27. Kayıp | Final (Part Bir)


Şarkı: Don't Go- Junsu & Lim Jeong Hee

Öncelikle şunları söyleyeyim: Final bölümünün part şeklinde gelmesinin sebebi, part bir ve part ikinin arasında yaşanacak ve Havva'dan bağımsız bir olayı göstermek. Yani bir ara bölüm olacak ama Havva'nın ağzından olmayacak. Daha sonra Part iki olacak ve bu da part birin devamı niteliği şeklinde olacak. Ama lütfen ara bölümü okuyun. Çünkü orada yaşanan bir olay ile part iki gelişecek

Keyifli okumalar...

Bu bölüm, iyileşmeye çalışan kadınlara ithafen yazılmıştır

Antalya sokakları gecenin esiri olmuştu. Uçmaktan bitap düşmüş kuşlar, gökyüzünde süzülüyor, yuvalarına gidiyorlardı. Kimileri ağaçların dallarına konuyor ve keskin gözlerini insanların üzerine dikiyordu. Birkaç kedi sokağın sonunda tembel tembel yürüyordu. Bir köpek sahibinin peşinden, dilini çıkarmış bir halde koşuyordu.

Yolun sol tarafındaki marketten yaşlı bir kadın çıktı. Ellerindeki poşetlerin onu zorladığı açıkça belli oluyordu. Tepkisiz kalmak istedim. Kendimi bir kez daha öldürmek istedim ama yapamadım. Yavaşca ayağa kalktıktan sonra koşarak kadına yetiştim.

"Ver teyze poşetleri, ben taşırım." Kadın yavaşca dönüp bana baktı. Yüzü gülümsemesiyle taçlandı. Kırışmış gözlerine baktım ve ben de gülümsedim. Kadının elindeki birkaç poşeti aldım ve birlikte ilerlemeye başladık.

"Teşekkür ederim kızım. Şu zamanda kimse kimseye yardım etmiyor." Dedi ağır ağır ilerlerken. "İnsan yaşlanınca, kendine bile bakamıyor." Sessiz kaldım. Kadın konuşmak istemediğimi görünce sustu ve ilerlemeye devam ettik. Ona yardım etmek istemiyordum ama düşünmekten kurtulmanın başka bir yolu olmadığını anlamıştım. Aklıma düşen her gerçek, başımı bir kova dolu suyun içine koyuyormuş gibi hissediyordum. Düşünceler insana ağır gelince, insan nefes dahi alamıyordu.

"Evlilik ne zaman?" diye sordu merakla. Bakışlarım parmağımdaki yüzüğe kaydı.

"Bilmiyorum." Dedim ama sesim zar zor çıktı. Boğazımı temizledim ve ilerlemeye devam ettim.

"E ama yüzük?" Acı içinde duraksadım. Kalbi yanıyordu insanın. Kimileri acılarını üstüne gidip kurtulmak isterdi. Kimileri ise kaçmak isterdi. Ben de kaçtım. Gerçekten artık duymak istemiyordum. Elimdeki poşetleri bıraktım ve koştum. Kaçtım belki kendimden, belki de gerçeklerden. Karnıma ağrı girene kadar. Döndüm dolaştım. Bilmediğim ara sokaklardan geçtim. En sonunda yapacak hiçbir şeyim kalmadı. Salına salına evinin yolunu tuttum. Apartmandan içeri girip asansöre vardım. Nefes nefese kalmamış bir halde asansörün gelmesini bekledim. Asansörün kapıları iki yana açıldı ve bir kadın ve bir erkek el ele dışarı çıktı. Ben de aynaya bakmadan binip dokuzuncu kata çıktım. Tik sesi kulaklarımda yankılandı. Ama asansörden inecek cesareti kendimde bulamadım. Her numaraya bastım ve asansörün zeminine yığıldım.

Asansör her katta durup kapılarını açarken kendimi zorladım. Benliğimin derinlerine inme kararı aldım. Kendimi anlamalıydım ama yapamıyordum. İnsanım karşısındakini çözebilmesi için kendisini çözmesi gerekiyordu. Bu yüzden en derinlere inmek istedim. Ve kendime basit ama hatırlamam gereken birkaç soru sordum.

