21. Şefkat

Her zaman Âdem'i seven Bersely için...

Bölümüm Şarkısı: Selena Gomez- Fetish ft. Gucci Mane

Bu bölüm, şefkate muhtaç insanlara ithafen yazılmıştır.

Gökyüzü, dünyanın üzerini lacivert bir örtü gibi örtülmüştü. Sonra yıldızlar, gökyüzü denen o lacivert örtüye, bir ressamın fırçasından damlar şekilde düşmüştü. Yıldızların eşsiz güzelliğini kıskanan bulutlar, yıldızlar ve dünyanın arasına geçmiş, paravan görevini üstlenmişti... Dakikalar, saatlerin peşini kovalarken, dünya, gökyüzünü çok özlemişti. Gökyüzünü görmeyen bir dünya, dünyayı görmeyen bir gökyüzü var olamazdı. Bu yüzden dünya dönmüş, dönmüş ve dönmüş. Dakikalar, saatlere yetiştiğinde, bulutlar aradan çekilmek zorunda kalmış. Sonra bulutlar bir an bile olsa dünyaya kavuşmak için, yaşamını devam ettirmesini sağlayan yağmur damlalarını dünyanın üzerine bırakmış. Bu, bulutların ölümüymüş. Ancak dünya, gökyüzünü o kadar seviyormuş ki, bulutların öldüğünü görememiş, üzerine düşen yağmur damlalarını, gökyüzünden gelen bir hediye zannetmiş.

Dünya canlanmış.

Gökyüzü istediğini elde etmiş,

Bulutlar ise ölmüştü.

Bu durum da nefesimin kesilmesine sebep olmuştu. Kaskatı bir şekilde gökyüzüne bakarken, ne olduğumu kestirmeye çalışıyordum. Yanağımda hissettiğim baskıyla, canlanmış mıydım? Yoksa istediğimi mi elde etmiştim? Ya da bu durgun halim, öldüğümün bir göstergesi miydi?

Kararsızlık ve korku, düşüncelerimin üst üste binerek oluşturduğu dağın yamacından yuvarlanmaya başladı ve gittikçe büyüdü. En sonunda üzerime düştü ve ben kararsızlık ve korkunun oluşturduğu çığın altında ezildim.

Sonra yavaş yavaş etrafımdaki sesleri duymaya başladım. Etrafta dolanıp duran gürültünün çoğunu müzik oluşturuyordu ancak insanların bağırışları da en az müzik kadar duyuluyordu. Deniz mavisi bir elbise giyen kadın, sarhoşluğun etkisiyle kendi etrafında döndü ve elbisenin etekleri yukarı kıvrıldı. Birkaç erkekten ıslık sesleri ve alkış yükselince kadın kıkırdadı.

Düşüncelerimin üzerine düşen çığ, bir şeyler düşünmemi engelliyordu. Bakışlarımın hedefini değiştirdim ve çılgınca dans edenlere baktım. Kısa bir an kendimi onların arasında gördüm. Hoplayıp zıplayarak bir zamanlar dans eden bir ben vardı burada. İnsanların arasına karışmış bir şekilde mutluluktan dans eden... Kara bir geçmişe sahip bir ben vardı.

O zamanlar, siyahın içinde, beyaz olabiliyordum. Ancak geleceğe doğru attığım adımda ölmüştüm. Bu yüzden burada kaskatı bir şekilde dikiliyordum. Bu yüzden ne yapacağımı bilmiyordum. Bu yüzden nefes alamıyordum.

Şu zamana kadar sevilmediğim aklıma gelince dudaklarım iki yana kıvrıldı. Kimse benim için bir şey yapmamıştı. Arkamı kollayan bir sevgilim olmamıştı. Her şey sözler ile sınırlı kalıyordu. Hiçbir zaman karşımdaki insanın kalbinden yayılan sevgiyle ısınmamıştım. Soğuk günlerin içinde yaşamıştım ve bana uzatılan her el, bana ulaşamadan donmuştu. Çünkü hiçbir zaman uzatılan o eller beni ısıtmak için değildi. Bu yüzden o eller, kalbimin soğukluğunda donmuşlardı.

