BÖLÜM 21. MEZUNİYET

Mezuniyet partisinin yapılacağı gün nihayet geldi. Kızların bütün çabalarına rağmen babam gitmemi yasaklamıştı. Rose'un yaptığı kaçış planı da babam tarafından öğrenilince bütün çıkışlar kapandı. İnanamıyordum. Bütün kasaba baloda olacaktı ve ben evde babam yüzünden hapistim. Son günlerde başıma gelenleri bahane eden babam, ormanda yapılacak hiçbir etkinliğe izni olmadığını kesin bir dille anlatmıştı. Kızların gitmesini de istemiyordu ama üzerlerinde fazla söz hakkı olmadığından diretemedi.

Avazım çıktığı kadar ortalıkta bağırmamdan bir saat sonra, odamda şansıma isyan ederek yatağıma uzanmış tavanı izliyordum. İlk defa bu şekilde tepki vermeme şaşıran babam hiçbir şey söylemeden kendini çalışma odasına kapatmıştı. Huylarım mı değişiyordu, bilmiyordum. Duygularım kontrolümden çıkıyormuş gibi hissediyordum.

İki saat sonra balo başlayacaktı ve ben eve kilitlenmiş kendi mezuniyet balosuna bile gidemeyecek bir eziktim. Yorganın altına girip kendimi boğma isteğimle savaşarak kızların ve Bralyn'in nasıl görüneceğini hayal etmeye başladım. Babam yüzünden ilk dans fırsatımı da kaçıracaktım. Balo yaklaştıkça aklıma Bralyn ile dans ettiğimiz birbirinden farklı yüzlerce düşünce süzülmüştü ve şimdi hepsi elimden alınıyordu. Hayatın bana bir garezi olmalıydı.

Kendime daha çok acımama neden olacak düşünceler arasında dolaşırken kapı vuruldu. Huan'ın içeri girmek için izin isteyen sesine hiç istemeyerek de olsa cevap verdim. Kucağında elbise koruyucusu ve ayakkabı kutusuyla içeri girdi.

"Doğru duşa, hadi acele et." dedi.

Anlamayarak yavaşça yerimde doğrulurken Huan'a baktım.

"Hadi, babanı ikna ettim." dedi ve göz kırptı.

Hızla yataktan fırlayıp boynuna atladım. "Nasıl?" diye sorarken bir taraftan da Huan'ı heyecanla kucaklıyordum.

"Böyle bir günü mahvetmesine izin veremezdim. Liseden bir kez mezun olacaksın. Anlamasını sağladım."

"Huan, harikasın." Babamı nasıl ikna etmiş olabileceğini anlamadım. Aslında çoğu zaman babamdan daha inatçı olabiliyordu.

"Beni boğmaktan vazgeç ve banyoya git. On dakikaya burada ol."

"Ama benim kıyafetim yok ki."

"Sen merak etme." Gülümsemesi merakımı uyandırdı. "Hadi, acele et, şimdi sırası değil." dedi elindekilere bakmaya çalıştığımda.

Yaklaşık on beş dakika sonra yatağımın üzerinde duran elbise kılıfının içindeki elbiseyi görmek için fermuarını indiriyordum.

"Kırmızı?"

"Tenine çok yakışacağını düşündüm." dedi Huan gülümseyerek.

Elbiseyi kılıftan kurtarıp görebileceğim şekilde kaldırdım. Göğüs dekolteli, iki zarif tülden yapılmış askısıyla muhteşem görünüyordu. Çilek kırmızısı elbise çok feminendi ve bacaklarımı hatırı sayılır ölçüde gözler önüne serecek uzunluktaydı. Etek kısmının belden itibaren kenarlarının büzgü şeklinde olup vücudu sarması oluşabilecek kazaları önlemek için ustaca düşünülmüştü.

Ağzım kulaklarımda elbiseyi hızla giyindim. Vücudumu bir parçanmış gibi sarması hoşuma gitti. Kumaşın kalitesi fazlasıyla hissediliyordu. Hatırı sayılır bir meblağ ödediklerinden emindim.

"Çok güzel oldu."

'Teşekkür ederim. Kızın olduğum için böyle söylüyorsun değil mi?" dedim tek kaşımı kaldırarak.

