BÖLÜM 23. Gerçekler

Kulaklarıma dolan uğultular frekansı bozulmuş bir radyo gibi beynimin içinde dolaşıyordu. Ağırlaşmış gözkapaklarımı hareket ettirmeye çalıştım ama başaramadım. Bir süre sonra bilincim yerine gelirken etrafımdaki sesler de anlam kazanmaya başladı.

"Hala inanamıyorum. Ölebilirdiniz." Babamın hırıltıya benzer sesi öfkeliydi.

"Özür dileriz. Hazırlıksız yakalandık, yapabileceğimiz bir şey yoktu." Fısıldar gibi çıkan sesle gözlerimi açtım. Eva yaşıyordu.

Yattığım koltukta hareket etmeden bir süre oturma odasının tanıdık tavanını izledim. Üzerimden büyük bir araç geçmiş gibi hissediyordum. Kalkmaya çalıştığımda her bir kasımdan feryatlar yükseldi. Ağzımdan kaçan iniltiyi andıran sesle babam oturduğu yerden yanıma fırladı. Daha önce uyandığımı fark etmemişlerdi.

"Kalkmaya çalışma, biraz daha uzan Amie." Sesi sakin, fısıldar gibiydi. Kelimeleri güçlükle duydum.

Gözlerimi tavana dikerek tekrar uzandım. Neler olduğunu düşünürken anılar parça parça beynime hücum etmeye başladı. Hızla nefes aldım. Arkadaşlarım, Bralyn...

Gözlerimi etrafımda dolaştırdım. Rose ve Mina karşımdaki koltukta oturuyorlardı. Eva ayakta, kapının yanındaydı. Bir anlık rahatlama sonunda bu defa daha dikkatli baktım. Mina'nın yüzünde uzun bir çizik vardı, çok kötü görünmüyordu. Rose'un sol kolu askıya alınmıştı. Eva'nın ise başı sargılıydı. Baya hırpalanmış görünüyorlardı ama buradaydılar, yaşıyorlardı.

Önce gerginliğin sonra da rahatlamanın getirdiği duygusal değişimlerle bir anda hıçkırarak ağlamaya başladım. Gözyaşlarım kulaklarıma doluyordu, rahatsız ediciydi; fakat kendimi kontrol edemiyordum. Babam elimi tuttu.

"Ağlama kızım." dedi.

Sakinleşmem için saçımı okşamaya başladı. Bir süre ağladıktan sonra hıçkırıklarım yavaşladı. Tüm bu süre boyunca neler olduğunu tek tek hatırladım. Öfke, şaşkınlık ve korku bedenimi sarmaya başladı. Ya o, ona ne olmuştu?

"Bralyn?"

Kızlara soran gözlerle baktım. Eva'nın ifadesi sertleşti. Rose da huzursuzca yerinde kıpırdandı.

"Kendimize geldiğimizde yoktu. Bizi orada öylece bırakıp gitmiş anlaşılan."

Eva sinirini çıkarır gibi son cümleyi kelimelere basa basa söyledi. Eva'ya bakarken onun beyaz bir ışıkla sarılı hali geldi gözümün önüne, sonra Mina'nın ellerindeki ateş, Rose'un devasa kurt hali. Aman tanrım!

"Siz, siz..." Ne diyeceğimi bilmiyordum. Korkuyla koltuğa sokuldum.

"Tanrı aşkına Amie, seni ısırmayacağım."

Birkaç saat önce koca bir kurda dönüşen o değilmiş gibi her zamanki gibi rahattı. Rose'a bir süre baktıktan sonra kendi bedenimden çıkan ışığı ve canımı yakışını hatırladım. Ellerimi göz hizama kaldırıp baktım, normaldiler. Kafayı yemek üzereydim, tüm bunlar ne demekti?

"Nesiniz siz?" Üçünün de suratına baktım. Artık cevap istiyordum.

"Çok yorgunsun, biraz dinlen sonra konuşalım." dedi babam ama ben bekleyemezdim. Aklımı oynatmadığıma emin olmalıydım. Tüm bu gördüklerimi ben uydurmuş olamazdım. Olabilir miydim?

"Hemen, şimdi bir cevap bekliyorum."

Babam yanımdan kalkıp Rose'un yanına oturdu. İki kaşının arasındaki çizgi iyice belirginleşmişti. Gerginliği her halinden belliydi. Bir süre ayaklarına bakan babam gözlerine düşen hüzünle bakışlarını bana çevirdi. Çaresizce, pes ettiğini anlatır gibi omuzları düştü.

"Nereden başlayacağımı bilmiyorum."

Derin bir iç çekti, arkasına yaslandı ve ellerini kucağında birleştirdi. İsyan eden her kasıma rağmen yattığım koltukta yavaşça soluma doğru döndüm. Dinlemeye hazırdım.

"En başından." dedim.

Bir süre gözlerime bakan babam buğulanan gözlerini ellerine çevirdi. Zorlandığı her halinden belli oluyordu. Duvardaki saatten gelen tik taklar dışında kimseden ses çıkmıyordu. Sessizlik uzadıkça huzursuzluğum artıyordu.

"Ben neyim baba?"

Bir süre daha sessizliğe sığınan babam birçok duygunun dolaştığı gözleriyle gözlerime baktı.

"Peri." dedi

Fısıldar gibi söylediği şeyi algılayamayıp tekrar sordum.

"Sen bir peri melezisin."

Söylediği şeyi anlamaya çalışırken sessizce oturan annemin ve kızların teker teker yüzlerine baktım. Anlaşılan benden başka şaşıran yoktu.

