Bölüm 16 - Aşık

Uzun bir bölüm oldu. Sindirerek okumanızı tavsiye ederim. Keyifli okumalar.

Medyada: Ed Sheeran - Perfect

                    Chopin - Spring Waltz 

———

Görüş alanımdan çıkana kadar Bralyn'in arkasından baktım, sonra da eve girdim. Huan yine televizyonun başında oturuyordu. Beni görünce şaşırdı.

"Neden geldin, bir şey mi oldu?"

Tamamen unutmuştum. Eva'da olmam gerekiyordu. Bu hengâmede aklımdan çıkmıştı.

"Yapmam gereken ödevler olduğunu hatırladım." dedim.

Bir süre yüzüme dikkatle baksa da üstelemeyen Huan tekrar televizyondaki yemek programına döndü. Babam işte olmalıydı; ortalarda görünmüyordu. Bu da son zamanlardaki garipliklerden biri daha diye düşündüm. Babam, son birkaç aya kadar asla akşamları hastanede kalmazdı ama son günlerde sık sık işi çıkıyordu.

Odama çıktım ve kendimi yatağa bıraktım. Bugünün tüm ağırlığı üzerime çöktü. Bralyn'in değişen ruh halleri yüzünden nasıl davranmam gerektiğine karar veremiyordum. Bir an çok sinirliyken bir an sonra çok rahat olabiliyordu. Soğuk tavırlarının yerini gülümsemeler almış olabilirdi ama beni dehşete düşürecek kadar soğuk olan o yanının çok uzakta olmadığını biliyordum. Bana gönderdiği farklı titreşimleri yanlış yorumlayıp bir hata yapmaktan korkuyordum. Bir yanım ondan uzak durmam gerektiğini söylüyordu ve bu yanı ne zaman duysam anlamlandıramadığım bir acı dalgası çarpıyordu. Bir de diğer yanım vardı: ne kadar öldürmeye çabalasam da inatla kanat çırpan kelebeklerin olduğu yanım. Bu yanım sürekli Bralyn'i görmek istiyordu ve durmadan onu düşünüyordu. Bu da benim daha çok korkmama neden oluyordu. Ondan uzak durmak isteyen yanımla ona bir zamk gibi yapışmak isteyen yanım büyük bir kavgaya tutuşmuşlardı ve bu çekişmede bir taraf sonunda kaybedecekti. Bu çekişmenin arasında kalarak daha fazla parçalanmak istemiyordum.

Hafta sonu çok sıkıcı geçti. Çocukluğumdan beri cumartesi günleri hiç aksatmadığımız dövüş derslerini ilk defa yapamamıştık; babam gece hastanede kalmıştı. Bir saldırı daha olduğunu cumartesi sabah televizyonda gördüm. Boynu koparılmış bir cesetten bahsediyorlardı. Kızlara haberin detaylarını sormak için aradığımda garip davranışları karşısında afalladım. Hepsi işi olduğunu söyleyip bir an önce telefonu kapatma derdindeydiler. Babam ancak pazar günü eve döndü.

"Baba cinayet nasıl olmuş?"

Yemek masasında oturmuş annemin yemeği getirmesini bekliyorduk. Sean telefonuyla oynamayı bıraktı ve babama çevirdi bakışlarını.

"Ben acilde çalışmıyorum o yüzden cesedi görmedim."

Bakışlarını benden kaçıran babam masadaki salatayla ilgilenmeye başladı. Garip tutumu gözümden kaçmadı.

"Baba, hastane tek katlı, küçük bir yer ve sadece üç doktor var, nasıl görmezsin?"

"Çünkü başka hastalarla ilgileniyordum, küçük hanım."

"Anladım." dedim ve annemin o arada getirdiği yemek ile ilgilenmeye başladım. Bende bir tuhaflık vardı; etrafımdaki herkesin benden bir şeyler sakladığını düşünmeye başlamıştım. Bralyn'in yüzünden böyle olduğumu düşünüyordum çünkü dengesiz hali bana da sirayet etmişti sonunda.

Okulda kızları sıkıştırmama rağmen cinayetle ilgili bir şey bilmediklerini söylediler. Yemek arasında, yine Bralyn'in karşısında oturuyordum, Rose herkesi yarın akşam için evine yemeğe davet etti. Arey'in memnuniyeti gibi Raudin'in somurtkanlığı da gözümden kaçmadı. Eva dışında herkes memnundu. Ben ise ne düşünmem gerektiğini bilemiyordum. Bralyn'in bir gün önceki tavrına kıyasla bugünkü ruh hali arasında uçurum vardı. Neredeyse hiç konuşmadı ve sürekli dalgındı. Aklına takılan şeyin Lisa olmamasını umduğumu fark ettim.

Rose'un evi Mina'nın evinin güneyinde, üç blok arkasındaydı. Eva giderken beni de aldı. Rose, beni görür görmez oturma odamızdan büyük yatak odasına sürükledi.

"Bu ne hal Amie?" dedi.

"Ne var halimde?" diye savunmaya geçtim. Rose beni çekiştirerek büyük aynası olan makyaj masasının önündeki kırmızı pufa oturttu.

