20. İhanet

Bölüm şarkısı: Yalın- Alışmak Zorundayım

Bu bölüm, şehitlerimize ithafen yazılmıştır. 

Hayatımın çoğunda bir labirentin içinde olduğumu düşünmüşümdür. Labirentler, zihnimin karmaşıklığını simgelerken, beni her seferinde çıkmaz sokağa sürükleyen adımlarım, her zaman yanlış yola yürüdüğümü gösteriyordu. Labirentin içinde dolanıp dururken çevremi saran duvarlar uzuyormuş gibi geliyordu. Hayatımda gökyüzünün olmadığını düşünüyordum. Çünkü gökyüzü kurumuş toprakları ıslatan, yitiren umutları canlandıran, kendini kötü hissettiğinde bunu silip götürendi. Bunları yapabilecek gökyüzü müydü, yoksa bir insan mıydı? Emin değildim. Ancak yine de biliyordum. Benim gökyüzüm yoktu, ben kendimi henüz açmamış bir gülün içine hapsetmiştim. Bu gülün içi labirentlerle doluydu ve ben çıkışa ulaşamadığım sürece güneş gelmeyecek, gülün yaprakları açılmayacaktı.

Zihnim karanlığın içine gömülecek, duvarlar uzadıkça uzayacak ve ben sonunda bulunduğum labirentin kurumuş toprağına gömülecektim.

"Tombala!" Babam büyük bir mutlulukla bağırınca oturduğum yerde zıpladım. Masanın üzerinde bulunan gülden gözlerimi aldım ve babama baktım. İşaret parmaklarını kaldırmış bir yukarı bir aşağı indiriyordu. Annem eğilip babamın önündeki tombala kâğıdına baktı ve birkaç saniye göz gezdirdikten sonra eliyle kâğıdın bir köşesini gösterdi.

"Gözlerin mi görmüyor yoksa hile mi yapıyorsun Yavuz? Bak şurada otuz bir sayısı eksik. Ama yani böyle oyun mu oynanır?" Büyük bir memnuniyetle yerine oturan annem ve paralel olarak yüzünü buruşturan babamı izlerken gülümsemeden edemedim. Koltuğun üstündeki yastığı aldım ve sarıldım. Zihnimin içine gömülüp düşünmek yerine gözlerimi masaya diktim ve oyunu izledim. Canan gülümseyerek elini kırmızı torbaya soktu ve torbanın içindeki sayıları karıştırdı. Eline geleni yavaşça çıkardı ve dudağını ısırarak sayıya baktı. Hayat, teyzem Nilüfer ve Jale'nin annesi Büşra teyzenin bakışları kâğıdın üzerindeyken; Efsane Afacanlar, babam ve annemin bakışları Canan'ın üzerindeydi. Canan sayıya baktıktan sonra bir süre annem ve babama baktı.

"Sayıyı söylesene kızım ne bön bön bakıyorsun?" diye çemkirince annem, babam ona döndü hızla.

"Ne diye çemkiriyorsun kıza? İzin ver de istediği zaman söylesin rakamı!" Babamın ses tonunda dibine kadar gerginlik hâkim olsa da, bu gerginliği ört pas etmeye çalışıyordu. Her zaman sessiz ve sakin olsa da, bazen bu şekilde gerilebiliyordu. Yaşının verdiği bir durumdu bu ancak babam yine de bunu pek göstermek istemiyordu. İnsanların kalplerini kırmak, hayallerine engel olmak ve düşüncelere karşı çıkmak ona göre değildi. Bu yüzden babam her zaman benim örnek aldığım bir insan olmuştu. Annemi de çok seviyordum ve ona değer veriyordum ancak iki insan arasındaki bağ sırlar anlatılınca oluşurdu. Anlatılan sır, başkasına da anlatılırsa insanlar uzaklaşırlardı ve bağ oluşmazdı. Babam hiçbir zaman sırlarımı anneme ya da bir başkasına anlatmamıştı. Küçükken annemin çok sevdiği bir vazoyu kırmıştım. Babamdan bunu anneme söylememesini istemiştim ve o da söylememişti. O gün babamın benim için sadece bir baba olmadığını görmüştüm.

"Sen neden çemkiriyorsun?" Annem meydan okuyarak babama baktı. Otuz yıllık evliliğin ardından bu kadar küçük bir olay karşısında küçük çocuklar gibi kavga etmelerini çok seviyordum. Gerçek aşk benim için buydu.