Ben kimim? Havva.

İstediğim şey ne? Âdem'i bulup evlenmek.

Peki, o zaman neden mutlu olamıyorum? Çünkü, çünkü her şey çok karışık.

Onu seviyor muyum? Evet, onu seviyorum. Onun için canımı verecek kadar...

Peki, sebebi Âdem olduğu için mi? Değil. O benim istediğim Âdem değil. O benim istediğim kişi değil, bu yüzden onu istiyorum. Geleceğe baktığımda, onun yanında ne olursa olsun mutlu olduğumu görüyorum.

O halde neden mutlu değilim? İstemiyorum. Mutlu olmak istemiyorum.

Neden?

Neden?

Neden?

Ama cevabı yoktu. İnsan kendini bile isteye nasıl üzerdi? Parçalara ayrılmış bir bardak, ona dokunanı yaralardı ama asıl parçalanan o olurdu. Bir daha bir arada olamayacaktım. Ama buna rağmen Âdem, elleri kanaya kanaya beni yerden kaldırıp, evinin en değerli yerine koymuştu.

Bir tarafta beni yere atan ve parçalara ayıran bir Âdem vardı. Ben onun elleri arasından kayıp düşmüştüm ama onu iten başka biri vardı.

Diğer tarafta beni elleri kanaya kanaya toplayan bir Âdem... Bana değer veren bir Âdem...

O an zihnime düştü. Âdem gerçekten de bana değer veriyordu. Geçmişin siyah yapraklarına göz gezdirdim. Her sayfa bana, her seferinde geri çekilenin ben olduğumu gösteriyordu. Artık gerçeği anladığımı fark ettim. Ve geçmişin kara sayfalarındaki Havva'nın kısa bir an gülümsediğini gördüm.

Yavaşça ayağa kalktım. Aslında karşımdakini anlamak için kendimi anlamam gerekmiyordu. Geçmişi anlamalıydım. Yaşadığım her olayın tenime bıçakla açtığı izleri gördüm. Her seferinde cevapları ruhumda aramıştım ama asıl cevaplar bedenimde gizliydi. Mutluluğun anahtarını gösteriyordu.

Parmağımdaki yüzük mutluluğun anahtarıydı. Ve ben o an kabullenmiştim. Ne zaman evleneceğimizi biliyordum. Her zaman hayal ettiğim düğünü, istediğim tarihte yapacaktım.

"Bu benim mutluluğum sürtükler!" diye bağırdım avazım çıktığı kadar. Ağzıma takılan bir şarkıyla dans etmeye başladım. Daracık asansörün içinde, her katta kapılar açılırken garip garip dans hareketleri sergiledim. Kapıya arkamı dönüp çılgınlar gibi dans etmeye devam ettim. Kapılar bir kez daha tik sesiyle açıldı. Aynaya bakarken, bir çift gözle göz göze gelince duraksadım. Karşı komşumuz dünyanın en garip şeyini yapıyormuşum gibi bana huzursuzca baktı. Utanarak başımı eğdim ve kenara çekildim. Adam ağır ağır asansöre bindi ve kat numaramızı tuşladı. Terleyen alnımı elimin teriyle sildim. Ufak bir kıkırtı dudaklarımdan kaçınca ağzımı kapattım. Adamın göz ucuyla bana kötü kötü baktığını fark edince başımı dikleştirdim. Bir süre kendimi zorlaya zorlaya ciddi kaldım. Asansör son kez durunca birlikte indik.

Kapıyı çalmak için kaldırdığım elime bakınca yüzüğü görmem bir oldu. Kalbim heyecanla çarparken, bir kez daha yüzüğü çıkardım ve cebime attım. Daha rahat ve mutlu bir halde kapıyı çaldım. Henüz kapı açılmamışken, karşı komşumuz olan adam içeri girip kapıyı kapattı. Kıkırdayarak omzumun üstünden baktım ve dil çıkardım. Annem, "Kim o?" diye sorunca, "Benim." Diye yanıt verdim. Kapıyı açıp bana garip garip baktı. Biraz huzursuzdu. Bu yüzden kaşlarını çatmış bana bakıyordu.