"O da ne?" dedim.

Cennetten mi gelmiştim yani, onu mu demek istiyordu? Aklıma filmlerde olan minicik, kanatlı yaratıklar geldi ve ben onlara hiç benzemiyordum.

"Dünya üzerinde yaşayan ırklardan biri. Daha doğrusu sonuncusu." dedi babam.

Duyduğum şeyi kendi kendime tekrar ettim. Bu nasıl mümkün olabilirdi?

"İnsanlar dışında yaşayan birçok ırk var. Yok olanları ve sayıları bir koloni oluşturacak kadar yeterli olmayanları saymazsak insanlarla beraber yaşayan dört ırk var."

Babamın ağzından çıkan her kelimeyle gerçeklikten aynı oranda uzaklaşıyordum. Söyledikleri tamamen mantık dışıydı.

"Hangi ırklar?" diyebildim sadece. Bu konuşmayı sürdürdüğüme inanamıyordum.

"Periler, vampirler, kurt adamlar ve büyücüler."

Babam olağan bir şeyden bahsediyormuş gibi tane tane konuşuyordu. Her zamanki sakinliğinden farklıydı. Söylediklerinin üzerimdeki etkilerini kontrol eder gibi pür dikkat izliyordu. Gözüm saçıyla oynayan Rose'a takıldı. Anlatılanların vücut bulmuş hali gibi karşımda duruyordu. Tüm bunlar doğru değilse Rose'un kocaman, kıllı bir hayvana dönüştüğünü nasıl açıklayabilirdim? Kafamı salladım, 'Ya bunlar gerçek değilse ya aklım benimle oyun oynuyorsa.' diye düşünmeye başladım.

"İnanmıyorum. Saçmalık bu!" Yattığım yerden güçlükle doğrularak oturur pozisyona geçtim.

"İnansan da inanmasan da bu böyle." dedi Eva.

Aklımı kaçırmak üzereydim. Bu nasıl mümkün olabilirdi? Mümkün değilse Eva nasıl beyaz bir ışıkla sarmalanmıştı? Son zamanlardaki garip tavırlarını hatırladım. Yıllarca görmezden gelmem için uğraştıkları, açıklayamadıkları ve her seferinde açıklamak yerine dikkatimi dağıtmaya çalışarak benden kaçtıkları her an bir bir beynimde dönmeye başladı ama böyle bir şeyin olması imkansızdı. Bu çılgınlıktı. Her şeye rağmen tüm bunları kafamda uydurmuş olsaydım babam bu şekilde konuşmazdı çünkü bana asla yalan söylemezdi. Peki şimdi bunları söylemesi bana yıllarca yalan söylediğini göstermiyor muydu? Odadakilerin yüzüne tekrar baktım. Çıldırmak üzereydim.

Korku hikayelerine konu olan yaratıkların yaşadığı bir dünyada yaşadığımızı söyleyen babama şüpheyle baktım. Benim de o ırklardan biri olduğumu söylüyordu, üstelik de sonuncusu.

"Neden sonuncuyum? Diğer perilere ne oldu?"

Bir süre sessiz kalan babam, "Yok edildiler." dedi.

"Sen hangi ırka mensupsun?"

Alay etmeye çalıştım ama korku ve şaşkınlıkla ne düşüneceğimi bilemiyordum. Tavrım karşısında bozulan Eva'yı umursamadım.

"Mina ve Eva büyücü," dedi babam ve yutkundu, "aynı Huan ve benim gibi."

Gözlerini kaçıran babama dehşetle baktım. Söyledikleri her ne kadar deli saçması olsa da babam benimle asla dalga geçmezdi. Ama sözlerinin de elle tutulur bir yanı yoktu. Kabuslarımdan birinin içinde olduğuma inanmaya daha yakındım ve birazdan uyanacaktım.

"Söylediklerinizin tek kelimesine bile inanmıyorum."

"Olanları nasıl açıklayacaksın peki? Madem öğrenmek istiyorsun, dinle o zaman." dedi Eva.

Artık dinlemek istemiyordum. Bu gerçek olamazdı. Ağrıyan başımı ellerimin arasına aldım ve öne doğru eğildim.

"İyi misin?" diye soran babamın endişeli sesini önemsemedim.

"Büyücüsün demek, bunu benden nasıl gizlersin baba?"

Başımı kaldırdım ve yüzüne baktım. Birbiri içine geçmiş duygularımın arasından baş gösteren hayal kırıklığı öne çıkmış olmalı ki, babam kızardı.

"Üzgünüm, böyle olması gerekiyordu." dedi.

Bunca yıldır bana yalan söylediklerine inanamıyordum. Kim olduğumu benden gizlemeleri büyük haksızlıktı. Ayrıca dünyada yaşayan bunca yaratık nasıl fark edilmezdi?

"Anlamıyorum," dedim, "nasıl fark edilmediniz?"

"Büyücüler bunun için var Amie. Her türlü teknolojiyi işlevsiz hale getirip kendimizi gizleyebiliyoruz."

"Peki bunun gibiler?" Rose bakışımla ayağa fırladı.

"Ne demek bu! Ben bir..."

"İnsan mısın?" cümlesini tamamlamasına müsaade etmediğim Rose şaşkınlıkla yüzüme baktı. Ona bakarken kocaman, kıllı bir kurt olduğu gözümün önünden gitmiyordu.

"Bana böyle bir avuç pislikmişim gibi bakma Amie. Böyle olmayı ben istemedim." Rose koltuğa tekrar oturdu.

"Ne demek istiyorsun?"

