ご
22 Haziran 1980
Shownu, dedesinin ölümünden sonra çöküşe geçmiş ve birkaç gün kendini eve kapatmıştı. Klan üyeleri her gün onu ziyarete gelmişlerdi fakat Shownu onları eve almamıştı. Sürekli ağladığı için gözleri görünmeyecek kadar şişmiş, bakım yapmadığı için saçları yağlanmıştı. Bu yüzden üyelerin onu böyle berbat bir halde görmesini istememişti.
Şimdiyse az da olsa toparlamış kendini ve dışarıya çıkmaya hazırlanıyordu. Kimseden haber alamadığı için yaptıkları kundaklamanın sonucunu da bilmiyordu. Bulundukları mahallede kameralar yoktu, bu yüzden şahitler yoksa yakalanmazlardı. Hoş, şahitler olsa bile görmezden gelirlerdi çünkü mahallenin çoğu kesimi Shownu ve klan üyelerini çok seviyorlardı.
Evden çıktığında kapının önüne oturmuş Hyungwon'u elbette beklemiyordu. "Hyungwon!" diye ona seslendi. Hyungwon yaslandığı duvardan doğrultarak hızla ayağa kalktı ve Shownu'nun karşısına dikildi.
Shownu, onun uykusuzluktan olduğunu düşündüğü kızarmış gözlerine bakarken "Neden burada oturuyorsun?" diye sordu. Hyungwon, etrafına dikkatlice baktı ve kimsenin olmadığından emin olduktan sonra Shownu'ya dönerek "Kundaklamayı yapanlar siz miydiniz?" diye sordu.
Shownu, bir süre ne diyeceğini bilememiş ve boş boş Hyungwon'un gözlerine bakmıştı. Shownu'nun cevap vermemesi üzerine Hyungwon bunu bir kabulleniş olarak algılamış ve karşısındaki gence hayal kırıklığı içinde bakmıştı. "Hyung, ama neden? Tamam, babam asla iyi biri değildi fakat bu kadarına cidden gerek var mıydı?" diye sordu.
Shownu, utanmayı bıraktı ve sert gözlerle Hyungwon'a bakarak "O sana, klanımın bir üyesine zarar verdi. Az bile yaptığım." dedi. Kendisini haklı görüyordu haliyle fakat Hyungwon hangi yönünden bakarsa baksın bu yaptıklarını fazla görüyordu.
"Hyung! Başka bir şekilde de intikam alabilirdiniz." diye kızdı ona Hyungwon. Shownu, tartışmalarının gittikçe büyüyeceğini düşündüğü için onu kolundan tutarak evinin yanındaki kulübeye sürükledi. Hyungwon, ona hiç karşı çıkmazken ilk defa göreceği bu kulübe için heyecanlanmıştı.
Bu kulübeye sadece Shownu ve Jooheon girebiliyordu. Wonho, birkaç kez kulübenin ön kapısından içeri girse de diğer üyeler hiçbir zaman arka kapıdan içeri girmemişti.
Klan üyelerinden sakladıkları tek şey bu kulübeydi. Kulübenin arka girişinden içeri girdiklerinde Shownu ışıkları açtı ve tüm sırrını gözler önüne serdi.
Her yerde çuvallarla dolu adını bilmediği çiçekler varken kulübenin biraz ilerisinde ise ne olduğunu çözemediği aletlerin olduğunu gördü Hyungwon. "Hyung? B-bunlar da ne?"
Shownu, onu duymazlıktan geldi ve ortalarında ocağın olduğu koltuklardan birine oturdu. "Şu anlık bunu öğrenmeniz iyi değil. Zamanı geldiğinde Jooheon ile size söyleyeceğiz. Şimdi otur şuraya." diyen Shownu'nun sesi demir kadar sertti.
Hyungwon, klan liderini ilk defa bu kadar katı görüyordu. Korktuğunu hissederken yine de liderin ona zarar vermeyeceğini biliyordu, bu yüzden onun karşısındaki koltuğa otururken tedirginliğini gizlemeye çalıştı.
"Bak Hyungwon, baban sadece sana zarar verseydi başka bir plan yapabilirdik fakat baban bilmediğin daha bir sürü pis işlere bulaşmıştı. O bunu hak etti. Köylülerden askerlerin haberi olmadan haraç kesiyor, onları tehdit ediyordu. Sadece bu kadar da değil. Kendi krala yaranmak için köylülerin en küçük bir hatasını bile ona yetiştiriyordu, bu yüzden çoğu kez yapmaya çalıştığımız isyanlar başarısız oldu." Shownu, Hyungwon'un duyduklarına karşı çöküşünü üzgün gözlerle izlerken başka bir şey yapamıyordu. Hyungwon'un her şeyi öğrenmeye hakkı vardı ona göre.