"Keşke öyle olsaydı." dedi yapmacık bir iç çekişle. İkimiz de kıkırdamaya başladık. "Ah tatlım, seni böyle neşeli görmek," Sonunu getiremedi. Boynuma sarılması ile ağlamaya başlaması aynı anda oldu. Birinin yanımda ağlamasını kaldıramıyordum; özellikle de sevdiğim birinin. Bu durumdan bir an önce kurtulmak için "Huan, henüz evlenmiyorum, sadece balo." dedim. Ağlarken gülmesine neden olduğum için garip bir ses çıkararak benden uzaklaştı.

"Ayakkabılarına bakmadın." Kutudan çıkardığı bir çift ayakkabıyı uzatırken burnunu çekiyordu.

"Vay canına." Zarafetin ince bantlarla yansıtıldığı topuklu gümüş renkteki ayakkabılara korkuyla baktım. "Huan, bununla yürüyebileceğimi hiç sanmıyorum." Şaka ediyor olmalıydı, hem de bu yükseklikte.

"Neden yürüyemeyecekmişsin. Çok zarif görüneceksin."

"Eh, bir tarafımı kırarken baya zarif görünürüm." dedim.

"Hadi, hadi," beni bilgisayar masamın üzerine koymuş olduğu büyük aynanın karşısına oturttu, "şimdi kendini bana bırak. Saçlarını halletmemiz lazım.'

"Ben hallederdim."

Sözümü kesen Huan hazırladığı malzemelere doğru uzandı. "Sen sadece arkana yaslan ve bana güven." dedi.

"Sana güveniyorum."

Gözlerimi kapatmadan önce Huan'ın gülümsediğini gördüm. Nazik parmakları saçlarımda dolaşırken ne kadar şanslı olduğumu bir kez daha idrak ettim. Her ne kadar gerçek annemi tanımak istesem de üvey annem hiçbir zaman onun yokluğunu aratmadı. Her zaman bir annenin çocuğuna gösterdiği şefkatten daha fazlasını gösterdi. Bazen Sean'dan daha fazla üzerime titrediğini hissediyordum. Ona o kadar minnettardım ki. Babama karşı her zaman beni savunan, çılgın yemek tarifleriyle aç kalmamıza neden olmasına rağmen inatla yaptıklarını yememizi isteyen, kendisi de yaptığını yiyemediğinde ise dışarıdan sipariş etmemize izin veren ama azimle iyi bir aşçı olma yolunda ilerleyen; anlayışlı, deli dolu, eğlenceli bir kadındı ve ben onu çok seviyordum.

"Bitti."

Huan'ın sesiyle düşüncelerimden irkilerek uyandım. Aynada kendime baktığımda ne kadar yetenekli olduğuna bir kez daha şaşırdım.

Saçlarımı muhteşem buklelerle bezemiş hem düzgün hem de dağınık görünmesine neden olacak şekilde büyük bir ustalıkla toplamıştı. Topuzun yanlarından zarafetle birkaç bukle sallanıyordu. Aynı buklelerden kulaklarımın da yanlarından sallanmasına müsaade etmişti. Oldukça şık görünüyordum. Saçıma ne sürdüyse saçım parlıyordu adeta.

"Çok güzel, teşekkür ederim."

"Rice ederim, bebeğim." dedi yansımama bakıp gülümseyerek.

Saat sekizde tamamen hazır halde babamın arabasına binerken ailem kapıdan bakarak el sallıyordu. Nasıl olduysa, babam arabasını garajından çıkarmaya ikna olmuştu; üstelik benim kullanmama izin veriyordu. Huan'ın bütün yüzünü kaplayan gülümsemesinin aksine babamın suratı beş karıştı. Huan'ın babamı ikna etmiş olmasından çok tehdit etmiş olması daha ihtimal dahilindeydi. Sean ortalarda yoktu. Her zamanki gibi bilgisayarda zaman geçirmeyi sosyal ortamlarda olmaya tercih etmişti.

Rose'un rengarenk döşediği patikadan yürürken ölüm tuzağını andıran ayakkabıları düşünmemeye çalışıyordum. Kadınsı ve şık olduklarının farkındaydım ancak spor ayakkabıların rahatlığını tercih ederdim.

