Bölüm 7. Dengesiz - part Ⅰ
Keyifli okumalar.
Medyada: Demi Lovato - Heart Attack
Nereye gitseler arkalarında dolaşan kız gruplarıyla Bralyn ve arkadaşları hemen fark ediliyordu. Dikkat çekici fiziklerini ön plana çıkaran kıyafetleriyle, havalı saçlarıyla ve gizemli tavırlarıyla varlıklarını sonuna kadar hissettiriyorlardı. Bu duruma Rose dışında biri daha sinir oluyordu: Darren. Yıllardır okulda at koşturan, kötü de olsa bir üne sahip olan Darren ve ekibi göz ardı edilmişti. Bu durum bizim lehimize sonuçlandığı için memnundum. Darren'in tüm dikkati yeni gelenlerin üzerindeymiş gibi görünüyordu.
Bralyn ile denk geldiğimiz derslerde mümkün olduğunca varlığından habersizmişim gibi davranıyor, benimle alay etme fırsatını eline vermemeye çalışıyordum. Bakışlarındaki soğukluk, sıkkın ve düşünceli tavrıyla daha korkutucu hale büründüğü zamanlarda gözlerinin mesafesinden arkama dahi bakmadan kaçmak istiyordum. Rose ve Arey'in yakınlıkları ise bu durumu fazlasıyla zorlaştırıyordu. O kendini beğenmişten uzak durmaya çalışmam da öğle yemeğinde Rose tarafından engellenmiş oldu.
Yemek almak için sırada beklerken hızlıca iki masayı birleştirmiş olan Rose ve Arey çoktan oturmuşlardı. Bu duruma benden başka rahatsız olan bir kişi daha vardı. Eva. Neden huzursuz olduğunu anlayamıyordum. Raudin'in hafifçe başını kaldırmış Bralyn'e bir şeyler anlatarak masaya doğru ilerlediğini olduğum yerden göz ucuyla fark ettim. Bralyn ve Raudin'in mütemadiyen soğuk ve ruhsuz tavırları artık içimi baymıştı. Özellikle de kimi zaman oturdukları yerin yakınlarında tezek yığını varmış gibi suratlarında bir ifade belirdiğinde. Bralyn'in mimiksiz yüzüne bir süre baktıktan sonra ellerini sallayarak masaya çağıran Rose'a doğru ayaklarımı sürümeye başladım.
Nasıl bir oturma düzeni yaptıklarını anlayamadan kendimi Bralyn'in karşısında buldum. Elimdeki yemek dolu tepsiyi bomba taşır gibi dikkatle masaya bıraktım. İştahım havası sönen balon gibi kaçmıştı. Bralyn'in solunda Mina, sağında ise Rose oturuyordu. Bralyn'in Rose'a bakışlarında anlamlandıramadığım bir düşmanlık vardı ama bunu çok kısa zamanlarda ve tesadüfen yakalıyordum. Nedenine bir süre kafa yorsam da bana bakışlarının daha kötü olduğunu fark ettiğimde bu düşünceden uzaklaştım. Sanırım herkese karşı böyleydi; soğuk, kibirli ve kendini beğenmiş.
Çok gerilmiştim. Elimi, kolumu nereye koyacağımı bilemedim. Beni bu kadar huzursuz ettiği için kendime kızıyordum. Yanımda oturan Eva'nın da benden aşağı kalır yanı yoktu. Sessizce tabağındakilerle oynuyordu ama masadaki her yüzü izlediğinden emindim. Rose, her zamanki neşeli haliyle sohbet konusu açmakta hiç zorlanmıyor, masanın bir ucundan diğerine laf yetiştiriyordu. Su almak için önümdeki bardağa uzanırken elim bardağa çarptı ve bardak masanın her yerini su içinde bırakarak yuvarlandı. Hızla alınmış nefes sesini duyunca otomatikman Bralyn'e baktım. Bıyık altından gülüyordu. Kıpkırmızı oldum ve dökülen suyu silmeye çalıştım.
"Bırak Amie, ben silerim." dedi Rose, bir hışımla yanıma gelerek. "Çok mu komik?" diye de tersledi Bralyn'i. Anlaşılan Bralyn'in yüz ifadesini Rose da yakalamıştı.