"Neden pazara domates almaya gidiyor gibi giyindin?" Bir taraftan beni azarlarken diğer yandan duvarı boydan boya kaplayan üç kapaklı gardırobunun önüne geçti ve tıklım tıkış olan elbiselere bakmaya başladı.

"Saraya, kraliyet balosuna gidiyor gibi mi giyinmeliydim?" dedim alayla.

Elinde koyu lacivert şifon bir elbiseyle bana dönen Rose, "Komik olmaya mı çalışıyorsun?" dedi. Birkaç adım atarak önüme geldi ve ayağa kalkmamı işaret etti. "Aynaya gözü kapalı bakıyorsun anlaşılan." Kırmızı ojeli işaret parmağıyla baştan ayağa beni gösterdi. "Seni biraz daha dikkat çekici hale sokalım." diye devam etti.

"Dikkat çekmek istediğimi de nereden çıkardın?"

"Hadi ama Amie. Neden inat ediyorsun? Bralyn'in gözlerinde o parlaklığı görmek istiyorum."

"Ne parlaklığı?"

"Bu kadın bir afetmiş, parlaklığı." dedi Rose. Sinsi gülümsemesi bütün yüzüne yayıldı.

"Rose," dedim üzerimi çıkarmaya çalışırken, "sen Bralyn 'den hiç hoşlanmıyorsun. Neden böyle bir şey yapıyorsun?"

O sırada Eva ve Mina içeri girdiler. İkisi de çok şık görünüyordu, benim aksime.

"Ne oluyor burada? Aşağıda sizi bekliyorduk bir türlü inmediniz." Eva, odanın ortasında hatırı sayılır büyüklükte yer kaplayan yatağa oturdu. Su yeşili elbisesiyle muhteşem görünüyordu.

"Amie'yi, pazar günleri televizyon karşısında pinekliyorum, görüntüsünden kurtarmaya çalışıyorum." dedi Rose.

"Bence başka bir amacın var Rose." dedim.

Mina yine garip bir şey söyledi. Üçümüz de anlamayarak yüzüne baktık.

"Yeni bir dil öğreniyorum, çok ilginç."

"Çok garip bir dil. Kullanılan bir bölge var mı Mina, yoksa dili sen mi uydurdun?" dedi Eva, sesindeki iğneleme tonunu saklama gereği bile duymadan ama Mina fark etmedi.

"Ben uydurmadım tabii ki. Büyükannemin kitapları arasında buldum."

"Neyse, boş verin. Amie'yi hazırlayalım neredeyse gelirler." diyen Rose pantolonumu çıkarmaya çalışıyordu.

"Neyin peşindesin Rose?" dedi Eva.

"O Bralyn'e gününü göstereceğim. Bana bulaştığına pişman olacak."

"Tamam da bunun benim giyinmemle ne alakası var?"

"Seni gördüğü anda başına göktaşı düşmüş gibi olacak. Egosunu yerle bir eden bir çift karamel gözle ona hayatın kaç bucak olduğunu göstereceğim."

Kahkaha atmaya başlayan Eva iki büklüm oldu. Peşinden Mina da başlayınca ben de gülümsemeden edemedim. "Neye gülüyoruz?" diyen Mina'nın ardından iki büklüm oldum.

"Rose, Bralyn'i kendine aşık etsen anlarım da Amie'ye âşık olunca sen bundan nasıl bir kazanç sağlayacaksın?"

Eva'nın sorusu üzerine bir an için Bralyn'in Rose'a yaklaştığı bir görüntü süzüldü beynime. O düşünceyi derhal kovdum. O sırada Rose pantolonumu çıkarmayı başarmıştı. Elindeki elbiseyi kafamdan geçirmeye çalışıyordu.

"Kendini herkesten üstün gören tezek yığını Amie'ye âşık olunca zaten belasını bulacak. Âşık olmak o salağı öldürür." dedi kendinden emin bir halde.

"İşte, şimdi saçmaladın." dedim.

"Bunun gibileri tanırım Amie. Senden daha fazla insan tanıdığımı da göz ardı etme. Çoğunluğu da erkek cinsi üstelik." dedi ve göz kırptı. "Bralyn gibiler her şeyin kontrolü altında olmasını isterler ve dikkatlerini hiçbir şeyin dağıtmasına izin vermezler. Tabii, bu seni görene kadardı."

Rose elbiseyi giydirme işini bitirmişti. Zorla oturttuğu aynanın önünde saçlarıma dalga veriyordu.

"Yine hikayeni yazmışsın." dedi Eva.

"Siz öyle sanın. Bence çok büyük bir kalp kırıklığı yaşamış ve böyle buz dağına dönüşmüş. Ama Amie onu eritecek, değil mi Amie?" dedi sevimlilikle.

"Geçen günkü çıkarımını da unutmadım Rose. Yanılmıştın, yanlış hatırlamıyorsam."

"Ne gördüğümü biliyorum ben." Rose, saçımın orasına burasına küçük tokalar tutturuyordu. "Hislerimde hiç yanılmadım. Burnum iyi koku alır."

"Ya tam tersi olursa?" dedi Mina. Şaşkınlıkla hepimiz ona döndük.