Hyungwon, babasının nasıl bu kadar bencil bir adam olduğunu düşünürken duydukları ona çok ağır gelmişti. Yavaşça gözleri dolduğunda ona bakan Shownu'dan gözlerini kaçırdı ve başını eğdi. Babasının yaptıklarından dolayı utanıyordu çünkü.
"Bunları sana üzül diye söylemedim. Gerçekleri bilmeye hakkın vardı." diyen Shownu'ya karşı Hyungwon sadece başını sallamış ve liderine bir şey demeden kulübeden ayrılmıştı. Biraz hava almaya ihtiyacı vardı.
○●○●
"Hyung, ya bu ne?" Changkyun, elindeki topladığı çeşit çeşit çiçeklerden en dikkat çekici olanı Jooheon'a sordu. Çiçeğin rengi kırmızıydı ve bir orkideyi/ gülü andırıyordu fakat orkide gibi güzel bir kokuya sahip değildi ya da gül kadar güzel bir yapısı yoktu.
Jooheon, küçüğünü getirdiği çiçek tarlasında gördüğü delphinium çiçeklerini toplarken Chang'ın ona seslenmesiyle yanına gitti. Elinde tuttuğu çiçeklere bakarken ona doğru uzatılan siyam gülünü eline aldı ve bir süre inceledi.
"Bu siyam gülü güzelim. Asya'da çok fazla bulunmaz fakat ellerindekilere bakılırsa sen fazlaca bulmuşsun." diyerek Changkyun'a gülümsedi Jooheon. Changkyun, gülümseyen abisine bakarken gözleri iki derin çukura takıldı.
Tüm çiçekleri sol elinde toplarken sağ elindeki toprakları üzerine çırparak temizledi ve hâlâ kendisine gülen abisinin gamzelerinden birine bastırdı küçük parmağını. Jooheon, küçüğünün yaptığı bu harekete şaşırırken gamzeleri yavaşça kaybolmuştu.
"Yah hyung! Yeniden gülümse, kayboldu gamzelerin." Changkyun, sinirle konuşurken Jooheon hâlâ şaşkınlıkla küçüğüne bakıyordu. Tamam, klan üyeleri arasında Changkyun en çok kendisine yakındı fakat onların yakınlıkları bile uzaktı.
Changkyun, çok utangaç ve masum bir çocuktu. Sürekli abilerinin peşinde koşturup duran bir çocuktu klan üyelerine göre fakat Jooheon her zaman onu kardeşten öte görmüştü. Yeri geldiğinde hastalanınca sabaha kadar ona bakmış, yeri geldiğinde ona sataşan insanlarla kavga etmişti.
Changkyun, Jooheon'a göre basit bir kardeş değildi. Jooheon da Changkyun'a göre basit bir abi değildi. İkisi de birbirine hayranlık duyuyordu fakat utandıkları için bunu belli edemiyorlardı. Diğer üyeler ise sadece bu utangaç hallerine gülmekle yetiniyorlardı.
"Hyung, lütfen bir kez daha gül." Changkyun, kendisine alık alık bakan abisinin yanağını dürterken mızmızlanıyordu. Jooheon, sonunda kendisine gelirken heyecanla ne yapacağını bilememiş ve küçüğünün belinden kavrayarak kendine doğru çekmişti.
Changkyun, refleksle ellerini abisinin göğsüne yaslarken ikiside nefes nefeseydi. Başını yavaşça kaldırdı ve aynı kendisi gibi şokla bakan abisine baktı. "H-hyung, ne yapıyorsun?" Utançla sorarken sol elindeki çiçeklerin sapını biraz daha sıkı tuttu.
"Bilmiyorum." Aynı kollarındaki küçüğü gibi mırıldanırken ikiside birbirlerinden ayrılmak istemiyordu. "Chang?.." Jooheon bir şey söylemek istiyormuş gibi yerinde kıpırdanırken "Hım?" diyen Changkyun ile "Seni ö-öpebilir miyim?" diye sormuştu.
Changkyun'un kulakları ve yanakları utançla yanarken gözleri Jooheon'un dolgun ve kırmızı dudaklarına kaydı. Kafasını belli belirsiz sallarken Jooheon zorlukla yutkunmuş ve kendi dolgun dudaklarını Changkyun'un ince dudaklarına bastırmıştı.
○●○●
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top