Göle giderken zorlanmadım. Yol boyunca hem zemin hem de ağaçlar ışıklandırılmıştı. Bütün renklerin kullanılması için özen gösterilmiş gibi görünen ışıklı yolda yürümemi zorlaştıran tek şey ince topukların üzerinde dengemi sağlama çabalarımdı. Her adımımda heyecanımın arttığını hissediyordum. Bralyn gelmiş miydi? Beni gördüğünde vereceği tepkiyi merak ediyordum.

Göle bakan açıklığa ulaştığımda şaşkınlıkla iç geçirdim. Rose, kendini aşmıştı. Bu kız gösterişi gerçekten seviyordu. Ağaçlara yakın olan alana, hilal görüntüsünü oluşturacak şekilde aralıklarla kokteyl masalarına benzer masalar koymuştu. Biraz daha yaklaşınca masaların ağaç gövdelerinden yontulmuş olduğunu fark ettim. Kütüklerin damarlı yapıları boyunca minik minik rengarenk ışıklar takılıydı. Her yer parlıyordu, lunaparka düşmüş gibi hissettim. Rose'un ne kadar yetenekli ve yaratıcı olduğuna bir kez daha hayret ederek çevreme hayranlıkla bakmaya devam ettim. Masaların baktığı alana dans pisti hazırlanmıştı; daha ilerisi ise göldü. Gölün yüzeyine vuran ışıklar burayı masalsı bir yer haline getirmişti.

Neredeyse bütün okul balodaydı. Kasabanın sıkıcı hayatında böyle bir etkinliği kimsenin kaçırmak istememesini anlıyordum; özellikle de Rose'un düzenlediği bir etkinliği.

Işıklar arasında kızları bulmak için etrafıma bakarken yavaş adımlarla göle doğru yürümeye başladım. Yanından geçtiğim masalardaki her baş bana doğru dönüyordu. Kendimi bir an rahatsız hissettim.

Rose, vücudunun büyük bir bölümünü hatırı sayılır ölçüde gözler önüne sermişti. Nefes kesici görünüyordu. İnanamayarak Eva'ya baktım. Mini dore elbisesiyle Rose'la yarışıyordu. Mina ise parlak mavi elbisesinin üzerine aynı renkte bir pelerin giymişti. Kısa, siyah saçlarını toplamış ve altın sarısı bir taç takmıştı. Giydiği birbirinden farklı renkteki ayakkabılarıyla diğer herkesten ayrılıyordu. Cesaretine hayran kaldığımı söylemeliydim. Beni fark ettiklerinde şaşırdılar. Geleceğimi söylememiştim.

"İnanılmaz görünüyorsun." dedi Eva sarılmadan hemen önce.

"Siz de öyle."

Rose, avına yaklaşan panter edasıyla gözlerini kısarak yanıma geldi. "Nereden buldun bu elbiseyi?" dedi.

"Annem almış. Sürpriz yapmak istemiş."

Bir süre baştan ayağa elbiseme baktıktan sonra, "Ama olmaz ki," diye patladı, "en güzel ben olmalıydım. Haksızlık bu!'

Tavrına gülümsemeden edemedim. Rose'un tatlı huysuzluğu Arey'in gelmesiyle son buldu. Ellerinde içkilerle Raudin ve Xolan da geldi. Üçü de takım elbiseleri içinde muhteşem görünüyordu. Özellikle vücudunu saran koyu lacivert takımıyla Raudin'e ağzım açık bakakaldım. Bu kadar göz alıcı olabileceğini düşünmemiştim. Fark ettirmeden hemen dönüp Eva'ya baktım. Kaçamak bakışlarla Raudin'e bakıyordu ama gerginliği ortadaydı. Uzak durmak konusunda hiçbirimiz en ufak bir yol kat edememiştik.

Etrafımda hafifçe dönerek Bralyn'i aramaya başladım ama görünürlerde yoktu. Yine bir yerlerden çıkar ümidiyle bakınmaya devam ettim. Dramatik girişlerden hoşlandığını düşünüyordum ama anlaşılan gelmeyecekti. Kendimi berbat hissettim. Bütün neşem bir anda beni terk etti.