"Ne demek istiyorsun?" Eva, Mina'nın karşısına geçti ve yüzüne bakmaya zorladı.

"Amie âşık olursa demek istedim." Mina öylesine söylermiş gibi omuzlarını silkti.

"Amie zaten aşık." dedi Rose sıradan bir şeyden bahseder gibi.

Nutkum tutulmuş halde aynadan Rose'un yansımasına bakakaldım. Ne aşkı?

"Saçmalama, yok öyle bir şey."

"Bence de olmasın." diyen Eva'nın yüzünde gölgeler dolaşmaya başladı.

"Evet, o pislik olmasaydı iyi olurdu." dedi Rose.

"Ne demek olurdu? Bralyn'e karşı bir şey hissetmiyorum."

"Amie sakın. O çocuktan uzak dur." dedi Eva.

"Öyle bir şey yok dedim size." Artık sinirlenmiştim. "Madem uzak durmamı istiyorsunuz bu yemek zırvalığı da nereden çıktı?"

"Dostunu yakınında tut, düşmanını daha da yakınında." dedi Rose. Başımı tutup yansımasına bakmamı sağladı. Bilgili kişilerin gözlerindeki o parlaklık Rose'un da gözlerinde yerini almıştı. Bir süre birbirimizin yansımasına baktık. Rose, tekrar saçlarıma döndü.

"Şimdi de düşmanımız mı oldu?" dedim inanamayarak. Rose saçlarımı bitirmişti. Şimdi de yüzümün orasına burasına bir şeyler sürüyordu.

"Arey ve benim ilişkimizi küçümsemesini ona ödeteceğim. Emir vermesinin cezasını çekecek."

"Şimdi anlaşıldı sıkıntının asıl sebebi. Beni kullanacaksın yani." dedim.

"Alınmanın hiç sırası değil Amie. O bunu çoktan hak etti."

"Boşuna çabalıyorsun, şimdiden söyleyeyim Rose. İstediğin olmayacak."

"Senin kadar mükemmelini o kanı bozuk hak etmiyor zaten." dedi Rose ve gülümsedi. "Onu ölmekten beter edeceğine inancım tam."

"Beter olan ben olmayayım da." diye mırıldandım ama Rose duydu. Beni aynaya bakmaya zorladı. Genelde makyaj yapmadığımdan ilk önce kendimi neredeyse tanıyamayacaktım. Gözlerime sürdüğü far yüzünden karamel rengi gözlerimdeki yer yer yeşiller de ortaya çıkmıştı ve yanaklarım sanki biraz önce utanmışım gibi pembeleşmişti. Uzun siyah kirpiklerim neredeyse kaşlarıma değiyordu.

Ben kendimi incelerken Rose dolabından ince topuklu gümüş renginde bir ayakkabı getirmişti ve giydirmeye çalışıyordu bile. İşi bitince beni çekiştirerek baştan aşağı ayna olan gardırobunun kapaklarının karşısına geçirdi. Önü göğüs çizgimin başladığı yere kadar açık olan kolsuz şifon elbise, biçimli kalçalarımdan diz kapaklarımın üzerine doğru dökülüyordu. Boyum neredeyse sekiz santim kadar uzamıştı. Saçlarımın birazı başımın arkasında toplanmış, geri kalanı ise bel kıvrımımı kapatacak şekilde açık bırakılmıştı. Hakkını vermem gerekiyordu.

"Rose, bu işi gerçekten kıvırıyorsun." dedim.

"Malzeme çok güzel." dedi ve göz kırptı.

"Tabii, tabii." dedim ve son bir kez daha yansımama baktım.

O sırada aşağıdan gelen zil sesiyle birbirimize baktık.

"Bize far ve allık mı yedireceksin Rose?"

"Çok komiksin Eva. Merak etmeyin yemekleri hazırladım bile."

"Sen yemek yapabiliyor muydun?" diyen Mina yatak odasından çıkmış merdivenlere yönelmişti.

"Hiç yememiş gibi konuşma." dedi Rose.

"Yedim ama sonu hep tuvalette bitti. Senin yemekler karnımı ağrıtıyor." Mina'nın ses tonu o kadar sakindi ki, Eva'nın kahkahası aramızda çınladı.

"Yeme o zaman." dedi Rose sinirle. "Senin bağırsakların problemliyse benim suçum ne?"

"Zehirlensem bile yiyeceğim." dedi Mina, sakin tavrını hiç bozmadan.

"Siz de böyle mi düşünüyorsunuz?" Rose'un endişeli yüzü Eva ve bana dönmüştü. Cevap versem mi vermesem mi diye düşündüm bir an ama Rose'un bakışları keskindi.

"Mina'nın dediği kadar değil ama," Rose'un yüz ifadesi sertleştikçe benim sesim de aynı oranda azalıyordu. "Eva'dan yardım isteseydin ya da dışarıdan sipariş verebilirdik."

"Yemeyin, siz üçünüz yemeyin." diye parladı. Ayaklarını yere vura vura dış kapıyı açmaya gitti ve bizi merdivenlerde bıraktı.