"Otuz bir!" diyerek araya girdi Canan kavgayı sonlandırmak için. Babam ve annem birkaç saniye bakıştıktan sonra Canan'a doğru döndüler.

"Ne?" dedi annem şaşırmış bir şekilde. Babam hızla ayağa kalktı.

"Tombala!"

"Hey, hile yaptınız!" Annem de ayağa kalktı.

"Rakamlarla dolu bir torbadan rastgele seçilmiş bir sayı ile nasıl hile yapabilir? İtiraz etme de otur!" Diye azarladı annemi Büşra teyze.

"Aman canım tombalaysa tombala! Zaten çok sıkılmıştım ben, oynamayacağım." Masanın bir köşesine oturmuş ve kendi aralarında fısıldaşan Efsane Afacanlara döndü. "Siz de konuşmayı bırakın da benimle gelin tatlıları dağıtacaksınız." Kızlar susunca oda aniden sessizleşti. Uğultuya sebep olduklarını fark etmemiştim.

"Hadi ama Bahar, yılbaşı gecesi tombala oynanır. Sonuna kadar oynayacağız!" diyerek araya girse de teyzem, annem onu dinlemedi ve kızlarla birlikte salondan çıktı.

"Aman ben de sıkılmıştım zaten." Hayat ayağa kalktı ve bana kısa bir bakış attıktan sonra balkona çıktı. Sigara içecekti muhtemelen. Saat gece yarısına doğru ilerlerken içeride boğulduğumu hissetmeye başlamıştım. İki haftadır her gün bunu yaşıyordum. Güneşin ışıkları pencereden içeriye süzülüyordu ya da ampulden yayılan ışık içeriyi aydınlatıyordu ancak ruhumun gözlerine bir perde iniyordu ve ben aydınlığı göremiyordum. Göremeyince ruhumun hisleri güçleniyordu. Göremiyordum belki ama bulunduğum odanın duvarları daralıyordu. Saniyeler içinde bir tabut boyutuna geldiğini hissediyordum. Yavaş yavaş nefes almakta güçlük çekiyordum. Dudaklarım aralanıyordu ancak nefes alamıyordum. Nefes almaya çalıştığımda bir yerde tıkanıyordum. Tam o an gözümden bir damla yaş süzülüyordu.

İki hafta boyunca her gün yaşadığım bu olayı bir kez daha yaşamak istemiyordum. Ben, bana umut vadeden mavi gökyüzünü siyaha boyamıştım. Artık başımı kaldırdığımda umut etmiyordum. Eğer ben büyük fedakârlık yapıp gökyüzümü siyaha boyadıysam nefes almayı hak ediyordum. Yine de gökyüzünü karartsam da güneş hala oradaydı ve bana hala bir ışığın olduğunu gösteriyordu. Bu acımasızlıktı.

Ayağa kalktım ve Hayat'ın peşinden balkona doğru ilerledim. Yerdeki yastıklara basmayarak yürümeye çalışıyordum.

"Canan, bari biz oynayalım." Dedi babam. Zaferinin tadını henüz yaşayamadan herkes oyunu bırakmıştı.

"Üzgünüm Yavuz amca, ben oynamayı sevmiyorum, o yüzden torbanın başındaydım, daha eğlenceli." Canan tedirgin bir şekilde cevap verdi. Onu tanıyordum ve sevmediğini biliyordum. İlk sevgilisi Canan'a ayrılmak istediğini tombala oynarken söylemişti, ne güzel ama!

Babamın omuzları düşerken görüş alanına girdim. Gözleri parlarken bana umutla baktı. "Havva, gel ikimiz oynayalım." Duvarlar üzerime doğru geliyordu.

"Üzgünüm baba," adımlarımı hızlandırdım. "Bir dahaki sefere oynarız."

Ve kendimi balkona attım.

Hayat sigarayı dudaklarının arasına almıştı. Çakmağı yaktı ve elini sigaranın önüne siper etti. Çakmaktan yayılan ateş sigarayı yaktı ve Hayat içine derin bir nefes çekti. Sigarayı dudaklarından uzaklaştırırken dumanı dışarı üfledi. "İster misin?" diye sorunca başımla onu onayladım.

"İyi olur doğrusu." Sigarayı dudaklarının arasına tekrar sabitledi ve cebinden paketi çıkardı. Bir eliyle kapağı açtı ve bana uzattı. Diğer eliyle de çakmağı yaktı. Parmaklarımın arasına aldığım sigarayı dudağıma dayadım ve başımı hafifçe öne eğdim. Ateş sigarayı yakınca bir nefes içime çektim. Boğazımı yakarak aşağıya inen duman, içime çekemediğim nefesim olmuştu. Duvarlar geriledi ve üzerime gelmeyi bıraktı.