Rose'a rağmen Bralyn'in gelip gelmeyeceğini soramadım. Neşesini kaçırmak istemiyordum. Arey ile el ele alanın ortasına doğru yürümeye başladılar. İlk dansı açacaklarını anladım. Müzik sesi her yeri doldurdu ama görünürlerde ne bir enstrüman ne de müzik seti gibi bir şey vardı. Ağaç dallarına yerleştirilmiş hoparlör sistemini fark edince şaşırdım. Birbirine bağlı bir düzine küçük hoparlör açıklığa en yakın ağaçlara yerleştirilmişti. Bütün kablolar toplanarak gövdesi en büyük ağacın altına kurulmuş sisteme bağlanmıştı. Sistemin başında da alt sınıflardan biri vardı. Şarkı seçimlerine kadar her şeyi Rose'un yaptığına emindim.

Mina, Xolan 'la dans etmek için açıklığa ilerlerken bakakaldım. Arkamı dönüp Eva'ya baktığımda yüzünde anlamadığım bir ifadeyle gözlerini karşıya sabitlemişti ama herhangi bir şeye bakmadığından neredeyse emindim. Raudin, ne yapacağını bilmez şekilde ağırlığını bir sağ, bir sol ayağına verip duruyordu. Bir süre rahatsızca kıpırdandıktan sonra Eva'ya doğru hareketlendi. Önüne gelip Eva'ya elini uzattığında ne dediğini duyamıyordum ama dans etmek için davet ettiğine emindim. Eva, etrafına bakınırken gözlerimiz buluştu. Kararsızlığı gözlerinden okunuyordu, belki de cesaretlendirilmek istiyordu. Uzak durun saçmalıklarını bir kenara bırakarak hafifçe başımı salladım. Bir süre daha gözlerime baktıktan sonra Raudin'in havada kalmış elini tuttu ve dans etmek için diğerlerinin yanına gitti.

Onları izlerken karmakarışık duygular içindeydim. Eva'nın dans ettiğini gören Rose'un ağzı bir karış açık kalmıştı. Tepkisi çok komikti. Benim olduğum yere bakarak başıyla Eva'yı işaret etti ve gözlerini devirdi. Gülümsememe engel olamadım.

Rose, her şeyi düşünmüştü ama oturacak herhangi bir şey yoktu. Anlaşılan bütün gece bu topukluların üzerinde burada tek başıma dikilecektim. Ne kadar harika!

Dans etmeye çıkan diğer sınıfları izlemeye başladım. Herkes halinden fazlasıyla memnun görünüyordu. İlk dansım için kurduğum hayaller yerle bir olmuştu. Bu kadar insanın içinde kendimi çok yalnız hissettim. Bralyn neden gelmemişti? Geleceğini düşünmüştüm. Neden böyle düşündüğümü bilmiyordum. Belki de Lisa'yla beraberdi. Bu düşünceyi derhal aklımdan uzaklaştırdım çünkü mideme kramplar girmeye başladı.

Darren ve ekibinin de baloya geldiğini görünce şaşırdım. Uzun süredir neden sesi çıkmadığını merak ediyordum. Arkadaşlarıyla açıklığa en uzak masada içiyorlardı. Bakışları bir an için benimkilerle buluştu. Aramızdaki mesafeden dolayı nasıl baktığını anlayamadım ama bir süre sonra başını çevirdi.

Dans edenler yavaş yavaş kalabalıklaşıyordu. Ağırlığımı bir ayağımdan diğerine vererek eğlenceye dahil olanları incelemeyi sürdürdüm. Düşüncelerimi Bralyn'den uzak tutmak iyi olacaktı. Alt sınıflardan biri, adını hatırlayamadım, gelip tam önümde durdu.

"Benimle dans eder misin?" dedi. Sesi titredi ve yüzü kızardı. Rahatsızlığı karşısında ne diyeceğimi bilemedim. Bana kendimi hatırlatmıştı. Dans etmek istemiyordum ama çocuğun çekingen tavrı bir an için gözüme çok sempatik göründü. Ayrıca kırmak istemediğimi de fark ettim.

"Edemez, çünkü benimle edecek." diyen ses üzerine hızla arkamı döndüm.

Bralyn, benden birkaç adım geride durmuş bakışlarını bana sabitlemişti. Dans etmek isteyen utangaç çocuğun sessizce arkasını dönerek gittiğini göz ucuyla fark ettim. Ben daha en ufak bir tepki veremeden aramızdaki mesafeyi kapattı ve tam karşımda durdu. Siyah takım elbisesiyle uyumlu iri, siyah gözleriyle muhteşem görünüyordu.