Rose, biz aşağı inene kadar gelenleri içeri almıştı. Arey gözlerinin neredeyse aynı renkte görünmesine neden olan grilikte bir t-shirt giymişti. Rose'a bakmaktan kendini alamıyor gibiydi. Xolan'ın sarı saçları Eva'nın saçlarıyla yarışıyordu. Hangisininki daha parlak karar veremiyordum. Mina'nın rengarenk kıyafetlerine bakakaldığı gözümden kaçmadı. Özellikle de bir bağı pembe diğer bağı yeşil olan benekli ayakkabılarına.

Sırayla selamlaşırken Raudin'in kahverengi gözlerine bakakalmıştım. Resmiyetini, saç şekline ve kıyafetlerine fazlasıyla yansıtmıştı. Gözlerine ise böyle bir ortama nasıl düşmüş olabileceğini sorgular gibi bir ifade oturmuştu. Tedirginliği duruşuna yansımıştı. Bralyn gelmemişti. Bunu odaya girdiğim ilk anda fark ettim. Kendimi bir anda eksik gibi hissettim.

"Muhteşem görünüyorsun Amie?" dedi Arey odanın karşı tarafından seslenerek.

"Teşekkür ederim, sen de öyle." dedim gülümseyerek.

"Başka gelecek var mı yoksa masayı hazırlayayım mı?" dedi Rose. Kimi kastettiğini hepimiz biliyorduk.

"Biz başlayalım, birazdan gelir." dedi Xolan.

"Sevinmeyeyim yani." diye mırıldanarak yanımdan geçen Rose'u benden başka duyan olmadı.

Masayı hazırlamaya başladık. Masayla mutfak arasında gidip gelirken Bralyn'in dramatik girişler yapmayı sevdiği için mi yoksa işi olduğu için mi hep sonradan geldiğini düşünüyordum. O sırada çalan zille irkildim.

"Amie, kapıya bak." diye seslendi Rose mutfaktan.

Kapıyı açmaya giderken heyecanlandığıma inanamıyordum. Son günlerde vücudumun kontrolü tamamen başka bir yerimdeydi. Kapıya yaslanmış, dağınık saçlarının arasından parmaklarını geçiren Bralyn'i görür görmez dilim damağım kurudu. Vücudunu saran v yaka bir t-shirt ve dar bir kotla karşımda erkek cinsinin Tanrı'sı gibi duruyordu. Geceden koyu gözleri, gözlerimi bulunca afallamış halime bir de komut veremediğim dudaklarım eklendi. Bu adamın görüntüsü yemin ederim normal değildi ve beni felç ediyordu.

"Bu tepkilerine bayılıyorum." dedi. Arsız gülümsemesi yine muhteşem dudaklarında yerini almıştı.

Komutun beynime ulaşıp yüzümü toparlamam hayli güç oldu. Ona verebilecek aklı başında bir cevabım neden olmuyordu? Kendime sinirlenerek kapının beni büyük oranda saklamasına son verip geçmesi için yolundan çekildim. Biraz önceki alaycılığı yüzünden yavaş yavaş silinirken gözleri ayak uçlarımdan saçlarımın her bir teline kadar beni taradı. Her saniye yoğunlaşan gözlerine şaşkınlıkla açılmış ağzı eşlik ediyordu. Koca bir adım atıp tam önümde durduğunda gözlerinin son durağı gözlerim olmuştu. Bir süre hareket etmeden o pozisyonda durdu. Beni ilk kez görüyormuş gibi bir ifade oturmuştu mimiklerine ama uzun sürmedi.

"Güzelliğini her ne kadar derinlere gizlemiş olsan da görebiliyorum." dedi.

Makyajlı halimin güzel olmadığını kimse Bralyn gibi dile getiremezdi herhâlde. Her fırsatta alay ediyordu. Hakaret mi etmişti iltifat mı?

"Herkes seni bekliyor. Geç içeri." dedim. Sesimi sakin tutamadım.

"Önden buyur." dedi uzun parmaklarıyla koridoru işaret ederek.

"Neden?" dedim. Söyleyiş tarzı hiç hoşuma gitmedi.

"Kibar erkekler bunu yapmaz mı?"

"Sen ne zamandır kibarlıktan anlar oldun?"

"Ben çok kibarımdır. Sadece, sen hiç görmedin." dedi ve göz kırptı.

Hah, kibarmış! Evet, bir odunun kibarlığıyla yarışırsın sen ancak. İçeriden Rose'un bağırmasını duyunca sıçradım ve önden yürümeye başladım. Bralyn'in bakışlarını üzerimde hissediyordum; özellikle de belli bir bölgemde. Bu histen hiç hoşlanmadım. Rose'u bu gecenin sonunda öldürecektim. Böyle dikkat çekici giyinmem onun suçuydu. Öncesinde Bralyn'in o muhteşem gözlerini oyduktan sonra tabii.

Boydan boya cam olan salonun geniş bahçeye açılan kapısının karşısında bulunan yemek masasına oturmuştuk. Hava kararmış olmasına rağmen Rose'un ışıkları sevmesi yüzünden bahçeden gelen aydınlatmalar içerideki aydınlığı bile bastırıyordu. Her boydan ve renkten bitkilerin olduğu büyük bahçedeki her ağaca ışıklandırma takmıştı.