"Bana bak kız, sen bir haftadır nereye gidiyorsun öyle?" Cevap vermeyip sallana salana ayakkabılarımı çıkarıp içeri girdim. Sırt çantamı çıkarıp kapının yanına bıraktım. "Odana koy o çantayı Havva." Diye uyardı annem sinirle. Arkasını dönüp mutfağa gidince asıl meseleyi unuttuğunu anladım. Her seferinde bu taktiği uyguluyordum ve hep işe yarıyordu. Eğilip çantayı aldım ve evin içinde kıvırta kıvırta ilerledim. Çantamı dolabıma attım ve üzerimdeki deri montu çıkarıp yatağımın üzerine bıraktım. Uzun zamandır göz ardı ettiğim su içme isteğimi bir kez daha göz ardı edemeyeceğimi anlayınca mutfağın yolu tuttum. İşte mutlu olmak bu kadar kolaydı. Kabullenmek gerekiyordu. Biraz da irdelememek tabii. Birkaç aydır gerilen sinirlerim birden gevşemesi çok iyi gelmişti.

Gevşek gevşek, "Anne!" diye seslendim. Mutfağa girdiğimde annemin köpüklerin içinde yüzen elleriyle bulaşık yıkadığını, bir yandan da bana öldürücü bakışlar attığını gördüm. Birden düşünmemeye başlamıştım ve bu da deliler gibi dans etmeme sebebiyet veriyordu. Annemin benim bu garip hallerime bakıp kaşlarını çatması da kahkaha atmamı sağlıyordu.

En sonunda yorgunluktan ve susuzluktan durdum ve dolabı açıp su bardağı aldım. Masanın üstündeki sürahiden, suyu bardağıma boşaltırken, "Efsane afacanları özledim anne." Diye mırıldandım. Su bardağı ağzına kadar dolunca sürahiyi masanın üzerine bıraktım ve bardağı elime alıp suyu içmeye başladım.

"Onlar gideli haftalar oldu Havva, yeni mi aklına geliyorlar?" Boşalan bardağı masanın üzerine koydum. Birkaç saniyelik duraksamanın ardından, "O kadar oldu mu ya?" diye sordum. Aklım o kadar doluydu ki geçen zamanın farkına varamamıştım. Annem suyu açıp ellerini duraladıktan sonra yanıma geldi. Bir sandalye çekip oturdu.

"Havva," dedi merhameti barındıran sesiyle. Tedirgin bir şekilde gözlerinin içine baktım. "Neyin bar Havva? Haftalardır kendinde değilsin. Bunu görüyorum ama he gün kendime, üzerine gitmemem gerektiğini söylüyorum. Sana ne olduğunu bilmemek beni derinden yaralıyor."

"Biliyorum, bir evlilik yolundan döndün ama hiçbir şey için geç değ-"

"Hayır, anne, sorun o değil." Diyerek lafını böldüm. Merakla gözlerimin içine baktı. O an pantolonumun cebindeki yüzüğün yanmaya başladığını hissettim.

"Ben iyiyim, lütfen beni merak etme." Dedim vicdan azabıyla ve annemin yanaklarına öpücükler kondurdum.

"Ben çok yorgunum, uyumaya gidiyorum."

Ben mutfaktan çıkarken annem ardımdan, "Ama Havva!" diye seslense de hızlı hızlı odama girdim ve kapıyı ardımdan kapattım. Birkaç saniye sırtımı kapıya yaslayıp koridorun ışığıyla loş olan odama baktım. Yavaşça ışığı açıp pijamalarımı giyindim. Telefonumu elime alıp yatağımın içine girdim. Yatağın içi başlarda soğuk olsa da zamanla ısınacağını biliyordum. Bakışlarım açık olan lambaya takıldı. Işığı kapatmam gerektiğini biliyordum ama kalkmak istemedim. Sağ tarafıma döndüm ve gözlerimi yumdum. Birkaç saniye her şeyi silerek uyumaya çalıştım ama beceremeyince telefonuma sarıldım. Ekranı açar açmaz Âdem'den mesaj geldiğini görünce gülümsedim.