Hayatımın geri kalanında beni ısıtmak için gelecek bir eli beklemeyecektim. İnsan soğuğa da alışabilirdi. Alıştığında ise, artık yaşadığı yer onu ısıtırdı. Artık yaşadığım yeri kabullenmek istiyordum. Kalbim hızlı bir şekilde atmaya başladığımda ellerim, beni saran ellerin üzerine gitti. Yavaşça beni saran kollardan kurtuldum. Yorgun olan zihnim miydi, bedenim miydi bilmiyordum. Etrafımı saran gürültünün yavaşça azaldığını duyabiliyordum. En sonunda müzik sesi tam anlamıyla kesilmişti ancak insanlar yine de dans ediyorlardı.

Görüşüm bulanıklaşmaya başlamışken, insanların el verdiği kadarıyla arkamı döndün. Kahverengi bir çift göz gözlerime tutunduğunda, ruhum sakinliğini korudu.

"Seni görmek güzel, Elmas." Dedi Âdem ve o an tekrar duymaya başladım. Gürültü kulaklarımı esir ederken histerik bir kahkaha attım.

Bakışlarımı kısa bir an yere sabitledikten sonra tekrar gözlerinin içine baktım. "Öyledir," dedim yavaşça. Duyup duymamasını umursamıyordum. Buraya gelirken onu bulmayı çok istiyordum. Artık iyi olup olmadığını da merak etmiyordum sadece sorularımı yanıtlamasını istiyordum. Canımı acıtacak olsa da, beni hiçbir zaman sevmediğini kelimelere dökmesini istiyordum. Çünkü artık kendimi kandırmaktan yorulmuştum. Gerçeğin ağırlığıyla ölmeyi, yalanların kafesinde yaşamaya tercih ediyordum.

"Neden?" diye sorduğumda şarkı değişti ve çok daha hareketli bir parça çalmaya başladı. İnsanlar daha hareketli dans ederken ben onların varlığını zar zor anlıyordum. Buraya gelirken içimde bir yerlerde hala ayakta olan parçamın devrileceğini düşünmeyerek gelmiştim. Yanağımdaki baskı yüzünden o parçam devrilmişti. Ve belki de hiçbir zaman kendimi affedemeyecektim.

"Gel şimdi benimle, burada konuşamayız." Bileğimi sıkıca kavradı ve ilerlemeye başladı. Beni de beraberinde sürüklüyordu. Saçlarım rüzgârın etkisiyle dalgalanırken itiraz etmeden ilerledim. İnsanların arasından geçip giderken bileğimi tutan eline baktım. İki insanın el ele tutuşması için, ruhlarının birbirini tutması gerekiyordu. Bizim ruhumuzda kopukluk vardı.

Sonunda kalabalıktan çıktı ve biraz ilerledikten sonra karanlığın hâkim olduğu dar bir sokağa girdik. Bileğimi bırakmayıp bana öylece bakınca, bir yanım istemese de, kolumu kendime doğru çektim. Sergilediğim hareketle gözlerinde bir dalgalanma oldu ancak şaşırdığından mı yoksa sinirlendiğinden mi bunun olduğunu anlayamadım.

"Ne sormak istiyorsan, sor Havva." Kulaklarım gürültünün bırakmış olduğu etkiyle, Âdem'in sesini çok daha boğuk bir şekilde yansıtmıştı.

"Neden gittin?" Dudaklarımdan dökülen bu soru beni şaşırtırken, Âdem'i tatmin etmişti. Ona bu soruyu sormayı planlamıyordum.

"Gitmem gerekiyordu." İfadesiz bir yüzle kurduğu bu cümle, ilk kez sinirlenmeme sebep olmuştu.

"Gitmen gerekiyordu, öyle mi?" Aniden sesimi yükseltince, kısa bir an için yüz hatlarında pişmanlığın izlerini gördüm ancak ben emin olamadan hemen silindi.