Rose bir an için gözlerime baktı daha sonra yüzünü başka yöne çevirerek omuzlarını kaldırıp indirdi.

"Rose'un durumu genleriyle alakalı bir şey Amie. DNA'sında var, seçim hakkı yok." Rose konuşmayınca babam cevapladı.

"Ailen de kurt mu?"

"Evet," bakışları kibirliydi, "tıpkı senin ailenin de peri olması gibi." dedi.

Bir an annemi düşündüm. O da mı periydi yani? Neden kimse bana bir şey söylememişti? Tüm bunları ben uyduruyordum. Sonunda gerçekten çıldırmıştım; bunun başka bir açıklaması olamazdı.

"Bana şunu söyleyip durmayın." dedim. Rose söylediğimi hazmedememenin acısını çıkarmaya çalışıyordu ama ucubenin teki olduğumu söyleyip durmaları da canımı sıkıyordu.

"Ama öylesin." dedi Mina. Sakin kalmayı nasıl başarıyordu, anlamıyordum.

"Bugüne kadar hiçbir şey söylemediniz, bundan sonra da böyle devam edebilir. Nasıl bir yaratık olduğumu tekrar edip durmanıza gerek yok."

"Sen yaratık filan değilsin." dedi babam. Onlar ne olduklarını kabul etmiş olabilirlerdi ama ben edemezdim.

"Öldürdüm değil mi onları? Katil oldum."

Babam hiç sesini çıkarmadı ama kaçırdığı bakışlarından doğru olduğunu anladım. Bunu nasıl görmezlerdi? Nasıl normal bir şeymiş gibi davranırlardı, aklım almıyordu. Küçük bir kedi yavrusuna yaklaşırcasına sakin adımlarla babam yanıma yaklaştı.

"Sen onları öldürmemiş olsaydın onlar seni öldürecekti." dedi.

Bir süre babama baktım. Şefkat dolu bakışlarıyla anlamam için adeta yalvarıyordu.

"Baba, Sean'ı savunduğum için ceza verdiğini hatırlıyor musun? Şimdi de haklı bir sebebim var ama yanlış bir şey yaptım. Ceza vermeyecek misin?"

Gözleri dolan babam aramızdaki mesafeyi kapattı ve beni kollarına aldı. Bu çok fazlaydı ve her şeyden daha fazla canımı yaktı.

"Sakın bana dokunma!" Babamı sertçe ittim. "Merhamet de gösterme. Ne yaparsan yap bir ucube olduğum gerçeğini değiştirmeyecek."

Hızla ayağa kalktım. Huan, Rose'un yanında sessizce ağlarken ağzından kaçan hıçkırıkla ona döndüm. Hiçbir şey hissetmiyordum. Şoktaydım. Olanları kabullenemiyordum. Boğuluyordum.

"Sen ucube filan değilsin, şöyle konuşmayı kes." dedi Eva. Sözlerimden alındığı gergin yüz hatlarından belliydi.

"Ah, hem de öyle bir ucubeyim ki," alayla çıkan gülüşüme engel olamadım, "bir fener gibi yanabiliyorum."

Bir an için kendimi bir sirkte etrafıma yüzlerce ampul takılmış da parlıyormuşum gibi hissettim. İnsanların hayran ve meraklı bakışlarını görebiliyordum. Ama gerçekte o bakışlarda korku ve tiksinmenin olabileceğinin de farkındaydım. İnsanlar farklı şeylerden hoşlanmazlardı.

"Hepiniz, hepimiz ucubeyiz." dedim.

Ağzımdaki safra tadıyla her birinin tek tek yüzüne baktım. Bu durumu kabul etmeyecektim. Bugüne kadar nasıl insan olarak yaşadıysam yine öyle yaşayacaktım. Çevremdeki herkes nasıl yalan söylediyse bundan sonra da söyleyeceklerdi. Odama gitmek istiyordum. Birkaç adım atmıştım ki aklıma bir şey geldi.

"Terastan atlarsam ölür müyüm?"

"Saçmalama, tabii ki ölürsün!" Huan korkuyla büyüyen gözleriyle yerinden sıçradı.

"Sadece merak ettim," omuz silktim, "uçabiliyor muyum diye." Sanırım delirmeme ince bir çizgi kalmıştı.

Mina gülmeye başladı. "Uçamıyorsun ama güçlerin tamamen açığa çıktığında çok güzel iki tane boynuzun ve bir tane de kuyruğun olacak. Boyun kadar üstelik." dedi.

Rose ve Eva kıkırdamaya başlarken dehşetle Mina'ya baktım. İç organlarım midemin olduğu bölgeye toplanırken Mina, karnını tutmuş öne arkaya eğilerek kahkaha atıyordu. Buz tutan beynimle bir süre Mina'yı izledim. Çirkin bir yaratığa mı dönüşecektim, kendimi öldürürdüm daha iyi.

"Kes şunu Mina," dedi babam. Öfkelendiğinde sağ şakağında çıkan damar yerini almıştı. "Zaten yeterince korktu."

Mina gülmeyi bıraktı. Babam yavaşça yanıma yaklaştı. "Aklınca şaka yaptığını sanıyor, öyle bir şey olmayacak."

Kendimi berbat hissediyordum. Kulaklarım uğuldamaya başladı. Boğazımda yutkunmamı engelleyen düğümle nefes almaya çalıştım. Bu artık çok fazlaydı. Ağlasam geçmeyecekti üstelik, biliyordum.

"Yeter, yetti!" dedim ve koşarak odama çıktım.