"Hala aramadı mı?" İçime çektiğim havayı dışarı üfledim. Gri duman karmaşık yollar izleyerek yukarı süzüldü. Bir süre sonra gözden kaybolmuştu.

"Aramadı."

"Onu gerçekten seviyor musun?" Bakışlarımı kararmış olan gökyüzüne diktim.

"Biliyor musun, bazen insan karşısındakini anlayamayınca hoşnut olmaz. Ancak bu hoşnut olmayış günde birkaç kez yaşanır. Karşındaki insanı anlayamadığın aklına gelince..." Sigaradan bir nefes daha çektim ciğerlerime. "Ama insan kendini anlayamayınca çıldırıyor. Zihnimin içinde yaşıyorum ancak gözlerimi açıp zihnimi göremiyorum. Seviyor muyum bilmiyorum, kendimi tanımıyorum. Âdem'e karşı bir şeyler mi hissediyorum yoksa hissetmek zorunda olduğumu düşündüğüm için mi böyleyim? Bilmiyorum ve bu beni çıldırtıyor Hayat. Âdem hayalimin başlamasına sebep olan o listeyi hazırladığım günü hatırlıyor musun? Şu an keşke o listeyi hazırlamasaydım diyorum kendime. Belki o zaman bir listeye göre hareket etmezdim. Belki, belki o zaman kalbimin sesini dinlerdim."

"Belki diyerek yaşayamazsın Havva. Eğer o listeyi oluşturmasaydın Âdem ile şu an bulunduğunuz konuma gelemezdin. Ya da hiçbir zaman istediğin özelliklerde birini bulmazdın. En iyisi buydu belki de."

"Belki diyerek yaşayamazsın." Diyerek onu tekrarladım. Güldü.

"Bak Âdem'i ilk gördüğümde, yani şimdiki Âdem'den bahsediyorum, malum bir sürü Âdem geldi geçti." Dudaklarım iki yana kıvrıldı. Berna burada olsaydı eğer başıma bir tane vurur ve "Kahkaha atman gerekiyordu." Derdi. Maalesef o burada değildi, sevgilisiyle yemeğe çıkmışlardı. Gerçi burada olsaydı bile aramız iyi değilken söyler miydi, bilemiyordum.

"İçini bilemem belki Havva ancak sana şunu söyleyebilirim, şimdiki Âdem ile yaşadıklarınızı bana ilk anlattığında, bunun sadece o listeden ibaret olduğunu düşünmüştüm. Onun sevmek istiyordun ancak sevmiyordun. Âşık olmaya çalışıyordun. Sonra çabalarının boşa çıktığını gördüm." Bunları söylemesini beklemiyordum bu yüzden kaşlarım çatıldı.

"Ne demek istiyorsun?" Bitmiş olan sigarasını balkon demirinde söndürdü.

"Çabaların boşa çıktı. Âşık olmaya çalışıyordun ancak bu olmadı. İlk zamanlar sen o listedeki maddelere göre kendini âşık etmeye çalışıyordun ancak ilerleyen zamanlarda Âdem'i olduğu gibi kabul ettin. İsmi Âdem olabilir ancak sen onu ismi için sevmedin. Evet, Havva, bence sen onu sevdin." Bana son kez baktı ve başka hiçbir şey söylemeden gitti. Sigaram elimde yandı. Ben de Hayat gibi demirliğe bastırarak söndürdüm ve balkona attım. Bakışlarım karşıdaki sokak lambasının üzerinde toplandı.

Ve bir damla gözyaşı yanağımdan aşağıya süzüldü.

Sokak lambasını izlerken aklıma Âdem'den haber alamadan geçirdiğim iki hafta geldi. İnsanlar sokakta ilerlerken istemeden o günleri tekrar yaşadım.

Koltukta uzanmış bir şekilde bir sağa bir sola dönüyordum. Kafamın içinde bir sürü ses vardı. Beynimin patlayacağını düşünüyordum. Saate bakmak için telefonumu cebimden çıkardım. Ekranı açtıktan sonra aklıma saate bakmak gelmedi. Bunun yerine rehbere girdim ve Âdem'i tekrar aradım. Ulaşılamıyordu. Sanki o an bir el kalbimi kavradı ve kalbimin rahat bir şekilde atmasını engelledi. Karamsarlık vücudumu ele geçirmişti.