"Annen yok mu?" diye sordu Arey. "Tanışmak isterdim."

Rose ve Arey masanın iki ucuna oturmuşlardı ve özel konuşma olmayacaktı. Bense yine Bralyn'in karşısında otururken buldum kendimi.

"Eva'nın annesiyle aynı fakültede çalışıyor ve projesini teslim etmesi gerekiyordu. O yüzden sabah gitti." dedi Rose.

Tabağımdaki kocaman ete tereddütle bakıyordum. Korkarak aldığım ilk lokmadan sonra rahatladım. Rose bu sefer işi kıvırmıştı anlaşılan ama nasıl yapmıştı? Yemek yapmayı gerçekten beceremezdi ya da işine gelmediği için mi beceremiyor görünüyordu bir an için şüpheye düştüm.

"Ne hakkında?" diye soran Bralyn oldu. Direkt Rose'a soru sormasına şaşırdım. Rose'un ise Bralyn'e bakarken onu boğmak ister hali gözümden kaçmadı.

"Bitki bilimci." Bralyn'e cevap vermesine rağmen ona bakarak konuşmayan Rose, tavrını fazlasıyla belli ediyordu.

"Çok ilginç. Bahçeyi birlikte mi hazırladınız?" Bralyn, Rose'a takılmaya mı çalışıyordu yoksa gerçekten merak mı etmişti, emin değildim.

"Evet." Kısa cevaplar hiç Rose'a göre değildi. Aklından Bralyn'e daha farklı cevaplar verdiğinden emindim ve bunların hiç nazik kelimeler barındırmadığından da.

"Gerçekten hoşuma gitti. Bakmamın sakıncası olmaz umarım."

Rose bir süre bir şey söylemedi. Sonra yüzüne yayılan ama gözlerine ulaşmayan gülümsemesiyle yavaşça bana döndü. "Amie sana eşlik edebilir." dedi.

Dehşetle başımı iki yana sallamam hiçbir işe yaramadı. Rose, planını devreye sokmak istiyordu ama bilmiyordu ki Bralyn bana karşı en ufak bir ilgi beslemiyordu.

"Memnun olurum." dedi. Rose'un yüzündeki gülümsemenin yansıması adeta Bralyn'in de yüzüne düşmüştü. Anlamadığım bir ifadeyle bana bakıyordu ve karnıma o anda kramplar girmeye başladı. İkisinin soğuk savaşına yem olacakmışım gibi hissediyordum.

Gürültüyle yere düşen çatal sesiyle irkildim. Mina kızarmış yüzle masanın altından çıkıyordu. Xolan kendini tutamadı ve gülmeye başladı. Mina daha fazla kızardı. Ağzında bir şeyler geveleyerek tekrar yerine oturdu. Eva ve Raudin hiç konuşmuyorlardı. Suratları beş karıştı. Ne kadar tuhaf bir topluluk olduğumuzu düşündüm.

"Ee, Raudin, grubun suskunu sen misin?" Rose yine rahat durmayacaktı anlaşılan.

Raudin'in cevap vermeyeceğini düşünüyordum çünkü tavrını hiç bozmadı. Bir süre sonra, "Çok bilen az konuşur." dedi.

"Bütün cahiller bilge olduğunu düşünür." Eva gözlerini Raudin'e dikmiş kelimelerinin doğruluğunun yansımasını yakalamaya çalışır gibi bakıyordu. Aynı bakış Raudin'in de gözlerine yerleşmişti.

"İnatçılık ve kibir cahilliğin belirtisidir." Raudin rakibini tartıyormuş gibi kısılan gözlerle bakışlarını Eva'ya dikti. Eva'nın sinirlendiği belliydi.

"Yersiz özgüvenle her şeyi biliyormuş gibi görünmek de öyle."

Birbirlerini bakışlarıyla öldürmeye çalışıyor gibiydiler. Eva başından beri huzursuzluğunu dile getiriyordu ve bunu onlara da göstermenin bir yolunu bulmuştu sonunda ve bu yol Raudin'di. Masada bizim olduğumuzu unutmuşlardı resmen.

"Yoğun duygular yoğun çekişmeler sonucunda oluşur."

Mina'nın sakince konuşmaya dahil olması ortamın gerginliğini tamamen tersine çevirdi. Rose'a bakmam ise bardağı taşıran son damla oldu ve ikimiz de gülmeye başladık. Şaşıran Eva bakışlarını Raudin' den kaçırırken masadaki bardakla oynamaya başladı ama pembeleşen yanaklarını saklayamadı. Arey ve Xolan da bize katılmış gülüyorlardı. Bralyn ise bakışlarını bana kilitlemişti. Onun üzerimdeki gözlerini fark ettiğimde gülümsemem dudaklarımda dondu. Yemeğe çıktığımız gece saçlarıma dokunurken gözlerinde oluşan o yoğunlukla bakıyordu yine. Bel kemiğimin altından ayak parmaklarıma kadar ulaşan bir ürperti yayıldı. Gözlerindeki aç ve karanlık bakış tarif edemediğim duygularla harmanlanmıştı adeta ve bana baktıkça bir tarafım o karanlığa dalmaya hazırlanıyor diğer tarafım kaçmak için can atıyor gibi hissettim. Kalp atışlarım hızlanmaya, ellerim terlemeye başladı. Bralyn bunu hissetmiş gibi gülümsedi.