Çuval gibi yığıldığım yatağımda saatlerce ağladım. Gözyaşlarım aktıkça bildiğim bütün gerçekler yerlerini alacak yenileriyle çarpışıyordu. Neydim ben? Bir peri? Bir büyücü? Ya da her ikisi birden? Nasıl oldu da bu zamana kadar hiç anlamadım? Hayata dair tüm bildiklerim değişmek üzereydi. Bütün yaşamım gözlerimin önünde yok olmaya hazırlanıyordu. Gerçekler ve yalanlar arasındaki çizgiyi kaybetmiştim. Anlam bulmaya çalıştığım biri diğerinden anlamsız kelimeler bu dünyanın dışından bir yerlerden gelmiş olmalıydılar. Yoksa bu kadar yabancı, bu kadar karmaşık olabilirler miydi? Duygularım, düşüncelerim birbirine girmiş durumdaydı. Mecali kalmayan ve göz yuvalarıma baskı yapan gözlerimi güçlükle kapattım.

#

Üç gündür evden çıkmıyordum. Kimseyle konuşmuyor, doğru düzgün yemek bile yemiyordum. Beynimin her bir kıvrımı ayrı bir duyguyla baş etmeye çalışıyordu. Şüphe, korku, aldatılmışlık, inkâr, öfke... Bu karmaşa içinde dahi düşünmekten kendimi alıkoyamadığım bir şey daha vardı. Bralyn.

Kızlar sırayla eve uğrayıp duruyordu. Onları görmek istemediğimi söylememe rağmen gelmekten vazgeçmediler. Babam isyanımın ikinci günü sinirden kızarmış yüzüyle odama geldi. Ergen bir kız gibi davrandığımı, bu şekilde davranmaya devam edersem bir daha hiçbir şeyi anlatmayacağını ve ne kadar kaçsam da gerçeklerin hep olduğu yerde duracağını çok net bir biçimde ifade etti.

Babamın beklenmedik öfkesine ek olarak açlıktan ölmek üzere olduğum gerçeği odamdan çıkmamda büyük etken oldu. Garip bir şekilde etrafımdakileri izliyor, her an bir yerden olmadık bir şeyler çıkacak gibi diken üstünde duruyordum. Kızların daha sık gelmesi ve her şey normalmiş gibi davranması kabullenmeye çalıştığım yeni bilgileri daha inanılmaz hale getiriyordu.

Birkaç gün sonra Mina ve Eva'nın ısrarı üzerine okula gittik. Okuldaki son günlerimizdi, liseden mezun oluyorduk. Yıllardır baktığım manzara yabancıydı. İnsanların arasında yürürken bana farklı baktıklarını hissediyordum. Gergindim. Bir anda alev alacakmışım gibi hissediyordum.

"Amie, biraz normal ol." dedi Eva.

Sinirle Eva'ya baktım. Elinde garip işaretlerin olduğu bir kitabı dikkatle inceleyen Mina'nın sakinliği sinirlerimi iyice bozuyordu. Rose ortalarda yoktu, aynı şekilde Bralyn ve arkadaşları da. Rose'un nereye gittiğini defalarca sormama rağmen Eva bilmediğini söyledi.

Okulun arkasına doğru yürürken en son Bralyn ile altında oturduğumuz ağaç görüş alanıma girdi. Üzerinden çok zaman geçmiş gibiydi. Eva ağaçlardan birini gözüne kestirdi ve altına oturdu. Başını ağaca yasladı, kollarını göğsünde çaprazladı ve gözlerini kapadı. Bastığı yerden başka her yere bakan Mina iki kez sendeledi, az kalsın düşüyordu. Tekdüze hareketlerle bende gidip Eva'nın yanına oturdum. Tüm bunları izlerken başka bir evrenden, bir tülün ardından bambaşka hayatlara bakıyormuşum gibi hissediyordum. Bir yanım uyuşukluğundan kurtulamamıştı.

"Bralyn vampir mi?"

"Anlamamak da neden ısrar ediyorsun Amie."

Eva durumunu hiç bozmadı. Bu bir soru değildi, Eva bana kendi tarzında sıkıldığını gayet açık ifade ediyordu.

"Anlamamak değil bu, sadece kabullenmekte zorlanıyorum. Ayrıca Bralyn vampir tanımıyla hiç uyuşmuyor."

Eva başını kaldırdı ve yüzüme baktı. "Kaç kez vampir gördün?" dedi.

Bakışını görmezden gelerek, "Filmlerdeki ya da kitaplardaki tanımlara uymuyorlar. Ayrıca sen kaç kez vampir gördün?" dedim.

"Doğru." dedi Eva, "Onların çoğu saçmalık. Ben de görmedim ama annem biraz bahsetmişti. Bralyn gündüz nasıl çıkıyor hala anlamadım ama."

"Çıkamaz mı?"

"Çıkmaması gerekir."

"Belki büyü filan yaptırmıştır. Bir dizide görmüştüm."

"Öyle bir büyü olduğunu hiç duymadım." Eva dalgınlıkla kitabını karıştıran Mina'ya baktı. "Olabilir, bizim bilmediğimiz büyüler olduğundan eminim."

Aklıma birbirinden farklı vampir tasvirleri süzüldü. Güneşte parlayanlardan korkunç bir yaratığa dönüşenlere kadar. Bralyn'i o şekilde düşününce ürpermeme engel olamadım.

"Yarasaya da dönüşüyorlar mı?"

İstemsizce ağzımdan dökülen kelimelerle Eva gülmeye başladı. Mina kitabından kafasını kaldırdı, anlaşılan onun da dikkatini çekmişti. Alınganlığın sırası değildi. Soracağım çok soru vardı ve Eva'nın gülmesi umurumda bile olmadı.