Bralyn kayıtsızlığını bozmadan ipek gibi ama ruhsuz bir sesle, "Evet, öyle." dedi.
Rose bir eliyle omzumu tutuyordu. Bralyn'in tavrı karşısında öyle bir sıktı ki, bütün kolum uyuştu. Biraz daha devam ederse moraracaktı.
"Rose," diye fısıldadım. Başımı kaldırıp yüzüme baktım.
Bir süre cevap vermeyen Rose sonunda hırıltı gibi bir sesle, "Ne?" dedi.
Dudaklarımı oynatarak sessizce, "Omzum." dedim. Biraz daha sıkmaya devam ederse bir süre kolumu kullanamayacaktım. Özür dilemeye gerek bile duymadan elini omzumdan çekti. Tamamen Bralyn'e kilitlenmişti. Rose sözünü unutmuşa benziyordu ve birazdan Bralyn'in üzerine atlayacak gibi duruyordu
"Bralyn küçük sakarlıklara bayılır. Kendisi de küçükken öyleydi, bizi sürekli güldürürdü. Değil mi Bralyn?"
Arey'in ortamı yumuşatma çabasıyla Bralyn'e yönelttiği soru havada asılı kaldı. Bralyn cevap verme gereksinimi bile duymadan aynı kayıtsızlıkla oturuyordu. Bir insan nasıl bu kadar sinir bozucu olabilirdi?
"Evet. Küçükken sürekli bir şeyleri devirirdi." Bralyn yerine Xolan cevap verdi. Gözlerine ulaşmayan bir gülümsemeyle dudakları kıvrıldı.
Arey, Rose'u yanına çağırdı ama Rose gözünü dikmiş hala Bralyn'e bakıyordu. Yerinden kıpırdamayınca gitmesi için elimi beline koyarak hafifçe ittim, neyse ki işe yaradı ve Rose yerine geçti. Yan yana olmaları hiç iyi değildi. Bir kol boyu mesafede oturan Rose arada delici bakışlar atıyor, Bralyn ise aynı umursamaz tavrıyla diğer herkesi yok sayıyordu. Başımı önüme eğdim ve ritmik hareketlerle sallanan sol bacağımın üzerine elimi koydum. Bir an önce gitmek istiyordum.
"Bunun sorumlusu sensin biliyorsun değil mi?" dedi, kadife gibi bir ses.
Hiç istemeyerek sesin geldiği yöne doğru başımı kaldırdım. Bralyn öne doğru eğilmişti. Gözleriyle buluştuğumda ürperdim. Bakışları karşısında kızarmaya başladığımı hissediyordum. Kendimi toplayarak cevap vermem gerektiğini düşündüm ama alay etmek için bahane arıyor da olabilirdi. Beynime daha önce kullandığı kelime süzüldü. Aptal.
"Neyin sorumlusu?" dedim. Fısıltı gibi çıkan sesimle beni duyduğundan emin bile değildim. Ağzım kurumuştu.
"Bardağı deviren sensin ama arkadaşın bana saldırmak istiyor."
Ne saçmalıyordu bu? Suyla ne alakası vardı? Sol bacağımın üzerindeki elimi yumruk yaptım. Konu tamamen senin hıyar olmanla alakalı demek istedim bir an için ama ifadesi bunu yapmamı engelledi. Yüzüme odaklanmıştı; uzun süredir görmediği birine bakıyormuş gibi dikkatliydi. Bu düşüncenin saçmalığıyla başımı yavaşça sağa sola salladım. İlgiyle ve beklentiyle bakıyor olduğunu düşünmem için gerçekten aptal olmam gerekirdi.
"Öyle bir şey yapmak istediğini sanmıyorum. Rose çok tatlıdır." dedim söylemek istediklerimin aksine. Neyse ki Rose o sırada Arey'le konuşuyordu, yoksa bu defa gerçekten saldırırdı.
"Bana pek öyle gelmedi." Tekrar arkasına yaslanarak eski pozisyonuna döndü.
