Bölüm 2. Yabancı-part Ⅰ
Keyifli okumalar.
Medyada: Taylor Swift - I Knew You Were Trouble
Not: Görseller temsilidir. Fikir oluşturması için seçilmişlerdir.
Son ders ziliyle birlikte kendimizi dışarı attık. Derin nefesler alarak ders sırasında çöken uykunun izlerini silmeye çalışıyordum. Dağılan kalabalığın içinde ilerlerken kızların yanımda olmadığını fark ederek arkamı döndüm. Birkaç adım geride baş başa vermiş hararetle bir şeyler konuşuyorlardı. Gün boyu görmezden geldiğim aralarındaki imalı bakışmaların sonucu vücut bulmuş gibi önümdeydi.
"Gelmiyor musunuz?" diye seslenmem üzerine üçü de irkildi.
Huzursuzluğu yeşil gözlerine yansıyan Eva, "Geliyoruz." dedi.
"Sorun ne?" Gizemli halleri artık fazlasıyla canımı sıkmaya başlamıştı.
"Bir sorun yok." dedi Rose. İnanmayan bakışlarımı üzerlerinde gezdirdim. "Benim bir yere uğramam lazım. Ben de kızlara onu söylüyordum, sen de onlarla gidersin." diye devam etti.
Tek kaşımı kaldırarak bir süre Rose'un yüzüne baktıktan sonra üstelemekten vazgeçtim. "Hayır, bugün yürümek istiyorum."
Üçünün aynı anda, "Hayır!" demesi şaşırmama neden oldu.
"Sorun ne? Daha önce yapmadığım bir şeymiş gibi davranıyorsunuz." Davranışları giderek daha mı garipleşiyordu yoksa ben mi paranoyaklaşıyordum, emin değildim.
"O kadar yolu yürüyecek misin gerçekten. Bizimle gel işte." dedi Mina.
"Yürümeyi seviyorum." Bulduğum her fırsatta yürümeye çıktığımı biliyorlardı. Havalar soğuk olduğu için arabayla okula gelip gittiğimden uzun zamandır yürümemiştim. Her an sinirini boşaltacakmış gibi dursa da bulutlar, hava sıcaktı.
Daha fazla itiraz etmelerine fırsat vermeden arkamı döndüm ve okulun çıkışına yöneldim. Birkaç adım atmıştım ki Mina gelip sarıldı. Beklemediğim bu davranışı karşısında şaşırdım ve aynı anda vücudumda bir ürperti hissettim.
"Farkında mısınız, son günlerde amma da tuhafsınız." dedim, işaret parmağımı tek tek üzerlerine doğrultarak. "Birtakım işler karıştırıyorsunuz ve benden gizlemeye çalışıyorsunuz. Fark etmediğimi mi sandınız?"
Böyle bir şey söyleyeceğimi beklemediklerinden üçü de hazırlıksız yakalandı. Mina, parmaklarıyla oynamaya başladı. Eva, iki kez ağzını açıp kapadı. Rose da ben orada yokmuşum gibi benden başka her yere bakıyordu. Ne yapacaklarını bilmez halde karşımda bu şekilde rahatsızca kıpırdanmaları yüzünden kötü hissettim ama bunu hak etmişlerdi. Arkamı döndüm ve başka bir şey söylemeden yürümeye başladım.
Darren ve arkadaşları yine okulun çıkışında toplanmışlardı. Bizimle aynı dönemde okuyan, tek vasıfları insanları rahatsız etmek olan bu beş kişilik kas yığını grubunun başıydı Darren. Uzun boylu, yapılı ve yakışıklı bir çocuktu. Ama kibarlıktan nasibini almamış, sevimlilikte ifritlerle yarışır bir karakteri vardı ve sinirlerimi bozuyordu. Liseye başladığımızdan beri bize sataşmadığı, alay etmek ve rezillik çıkarmak için fırsat kollamadığı tek bir anı bile yoktu. Tabii, kuyruk acısı olduğu için elinden geleni ardına koymuyordu. Geçen yıl Rose, Darren'i okulun önünde küçük düşürmüştü ve bu durum onu iyiden iyiye pislik birine dönüştürmüştü. Arkadaşlarının yarısının da Rose'a âşık olması durumu daha da beter hale getiriyordu.
Onları ne dinleyecek ne de cevap verecek bir ruh halinde olduğumdan başımı önüme eğerek sessizce öğrencilerin arasında çıkışa yöneldim.
