yüreğin âdeta bir pamuk şekeri.
Günlerden cuma, hava oldukça güneşli ve ağaçlarda tomurcuklanan çiçekler baharın gelişinin habercisiydi. Gökyüzü maviliğine doğanın içine sığmayan heyecanını de ekliyor, herkesin tenini okşayıp sıyrılan rüzgâr ise yürekleri sıcacık yapıyordu.
Mâhur ise yüzünden eksilmeyen tebessümü, yüreğinden eksilmeyen Leylâ'sı ve elinde pespembe bir pamuk şekeri ile az ilerideki okula doğru sakince adımlıyordu.
Leylâ, küçük bir kentte bulunan tatlı ve bir o kadar da şirin bir ilkokulda sınıf öğretmenliği yapmaktaydı. Mâhur'a göre ise Leylâ kendi öğrencilerinden farksızdı.
Leylâ'ydı o. Masum ve tertemiz yüreği ile küçük bir kız çocuğuydu. Yüreğindeki kız çocuğunun varlığı hiçbir zaman yokluğa evrilmemiş, o yüreği derinden sevgiyle sarmalamıştı.
Çıkış saati yaklaşmıştı ve Mâhur, okulun içine girmesi üzerine Leylâ'nın sınıfını bildiğinden yönünü oraya çevirmişti. Leylâ sınıftan çıkana kadar bekleyecek ve ona minik bir sürpriz yapacaktı.
Mâhur; uzun boylu, beyaz tenli, kestaneye çalan saçlara sahip, yakışıklı genç bir adamdı. Hiç çıkarmadığı gözlüğü ve yanında daima taşıdığı kitapları ile sessiz bir kişiliğe sahipti. Pek fazla konuşmazdı. Az ve özdü söyledikleri. Her bir davranışı yerinde, görgülü bir beyefendiydi. Kimseye zararı olmaz, kendi hâlinde bir kimseydi. Leylâ'sını görmesi ile de güzel tebessümü yüzünden asla eksik olmazdı.
Leylâ ise eşsiz bir kişiliğe sahipti. Yanaklarında çiçek açan çilleri, bebek gibi pürüzsüz bir teni vardı. Doğal bir güzelliğe sahipti. Makyaj yapmaktan hoşlanmazdı. Güneş ışığında altın rengine boyanan saçlara sahipti. İncecik beli, küçücük bedeni ve çocuksu ruhuyla minicik bir kız çocuğuydu Mâhur'un gözünde. Bu iki güzel ruhun ise birbirini bulalı aradan çok uzun bir süre geçmemişti.
Mâhur, sınıfın olduğu koridora gelmiş ve heyecanla yürüyorken sınıfın kapısının önünde gördüğü Leylâ ile elindeki pamuk şekerini anında arkasına saklayıvermişti. Acaba saati yanlış mı hesapladım diye düşünerek kol saatini kontrol ettiğinde bir yanlışlık olmadığını görmüş ve Leylâ'nın yanındaki küçük erkek çocuğunu fark etmişti. Dolayısıyla konuşmalarına kulak misafiri olmuştu.
"Efeciğim, üzülme lütfen. Bilerek yapmadığını biliyorum." diye bir meleği andıran ses tonuyla konuşmuştu genç kadın karşısındaki erkek çocuğuna. Mâhur'a ise sırtı dönük olduğundan, onu henüz fark etmemişti. Minik çocuğun boyuna gelmek adına yere eğilmiş, onun ellerini tutmuştu.
"Öğretmenim, ben onun
canını acıtmak istemedim ki."
demişti ağlamaklı ses tonuyla Efe.
"Evet bir tanem. Biliyorum.
Gözlerime bak lütfen."
Efe mahçup bir şekilde gözlerini yere sabitlemişken yavaşça yukarı doğru çıkartmış ve öğretmenine bakmıştı.
"Bak şimdi Efeciğim. Oyun oynamak istedin, biliyorum. Bu çok doğal lakin karşındaki arkadaşın eğlenmediği sürece bu oyun olmaz. Unutma lütfen olur mu?"