"Önce kim olduğu belirsiz adamlarla kavga ettin. Ya da hayır, dayak yedin! Sonra ben şoktayken Canan'a bir kâğıt verdin ve gittin. Belki vicdan azabı çektin diye, belki de işin düştüğü için beni bir kere aradın ancak açmadığımı görünce bundan da vazgeçtin." Diye konuşurken gözlerim dolmuştu ama bunu önemseyemeyecek kadar sinirlenmiştim.

"Hiç mi önemsemedin beni?" Diye mırıldandım ancak Âdem kulak asmış gibi görünmedi. "Hiç mi aklına gelmedim Allah'ın cezası?"

O an anladım ki, bu dar ve karanlık sokakta hesap sormanın hiçbir yararı yoktu. Sakin tarafımı su yüzeyine çıkarmaya çalıştım, ne yazık ki suyun dibine batmıştı ve yukarı çıkmıyordu. Onun da bağırıp çağırmasını istiyordum. Aklına gelmediğimi söylemesini istiyordum ancak yapmıyordu. Kollarını göğsünde birleştirmiş bana bakıyordu. Sakinliği beni sinirlendiren bir başka şey olurken hıncımı çıkarmak için yanıp tutuşuyordum. Ona yaklaştım ve omuzuna en sert yumruğumu indirdim ancak Âdem kımıldamadı.

"Neden Âdem? Neden bana bir yanıtı bile çok görüyorsun?" Cevap vermemeye devam ediyordu ve ben de iki elime göğsüne yumruk atmaya devam ediyordum. Acım dinmiyordu. O zamana kadar ağladığımın bile farkında değildim.

"Senden nefret ediyorum Âdem!" Bileklerimi kavradı ve beni kendine doğru çekti. Kahverengi gözlerine bakmaya başladığımda, "Etmelisin." Diye fısıldadı ve bileklerimi bırakıp bana sarıldı. Saçlarımı yavaş yavaş okşarken "Etmelisin Elmas. Benden nefret etmelisin." Diye fısıldamaya devam ediyordu. Ellerinden bulaşan şefkat, bana huzur veriyordu. O an kalbim sızladı. İnsan en çok kendine ihanet ediyordu. İnsan en çok kendi canını yakıyordu.

Lacivert gökyüzünün altında ne kadar zaman kaybettik bilmiyordum. Yıldızları izlerken kendimi hiç olmadığı kadar değersiz, aynı zamanda hiç olmadığı kadar değerli hissediyordum. Ruhum bir iç çatışmadayken göz kapaklarım gözlerimin üstüne örtüldü. Adem'siz geçen iki hafta boyunca ona karşı hissettiğim duyguları, kendi tırnaklarımla kazdığım derin bir çukura gömmüştüm ancak şimdi, bir sel olmuş ve su kütlesi toprağı beraberinde götürmüştü. Buraya duymak istediğim birtakım şeyler için gelmiştim ancak Âdem hiçbirini dile getirmemişti. Daha fazla çabalamak istemememe rağmen o beni buna zorluyordu. Yanan bir kâğıttım ve küllerimi denize atmak istiyordum ama o bana küllerimi birleştirebileceğimi söylüyordu.

Sıkıntı tüm vücuduma yayıldı. Bana açıklama bile yapmayan bir adamdan bana ulaşan şefkate muhtaçtım. Saçımda gezinen parmakları ruhumun yaralarını kapatıyordu. Kollarımı boynuna daha sıkı sardım ve bir süre daha öylece oturduk. Çıplak bacaklarımı ısıran soğuk havayı göz ardı etmeye çalışarak başımı Âdem'in boynuna gömdüm. Birkaç ay önceki Havva beni görseydi eğer, gülümseyerek bana bakar ve "Başardın kız!" derdi. Ancak şu an kendimi bir şey kazanmış gibi hissetmiyordum. Daha çok kendimi kaybetmiştim ve bambaşka yerlere sürükleniyordum. Tutunabileceğim tek şey Âdem gibi görünüyordu ancak beni asıl sürükleyen oydu.