"Hey, Amie," diye bağırdı Darren.
Görünmemeyi başaramamıştım. Duymazlığa vererek ilerlemeye devam ettim.
"Yoldaşların nerede, yalnız mısın?"
Darren susacak gibi görünmüyordu. Her kelimesiyle sesini biraz daha yükseltiyordu. Bağırmasına gerek yoktu zira borazan gibi sesi herkes tarafından rahatlıkla duyulabiliyordu. Çevremdekiler teker teker dönüp bana bakmaya başladı. Sinirle Darren'a baktım.
"Kümesinden kovulmuş tavuğa benziyorsun." diye bağırdı ve kahkaha atmaya başladı. Kan beynime sıçradı.
"Kes sesini!"
Darren daha çok ve daha yüksek sesle gülmeye devam etti. İşaret parmağını bana doğru kaldırarak, hayır anlamında sağa sola salladı.
"Neden bu kadar sinirlisin Amie? Yoksa ay dönümün mü?"
Bütün arkadaşları boğazlanıyormuşçasına garip sesler çıkararak gülmeye başladılar. O an yerin yarılmasını ve beni içine almasını istedim. Etrafımdakiler de kimi sessiz, kimileri de hiç saklama gereği duymadan gülüyorlardı. Söyleyecek hiçbir şey bulamadım, zaten böyle bir durumda ne söylenilebilirdi ki? Koşmaya başladım. Nefes alışverişim zorlaşıncaya, hava boğazıma takılmaya başlayıncaya kadar koştum. Utanmanın ve küçük düşürülmenin verdiği ezici hislerle baş etmeye çalışıyordum. Ama hepsinin ötesinde hissettiğim üzüntü beni ele geçirdi. Kendime düşünmeyi yasakladığım bir şeyi hatırlattığı için Darren'a çok öfkeliydim.
Mensturasyon döngüsünü yaşayamıyordum; hiç kanamam olmamıştı. Ergenliğe girmeden menopoza girmiştim. On dört yaşıma kadar kanamam olmadığında anneme nedenini sormuştum, o da babama söylemişti. Muayene aşamaları işkence gibiydi. Babama ona muayene olamayacağımı, bunun çok fazla olduğunu anlatabilmek ise tam bir utançtı. Sonunda doktor arkadaşlarından birini getirmişti. O gün hissettiğim rahatsızlığı hala hatırlıyordum.
Bir dolu testten geçtikten sonra, adından bile nefret ettiğim, bir hastalığım olduğunu öğrendim. Doktor, doğuştan rahmimin olmadığını, bu yüzden diğer gelişimlerim normalken aylık kanamamın olmayacağını söyledi. Duyunca şok olmuştum. Doktorum uzunca hastalık sürecini, neleri etkileyip etkilemediğini anlatırken, ben sessizce uzun sarı saçlarını izledim. O kadar lafın arasından aklımda kalan tek şey ise asla bir çocuğum olmayacağıydı.
O zamanlar bu durum beni çok etkilememişti ancak yıllar geçtikçe bu konunun gündeme gelmesi içimde anlamlandıramadığım bir burukluk hissettiriyordu. Belki de bu yüzden çocukları bu kadar çok seviyordum; çünkü eksiktim.
#
Okulun karşısında geniş bir dere yatağı vardı. Yağışın bol olduğu zamanlar neredeyse dolu olan derenin diğer zamanlarda dibindeki çamurlu toprak görünüyordu. Ormanla kasabayı birbirinden ayıran, dere yatağı boyunca ilerleyen yola her beş adımda bir ağaç dikilerek yürüyüş yolu haline getirilmişti. Burada yürümeyi seviyordum; renklerin birleştiği bu yol başka bir evrendeymişim hissi veriyordu.
Ilık bir rüzgâr saçlarımı okşuyordu. Gözyaşlarım aktıkça bedenime olan kırgınlığım da artıyordu. Düşüncelerimi yatıştırmak ve rahatlamak için adımın yazılı olduğu bankta biraz oturup eve öyle dönmeye karar verdim; fakat bankta oturan biri vardı.
Tanımadığım insanlara gözümü dikip bakmazdım ama o kadar güzeldi ki. Saçları siyah ve düzdü. Ilık rüzgarla birlikte alnının üzerinde dalgalanıyordu. Beyaz teni krema gibi görünüyordu. Göründüğü gibi dokunulduğunda da kadife hissi verir mi diye düşünmeden edemedim.