"Bana bahçeyi gösterecektin."

Kelimelerin anlam kazanması biraz zaman aldı. Gözlerinin gücü nasıl beynimin mantıklı tarafını felç edebiliyordu? Neden bu kadar etkileniyordum? Nasıl bu şekilde etki edebiliyordu? Çıldırmak işten bile değildi. Onunla gitmek istemiyordum. Onunla yalnız kalmayı hiç istemiyordum. Ayağa kalkmış çoktan yanıma gelmişti ve elini uzatıyordu. Çaresizce ayağa kalktım ama elini görmezden geldim ve bahçeye doğru yürümeye başladım. Arkamdan geldiğini duyuyordum. Daha bahçeye çıkmadan en sevdiğim bestenin muhteşem notaları her yeri doldurdu. Rose bunu bilerek yapıyordu ve ona bunun hesabını soracaktım.

"Spring waltz."

Bralyn'in konuşması üzerine durdum. Bahçeye çıkmıştık. Rengarenk ışıkların altında başka bir dünyadaymışım gibi hissediyordum.

"Chopin sever misin?" dedim.

"Evet." dedi.

"Seni piyano çalarken görmüştüm bir kez. Uzun zamandır mı çalıyorsun?" Onu ilk kez sanat sınıfında gördüğüm o zamana gitti düşüncelerim. Müzikle başlayan yalnız hüznü, müzik durduğunda soğuk bir karanlığa dönüşen bakışlarıyla bana yansımıştı. O bakışı unutamıyordum.

"Evet, çok uzun zamandır." dedi. Anlamadığım bir şekilde gözleri dalmıştı.

"Çocukluğundan beri yani."

"Sayılır." dedi ve bir şeyden rahatsız olmuş gibi başını salladı.

Bir süre konuşmadan bahçedeki kalın gövdeli ağaçlara doğru yürümeye başladık. Ayaklarımızın altındaki çimenler düzenli aralıklarla renk renk taşlarla döşenmişti ve parlayan bir patikaya benzetilmişti. Topuklularla yürümek hiç iyi fikir değildi özellikle zemin toprakken.

"Uzun zamandır mı resim yapıyorsun?"

"Sayılır." dedim, onun biraz önceki cevabını taklit ederek.

"O gördüğüm çizimler hayali mi demiştin?"

"Evet," dedim sonra kendime engel olamadım, "aslında hayır, genelde rüyalarımda gördüğüm şeyleri çiziyorum."

Bunu neden söyledim, bilmiyordum. Bralyn ilgiyle yüzüme bakmaya başladı.

"Rüyanda mı görüyorsun?" dedi inanamayarak.

"Rüyalarım hayli ilginçtir." Son zamanlarda rüyamda gördüğüm o yaşlı kadın aklıma gelince ürperdim.

Daha önce fark etmediği bir şey varmış da yeni fark etmiş gibi daha dikkatli baktı. Bakışlarımı kaçırdım. Yanında neden bu kadar gergindim? Sohbet edip kendimi bu rahatsız durumdan kurtaracak kadar bile kelime üretemiyordum. Yine beynim tutulmuştu.

Bir anda bahçenin ortasındaki üç katlı süs havuzunun ışıkları yandı ve havuzun üçüncü katına oturtulmuş camdan melek heykelinin kanatlarından sular akmaya başladı. Havuzun altı dev pençelerle yere sabitlenmiş gibi görünüyordu.

"İlginç bir tasarım." dedi Bralyn, yapay havuza bakarak.

Havuzun ışıkları Bralyn'in yüzüne yansıyordu. Asıl ilginç olan tasarım kendisiydi. Diğer tasarlananlardan daha göz alıcı olduğunun bilincindeymiş gibi çenesi yukarıda, özgüven abidesi duruşuyla varlığının her zerresini hissettiriyordu. Ona bakarak, "Evet" dedim; kesinlikle süs havuzundan bahsetmiyordum. Bakışları bana döndüğünde onu izlediğim için yakalanmanın utancıyla istemsizce geri adım atarken sendeledim ve ayağım burkuldu. Geriye doğru düşerken Bralyn hızla belimden yakaladı.

Bel kıvrımımdaki elinin fazlasıyla farkındaydım. İnce şifon, ellerinin serinliğini hissettiriyordu. Kusursuz teninin yumuşaklığı refleksle tuttuğum kollarındaki kasların sertliğini bile gizliyordu. Yüzümden birkaç santim uzaktaki yüzü, süs havuzundan vuran rengarenk ışıklarla efsanevi bir varlık gibi görünüyordu. Gözbebeklerini ayırt edemediğim gözleri daha önce görmediğim bir parlaklıkla yanarken ağzımdan güçlükle çıkan nefesle dudaklarım aralandı. Bakışları dudaklarıma kayan Bralyn'in de dudakları hafifçe aralanmıştı. Bir anda ne olduğunu anlayamadan dudakları dudaklarıma kapandı ve beni öpmeye başladı. Beynim durdu. Vücudumdaki bütün kan dudaklarımın olduğu bölgeye akın ederken öpüşüne karşılık vermekten başka bir şey yapamadım. Muhteşem kokusu beynime süzülürken düşüncelerimi yoğun bir sis kapladı. Geriye sadece o kaldı. Dudaklarım hariç vücudumun diğer hiçbir bölgesini hissedemiyordum adeta. Hayat dudaklarımda anlam bulmuştu sanki; onun kadifemsi dudaklarıyla dudaklarıma aktarılıyormuş gibi.