"Havva, Bursa'da tam benlik bir iş buldum."

"Fiyatı da baya iyi doğrusu. Evlendikten sonra orada bir ev kiralayıp yaşayabiliriz"

"Biraz acele mi ediyorum?"

"Ailene ne zaman söyleyeceksin?"

"Bir hafta oldu."

"Sanırım uyudun."

"Her neyse, iyi geceler."

"Aslında... Bu mesajları sabah göreceğini tahmin ettiğim için..."

"Günaydın Havva!"

Gülümserken ekranı kapattım. Telefonumu yatağımın bir köşesine bıraktıktan sonra gözlerimi yumdum ve benliğimi uykunun sıcak kollarına bıraktım.

Bilincimi ağır ağır elime aldığımda, gözleri açmamakta direndim. Yatakta birkaç kez dönüp rahat bir pozisyon almaya çalıştım. Uyanmadan önce gördüğüm tatlı rüyayı hayal gücümle işleyerek devam ettirmeye çalıştım. Dakikalar zihnimin en derin çukurlarına düşüp parçalara ayrıldığında kalkmam gerektiğini anladım. Pek istemesem de yatağımda doğruldum. Ensem terlemişti ve ağzımın içi kurumuştu. Sersem bir halde, zihnimin parçalarını bir yapboz misali birleştirmeye çalışırken mutfağa gittim ve su içtim. Ilık su, ağzımın içinden kayarak ilerlerken, rahatladığımın farkına vardım. Boşalan bardağı masanın üzerine bıraktım ve salona gidip ailemle birlikte kahvaltı yaptım.

"Elini yüzünü yıkasaydın bari Havva!" dese de annem yarım yamalak kahvaltı yapıp odama gittim ve yatağımın üzerine atladım. Gözlerimi hala tam anlamıyla açabildiğim söylenemezdi. Ne zaman fazladan birkaç saat uyusam hep böyle sersem olurdum. Bir melodi kulaklarıma ulaştığında mahmur mahmur telefonumu aradım. Yastığımın altına elimi sokunca telefonumu buldum. Kimin aradığına bakmadan cevapladım.

"Söyle." Dedim kabaca. Ama hala kendimde değildim.

"Havva sizin eve doğru geliyoruz hazırlan."

"Ne? Kim? Neden? Of, ne oluyor?"

"Kızlar Havva belli ki yeni uyanmış." Deyip kıkırdadı. "Ben Canan, Havva. Şimdi hazırlan, Berna'nın babasının arabasını yürüttük, seni alıp âlemlere akacağız."

Yavaş yavaş kendime gelirken kendime biraz zaman tanıdım.

"Sabah sabah mı âlemlere akacağız?" diye sordum sonunda.

"Ya anca izin almış kız. Hem gezeriz, kötü mü olur?" Aslında iyi olurdu. Ama Osman'ın evine gidip Âdem'i görecektim. Onu gerçekten çok özlemiştim. Evet, belki daha dün onunlaydım ama yaşanmamış ayların hasretini çekiyordum.

"Gelemem."

"Valla gelir misin diye sormadım Havva, hazırlan seni alacağız."

El mahkûm dediğini yaptım ve aşağıya indim. Sokağın biraz ilerisinde Berna'nın babasının arabasını görünce oraya doğru ilerledim. Lise sondayken babası bu arabayı almıştı ve hala değiştirmemişti. Araba biraz eskimişti ve kullanması zordu ama Berna arabaya alıştığı için pek zorlanmıyordu.

Arka kapıyı açıp arabaya bindim. Canan yanımda oturmuş muzip bir ifadeyle bana baktı. "Kızlar bakın ne güzel de istediğimi yaptırdım."

