きゅう
Shownu'nun tüm planı anlatmasının üzerinden birkaç gün geçmişti ve her şey onların istediği gibi gidiyordu. Kral Kim'in sarayındaki askerler çiçeklerin zehirli olduğunu fark etmiş ve olayı hemen krala yetiştirmişlerdi.
Hâliyle kral da bu durumu darbe olarak düşünerek askerlerini halkın üzerine salmıştı. Hiçbir plan yapılmaksızın askerler halka karşı gelip onları ezerken Shownu ise tüm bunları büyükbir hazla izliyordu.
Ona göre bu darbe, hem kralın hem de askerlerin sonunu getirecekti. Halkı örgütledikleri için onlar da direnirken klan üyeleri ise Changkyun'un yaptığı uyuşturucular ile askerlerin çoğunu uyuşturarak bir depoya kilitlemişlerdi.
Tüm kasaba savaş alanına dönmüşken havadaki yoğun dumandan dolayı kimse birbirini göremiyordu.
Askerlerin çoğunu hâlletmiş olsalar bile Kihyun, bacağından yaralanmıştı. Klan üyelerinin ne durumda olduğunu bilemediği için fazlasıyla endişelenmiş ve topallayan bacağını umursamayarak çoktan dökülmeye başlamış evlerin arasında dolaşmaya başlamıştı.
Üyeler, Kihyun diğer üyelere göre daha güçsüz diye ona daha fazla uyuşturucu vermiş ve yaralı insanlara bakmasını söylemişlerdi fakat ilk yaralanan yine Kihyun olmuştu. Elindeki uyuşturucu dolu çantayı canının acımasını umursamadan üyelere yetiştirmeye çalışıyordu.
Diğer yandan Shownu ve Jooheon içinse işler daha iyiydi. Shownu'nun etkisiz hâle getirdiği askerler, Jooheon'un onlara zorla içirdiği uyuşturucu sayesinde tamamen etkisiz hâle geliyordu.
"Ve bu da 32. asker." Jooheon, bayılmış olan askeri bağlarken Shownu'ya ithafen konuştu. Shownu ise ona gülümsedi ve onun omzunu sıkarak "Buradakiler bitti. Gidip Kihyun'u bulalım. Onu tek bırakmamızın hâlâ doğru olduğunu düşünmüyorum." dedi.
Jooheon, başını salladı ve "Ben de Wonho hyung ve Changkyun'u bulayım. Onları kaybetmemiz iyi olmadı." dedi. İkili depodan ayrılırken etrafta klan üyelerini arıyorlardı.
Halk, üyelere güvenmiş ve yönetimdekilere karşı çıkmıştı. Kadın, erkek, yaşlı, çocuk demeden herkes askerlere direnirken bu direniş klan üyelerine büyük bir avantaj sağlamıştı. Askerler, hem halka hem de üyelere karşı gelemiyor ve bu da onların güçsüz düşmesini sağlıyordu.
Kihyun, bacağındaki sızının iyice artmasıyla kendini yere bıraktı ve bir süre sızının geçmesini bekledi. Kurşun sadece sıyırdığı için yarası derin değildi fakat ağrısı yaraya göre çok fazlaydı. Yerdeki kalın sopalardan birini alarak kendine destek yaptı ve onun sayesinde ayağa kalkarak yürümeye devam etti.
Dumanlardan dolayı etrafını zor görürken oluşan tozlardan dolayı ise sürekli öksürüp duruyordu. Darbe ilan edildiği için koca kasabada siren seslerine eşlik eden kurşun sesleri vardı.
Biraz daha yürüdüğünde kasabanın ana caddesi olduğunu tahmin ettiği yere geldi ve bir süre etrafına baktı. Askerlerin manipüle edildiğini düşündüklerinden dolayı onlara zarar vermemek için uyuşturucu geliştirmişlerdi fakat askerler görünüşe göre kendi halklarından olan insanları öldürmekten çekinmemişlerdi.