Gözlerini dikip, yolun ortasında dikilip birini izlemek ne kadar normalse o kadar normal davranıyordum. Fark etmiş gibi bir anda bana baktı ve görmezden gelerek bakışlarını çevirdi. Ben ise gördüğüm yüz karşısında öyle afallamıştım ki, önemsemedim. Burnu yüzünün güzelliğini tamamlayan karakteristik hatlara sahip, dudakları dolgundu. O, hiç kıpırdamadan oturmaya devam ederken, ben daha önce böyle birini görmemiş olmanın farkındalığıyla ressam elinden çıkmış gibi duran şahesere bakıyordum.
Bir süre izledikten sonra mantığımın uzaktan gelen sesleri yaptığım şeyin ne kadar utanç verici olduğunu zor da olsa duyurdu. Sorunum neydi benim? Kendimi toparlayıp bir daha ona bakmamaya özen göstererek hızla önünden geçtim. Yol boyunca da kendime kızıp durdum.
Eve geldiğimi fark ettiğimde şaşırdım. On yedi senemin geçtiği, aslında on sekiz diyebilirim çünkü haziranın yirmi biri doğum günüm, büyük bir bahçe içindeki üç katlı binaya baktım. İlk katta mutfak, babamın çalışma odası ve oturma odası vardı. İkinci katta yatak odaları ve banyo, son katta ise tek bir oda ve büyük bir teras vardı. O odayı hiç görmedim çünkü kendimi bildim bileli kilitliydi.
"Amie, sen misin?"
Huan beni duymuş olmalıydı. "Evet." diye bağırdım.
Sesi mutfaktan geliyordu. Oyalanmadan üst kata çıkıp merdivenlerin karşısındaki odama girdim. Tam bir kız odasıydı. Hemen her şey pembenin tonlarıydı. Yatak örtüsü, dolap, duvarlar... Son zamanlarda bunun mide bulandırıcı olduğunu düşünmeye başladığımdan odama savaş açtım. Henüz çok ilerleme kaydettiğim söylenemezdi ama en azından duvarlar artık pembe değil beyazdı.
Çantamı kapının yanındaki bilgisayar masasının üzerine bıraktım ve masanın karşısındaki yatağıma uzandım. Kızlar ne yapıyor acaba diye düşünürken o çocuk geldi gözlerimin önüne. Hemen doğrulup oturdum. Hızlıca yataktan kalkıp duşa girdim, düşünmek istemiyordum.
Son üç yıldır her cuma, birimizin evinde toplanıp birlikte kaldığımız bir rutinimiz vardı. Saat sekizi geçiyordu ama kızlar hala ortada yoktu. Açlıktan ölmek üzereydim. Tam telefon edecekken aşağıdan sesleri geldi. Oyalanmadan alt kata indim. Yemek masası hazırdı, neyse ki Huan bu defa yeni yemek tariflerinden birini yapmamıştı. Hep birlikte masaya geçtik. Rose'un yine muzipliği üzerindeydi. Sean ile birbirlerine takılıyorlar, arada bir de bana sataşıyorlardı.
"Liyana döndü mü?" diye sordu babam.
"Hayır, Ukrus amca. Hafta başına kadar araştırma dosyasını teslim etmesi gerekiyormuş." dedi Eva.
O sırada Sean ile Rose, ne haltlar karıştırıyorlarsa, kahkahayı patlattılar. Babamın uyarı dolu bakışları üzerlerine hiç tesir etmemişti anlaşılan; gülmeye devam ediyorlardı.
"Araştırması ne üzerine, bilgin var mı?"
Babam bilgiye olan merakını yine zapt edemiyordu. İlgiyle Eva'ya bakıyordu. Rose ve Sean baş başa vermiş bir şeyler konuşuyorlardı. Babamın karşısında, Huan ve Eva'nın arasında oturduğumdan ne konuştuklarını duyamıyordum.
"Yok olmuş ırklar üzerine sanırım." dedi Eva, emin olamayarak.