Ne kadar saçma olsa da Bralyn ile sohbet ettiğimize inanamıyordum. Bir yandan haddini bildiremediğim için kendime karşı suçlu hissederken, diğer yandan birkaç kelime de olsa onunla konuşmuş olduğum için midemin küçük bir bölümünde birtakım kıpırtılar oluşmuştu. Sinirlendim, o kıpırtıları bir an önce yok etmeliydim.
Koridordan gelen seslerle dikkatim dağıldı. Öğrenciler birer birer yerlerinden kalkıp koridora çıkmaya başladı. Mina'nın soru soran bakışlarına karşılık başımı sallayıp Rose'a baktım; çoktan yerinden kalkmış kafeteryanın kapısına kadar yolu yarılamıştı. Bir süre sonra Rose'un bağırışları geldi. Aynı anda ayağa kalkıp hepimiz seslerin geldiği yöne doğru koşmaya başladık. Bralyn ve Raudin hariç; duruşlarını hiç bozmadılar.
Kapıda oluşan kalabalığın arasından geçmeye çalışarak koridora çıktım. Gördüğüm sahnenin şokuyla bir an için durakladım. Sean yerde yatıyor, Rose onu kaldırmaya çalışıyor, Darren ve ekibi de birkaç adım ötede uzaklaşıyorlardı. Sean'ın ağzı burnu kan içindeydi.
"Sean," diye fısıldadım ve yanına koştum. "Neler oluyor, bu halin ne?"
Bir yandan ne kadar hırpalandığına bakarken, diğer yandan da ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Burnundan ve dudağından sızan kanlar birbirine karışmıştı. Sağ gözünün altında koyu bir alan vardı. Vücudunu yoklarken gözlerinden ateş çıkan Sean sertçe ellerimi itti.
"Yok bir şey."
"Ne demek bir şey yok, bu halin ne peki?" dedim, yaptığı hareketi görmezden gelerek.
"Bir dahaki sefere kırılmadık kemiğin kalmaz, ayağını denk al." diye bağırdı Darren koridorun başından.
Sean, elinin tersiyle ağzındaki kanı silmek yerine iyice yüzüne bulaştırdı. Ürkütücü görünüyordu. Ne olduğunu anlayamadan bir anda ayağa kalktı ve Darren'a doğru koşmaya çalıştı. Rose ile tam zamanında yakaladık. Gitmesi daha fazla hırpalamamasından başka hiçbir işe yaramayacaktı. Sean öğle aralarında okulda kalmazdı. Neden buradaydı? Neden Darren'le kavga etmişti? O kadar endişelenmiştim ki, ellerim titriyordu. Sean bir süre sonra ellerimizden kurtulmak için silkelendi.
"Ne demeye tek başına bu kadar kişiyle kavga ediyorsun Sean. Söyle, ne oldu?" diye sordu Rose.
Rose ile her zaman iyi anlaşıyorlardı. Bana baktığı gibi kızgınlıkla bakmadı ama cevap da vermedi. Birkaç adım ötede duran çantasını gidip aldı, omzuna taktı ve çıkışa doğru yürümeye başladı.
"Sean, bekle, nereye gidiyorsun?"
Arkasından seslenmeme rağmen ilerlemeye devam eden Sean, birkaç adımdan sonra başını bana doğru çevirdi. Bakışlarındaki öfke benimle ilgili bir durum olduğunu düşünmeme neden oldu. Cevap bile vermeden hızla uzaklaştı. Engel olamadan gözyaşlarım akmaya başladı. Sean bana ne kadar takılsa da daha önce hiç bu şekilde davranmamıştı. Darren hakkımda kötü bir şey söylemiş olmalıydı yoksa Sean kavga edecek bir çocuk değildi.
"Amie, bir şeyi yok, azıcık hırpalanmış sadece. Sakin ol, iyi o. Hadi derse gidelim." dedi Rose. Ben yerimden kıpırdamayınca karşıma geçerek, "Bak, ben daha sonra neler olduğunu öğrenirim tamam mı? O Darren salağının da elimden çekeceği var." diye devam etti.