"Benden başka biriyle dans edebileceğini de nereden çıkardın?" dedi.

Ben sessiz bir şekilde bakmaya devam edince gülümsemesi yavaş yavaş yüzünde yer almaya başladı. Nutkum tutulmuştu, evet, tek açıklamam buydu.

"Bu tepkilerine bayılıyorum." dedi ve bakışlarını yüzüme sabitledi. Bu cümlesiyle birlikte kendimi toparladım. Hep aynı şeyi yapıyordu ve beni hazırlıksız yakalıyordu.

"Seninle dans etmek istediğimi düşündüren nedir?" dedim kendimi savunmaya alarak.

Benimle dalga geçeceğini biliyordum. Sinirlerimi bozmasına izin vermeyecektim. Bir süre yüzüme baktıktan sonra izin isteme gereği bile duymadan yavaşça elimi tuttu.

"Bütün bu saçmalıklara ve bu rahatsız takıma ne için katlandığımı sanıyorsun, seni kollarıma alabilmek için."

Ciddiyetle bakan gözlerine rağmen sözlerine inanmak istemiyordum. İnanırsam, bir an olsun inanırsam, canımın yanacağından korkuyordum ama karanlığı sessizce bütün ışıklarımı yok ederek benliğime sızıyordu. Davranışları ise kafa karışıklığından başka bir işe yaramıyordu. Benimle ilgili ne düşündüğünü kestiremiyordum. Ben sessiz kalınca elimi sıktı ve dans edenlerin yanına doğru yürümeye başladı.

Açıklığın ortasına geldiğimizde çalan müzik bir anda değişti ve benim sevdiğim şarkılardan biri çalmaya başladı. Bu kesinlikle Rose'un işiydi. Ne yapmaya çalıştığını anlayamıyordum. Ona bunun hesabını soracaktım ama şu an bütün dikkatim tamamıyla Bralyn'in üzerindeydi.

'Thinking Out Loud' şarkısının ilk notaları yankılanmaya başladığı anda Bralyn de belimi tuttu ve beni kendine çekti. İstemsizce iç çekişim Bralyn'in gülümsemesine neden oldu. Bir elimi sıkıca elinin içinde tutmaya devam etti, ben de diğer elimi yavaşça omuz çıkıntısına yerleştirdim.

Müzik dışında çevremdeki her şey silindi. Yıldızlar altında, Bralyn'in kolları arasındaydım. Kalp atışlarım dışında evrendeki bütün sesler yok oldu. Bralyn gözlerini bir saniye ayırmadan gözlerimin içine bakıyordu. Nefes almıyor gibi odaklanmıştı. Ben ise geceden siyah gözlerine bakmak için kaldırdığım başımın dönmesine engel olamıyordum. Her zamanki alaycılığından eser taşımayan yüzü tüm muhteşemliğiyle karşımda duruyordu.

Kalp atışlarım kontrolüm dışında başka bir ritim tutturmuştu, titriyordum. Gözlerine baktığım her saniye beynimin en ücra köşelerine sızıyordu ve her nefesimde içimde en derinlere iniyordu. Gittikçe koyulaşan gözlerinde kendi yansımamı görüyordum.

"Çok güzelsin." dedi.

Bir an için gözlerimi kaçırdım. "Teşekkür ederim." dedim bir süre sonra. Konuşma merkezimi ancak harekete geçirebilmiştim. "Sen de fena değilsin."

Gülümsedi. Aklımca ona takılmaya çalışıyordum ama ne dediğimin farkında bile değildim.

"Öyle mi?" dedi ve beni kendine biraz daha çekti. Aramızdaki boşluk tamamen ortadan kalktı, vücutlarımız birbirine değiyordu. Kalp atışlarım daha da hızlandı. Nasıl mümkünse? Bralyn gözlerini kapatıp açtı, bakışları değişti.

"Bana ne yapıyorsun böyle?"

Ne demeye çalıştığını anlamadım. Ne yapıyor olabilirdim ki? Beynim işlev dışıydı, düşünemiyordum.

