecanla. Kimilerine umut, kimilerine neşe, bu adama ise keder olacaktı. Korkunç bir hayal gördüğünü hissetti. Güneş kendisiyle alay ediyordu adeta. Yoksa kendisiyle alay eden, gece miydi? Ayağa kalktı, mezar taşına tutunup durulmaya çalıştı bir süre. Geceden kalan ıslak saçlarını geriye yatırıp başını iki yana salladı. Ayılmaya çalışan adımlarla mezarlığın çıkışına yöneldi. Soğuk mezar taşları bir hayli geride kaldığında arkasına bakma ihtiyacı hissetmişti. Başını çevirip ardında bıraktığı mezarlığa baktı. Kalbine yine bir öfke, yine bir keder çökmüştü. Oyalanmadan başını çevirip yürümeye devam etti. Bomboş hissediyordu.
İşin aslı; ardında altı boş bir toprak yığını bırakmıştı yalnızca. Orada ne sevdiği kadının mezarı, ne de kadının adının yazılı olduğu bir mezar taşı vardı. Adamın âşık olduğu o kadın, tüm geceyi eşinin kolları arasında geçirmişti. Tong'un terk edilmesine sebep olan o adamın kolları arasında...
Lexi Alphonso, yaşıyordu.
Onu öldüren kişi adamın ta kendisiydi. Kendi yarattığı bir mezarlıkta, yine hayali bir mezar ile konuşmaya gelirdi kimi gecelerde. Adam ıstırap içinde kavrulurken kadın gülümserdi bir yerlerde. Bir zamanlar Tong'a ettiği tüm o güzel sözleri, şimdi bir başkasının gözlerine bakarak söylüyordu. Bu kadın gerçekten adamın sonu olmuştu. Çünkü Tong'un acı dolu haykırışları Lexi'ye ilişmiyordu bile. Kendisini yeni yasak aşkının sinsi kollarına öyle bir teslim etmişti ki kadın, asıl aşkın bir yerlerde tükendiğini göremiyordu.
Adam ölüyordu ama kadın da kör olmaktaydı.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top