Gözlerimi araladıktan sonra başımı boynundan ayırdım ve gökyüzüne baktım. Dilimin ucuna gelen kelime beni zehirliyordu. Şefkat. Güvenmediğim, unutmak istediğim bir insandan tenime bulaşan bu duygu beni esir ediyordu. Kız çocuğuyken şefkati babamdan öğrenmiştim ama o günden sonra kimse bana babamın hissettirdiği gibi şefkati hissettirememişti ancak bu adam bana, babamın verdiğinden bile daha çok şefkat veriyordu. Diğer kadınlar da aynısını hissetmiş miydi? Peki Jale? O da hissetmiş miydi? Gözlerimi tekrar kapattım. Bir bilinmezliğin içinde yüzüyordum ve bu canımı acıtıyordu.

"Biliyor musun, sanırım bir hata yaptım." Dedim doğrulmak üzereyken ama o boşta olan elini belime attı ve beni durdurdu. Dakikalardır, belki de saatlerdir kucağında oturuyordum ama o hiçbir şekilde hareket etmemişti. Öylece oturmuştu. Sanki rahat olduğum pozisyonu bozmak istemiyordu. Bacaklarımı iki yana açarak oturduğum için eteğim yukarı kıvrılmıştı. Bunu görünce kollarımı boynundan çektim ve eteğimi aşağıya doğru çekiştirdim. Ne kadar indirirsem indireyim yukarı geri çıkıyordu. Daha fazla uğraşmak istemediğim için başımı Âdem'in göğsüne yasladım ve kollarımı da beline sardım.

Bir şey söylemeyeceğini anlayınca tereddüt içinde konuşmaya başladım.

"Sanırım yüzüğü atmamalıydım. Evet, Kadir'in birçok eksiği olabilir ama sonuçta bana değer veriyordu. Senin aksine. Onu iki kere terk etmeme rağmen -ki son seferde bizi şey sanmıştı, şey, her neyse, bilirsin işte- intikam almaya çalışmadı ya da beni rahatsız etmedi. Ona geri dönmem için ne bir mesaj attı ne de aradı. Seçimime saygı duydu. Sen seçimlerime ya da bana saygı duymuyorsun Âdem. Bana bir cevabı bile çok görüyorsun ve inan bana ben bundan çok sıkıldım."

Belimdeki eli sertleşirken, birkaç saniye duraksadı ve saçımı okşamayı bıraktı. Tedirgin bir şekilde cevap vermesini bekledim. Hakaret etmesini ve beni burada öylece bırakıp gitmesini ancak belimdeki eli gevşerken saçlarımı yavaş yavaş okşamaya devam etti.

"Sorularını yanıtlayacağım Elmas. Ama bunu benden şimdi isteyerek her şeyi mahvetmeme izin verme. Hiçbir şey olmamış gibi birkaç saatin geçmesine izin ver. Sonra sana anlatacağım ve sonsuza kadar hayatından çıkacağım."

Söylediklerini sindirmem biraz vakit almıştı ancak birkaç saniyenin sonunda başımla onu onayladım. Bir yanım gitmesini istiyordu ama diğer yanım -ki bu daha ağır basıyordu- kalmasını istiyordu. Yine de ağzımı açıp gitme diyemedim. Birkaç dakikanın daha ölmesine izin verdim.

"Bu arada yeni yılın kutlu olsun Elmas." Dedi ağzının içinde geveleyerek. Dudaklarım iki yana kıvrılırken, "Yeni yılın kutlu olsun Âdem Elması." Diye espiri yaptım. Saçımdaki ve belimdeki elini çekti ve kollarımı tutup beni kendinden uzaklaştırıp yüzüne bakmamı sağladı.

"Espiri mi yaptın Elmas?" dedi iğneleyerek. Çatık kaşları ve iğrenir suratıyla çok tatlı görünüyordu.

"Yani, espiri diyorsan öyle olsun." Dedim sırıtırken. "Demiyorum. İnan bana espiri falan demiyorum." Dedi yavaş yavaş. Kahverengi gözlerine bakarken kollarımı boynuna doladım ve onu boğacak kadar sıkı sarıldım.

