いち

16 Haziran 1980

"Sana tüm paranı vermeni söylemiştim. Ya paranı verirsin ya da bir daha burada satış yapamazsın." Asker elindeki uzun namlulu silahı korkmuş esnafa doğrulturken bir gram bile vicdan azabı çekmiyordu. Esnaf hâlâ korkudan titrerken elinde kalan son parayı da askere uzattı.

"Hey! O parayı derhal Kyung amcaya geri verin!" Esnaf adam duyduğu sesle rahatlarken askerler kaşlarını çatmıştı. Onlara kimse karşı gelemezdi.

Başındaki siyah şapkayla onların yanına korkusuzca gelen gence baktı askerler. Arkasından gelen diğer beş gençte onun gibi rahatken siyah şapkalı çocuk sırıtarak askerin karşısına geçti. "Beni duymadınız sanırım. O parayı geri Kyung amcaya verin dedim." Daha yeni ki sırıtışından hiçbir eser kalmazken düz suratıyla korkunç duruyordu.

Asker sinirle silahının namlusunu şapkalı çocuğun başına dayarken onun hâlâ rahat olması artık sinirlerini bozuyordu. "Sen kimsin de bize karşı geliyorsun?"

Siyah şapkalı çocuk askerin bu laflarına karşı kocaman sırıtmış ve silahın namlusunun ucunu tutarak başına iyice dayamıştı. "Öldürsene. Ah, doğru! Bunu yapamazsınız." Silahı başından çekti ve askeri itti. "Her şeyi yapabilirsiniz ama insan öldüremezsiniz. Bu sizin kuralınız değil mi?" Kahkaha attı ve askerin elindeki parayı çekip alarak esnafa geri verdi.

Diğer yandan önlerine atlayan bir başka gençle askerler irkilirken diğer gençler sanki bunun olacağını biliyormuş gibi hiçbir tepki vermediler. Atlayarak inen siyah tişörtü çocuk elinde tuttuğu mavi çiçeği bir kez kokladı ve yüzündeki pis sırıtışla çiçeği askerin ceketinin cebine koydu.

Askerler birbirine anlamsızca bakarken diğerlerine göre daha yapılı olan beyaz tişörtlü çocuk hepsini teker teker iterek "Hâlâ ne dikiliyorsunuz burada!?" diye bağırdı. Askerlerin onları dövecek gücü olsada sayıca az oldukları için yenilgiye uğrayacaklardı. Bu yüzden hiçbir şey demeden geri çekildiler.

Esnaf adam onlara teşekkürlerini iletirken gençler ona sadece gülümsemekle yetindi. Kendilerince birilerine yardım etmek onları gururlandırıyordu hâliyle.

"Hey, Heon! Bugün yemek sırası sende dostum." Hyungwon üzerine yapışmış siyah tişörtünü düzeltip Jooheon'un kolunu omzuna atarken konuştu. Shownu onun bu aç hâllerine gülerken o da klanın en küçük üyesinin omzuna attı kolunu.

Klanın en küçük üyesi Changkyun hyungunun beyaz tişörtü üzerinden kolunu ona sararken Jooheon'un şapkasını çıkarıp Hyungwon'un kafasına vuruşunu izliyordu. Bu klana katılarak daha güçlü hissediyordu.

28 Kasım 1976

Jooheon gerginlikle önündeki savaş alanına bakarken ne yapacağını bilemiyordu. Askerler acımasızca halkı katlederken küçük çocuklar ağlaşarak ailelerini arıyor, evin babaları askerlere karşılık veriyordu.

Kendini ilk defa çaresiz hissetti. Fakir bir aileden geliyordu bu yüzden ailesine o bakmak zorundaydı. Yaşadıkları krallığın baskıları yüzünden çoğu genç gibi kendisi de okuyamamıştı bu yüzden elinden ne iş geliyorsa yapmaya çalışıyor ve ailesine bakıyordu.

Önceki kralın çok merhametli ve cömert olduğunu hatırlıyordu. Şu anki kralın onu öldürüp yerine geçmesiyle refah ve huzur içinde yaşayan halkın yerini aç, sefil ve korkak bir halk almıştı. Şu anki kral o kadar acımasızdı ki askerlerine halk için istediklerini yapabileceğini fakat öldürmemeleri gerektiğini bile söylemişti.

Önündeki dehşet görüntelere acıyla bakarken yanından geçen kurşunları bile umursamıyordu. Annesi için topladığı mavi çiçekleri yavaşça darmadağın olmuş evinin önünün kapısına bırakırken içeri girmeye çok korkuyordu. Ailesinden birinin öldüğünü görürse ne yapacağını tahmin bile edemiyordu.

Korkakça geri geri giderek evinden uzaklaştı. Annesi için topladığı çiçek tarlasına gidecekti. En azından orada kan, acı ve ceset yoktu.

Keşfettiği çiçek tarlasına adımlarken duyduğu konuşma sesleri ile kaşları çatıldı. Burayı kimsenin fark etmediğini sanıyordu fakat görünüşe göre yanılmıştı. Askerlerin olabileceğini düşündüğü için yavaş ve sessiz adımlarla koca bir taşın arkasına saklanıp bakışlarını tarlaya çevirdi.

Dört genç bir konu hakkında tartışıyorken diğer iki genç etrafı gözlüyordu. Jooheon onların yıpranmış kıyafetlerinden dolayı halktan olduklarını anlamıştı. Onlardan bir zarar gelmeyeceğini bildiğinden saklandığı yerden çıktı ve gençlerin yanına ilerledi.

Onu gören iki genç hemen savunmaya geçerken Jooheon zararsız olduğunu belirtmek için iki kolunu da havaya kaldırdı. Bu onun dilinde savunmasızım demekti. Karşı tarafta böyle anlamış olmalı ki biraz daha rahatlamış duruyordu yüzleri.

"Sen de kimsin?" Diğerlerine göre daha uzun olan genç konuştu. "Damyang köyündenim." dedi Jooheon. İçlerinde en kısa olan genç daha yeni konuşan daha uzun olan genci dürttü ve "Çocuğun üzerine gitme Hyunwoo. Bizim köyümüzden o." dedi. "Bizim köyümüzden olabilir ama bize zarar verip vermeyeceğini nereden bileceğiz Kihyun?" Adının Hyunwoo olduğunu öğrendiği genç sordu.

Jooheon boğazını temizledi ve altı gencin dikkatini çekti. "Size zarar vermeyeceğim. Sadece kimsenin bilmediği bu tarlaya geldiğimde sizi gördüm ve kim olduğunuzu öğrenmek istedim." İkna edici olduğunu düşündüğü bir şekilde konuştu Jooheon.

Herkes tatmin olduğunda sırayla kendilerini tanıttılar. Bu yedi gencin hayatı delphinium tarlasında tanışmalarıyla değişti.

○●○●

İlk bölüm diye biraz fazla kısa oldu ama olaylar geliştikçe artacak kelime sayısı :)

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top