Yerlerde birkaç asker cesedi dışında çoğunluğun kadın olduğu cesetler de bulunuyordu. Kihyun, bu manzaraya bakmamak için gözlerini yere çevirdi ve rastgele sokaklardan birine girdi.
Bu sokak diğer sokaklara göre daha sessizken ilerledikçe kavga seslerini duyuyordu Kihyun. Korkmasını yok sayarak ilerledi tenha sokakta. Kavga sesleri artarken birinin "Hyung!" diye haykırışını duydu. Hızlı, yaralı ayağıyla ne kadar hızlı olabilirse, adımlarla sesin geldiği yöne giderken küçük bir çocuğun ağlayış sesini duydu bu sefer de.
Tamamen yaklaştığında ise kenarda ağlayan küçük bir çocuk ve diğer kenarda ise kavga eden asker ile genç birinin kavga edişini gördü. Hiç düşünmeden elindeki çantayı kenara bırakarak destek olarak kullandığı sopayı sağ eline aldı ve askerin diğer gencin üzerine çıkmasını fırsat bilerek kafasında parçaladı.
Sopa kalın olduğu için asker bayılırken Kihyun, birini daha kurtarmanın verdiği rahatlıkla yerde uzanan gencin yanına gitti ve "İyi misin?" diye sordu. Karşılığında "İyiyim, teşekkürler." cevabını alırken gülümsedi. Şu anlık her şeyin iyiye gittiğini varsayıyordu.
Fakat büyük bir sorun vardı.
Hyungwon, giydiği beyaz kıyafetin üzerindeki kırmızılığa elini bastırırken acısını yok saymaya çalışıyordu. Çoğu askeri daha onlar silahlarını çıkaramadan etkisiz hâle getirdikleri için yaralanmamıştı fakat yaralanan halktan birine yardım etmeye çalışırken vurulmuştu.
Changkyun'un verdiği son uyuşturucuyu ise yaralı kadında kullandığı için kendi yarasının acısını azaltacak bir şey yoktu elinde. Acıyla yüzünü buruştururken dolan gözlerini kapatıp açarak önünü netleştirmeye çalışıyordu.
Ölürse arkasından ağlayacak 5 kardeşe ve bir sevgiliye sahipti, bu yüzden ölmemeye çalışıyordu fakat yarasından hızla akan kan yüzünden yapamıyordu.
"Anne... Beni bu kadar erken bıraktığın için sana çok kızgındım fakat artık değilim." derken yarasına biraz daha elini bastırdı ve "Seni şu an çok iyi anlıyorum." birkaç kez sertçe öksürdü. "Eğer ö-ölürsem arkamdan ağlayacak çok kıymetli dostluklar bırakacağım ve belki... belki de onlarda öldüğüm için bana çok kızacaklar."
Belki de son nefesini içine çekerken gözleri yavaşça kapandı ve başı yavaşça omzuna doğru düştü. Minhyuk ise onun yanına ancak yetişebilmişti. "Won!" diye bağırırken onu sarsıyordu fakat Hyungwon, bir tepki bile vermiyordu. "Hayır, hayır! Bizi öylece bırakıp gidemezsin! Daha seninle yapacağımız onca şey vardı, lütfen u-uyan." Son cümlelerini ağlayarak söylüyordu Minhyuk.
Hyungwon'un nefes alış verişleri gittikçe düşerken gözlerini zorlukla açtı ve Minhyuk'un ağlamaktan parlayan gözlerine baktı. Ağzını açtı ve "Seni seviyorum." dedi son kez. Minhyuk, daha şiddetle ağlarken cebindeki delphinium çiçeğinin bir dalını sevgilisinin ağzına yerleştirdi.
O gün, o savaşta onlarca kişi bir yakınını kaybederken kaybedenlerin arasında Minhyuk da vardı.
○●○●
Oy vermeyi unutmayın, lütfen.
Son birkaç bölüm kaldı :)
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top