"Ahmak," dedim mırıldanarak. "Seni çok özledim."

Kollarını belime sarmasını bekledim ama hiçbir şey yapmadan öylece durdu. Ölü gibi kımıldamıyordu. Korku tohumlarını kalbime atarken yavaşça geri çekildim ve Âdem'e baktım. Dik dik karşıya bakıyordu. Merak ederek ve biraz da korkarak arkamı döndüm ancak bir apartmanın duvarından başka bir şey görmedim. Önüme döndüğümde Âdem'in gülümseyerek bana baktığını gördüm. Rahat bir nefes aldığımda ben de kendimi gülümserken buldum.

"Daha ne kadar burada oturacağız?" diye sordum ama burada onunla baş başayken halimden gayet de memnundum. Birkaç dakika önceye kadar bu durum bana hiçbir şey ifade etmezken, şu an benim için önemliydi.

"Hiç sormayacaksın sandım Elmas. Kaç kilosun sen? Yüz falan mı?" Ağzım şaşkınlığın etkisiyle aralanırken, omzuna bir yumruk indirdim. Bıyık altı güldü.

"Sadece şakaydı."

Yüzümü buruşturup ayağa kalktığımda hala bıyık aldı gülüyordu. Birkaç saniye sonra o da ayağa kalktı ve bana baktı.

"Şaka değildi, kilo vermelisin." Sözlerinin ardından şaka yaptığını sandım ama ciddi yüz ifadesine baktığımda bunun bir şaka olmadığını anladım. Yine de kahverengi gözlerinde küçük bir işaret aradım ama yoktu. Bakışlarımı kaçırdım ve çantamın askısıyla uğraşmaya başladım. Böyle konuşarak beni üzüyordu ama yine de aynı şeyi defalarca kez yapıyordu. Gözlerimi yumdum ve son birkaç saatin asla yaşanmamış olmasını diledim. Birkaç saniye önce mutluyken birden yaşamamış olmayı dilemek garip geliyordu.

Gitmek için gözlerimi araladım ama tam o anda kendimi havada buldum. Gördüğüm tek şey Âdem'in sırtı ve yerde. Küçük bir çığlık ağzımdan kaçınca kendimi durdurmak zor oldu.

"Ne yapıyorsun?" diye azarladım onu ama o kulak asmayarak, "Kaç kilo olduğuna bakıyorum." Dedi

"Sen manyak mısın?"

"Dur düşüneyim... Yani sanırım siz insanlar baskül diyorsunuz." Dediğinde gözlerimin önüne bıyık altı sırıtan bir Âdem ilişti. Popomun bir karış aşağısından tuttuğu bacaklarımı savurmaya çalıştım ancak o kadar sert bir şekilde tutmuştu ki yapamadım.

"Senin kolunda kas değil, çelik var sanırım!" diye bağırdım taş zemine bakarken.

"Unutma, baskül kastan yapılmazlar!" Benimle dalga geçiyordu ve bu bir yerde sinir bozucuydu. Yine de son saatler diye geçirdim içimden ve ona eşlik etme kararı aldım. Hayatıma girecek son Âdem ise, gelecekte yapmadığım şeyler için pişman olmak istemiyordum.

"O zaman söyle bakalım baskül, kaç kiloyum?"

"Ölçülüyor efendim." Kahkaha atacağım sırada kendimi durdurmaya çalıştım ve ağzımdan küçük bir kıkırtı kaçtı.

"Hmm," diye mırıldandığında karnımın sabit yerde durmadığı için ağrımaya başladığını hissettim ama bozuntuya vermedim.

"Siz efendim, siz şimdiye kadar şahit olduğum en..." Sözlerini bitirmeden kendi etrafında döndü. Küçük bir çığlık dudaklarımdan döküldüğünde yavaşça aşağıya kaydım ve ayaklarım yerle buluştu. Ela gözlerim, bir çift kahverengi gözle buluşunca kalbim hızla atmaya başladı.

"...zayıf insansınız."

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top