Gözyaşlarımı durduramıyordum. Ağlamamın tek sebebi bu olamazdı; son günlerde üst üste gelenler, huzursuzluğum ve gerginliğim bu şekilde ortaya çıkmıştı ve utanç vericiydi. Eva yanıma gelerek, "Hadi." dedi. Başımı tamam dercesine salladım ve peşleri sıra yürümeye başladım. Bir iki adım atmıştım ki, Bralyn'in bana kilitlenmiş bakışlarını fark ettim. Garip bir ifadeyle bakıyordu; daha öncekiler gibi boş ve soğuk değildi.
Resim çizmek her zaman benim için iyi bir terapiydi ama aklımı toparlayıp yoğunlaşamıyordum. Eve gitmek istiyordum. Sean'ı görüp ne olduğunu öğrenmeliydim. Yarım saat kadar çalışıp daha fazla devam edemeyeceğimi anlayınca toparlandım ve bölmeden çıktım. Mina, heykel yapmaya o kadar dalmıştı ki, benim çıktığımı görmedi. Geçerken göz ucuyla şöyle bir baktım, her ne yapıyorsa yine bir şeye benzetemedim. Kendimi oyalamak için bütün çizimlerimi yanıma almıştım, hata etmişim, şimdi dolabıma geri taşımakta zorlanıyordum. Hızlı ve dalgın bir şekilde yürürken birine çarptım. Resimlerim her tarafa saçıldı. Göz ucuyla kime çarptığıma bakarken dejavu yaşadığımı düşündüm. Bralyn'di yine.
"Bu durumu alışkanlık haline getirdin anlaşılan."
Ne diyeceğimi bilemedim. Okulda onca insan varken neden gelip bu kasıntıya çarpıyordum ki? Üstelik bu ikinci olmuştu.
"Özür dilerim." diye mırıldandım ve bakışlarına maruz kalmamak için resimlerimi toplama bahanesiyle yere çöktüm. Resimlerimden birinin yerden alındığını göz ucuyla fark ettim.
"Burası neresi?"
Son zamanlarda üzerinde çalıştığım şatoyu bana doğru çevirip gösterdi. Resim bitmek üzereydi. Dondurucu gözleriyle başımda dikilen Bralyn'e baktım. Ayağa kalktım ve resmi vermesi için elimi uzattım. Hareketimi görmezden gelerek anlaşılmaz bir ifadeyle resmi incelemeye devam etti. Bir süre sonra tekrar yüzüme baktı. Bakışları bu defa soğuk değil, meraklıydı. Rahatsızlık duyduğum ifadesinden kurtulmak için başımı çevirdim. Gözden kaçırdığı bir şey varmış da onu arıyormuş gibi bir ifadeyle bakışını sürdürüyordu.
"Ne?" dedim, bu duruma bir son vermek için.
"Daha önce gittiğin bir yer mi?"
İlgiyle bana bakmaya devam ediyordu ama ben cevap verip vermemek konusunda çekiniyordum. Her zaman o kadar soğuktu ki. Üstelik her fırsatta beni utandırıyordu. Bugün diğer günlere göre daha az soğuk davranmasının mutlaka bir sebebi olmalıydı.
"Hayır, daha önce görmedim. Hayali bir yer." Aslında değildi ama bunu ona söylemek istemedim. Rüyalarımda gördüğüm şeyleri resmettiğimi bilmesine gerek yoktu, benimle yine alay etmesini istemiyordum. Tekrar resme baktı, "Güzelmiş." deyip uzattı.
Başka bir şey söylemeden arkasını dönüp gitti. İkinci defa üzerime soğuk hava dalgalarını göndermemiş, hatta normal sayılabilecek bir tonda konuşmuştu. Böyle ukala ve kendini beğenmiş olmasaydı onu şaşırttığımı söyleyebilirdim ama konu o olunca emin olamazdım.
Dört bir yana saçılmış resimlerimi toplamak için yavaşça yere çömelirken hala Bralyn'in ifadesini düşünüyordum. Gördüğü şey karşısında burun kıvırmasını beklerdim; ilgiyle suratıma bakmasını değil. Nasıl biri olduğunu anlamaya çalıştıkça kafam daha çok karışıyordu. Son resmi de yerden aldığımda kızlar geldi. Rose, Arey'le buluşacağını söyleyerek oyalanmadan çıktı. Mina, sinemaya gidelim diye tutturdu ama benim aklım Sean'da olduğundan eve gitmek istedim. Kızların ısrarlarına rağmen bırakmalarını istemedim; yürümek istiyordum.