Şu an istediğim şey Âdem'i görmek değildi. Onu görmesem de olurdu, sadece bir işaret olsaydı. Tek bir işaret bana onun iyi olduğunu gösterseydi. Başına bir şey gelip gelmediğini bilmiyordum ve çok korkuyordum. Bilinmezlik kötüydü. Zifiri karanlıkta dibi görünmeyen bir gölün içinde gibi hissediyordum. Ayaklarımı ve ellerimi çırpıyordum ancak tam olarak ne kadar yukarı çıkmam gerektiğini bilmiyordum. Bir çıkış yolu bulmak için suyun içinde dönüyordum ancak işe yaramıyordu. Korkuyordum, eğer yukarı çıkamazsam boğulacaktım.

Telefonun ekranını kapattım. Hala anlamaya çalışıyordum. Kavga neden çıkmıştı? Adamlar neden dükkâna girip Âdem'i pataklamamışlardı da Âdem dükkândan çıkmıştı?

Saçımı karıştırdım. Sonra gün boyu kafamdaki soru işaretleriyle yaşamaya çalıştım. Âdem'i defalarca kez aradım ancak sonuç değişmedi.

Sonraki günlerde Berna ile birlikte Âdem ile karşılaştığımız yerlere gittik. Berna ile otobüs durağına doğru yürüyorduk.

"Hatırlıyor musun, lisedeyken okuldan kaçmıştık... Kızlar gelmemişlerdi, yalnızca sen ve bendik. Otobüs durağında oturmuş nereye gidebileceğimizi düşünüyorduk."

"Hatırladım. Hatta durağa varmamıştık ki otobüsü kaçırdığımızı düşünmüştüm. Yanlış otobüsün peşinde koşmuştum, sen de arkamdan geliyordun tabii. Sonra ayağım takılmıştı ve birlikte küçük bir su birikintisinin içine düşmüştük."

"Evet, şey, durakta otururken..."

"Sonra bir çocuk gelmişti ve kalkmana yardım etmişti."

"Öyle mi olmuştu? Pek hatırlamı-"

"Bana da yardım etmesini beklemiştim ama siz çoktan sohbete dalmıştınız. Sonra ben ıslak bir şekilde durağa kadar tek başıma yürümüştüm, sen de yeni tanıştığın Buğra ile -şu anki sevgilinle- birlikte peşimden gelmiştiniz!" Aniden bu şekilde yükselmem Berna'yı şaşırtmıştı. Bu anıyı ne zaman hatırlasak kahkahalarla gülerdik ancak o an Berna'yı suçlamıştım. Şaşkın şaşkın bana bakmıştı ve "Evet," diyerek yoluna devam etmişti. Sonra birlikte Âdem'in bulunabileceği mekânları gezmiştik ancak Berna bir daha konuşmamıştı. O an kırılan kişinin ben olduğunu düşünüyordum ancak Berna'nın kalbini ben kırmıştım.

Bir sonraki hafta –her ne kadar gitmek istemesem de- Jale ile birlikte kuyumcuya gitmiştik. Yol boyunca söylenip durmuştu ancak onu dinlememiştim. Dükkânın önüne geldiğimizde içerinin boş olduğunu görmüştüm. Bir tane bile eşya yoktu. Dükkânın boşaltıldığı, yere rastgele konmuş kutulardan belliydi. İlk başta hırsız girdiğini düşündüm. Sonra Âdem'in boşalttırdığını anladım.

"Neden boş burası?" Jale'nin sorusuna yanıt vermeyip yandaki dükkâna doğru ilerledim ve içeriye girdim. Bir berberdi ancak umurumda değildi. Beyaz saçlı, zayıf bir adam, genç bir çocuğun saçlarını kesiyordu.

"Buyur kızım," deyince adam ne diyeceğimi bilemedim. Eski nişanlımın, eski en yakın arkadaşı, benim ilgi duyduğum adamın dükkânına ne oldu? Hayır, bu aptallık olurdu. Yutkundum.

"Şey, yandaki dükkâna ne oldu? Neden boşaltılmış, biliyor musunuz?" Adam çocuğun saçlarını kesmeyi bıraktı ve bana baktı.

"Sahibini pek tanımam etmem. Zaten birkaç ay önce açmıştı dükkânı. Pek gelmiyordu, o yüzden konuşma fırsatı bulamamıştık. Birkaç hafta önce bir kavga oldu, tarihi pek hatırlamıyorum. O günden sonra sahibi bir daha gelmedi. Yanında çalışanlar da bir şey söylemeden gecenin bir vakti dükkânı boşaltıp gitmişler.