Leylâ, sakin ve güzelce öğrencisiyle konuşmaya devam ediyorken Mâhur gizlice onları dinlemekteydi.
"Ama neden ki öğretmenim?"
Leylâ bu masumane soru üzerine tebessüm etmiş ve cevap vermişti.
"Çünkü efeciğim, oyunda iki taraf da eğlenmelidir. Yoksa sence bir anlamı kalır mı? Şöyle düşünelim. Arkadaşın seninle zorla oyun oynamak istese nasıl hissederdin?"
Efe bu soruya karşılık bir süreliğine düşünmüş ve parmaklarıyla oynamıştı.
"Kötü... hissederdim."
"Aynen öyle." diyerek başıyla onaylamıştı Leylâ.
"Onun istemeden canının yanmasına sebep olduğunu biliyorum meleğim. Şimdi birlikte arkadaşının yanına gidelim ve ondan özür dile olur mu?"
Efe merakla öğretmenine bakıyordu.
"Neden özür dilemeliyim öğretmenim?"
"Çünkü Efeciğim, özür dilemek çok güzel bir davranıştır. Böylece arkadaşın senin pişman olduğunu ve bunu istemeden yaptığını anlayacak. Anlaştık mı?"
Efe ise duyduklarıyla dolu dolu gözlerine rağmen gülümseyerek onaylamış ve bir yandan burnunu çekmişti.
Leylâ öğrencisinin başını nazikçe okşayarak elinden tutmuş, sınıfın kapısını açıp tam içeri girecekken koridora göz gezdirmesiyle tanıdık bir simayla karşılaşmıştı. Bu ise onun duraksamasına neden oldu.
Mâhur ise bu şaşkın bakışlara kocaman bir gülümseme sunmuş, çapkın bir edayla göz kırpmıştı.
Leylâ dudaklarını birbirine bastırarak gülümsemiş ve beklemesini işaret ederek sınıftan içeriye girmişti.
❀"
"Leylâ?"
"Efendim?"
Mâhur, yanında âdeta bir melekmişçesine sakince yürüyen Leylâ'dan gözlerini alamıyordu. Leylâ ise elinde pamuk şekeri ile öyle mutluydu ki yerken dudakları da pamuk şekerden nasiplenmiş ve pespembe olmuştu.
"Senin melek olma ihtimalini düşünüyordum da."
Leylâ bu sözler üzerine kıkırdamış, hafif yanakları kızarmış ve pamuk şekerinden yemeye devam etmişti.
"Ama bak sahiden diyorum.
Ciddiyim ben."
Leylâ, Mâhur'un dedikleri üzerine adımları durmuş ve onun da durmasına neden olmuştu.
Genç kadın, karşısında onun neden durduğunu anlamayarak bakakalan bu nahif adama yaklaşmış ve boyundan ötürü kollarını- elinde pamuk şekeriyle- onun beline sarmıştı.
Mâhur ise havada kalan kollarıyla biriciğinin kokusunu hissetmesi üzerine o da kollarını onun beline sarmış ardından ise kocaman gülümseyerek çenesini Leylâ'nın başına yaslamış, huzurla gözlerini kapatmıştı.
"Ne yaparım ben sensiz?"
*
Nasılsınız ballarım?
Diliyorum ki çok iyisinizdir.
Lütfen ruhunuza çok
iyi bakın olur mu?
Bu hikâyeyi zor günlerimize rağmen sizleri biraz olsun gülümsetebilmek, yüreğinizi sıcacık yapabilmek için yazmaya karar verdim.
Biliyorum ballarım.
Hakikaten zor yaşamak.
Yine de size umudun hâlâ var
olduğunu hatırlatmak için buradayım.
Sevgi, aşk, huzur,
güven, aile, arkadaşlık
ve mutluluk.
Bu yegâne duygular ve dahası,
biz onları hissettirdiğimiz
ve hissettiğimiz sürece
yaşamaya devam edecek.
Sizi seviyorum.
Ben Sophie,
sevgiyle kalın.
040521.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top