Bugün hava kapalıydı. Yağmur yağmadan önceki o bunaltıcı sıcak bütün ağırlığıyla üzerime çökmüştü. Dereyi izleyerek yavaşça yürürken karşı yolda, ormanın başladığı sınırda hareketsiz bir figür dikkatimi çekti. Beyaz elbisesiyle son günlerde rüyalarımda sık sık gördüğüm yaşlı kadına benziyordu. Beyaz saçlı, kısa boylu ve çok yaşlı insanların görüntüsüne sahipti.
Baktığımı fark etmiş olacak ki, "Dikkat et." diye seslendi. Bağırmamıştı. Aramızdaki mesafeye rağmen sesini net bir şekilde duydum.
Gördüğüme bir anlam vermeye çalışarak daha dikkatli bakmaya başladım. Yüzünü tam olarak seçemiyordum ama garip bir şekilde gözlerimin içine baktığını hissedebiliyordum. Kilitlenmiş halde karşımdaki varlığa bakarken beynim akıl almaz bir hızla çalışıyordu. Sığ ve düzensiz nefeslerim göğüs kafesimin hızla inip kalkmasına neden oluyordu. Ellerimin terlediğini hissettim. Gözlerimi kapatıp açtım ama hala orada duruyordu. Kesinlikle aklımı kaçırıyordum.
"Kimsin sen?" Onun aksine sesimin ulaşması için bütün gücümle bağırdım. Cevap vermedi.
Hala bana bakmaya devam ediyor, durduğu yerden bir adım dahi kıpırdamıyordu. Karanlıkta parlayan mor bir çiçeğin imgesi beynimi doldurdu. Yakından bir de su sesi geliyordu. Başka her yer karanlıktı. Görüntü geldiği gibi kayboldu. Vücudumun titrediğini hissettim. Neler olduğunu anlamaya çalışarak heykel misali duran kadına korkuyla baktım. Bir süre sonra arkasını döndü ve uzaklaşmaya başladı. Ne yapacağımı bilmez halde etrafıma bakındım. Karşıya geçebileceğim yakında bir yer yoktu.
"Hey, bekle! Kimsin sen? Ne demek istedin?" Arkasından bağırmaya devam ettim ama bir daha geri dönmedi. İlerideki ağaçların arasına girince görüş alanımdan tamamen çıkmış oldu.
Bu da neydi şimdi? Rüyamda gördüğüm kadının bir anda önüme çıkmasına mı, beni uyarmasına mı ya da cevap bile vermeden ortadan kaybolmasına mı şaşıracağımı bilemedim. Önünde durduğum derenin içine bakmak için yüksek korkuluklara yaklaştım. Dibindeki çamurlu sudan çıkan ses her ne kadar duyduğum sesle bağdaşmıyorsa da bir an için yanılmış olabileceğimi düşündüm. Peki, çiçek de neyin nesiydi? Rüyalarım sonunda kendi alemlerini terk edip gerçekliğe bürünmeye karar vermişlerdi anlaşılan. Aksi takdirde bu yaşadığımın mantıklı bir açıklaması yoktu. Kadını kaybettiğim noktaya uzun bir süre baktıktan sonra birbirine geçmiş düşüncelerimle yürümeye başladım.
Ne kadar tuhaf bir gündü bu böyle: Kavgalar, Bralyn'in benimle konuşması ve anlam veremediğim tavrı, rüyamda gördüğüm garip bir kadının beni uyarıp kaybolması, artık neye dikkat edeceksem, Sean'ın bana kızgınlığı. Bugün biter miydi acaba?
———
Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi esirgemeyin lütfen. Bir yazar için önemlidir.
Oy vermeyi ve bölümler arası yorum yapmayı da unutmayın haaa.😁😁
Mesela hangi cümle ya da kelime hoşunuza gitti?
Hangi sahnede "Ben olsaydım böyle yapardım." diyorsunuz?
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere...🙌
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top