"Hiç böyle bir şey duymadım." dedi Eva bir süre daha güldükten sonra.

Bir an için rahatladığımı itiraf etmeliydim. Bralyn'i korkunç bir yaratık olarak düşünemiyordum. Belki de bunlar, öyle olmamasını dileyen yanımın titreşimleriydi.

"Kaç yaşında acaba?"

Yirmili yaşlarının başlarında görünüyordu ama tüm bunlardan sonra emin olamazdım.

"Bilmiyorum." dedi Eva. "Yirmi yaşında da olabilir iki yüz yaşında da. Hatta yontma taş devrinden kalma da olabilir."

"Yok artık!"

Uzun bir yaşamı olmuş biri için nasıl bir çekimim olabilirdi? Hemen her şeyi görmüş ve deneyimlemiş biri için her şey sıradanlaşırdı. Ne kadar kızla birlikte olduğunu düşünmek ise bu durumda kendim için bulabileceğim en iyi işkence yöntemi olurdu. Bunları düşünüyor olmam da oldukça manidardı. Tekin olmayan, dibi görünmeyen sulardan bir an önce çıkmak için hafifçe başımı salladım.

"Arkadaşları?"

Eva bacaklarını topladı ve kollarını çevresine doladı. "Arey ve Xolan kurt adamlar, Raudin de büyücü."

Doğal bir şeyden bahsediyormuş gibi duran Eva'ya şaşkınlıkla baktım. "Biliyor muydunuz?"

"Rose'un sayesinde öğrendik." Gülümsedi.

"Bana nasıl söylemezsiniz?" Çıldırmak işten bile değildi. Nasıl bir dünyada yaşıyordum?

"Verdiğin tepkilere bakacak olursak Amie söylememekle çok doğru yapmışız."

Eva onun için söylediklerimi anlaşılan unutmamıştı. Yıllardır yalanlara maruz bırakılan kendisi değildi. Benim ne hissettiğimi anlayamazdı. Bilgiye olan açlığım Eva'nın üzerine atlama isteğimi bastırıyordu.

"Rose ne zaman kurt oldu?"

Eva ellerini bacaklarından çekti ve bana doğru döndü. "Kurt olunmaz Amie, kurt doğulur. Bunu anlaman lazım, bizim ve senin olduğun gibi."

"Peki vampirler?"

"İşte, onlar iğrenç bir şekilde çoğalabiliyorlar."

Eva'ya anlamayarak baktım. İğrenç kelimesi aklıma birbirinden farklı yüzlerce düşünceyi sıralamaya başlamıştı.

"İnsanları vampire dönüştürebiliyorlar, onu kastettim." Yüzümde nasıl bir ifade oluştuysa Eva açıklama gereği hissetmiş olmalıydı.

"Güçlerinizi ne zaman fark ettiniz?"

"Sanırım sekiz yaşındaydım." dedi Eva emin olamayarak.

"Sana sivilceli diyen çocuğu hatırlıyor musun Eva? Yüzünün her yerinde sivilceler çıkmıştı, saç diplerinde bile." Gülümseyen Mina o güne gitmiş gibi hülyalı bakmaya başladı. Eva da gülümsedi.

"Ben nasıl fark etmem?"

"Ettin tabii ki, her şeyi senden saklayamıyorduk ama," dedi Eva. Yüzü kızardı ve utançla gözlerini kaçırdı.

"Ama?"

İç savaş veriyormuş gibi ağzını açıp kapatan Eva nihayet yüzüme baktı. "Ama unutturuyorduk."

İkileme düştüğüm, kendimden şüphe ettiğim tüm o zamanları hatırladım. Aklımı kaçırdığımı düşünmeme neden olduklarını bilmiyorlardı.

"Neden, neden bana bunu yaptınız?"

"Amie, kim olduğun ortaya çıkmasın diye baban var gücüyle yıllardır uğraşıyor ama sen büyüdükçe güçlerin de büyümeye devam etti ve bunu durdurmak artık imkânsız."

"Anlamıyorum, neden beni gizlemeye çalışıyor?"

"Çünkü peşindeler Amie."

"Kimler?"

"Tam olarak bilmiyorum ama bence ailelerimiz biliyor ve bize anlatmak istemiyorlar."

"Ben vampirler olduğunu düşünüyorum." dedi Mina.

"Neden peşimdeler?"

"Bizim de bilmediğimiz çok şey var ama sanırım peri olduğun için. Aklıma başka bir şey gelmiyor. Senden önceki tek peri annenmiş ve söylentilere göre son elli yıldır peri gören olmamış."

"Annem öldüğünde yirmi dört yaşındaymış Eva."

"Periler, büyücüler ve kurt adamlar insanlar gibi yaşlanmazlar Amie."

"Nasıl yani?"

"Bak, bunları babana sormalısın. İnkâr sürecini atlatıp saçmaladığımızı söylemediğin sürece sana anlatacaktır. Biz de sadece bize anlattıkları kadarını biliyoruz. Tarihimizi anlatan kitaplar da olmadığına göre bilen birilerinden öğrenmekten başka bir yol yok."

İçime şüphe düştü. Çevremdeki herkes bugüne kadar yalan söylemişti. Neleri anlatıp neleri saklayacaklarını artık tam olarak bilemezdim. Ama bir şeyi biliyordum. Hiçbir şey artık göründüğü gibi değildi.

"Annem nasıl öldü Eva?"