"Uzun bir kıştan sonra gelen bahar gibisin, yaşadığımı hissettiriyorsun. Öngörülemez bir güçle karanlığa sessizce sızan gün ışığı gibisin, buna karşı koymak imkânsız."

Beynimde yavaş yavaş anlam bulan her kelimeyle birlikte kalbim de rotasında kalmakta zorlanıyordu. Bu bir itiraftı, başka ne olabilirdi ki.

"Günün geceye ihtiyacı var, birbirini tamamlayan döngüye kim karşı koyabilir?" dedim bir süre sessiz kaldıktan sonra.

Ben daha engel olamadan ağzımdan dökülen kelimelerin doğruluğuyla sarsıldım. Kabullenmekten başka bir seçeneğim yoktu, sonunda ben de itiraf ediyordum. Bralyn'e aşıktım.

"Gece çöktüğünde bütün güzellikler gizlenir, her bir detay yok olur. Issızdır gece, yalnızdır. Tekin olmayan soğuk tarafları vardır."

Neden bu şekilde konuştuğunu anlayamıyordum. Ondan uzak durmamı anlamını gizlediği kelimelerle daha önce de söylemişti. Ondan korkmamı gerektirecek tehlikeli bir yanı mı vardı, emin olamıyordum. Ama artık çok geçti ve onu istiyordum.

"Gece güne kucak açtığında muhteşem bir renk oluşur. Her bir varlık kutlar bu kavuşma vaktini."

"Biri varken diğeri var olamaz." dedi. Beni, birbirimizle olmamamız konusunda ikna etmeye mi çalışıyordu, anlayamıyordum. Ama neden?

"Doğru," dedim. Başka ne diyebilirdim ki? Bu kelimenin ağırlığını içimde hissederken aksini Bralyn'in yüzünde gördüm. "Ama birbirlerini kovalamaktan asla vazgeçemezler. Çünkü biri olmadan diğeri de olamaz."

Onun bana söylediği şeyi farklı bir şekilde ama aynı kelimelerle ona söyledim. Yüzü gevşedi. "Sanırım öyle." dedi. "Göründüğünden daha büyük bir çekimin var. Sana karşı koymak gittikçe güçleşiyor."

Duyduğum şey karşısında afalladım. Kalbim iki katına çıkmıştı adeta. Bana karşı koyamadığını söylüyordu.

"Durma o zaman." dedim.

Bakışlarını ayırmadan gözlerime bakmayı sürdürüyordu. Belimdeki elini daha fazla bastırdı. Hafifçe eğildi ve dudaklarımız buluştu. Muhteşem kokusuyla uyuşturduğu düşüncelerim yüzünden çevremizdekilerin deli gibi alkışlamasını bir anda açılan radyo gibi duydum. Yalnız olmadığımızı, daha da kötüsü baloda bir sürü insanla çevrili olduğumuzu unutmuştum. Beni, kendimi unutturacak kadar nasıl etkisi altına alabiliyordu, anlayamıyordum ve bu durum beni çok korkutuyordu.

Coşkuyla alkışlayan kalabalığın içinde Rose'un ateş çıkan gözleriyle izleyen bakışları beni buldu. Birkaç adım solunda elini göğsünde çaprazlamış Eva, başını sağa sola sallıyordu. Gözlerim Mina'yı aradı. Hararetle, bir yandan ıslık çalıyor diğer yandan da olduğu yerde zıplıyordu. Gülümsememe engel olamadım.

Kollarını yavaşça üzerimden çeken Bralyn'e tekrar baktığımda dikkatle Raudin'e bakarken buldum. Beni bıraktı ve Raudin'e doğru yürümeye başladı. Orada öylece kalakaldım. Bakışlarımı Bralyn'den ayıramıyordum. Raudin, Bralyn'e yaklaştı ve kulağına bir şeyler söyledi. Bralyn'in arkası dönük olduğundan yüz ifadesini göremiyordum. Bir süre Raudin'i dinleyen Bralyn, Rose'un yanında duran Arey'e başıyla işaret etti ve ormana doğru yürümeye başladılar.