İlk kez birini öpüyordum. Hiç kimse bu kadar muhteşem ve bu şekilde yoğun olabileceğini söylememişti. Ayaklarım yerden kesilmişti; bastığım zemini bile hissetmiyordum. Kalbim çıldırmış gibi atarken zorlukla hissettiğim ellerimi kollarından yavaşça omuzlarına çıkardım ve ensesine, saç çizgisinin olduğu yere koydum. Bir anda donakalan Bralyn hızla benden uzaklaştı ve arkasını döndü. Hissettiklerimin etkisiyle ne yaptığını anlamakta zorluk yaşıyordum. Duygularımın yoğunluğu içimde oradan oraya çarparken anlamlı bir ses çıkarabilmek adına kaybolan sesimi aradım ve ben daha bulamadan Bralyn hızla uzaklaştı. Beni bahçede tek başıma, kaybolmuş halde bırakıp gitti.

Bir saniye önce iç içe geçmiş duygularımın yoğunluğundan hiçbir şey hissedemezken şimdi ise buz etkisi yaratan duygularımın soğukluğundan hissizleştim. Allak bullak düşüncelerim onunla ilk çarpıştığımız güne götürdü beni. Yine ardından bakakalmıştım ama bu defa ortalığa saçılan duygularımdı.

Gittiği yöne bakarken kendimi çırılçıplak hissettim. Hiçbir açıklama yapmadan, bir kez bile arkasına bakmadan çekip gitmişti. Neden beni öpmüştü? Ben neden onu durdurmak yerine öpüşüne karşılık vermiştim? Neden yüzüme bile bakmadan kaçmıştı peki? Pişman mı olmuştu yoksa? Yaptığı şeyin hata olduğunu düşünmesi bu kadar kaba olmasını gerektirmezdi. Kimse öptüğü birinin yüzüne dahi bakmadan arkasını dönüp gitmezdi. Gider miydi? Ama o kimse değildi. Sorun da buydu zaten. O, Bralyn'di. Ne düşünmem gerektiğini bilmiyordum. Dağılmış bir halde öylece bekledim, ta ki Rose adımı seslenerek yanıma gelene kadar.

"Dakikalardır sana sesleniyorum, neden cevap vermiyorsun?"

Gözlerimi kaybolduğu o noktadan ayıramıyordum. Ayırırsam eğer yaptığım şeyle yüzleşmek zorunda kalacaktım. Rose, çenemi tutup kendisine bakmam için zorladı.

"Amie ne oldu? Korkutuyorsun beni."

Sesinin tonu Rose'a bakmamı sağladı. Gerçekten endişeli görünüyordu.

"İstediğin oldu." dedim ve çenemdeki elini sertçe ittim. Anlamayarak yüzüme bakıyordu. Bense kırgınlığımı ve utancımın acısını çıkaracak birini bulmuştum bile. Bu, Rose'un suçuydu.

"Ne demek istiyorsun Amie? O tezek sana bir şey mi yaptı?"

Sinirlenmeye dünden hazır olan gözlerine baktım.

"Beni öptü." dedim.

Ağzı küçük o şeklini alan Rose'un iki kaşı da havaya kalktı. Sonra kaşları yavaş yavaş birleşirken arasında iki çizgi belirdi.

"Seni zorladı mı?" dedi.

"Hayır, ama..." Tamamen yanlış anlamıştı.

"Ama?" Rose anlamaya çalışıyordu.

"Ben, ben..." Yutkundum ne diyeceğimi bilemiyordum. "Bir anda oldu ve ben de karşılık verdim." dedim.

"Tamam da bu suratının hali ne Amie? Tecavüze uğramış gibi duruyorsun, ödümü kopardın?"

Ters ters Rose'a baktım. Rahatladığı her halinden belliydi ve incelik konusunda Bralyn'le yarışırdı.

"Öpüşürken bir anda arkasını döndü ve gitti Rose!" diye bağırdım dayanamayarak.

"Şştt." Eliyle ağzımı kapadı. "Herkes duysun mu istiyorsun, özellikle de Eva, ha?"

Şu an onun duyup duymaması hiç umurumda değildi. Kendimi aşağılanmış hissediyordum. Boşuna ümitlenmiştim. Duymaktan vazgeçemediğim tarafım beni yanıltmıştı.

"Neden böyle bir şey yaptı?"

"Bilmiyorum." dedi. "Belki de..." Rose cümlesini tamamlamadı ama yüzünde birbirinden farklı düşüncenin izleri dolaştı.

"Belki de?" diye ısrar ettim.