Eva şaşkınlıkla bana döndü. Bir an için yüzüme baktıktan sonra gözlerini kaçırdı. Şüphelerimin artmasına neden olan sessizlik büyürken Rose'un bağırarak bize gelmesi dikkatimi dağıttı.

"Yirmi dakikadır okulun içinde sizi arıyorum, bakmadığım yer kalmadı."

Ayaklarını yere vura vura gelen Rose, Mina'nın yanına çöktü.

"Ne oldu?" diye sordu Eva.

"Arey'i hiçbir yerde bulamıyorum." Rose sinirle yerdeki çimenlerden bir avuç koparıp önüne savurdu. "Her yere baktım, evlerine bile."

"Şüphelenmekte haklı olduğum da böylece ortaya çıkmış oldu." Eva bunu söylerken haklı çıkanların yüzündeki o kendinden emin ifade yoktu. "Ne aradıklarını hala öğrenemedin değil mi?"

"Arey'in bu konuda en ufak bir şey sormadığını daha kaç farklı versiyonla anlatmam lazım." Rose sinirini çıkaracak birini arıyordu. "Defalarca denediğimi biliyorsun, şüphelenilecek hiçbir şey yok."

"Beyninle hareket etmediğinden olanı biteni görmemen çok normal."

Eva ve Rose arasındaki çekişmeler başka bir boyuta geçmişti. Bunu görebiliyordum.

"Sen beyninle hareket ediyorsun da ne oluyor, yine de göremiyorsun."

"O kadar zaman sonra bile hala neden kasabaya geldiklerini öğrenemedik. Sadece aradıkları bir şey olduğunu biliyoruz."

"Ben Amie'yi aradıklarını düşünüyorum." dedi Mina.

Şaka yapıp yapmadığını anlamak için Mina'ya baktım. Siyah gözleri garip bir şekilde parlıyordu.

"Bralyn sana o yüzden yaklaşmış olabilir." Eva'nın aklına parlak bir fikir gelmiş gibi yüzü bir anda aydınlandı. "Sana tuhaf geldiğini düşündüğün bir şey söyledi mi Amie, iyi düşün."

Aradıkları şey her neyse ben olduğumu zannetmiyordum. Ayrıca neden ben? Bralyn'in ağzından çıkan her söz zaten yeterince tuhaftı. Düşüncelerim beni Mavi Ay'a gittiğimiz akşama götürdü.

"Yaratıklara inanıp inanmadığımı sormuştu." Kızlar dikkatle bana bakmayı sürdürdü. "Büyücüler, kurt adamlar filan."

"Asıl yaratık kendisi." dedi Rose sert bir biçimde.

"İşte, aradığım cevap." Eva gülümsedi. "Bence bu her şeyi açıklıyor."

"Saçmalama." dedi Rose. "O zaman neden ortadan yok oldular. Mezuniyet gecesinden beri ortada yoklar. Arey bana bunu asla yapmaz."

"Neye dayanarak bunu söylüyorsun? Sana gösterdiğinden farklı biri olabileceğini hiç mi düşünmüyorsun?"

Rose başını sağa sola salladı. "Öyle bir şey yapmaz." Sesi kendinden o kadar da emin olmadığını ispatlar gibi titredi. Bir anda çatılan kaşlarıyla Eva'ya döndü. "Eğer sen haklıysan, onun her bir uzvunu dişlerimle parçalarım."

Rose'un üzgün olduğunu görebiliyordum. Eva sayesinde sonunda onun da içine şüphe düşmüştü. Eva haklı olabilir miydi? Aradıkları ben olabilir miydim? Öyle olsa bile tüm bu okul saçmalıklarına neden katlanmışlardı? Asıl önemli olan soru ise aradıkları bensem bana ne yapacaklardı?

#

Elimi, adımın baş harfini kazıdığım girintiye yerleştirdim. Bralyn ile burada oturduğumuz zamanın üzerinden asırlar geçmiş gibiydi. Düşüncelerim, duygularım allak bullaktı. Gözlerimin önünde gerçekleşen şeyleri hala nasıl inkâr edebilirdim ki? Ailem, arkadaşlarım, Bralyn hatta ben insan değildik. Ne kadar inkâr etsem de bu gerçek değişir miydi?

Bralyn'in vampir olması tam olarak mantık dışıydı. Vampirlikle ilgili okuduklarım ve izlediklerimle çelişen taraflar vardı. Bana en doğru cevapları verecek olan da yine Bralyn'di. Peki onu görecek miydim? Saldırının olduğu gece ona bir şey olmasından korktuğum için kendi gerçeğim ortaya çıkmıştı. Bralyn ise bizi öylece bırakıp gitmişti ve günlerdir de ortalarda yoktu. Neden? Gerçekten aradıkları ben miydim?

Düşünceler arasında oradan oraya sürüklenmek yorucuydu. Bir süre daha oturduktan sonra eve döndüm. Babam evde yoktu. Yemek kokusu gelmiyordu. Son birkaç gündür Huan'ın evin içindeki heyecanlı koşuşturmalarının olmadığını yeni fark ediyordum ve bunun suçlusu bendim. Babamın ve üvey annemin büyücü olduğunu öğrenmem her şeyi değiştirmişti. Sean tüm bunlardan habersiz odasındaydı. Onu kıskandığımı hissettim.