Omzuna yumruk indirdim ve dikiz aynasından arabayı kullanan Berna'ya baktım.

"Sizi de o mu ayarladı?" diye sordum. Sürücü koltuğunun yanındaki koltukta oturan Hayat arkasını döndü. Kıvırcık saçlarının ardından Canan'a öldürücü bakışlar attı.

"Tabii ki o ayarladı... Gerçekten Canan, bazen içinden şeytan çıkacak diye korkuyorum."

Canan korkuyla irkildi ve Hayat'ın koltuğunu itti. "Korkutma beni ya!" diyerek sitem etti ve koltuğuna sindi.

Hayat ile birbirimize bakıp sırıttık. "Canan'dan intikam almak bu kadar kolay." Diye eğlendi Berna. Bir süre Canan'a laf atarak eğlendik. Ama daha sonra konuyu değiştirdik çünkü çok fazla üstüne gidince kalbi kırılabiliyordu. Bir süre sonra yanımdaki boşluğa baktım.

"Jale'yi özledim." Diye mırıldandım. Ne olursa olsun insanın en yakın arkadaşını kaybetmesi bir yerde acıtıyordu. İçimde tamamlanmayan bir şeyler vardı.

"Bende." Diye ekledi Canan ama Berna konuşmadı. Hayat arkasını döndü.

"Saçlarını kahverengiye boyamış, haberiniz var mı?" diye sorunca içimde bir yerlerde bir şey cız etti.

"Onu son kez gördüğümde saçları uzamıştı ve dip boyası gelmişti." Dedim pişmanlıkla.

Canan, "Evet, evet, biliyorum gitmeden önce bana uğradı. Hatta bak..." dedi telefonundan bir şeyler açmaya çalışarak. Bir fotoğraf açıp gösterdi. "Sadece saçlarını boyamamış." Dedi. Uzun, kahverengi saçlı kıza baktım. Kameraya bakıp bir gözünü kırpmıştı ve elini barış işareti yapıp yüzünün önüne getirmişti. Mutlu görünüyordu. Bir haftada. Bir hafta içinde mutluluğu bulmuştu. En garibi de bir hafta içinde, arkadan ona sarılan ve başını boynuna yaslayan birini bulmuştu. Belki de önceden tanışıyorlardı. Ama Jale gerçekten de mutluydu.

Bir yanım mutlu olduğu için sevinse de diğer yanım, yanımda olmadığı için buruktu. Canan telefonunun ekranını kapatıp cebine koysa da gözlerimi telefonun olduğu yerden ayıramadım.

Şu an daha da net anlamıştım. Jale gitmişti. Jale artık yoktu. Ve olmayacaktı.

Ama ben de mutluydum. Olması gereken buydu.

Gülümsedim. Gerçekten içtenlikle gülümsedim.

Sonrasında her şey çok daha güzel geçti. Kızlarla bir dolu mağazaya girip, elimiz dolu bir şekilde çıktık her birinden. Pastaneye gidip tıka basa, canımız ne isterse yedik. O kadar eğlendik ki artık karnıma ağrılar girmeye başlamıştı. Ama pek aldırış etmeden bisiklet kiralayıp birlikte sürdük.

Ben en önde hızlı bir şekilde ilerliyordum. Bisiklette olduğum için soğuk rüzgâr saçlarımı yalıyordu. "Havva!" diye seslendiğini duydum Hayat'ın ve durdum. Omzumun üstünden bakınca kızların bir dükkânın önünde durduklarını görmem bir olmuştu. Canan el işaretiyle gelmemi söyleyince bisikleti döndürüp oraya doğru ilerledim.

Kızlar bisikletten inip, kaldırıma yerleştirmişlerdi bisikletlerini.

"Hadi gel, gelinlik deneyelim." Berna heyecanla. Kısa bir an parmağımdaki yüzüğe baktıktan sonra Berna ile bakışlarımız tekrar buluştu.

"E, hadi o zaman!" 

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top