"Belki de farkında olmadan yapmıştır ve ne yaptığını fark ettiğinde de kaçmıştır." dedi ama ses tonundan başka bir şey söylemek istediğini anladım.

"Pişman oldu yani." Düşüncelerimi açıkça dile getirmeme neden olan Rose'du.

"Öyle demedim. Paniklemiştir belki." dedi. "Belki de o da ilk kez birini öpüyordur." Daha cümleyi söylerken kendinin dahi inanmadığı her halinden belliydi. Neşeden uzak bir kahkaha döküldü dudaklarımdan.

"Rose, Bralyn'in erkeklerden hoşlanıyor olması bile daha çok ihtimal barındırıyor." dedim.

"Bu da mümkün tabii." Rose aklına ne geldiyse gülümsedi. Düşüncesi bile karnıma kramplar girmesine yetti.

"Belki de sadece benden hoşlanmıyordur ve bir anlık boşluğuna gelmiştir." dedim. Sesimdeki hüznün farkındaydım.

"İşte bu mümkün değil."

Ona inanmayarak baktım. Benden etkilendiği konusuna takmıştı kafayı.

"Birazcık bu işlerden anlıyorsam Amie, bana inan. Hislerimde hiç yanılmadım. Bralyn'in sana karşı ilgisi var."

"Hiç sanmıyorum. Ben ne yapacağım şimdi?"

"Hiçbir şey. Gelip seninle konuşmasını bekleyeceksin. Şimdi bunları boş ver. Nasıldı? Sonuçta ilk öpücüğün?" Hevesle yüzüme bakan Rose'a inanamayan gözlerle baktım. Israr etmesi yetmiyormuş gibi dirseğiyle de dürtüp duruyordu.

"Bilmem," dedim sonunda dayanamayarak, "dünya durmuştu ve beynim de beni terk etmişti." Terk etmeseydi zaten mantığımı devreye sokup kendimi bu duruma düşürmezdim ama görüntüler beynime süzülünce karnımda kanat çırpan kelebekler çoğalmaya başladı.

Sinirle yürümeye başladım ve eve girdim. Mutfaktan gelen sesler dışında evde ses yoktu.

"Herkes nerede?" dedim arkamdan gelen Rose'a.

"Biraz önce gittiler." Şaşkınlığımı görünce Rose sırıttı. "Bir saattir bahçedesin Amie, daha fazla da olabilir."

"Yoruldum, hadi yatalım." Eva mutfaktan çıkmış söylenerek bize doğru geliyordu. Mina da Eva'yı başıyla onaylıyordu.

"Ne oldu?" Eva, beni görünce dikkatle yüzüme baktı.

"Yok bir şey." dedim ama sesim çatladı.

"Uygunsuz şeyler izlemişsin gibi bir ifade var yüzünde. Birini öpüşürken mi gördün?"

Ağzım açık Mina'ya bakakaldım. Hep olmadık yerlerde olmadık şeyler söylüyordu ve tespitlerinin keskinliği ödümü patlatıyordu. Ağzımı açıp saçmalamak yerine homurdandım. Eva'nın bakışları yine tekin olmayan düşüncelere ev sahipliği yapıyordu. Yüzümün her detayını incelediğinin farkındaydım. Ağzımı sonuna kadar açıp esnedim ve Eva'yı görmezden gelerek yatak odasına yöneldim.

Kızlar çoktan uyumuştu. Dördümüz de yatağa rahat bir şekilde sığıyorduk ama Rose ile Mina'nın arasında sıkışmıştım ve Mina'nın vücudunun yarısı üzerimdeydi. Sırt üstü yatarken, yansıyan ay ışığında tavanda oluşan gölgeleri izliyordum. Huzurla uyuyan arkadaşlarımın düzenli nefeslerini dinlerken beynimden geçen binlerce düşüncenin içinde kaybolmuştum.

Ne kadar inkâr etmeye çalışsam da duygularımdaki değişimin farkındaydım. Koyu kırmızı kalın iplerle bağlanmış bedenim, karanlığa doğru çekiliyordu. Bilinmezliğe atılan adımlar daha önce hiç bu kadar heyecanlı ve korku dolu olmuş mudur? Kanımı alevlendiren coşkunluğun farkındaydım. Dört elle sarıldığım alevler içindeki ipler, attığım her adımla ellerimde geçmeyecek izler bırakacaktı, biliyordum.

Sevilmek istediğimi fark ettim. Sevilmediğimden değildi; beni seven bir sürü insanla çevrelenmiştim. Bu bambaşka, yepyeni bir duyguydu. İçinde hayal kırıklıkları ve umudu yan yana taşıyan bir duygu, bir ihtiyaçtı. Böyle bir ihtiyacı daha önce hiç hissetmemiştim; onunla tanışana kadar. Fark edilir olmak, özel olmak ve ihtiyaç olmak istiyordum. Ama sadece onun için. Onu arzuladığımı, onun beni sevmesini istediğimi fark ettiğim o anda kulağıma doğru yol alan o tek damlaya engel olamadım.

———

Bölüm hakkındaki düşüncelerinizi yazarsanız sevinirim. 

Hiç aşık oldunuz mu?

Bir sonraki bölümde görüşene kadar ...🖐

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top