Yine tek kelime etmeden ve arkasına bakmadan gidiyordu. Kendimi bir an için öyle değersiz hissettim ki, gözlerimin dolmasına engel olamadım. Bunu bana ikinci kez yapıyordu. Ne kadar dirensem de içimde kavgaya tutuşmuş birbirinden farklı yüzlerce düşüncenin yansıması olan o tek damlanın akmasına engel olamadım. Bralyn bir anda durdu ve bana baktı. Aramızdaki mesafeden yüzünü net olarak göremiyordum. Bana doğru bir adım attı, bir süre bekledi ve tekrar arkasını dönüp diğerlerinin ardından ormana daldı.

Olanlara inanamıyordum. Söylediklerine farklı anlamlar yükleyip kendimi mi kandırıyordum? Benden uzak duramadığını söylemişti. Benimle bu derece oynayacak kadar kötü olamazdı, olabilir miydi?

Çevremdekilerin hakkımda konuştuklarının belli belirsiz farkındaydım. Umursamadım. Bralyn'i gözden kaybettiğim yere doğru hızlı adımlarla yürümeye başladım. Bir an önce eve gitmeliydim. Gözyaşlarımı daha fazla tutacak gücüm kalmamıştı. Kızların arkamdan bağırarak geldiklerini duyuyordum, daha hızlı yürümeye başladım. On dakika kadar yürüdükten sonra ayağım bir şeye takıldı ve sendeledim. Bu ayakkabılarla ormanda üstelik de bu karanlıkta yürümek hiç akıl karı değildi. Olduğum yere oturdum. Ayakkabılarımı çıkarmak yerine bacaklarımı topladım ve kollarımla kendimi sardım. Bir süre sonra kızların sesi daha yakından gelmeye başladı.

"Ne demeye ormana dalıyorsun Amie, üstelik bu karanlıkta?" Rose sinirle karşıma geçti.

Gözyaşlarımı tutacak gücüm kalmamıştı. Özgürce akmaya başladılar. Eva ve Mina da gelip karşımda durdu. Başımı dizlerime dayadım.

"Ben sana uzak dur diyorum, sen gidip onca insanın içinde öpüyorsun."

Kendimi yeterince kötü hissetmiyormuşum gibi Rose da üzerime gelmeye devam ediyordu.

"Rose, Amie'yi rahat bırak." dedi Mina.

Evet, beni rahat bırakın. Ağlamak istiyordum. Belki o zaman içimi sıkan bu duygudan kurtulabilirdim.

"O asalağı bulduğum yerde parça parça edeceğim. Bunu ikinci kez yapıyor. Amie, nasıl izin verirsin, nasıl?"

İçimde oradan oraya çarpan ezici hisler yetmiyormuş gibi bir de Rose'un sözleri yüzünden boğuluyordum. Dayanamıyordum.

"Yeter!" Boğazım yırtılırcasına bütün gücümle bağırdım. Sesim karanlık ormanda yankılandı. Şaşkınlıkla yüzüme bakan Rose hiçbir şey demeden bir süre öylece durdu. Yüzündeki şaşkınlık yerini pişmanlığa bırakırken ifadesinin değişimini yakaladım.

"Amie, lütfen ağlama," Yanıma yaklaştı ve yavaşça karşıma oturdu. "Yemin ederim öldüreceğim o yaratığı." dedi sinirle.

Bir süre içimi çeke çeke ağladıktan sonra Eva ve Mina da gelip yanıma oturdular. Eva'nın duruşu çok garipti. Kendiyle savaşıyormuş gibi bir ifade oturmuştu yüzüne. Sessizce olanları izliyor oluşu hiç hayra alamet değildi. Rose gibi beni azarlamaya başlamak üzere olduğunu düşündüm.

"Amie," dedi sakin bir sesle, "o senin için uygun biri değil. Şimdi bize kızıyorsun ama sen de anlayacaksın."

"Ne demek istiyorsun?" Neden sürekli böyle söylüyorlardı? Benden gizledikleri bir şey olduğunu hissediyordum.

Eva ağzını açıp tekrar kapattı. Gözlerini karanlıkta boşluğa dikti. Doğru sözcükleri bulamıyormuş gibiydi.

Mina, ayağa fırladı. Bir yandan ellerini birbirine vuruyor diğer yandan da olduğu yerde zıplıyordu. Şaşkınlıkla Mina'ya bakakaldım. Rose da aynı anda ayağa kalktı ve etrafı kolaçan etmeye başladı. Çevresini dikkatle tarakken herhangi bir tehlikeye karşı hazırmış gibi hafifçe öne eğildi. Mina neşeli bir çığlığın ardından koşmaya başladı.