Odama çıkıp kendimi yatağa bıraktım. Tüm bu olanlar yabancı birinin başına geliyormuş gibi hissediyordum. Ellerimi göz hizama kaldırdım ve dikkatle incelemeye başladım. Normaldiler. Vücudumdan nasıl ışık çıktığını hala anlayamıyordum. Sağ tarafıma döndüm ve bacaklarımı karnıma doğru çekerek cenin pozisyonu aldım. Uzun zamandır ilk defa annemi görmeyi bu kadar çok istiyordum. Tüm bu deliliklerin arasında ona çok ihtiyacım vardı. Yüzünü bile hatırlamıyordum. İçimde hiç kapanmayacak bir boşluk bırakıp gitmişti. Huan, onun yokluğunu hissettirmeyecek kadar sevse de o boşluk hiçbir zaman tam olarak kapanmadı, kapanmayacaktı.

Sabah gün henüz doğarken mide gurultusuyla uyandım. Mutfağa indim ve bir şeyler atıştırmaya başladım. Biraz daha aç kalırsam ölecektim. Herkes uyuyordu. Yeni uyanan doğayı karşılamak istedim. Yürüyüş ayakkabılarımı ve eşofmanlarımı giyip sessizce dışarı çıktım. Karanlığın aydınlıkla vedalaşmasını hayranlıkla bir süre evin önünde izledim. Kızıl bir hüzündü bu. Çok güzeldi. Bu görüntü Bralyn ile mezuniyette yaptığımız anlamsız konuşmayı hatırlattı. Artık o kadar da anlamsız değildi.

Ormana doğru gitmeye karar verdim. Patikaya vardığımda güneş çoktan doğmuştu. Tabiat uyanıyordu. Ben ise kendimi ölü gibi hissediyordum. Bralyn'i görmek istiyordum ama korkuyordum. Sormak istediğim o kadar çok soru vardı ki. Sürekli aklımın bir köşesinde sinir bozucu bir şekilde dönüp duruyorlardı. Benim onu merak ettiğim kadar beni merak etmediğini anlamıştım. Aksi takdirde beni görmek için gelirdi. Ne kadar küçük bir ihtimal olsa da benim ne olduğumu gördüğü anda korkmuş olabileceğini de düşünüyordum. Tiksinmiş de olabilirdi. Acaba daha önce etrafa süpernova gibi ışık saçan birini görmüş müydü? Babam dahil herkesin benden korktuğunu düşünmeden edemiyordum. Aksi halde söylediğim o korkunç sözlerime ve iğrenç tavırlarıma bu kadar sakinlikle yaklaşırlar mıydı?

Farkında olmadan gelmiş olsam da kendimi masmavi göğün altında sakince parlayan suya bakarken bulduğumda sevindim. Burayı seviyordum. Göle biraz daha yaklaşarak oturdum ve ayaklarımı kendime çekip kollarımla bacaklarımı sardım. Rüzgârın taşıdığı toprakla karışmış suyun kokusu huzur olmalıydı.

Etrafımı izlerken oradan oraya çarpan düşüncelerimden başka neredeyse hiç hareketlilik yoktu. Bir süre sonra sağ tarafımdan ormanın içinden sesler gelmeye başladı. Ormanda yaşayan hayvan sesleri olduğunu düşündüm bir an için ama sesler yükselip alçalıyordu. Ayağa kalktım ve daha dikkatli dinlemeye başladım. Sesler artmaya devam etti. Sol tarafıma bakıp kaçsam mı diye düşündüm. Korkuyordum. Acı bir çığlık duyduğumda olduğum yerde kaldım. Hareket edemiyordum. Neden bu kadar korkak olduğumu da anlayamıyordum? Sesler kesildi. Bir süre daha bekleyip yavaş adımlarla sesin geldiği yere doğru yürümeye başladım.

Ne aradığımı bile bilmiyordum. Ormanın kalbine giden patikayı atlayıp ağaçların arasına daldım. Bir süre daha etrafıma baktıktan sonra tam vazgeçip dönecekken iç çekme sesine benzer bir sesle olduğum yerde durdum. Birkaç adım daha attıktan sonra otların arasında yatan Sean yaşlarında bir çocuğu gördüm. Vücudu titriyordu. Boğulur gibi bir ses çıkarıyordu. Biraz daha yaklaştım ve durumu o an fark ettim. Boğazının bir kısmı parçalanmıştı.

Koşarak yanına gittim. Hızla çömelip başını kaldırıp dizlerimin üzerine koydum. Kanayan sadece boğazı değildi. Birçok yeri parçalanmıştı ve en kötü kanayan yeri kasığı gibi görünüyordu. Etrafıma baktım. Burada yardım isteyecek biri bile yoktu. Ne yapacağımı bilmez halde çocuğun başını ellerimin arasında tutarken titreyen vücudunu sakinleştirmek için yapabileceğim hiçbir şey yoktu. "Şşş, geçecek." demekten başka elimden bir şey gelmiyordu.

Telefonumu hatırlayıp cebimden çıkardım. Babamı arayacaktım. O ne yapacağını bilirdi. Ellerim titriyordu. "Lanet olsun!" Telefon çekmiyordu. Ne yapmam gerektiğini düşünürken ilk önce kanamasını durdurmam gerektiğini hatırladım. Üzerimdeki kapüşonluyu çıkarıp kanamanın çok olduğu yere, kasığına bastırdım. Boynundaki kanamayı da durdurmam gerekiyordu ve o bölgeye koyacak başka bir şeyim olmadığından ellerimle yaranın üzerine bastırdım. Sıcak kan parmaklarıma bulaşırken içim çekiliyormuş gibi garip bir şey hissettim. O sırada başı dizlerimde olan çocuk yavaşça gözlerini açtı. Bir gözü mavi diğeri yeşildi. Çok güzellerdi. Öyle masum baktı ki, ruhumu gördüğünü hissettim. Gözleri tekrar kapanırken dünyaya veda ettiğini hissedebiliyordum. Fazla zamanı kalmamıştı, bir şey yapmalıydım. Göz yaşlarım görüşümü bulanıklaştırarak akmaya başladılar. Bu şekilde benim kollarımda ölmemeliydi, daha çok küçüktü.