Eva'nın annesi Koatt'ta bir üniversitede tarih profesörüydü. Sürekli araştırma yaptığı için genellikle şehir dışında olurdu. Eva'nın annesinden başka kimsesi olmadığından bu zamanlarda bizlerden birinin evinde kalırdı. Annesiyle yaşadığı için genelde Rose 'da kalmayı tercih ediyordu. Üzüntüyle Rose'a bakarken çorbamdan bir kaşık almamla masaya fışkırtmam bir oldu. Tuz ve acıdan yenmiyordu. Ne ara çorbamı bu hale getirmişlerdi? Sean ve Rose, gözlerinden yaşlar gelerek gülerken onları parçalamak için hamle yaptım. Masadaki herkes çırpınışlarıma gülmeye başladı. Öyle ustalıkla alanımdan çekildiler ki, dokunamadım bile. Babamın müdahalesi yüzünden sessizce oturduğum masada ağzımın cehennem gibi yanması yanıma kâr kaldı.
Yemek bittikten sonra kızlarla masayı toplamaya yardım ettik. Babam çalışma odasının yolunu tutmuştu. Evde olduğu zamanlarda hep elinde bir kitap olurdu. Bu kadar okuduğu için mi saçlarının arasına bu yaşta beyazlar yerleşmişti, merak ediyordum. Sean çoktan odasına çıkmıştı bile. Bilgisayar oyunlarından uzun süre ayrı kalamıyordu. Huan televizyonun başına geçerken biz de daha fazla oyalanmadan odama çıktık. Üçü birden yatağımın üzerine oturdu. Yatağım geniş olduğundan çok rahat edemesek de dördümüz de sığıyorduk.
"Ee, ne yaptınız, anlatın bakalım." diyerek ben de yanlarına oturdum.
"Boş ver şimdi, önemli bir şey değil. Başka şeylerden konuşalım. Mesela Alex."
Rose'un omuzlarını kaldırıp indirerek konuşmayı istediği yöne çekmeye çalışmasını şüpheyle izledim. Önemli bir şey olmadığı konusunda neden içim rahat değildi. Başarılı olamasalar da benden bir şeyler saklamaya çalışıyorlardı ama birbirimize bu kadar yakın olmamız işlerini hiç kolaylaştırmıyordu ve bu durum benim incinmeme neden olan, çoğalan bir meraka dönüşüyordu. Bu şekilde nereye kadar saklayabilirlerdi ki, sonunda söylemek zorunda kalacaklardı. Ne olacağına dair binlerce düşünce beynimde dans ederken düşüncelerim akışını kaybetti ve dere kenarında gördüğüm çocuğun yüzü süzüldü beynime.
"... dedim bende. İyi yapmışım değil mi Amie?"
"Hıı, şey, evet Rose."
Rose sinsice gülerek başını bana doğru uzattı. "Aklın nerede senin, söyle bakalım."
"Bir yerde değil." dedim hızlıca.
"Yaa, hadi söyle." Rose kelimeleri uzata uzata konuşmaya başladı. Yine bütün şirinliği üzerindeydi. Gülümsedim.
"Sizin yaptığınızı yapıp söylememem gerekiyordu ama..." Rose alt dudağını sarkıttı ve daha fazla gülümsememe neden oldu. "Bugün yürüyerek gelirken birini gördüm." Tanımadığım biri yüzünden heyecanlanmaya başlamıştım. Duraksadım, tepkileri beklediğim gibi oldu. Üçü de merakla bakıyordu.
"Kimi?" dedi Eva.
"Tanımıyorum, ilk defa gördüm böyle birini. Sanırım burada yaşamıyor, yaşasaydı mutlaka daha önce görürdük." Öyle bir yüzü görüp de unutmak pek mümkün değil diye düşündüm. Heyecanım sesime yansımıştı. Biraz yüksek sesle ve hızlı konuşuyordum. Bir şey söylemelerini bekledim ama onlar sessizce birbirlerine bakıyorlardı.
"Tam olarak nerede gördün?" diye sordu Rose ciddiyetle. Ondan beklemediğim bu tavır karşısında şaşırdım.
"Yürüyüş yolunda bir bankta oturuyordu." Anlatmak için bütün hevesim kaçmıştı. Uzun bir sessizliğin ardından, "Bir şey mi oldu?" dedim.
"Aman, ne olacak, merak ettim doğrusu. Belki biz de görürüz." Rose'un zoraki tavrı gözümden kaçmadı. Bugün gerçekten çok garip davranıyorlardı.
"Artık yatalım mı? Yarın erken kalkmalıyım, bizimkilere söz verdim." dedi Mina. Yataktan kalktı ve banyoya yöneldi.
"Evet, evet iyi olur." diye mırıldandım. Bugünün bitmesini ve arkadaşlarımın normale dönmesini istiyordum.
———
Bölüm hakkındaki düşünceleriniz nedir?
Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın, lütfen.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top