"Nereye gidiyorsun?" diye bağıran Rose, Mina'nın arkasından hareketlendi. Daha birkaç adım atmıştı ki ayakkabısının haddinden uzun topuğu toprağa saplandı ve sendeleyerek durdu. Rose takıldığı yere söylenerek bakarken Eva ve ben de ayağa kalktık ve Mina'nın gittiği yöne doğru koşmaya başladık.

"Tavşana bak!" diye göremediğimiz bir şeyi işaret eden Mina, bir taraftan da koşmaya devam ediyordu. "Bunu yakalarsak savaşta galip oluruz."

"Ne savaşı Mina, çok karanlık geri dön." diye bağırdım. Hep birlikte ormanın kalbine doğru gidiyorduk.

"İstediğin her savaşta." Mina hoplaya zıplaya neşeyle koşmaya devam etti.

"Tavşanına da sana da! Geri dön!" diye avazı çıktığı kadar bağıran Rose bir hışımla yanımızdan geçti, üstelik de o ayakkabılarla.

Koyu karanlık yavaşça dağılırken ilerideki açıklıktan yansıyan ayın ışıklarını gördük. Rose, açıklığın başladığı yerdeki ağaçlardan birinin dallarına takılan pelerini sayesinde durmak zorunda kalan Mina'ya yetişti.

"Kafayı mı yedin? Ne demeye bu karanlıkta ormana dalıyorsun?" Azarlamasına devam eden Rose bir yandan da Mina'yı takıldığı dallardan kurtarmaya başlamıştı bile.

"Ama bu parlak beyaz tavşan, kaçırdık." Her ne kadar ayın solgun ışığında yüzü zar zor seçilse de dudaklarını öne doğru üzgünce uzatmıştı.

"İçinizde bir tane normal yok."

Eva eli göğüs kafesinin üzerinde, öne doğru hafif eğilmiş halde zorlukla nefes alarak yanımızdan geçti ve açıklığın başladığı alana gidip oturdu. Mina ile Rose'u bırakıp ben de Eva'nın yanına gidip oturdum. Tanıdık gelen açıklığa karanlığın el verdiği ölçüde daha dikkatli baktım. Piknik yaparken kaçıp uyuya kaldığım çiçeklerle bezeli alana benzettim ama emin olamadım.

"Bıktım senin doğa sever saçmalıklarından, anlamsız inanışlarından." diye çıkıştı Rose. Mina'yı yanımıza getirirken bir taraftan da kendisini inceliyordu. Elbisesi baldırına kadar derin bir şekilde yırtılmıştı.

"Şu halime bak!" diye bağırdı.

"Ama doğru söylüyorum, yakalasaydık şansımız olacaktı."

Rose sinirle ellerini saçlarına geçirdi. Mina'nın boğazına sarılmak ister gibi görünüyordu. Onlara bakarken bir yandan da acıyan ayaklarımı rahatlatmak için ayakkabılarımı çıkarıyordum.

Eva kendine gelmişti. Bıkkın halde Mina'ya susmasını söylerken dağınık saçlarıyla solgun ay ışığı altında insan dışı bir varlık gibi görünüyordu.

"Tehlikelerden korunmak için şansımızı kaybettik." Mina üzgün gözleriyle ve inatla savunduğu düşüncesiyle inanılmaz tatlı görünüyordu. Pelerininin her yeri parçalanmıştı. Gülümsememe bir an için engel olamadım.

"Senden başka tehlike yok," dedi Rose ve Mina'ya doğru bir adım attı. "Senin gibi önünü ardını düşünmeden hareket eden, çocuk kadar masum birine kim zarar verebilir ki?"

Rose'un ifadesiyle olduğu yere sinen Mina, kelimelerindeki tehditi fark etmişti.

"Biz." diyen bir sesle hepimiz yerimizden sıçradık.

Açıklığın diğer tarafından, ağaçların arasından tanımadığımız bir grup erkek çıkmaya başladı. Neler olduğunu anlamaya çalışarak bize doğru gelen yabancılara baktım. Bu insanlar da kimdi?

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top