Vücudumda ısının arttığını hissettim. Beni boğan ve içimden dışarı çıkmaya çalışıyormuş gibi atan kalbimin olduğu yerde zorlayıcı bir baskı vardı. Baskı arttıkça vücudumdan garip bir ışık çıkmaya ve ellerime ulaşıncaya kadar vücudumun her yerine yayılmaya başladı. Ne yaptığımı fark ettiğim anda korkuyla çocuğu bırakıp ayağa fırladım. Yardım etmek isterken onu öldürecektim. Ama bu geçen seferki gibi beyaz-sarı bir ışık değildi, belli belirsiz bir yeşil rengindeydi.

Hareketsiz yatan çocuğa bir süre bakıp bütün gücümle koşmaya başladım. Eve gidip babamı getirmeliydim. Geç kalmamak için dua ediyordum. Bilmeden ona kötü bir şey yapmış olabileceğim ihtimalini aklımdan uzaklaştırmaya çalışıyordum. Baba diye bağırarak eve daldım. Babam koşar adım merdivenlerden indi, üzeri çıplaktı. Beni görünce dehşetle gözleri büyüdü.

"Amie, ne oldu? Yaralandın mı?" dedi ve yanıma gelip beni incelemeye başladı.

Babamın telaşı üzerine kendime baktım. Üstüm kan içindeydi.

"Sakin ol baba, bu benim kanım değil. Ormanda yaralı biri var, çabuk gidelim."

"Tamam, hemen çantamı alıp geliyorum." dedi ve koşar adım çalışma odasına gitti.

Ormanın girişine kadar arabayla gidiyorduk. Benim aklıma gelmemişti ama babam her durumda sakinliğini koruyan bir adamdı; kontrolünü kaybettiğini hiç görmemiştim. Endişeyle boş olan yola bakarken parmaklarımı koparacak kadar sıktığımı canım acıyana kadar fark etmedim.

"Ormanda ne işin vardı Amie?"

Babamın dikkati yoldaydı. Bunu soracağını biliyordum.

"Yürüyüşe gitmiştim baba."

"Ormanın tehlikeli olduğunu biliyorsun." Yüzüme baktı ve bakışlarını tekrar yola çevirdi. "Özellikle son yaşananlardan sonra."

Ne diyebilirdim ki? Tehlikeyi biliyordum ama asıl tehlike ya bensem, onlar bunu biliyorlar mıydı?

"Özür dilerim." dedim. "Sadece biraz yürümek istemiştim. Son zamanlarda pek iyi uyuyamıyorum."

Babam başını bana doğru çevirdi. Çocuğuna üzülen ama onun için bir şey yapamayan şefkatli bir babanın hüzünlü bakışlarına sahipti. O hüznün, o gözlere yerleşmesine neden olan bendim. Görmezden gelmeye çalışsam da benim yüzümden çevremdeki herkes son zamanlarda zor zamanlar geçiriyordu.

Patikanın başladığı yerde arabadan indik. Çocuğu bıraktığım yere doğru giderken yaşıyor olsun diye dua ediyordum ama içten içe o kadar kan kaybıyla yaşayamayacağını da biliyordum.

"Burada olmalıydı."

Çocuk yoktu. Dikkatle çevreyi taradım ama yoktu.

"Burası olduğuna emin misin Amie?" dedi babam. Koşmaktan nefes nefese kalmıştı.

"Evet," dedim. Yere eğilerek dikkatle otları inceledim. Birkaç adım atmıştım ki otlara bulaşmış kanları gördüm.

"İşte, baba bak, kan var."

Babam yanıma geldi ve yere çömeldi. Otlardan birinin üzerindeki kana elini sürdü ve gözlerine yaklaştırarak kanı incelemeye başladı.

"Nereye gitti anlamıyorum." dedim. Ellerimden çıkan açık yeşil ışığı hatırladım. "Aman tanrım, belki de belki de vampirlere yaptığım gibi öldürdüm."

Babam ayağa kalktı ve sorgulayan bakışlarla yüzüme baktı.

"Çocuğu tutarken vücudumdan geçen seferki gibi ışık çıktı ama bu seferkinin rengi farklıydı."

"Beyaza yakın yeşil bir renk miydi?" Babam rahatlamış görünüyordu.

"Nereden bildin? Daha önce gördün mü?" Heyecanlanmıştım.

"Güçlerinden biri yalnızca." Anlamayarak babama bakmaya devam ettim. "Yaraları iyileştirebilme gücün var Amie," dedi. Yanıma yaklaştı ve bir elini omzuma koyup dikkatle yüzüme baktı, "ama bunu yapabilmen için yıllarca pratik yapman lazım."

Kafası karışmış ve meraklı bir ifadeyle yüzüme bakan babamın söyledikleri beynimde dönüp durmaya başladı. Güçlerimden biri. Bu başka güçlerim olduğu anlamına mı geliyordu?

"Peki, çocuk nereye kayboldu o zaman?"

"Bilmiyorum," dedi babam. Gözleriyle ağaçları taradı. "Hadi, daha fazla durmanın bir anlamı yok. Dönelim." dedi ve elimi tuttu. Babam önde ben arkada arabanın olduğu yere doğru yürümeye başladık.

———

Bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz? Merak ediyorum. 🤗

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top