"Çalmışlar mı?"

"Öyle bir şey yaptıklarını sanmıyorum. Diyorum ya, sahibi garip bir adamdı, muhtemelen o adam böyle bir şey istemiştir." Birkaç saniye kendime tanıdıktan sonra teşekkür ettim ve dükkândan çıkmak için arkamı döndüm. Adam tekrar işine koyuldu. Jale dışarıda beni bekliyordu. Aklıma takılan düşünce ile arkamı döndüm.

"Bir şey daha sorabilir miyim?" Adam bu sefer çocuğun saçını kesmeyi bırakmadı.

"Sorabilirsin," dedi ve ekledi "Ama neden bana o dükkân hakkında soru soruyorsun?" Bir an duraksadım ve ne söyleyebileceğimi düşündüm. Dışarıdaki Jale'yi işaret ettim ancak adam işiyle meşgul olduğu için gördüğünden emin olamadım.

"Arkadaşım için bu dükkândan bir yüzük beğenmiştik, dükkânın kapatıldığını görünce merak ettik." Adam başını onaylar bir şekilde salladı. Yere düşen saçlara gözüm takılırken "Buraya benden başka birileri geldi mi?"

"Düşüneyim..." Birkaç saniye kendine zaman tanıdı. Tüm hücrelerim korkudan kasıldı.

"Evet, dükkân kapandıktan sonra iki-üç kadın geldi ve dükkânın sahibini sordu." Kalbimi buz tabakası sardı. Sonra kalbim yere düştü ve parçalara ayrıldı. Âdem'i sormaya gelen kadınlar... Birkaç saniye gözlerimi kapattım ve kulaklarıma ulaşan uğultuları dinledim. Jale bana seslendi ancak ona yanıt verebilecek durumda değildim. Kendimi kullanılıp atılan bir peçete gibi hissediyordum. Buna rağmen içimde bir yerlerde hala Âdem'i bulmak istiyordum. Hala onun iyi olup olmadığını merak ediyordum ve bu durum kendimi daha kötü hissetmemi sağlıyordu. O kadınlar da aynı şeyi mi yaşamışlardı? Onlar da hayal kırıklığı yaşamalarına rağmen Âdem'i merak etmişler miydi? Kötü olduğunu düşünüp endişelenmişler miydi? Nefes almakta güçlük çekmişler miydi?

"Kızım, iyi misin?" diye sordu adam. Duyduğum adım seslerinin ardından biri beni tuttu ve kendine doğru çevirdi. Gözlerimi araladığımda Jale'nin bana dolu gözlerle baktığını gördüm. Elimden tuttu ve adama teşekkür edip beni dışarı çıkardı. Hıçkırarak ağlamak istiyordum ancak bunu bile yapabilecek durumda değildim. Jale omzuma bir tane yumruk indirdi.

"Seni salak, üzülme artık onun için!" Jale ağlıyordu. Günlerdir, hatta aylardır ne kadar yıprandığımı sadece Jale görebiliyordu. Sırf bu yüzden Âdem hakkında konuşmak istemiyordu. Çünkü biliyordu, ne kadar Âdem'i düşünsem ya da onun hakkında konuşsam, ona daha çok bağlandığımı ve gittikçe daha üzüleceğimi. Ona eşlik edip ağlamadım. Elinin tersiyle gözyaşlarını sildi. Mavi-mor rengi saçlarını geriye attı.

"Hadi gidelim buradan."

Dediğini yaptım ve hızlı bir şekilde oradan ayrıldık. Jale kızlara mesaj attı ve Jale'nin evinde toplanacağımızı söyledi. Bir saat kadar sonra hepimiz Jale'nin evindeydik. Jale'nin annesi marketteydi, babasının nerede olduğunu bilmiyordum. Kızlara olanları anlattıktan sonra birkaç saniye sessizlik oldu. Sonra Hayat ve Canan teoriler üretmeye başladılar. Onları dinlerken gözlerim, bana sakin sakin bakan Berna'ya takıldı. Birkaç gün önceki küçük tartışmamızın ardından benimle hiç konuşmamıştı. WhatsApp grubundaki konuşmalara da cevap vermiyordu. Ne zaman buluşsak geliyordu ancak ben odadayken konuşmuyordu. Bana kızgındı belki de. Hayır, hayır, kırgındı.

"Tamam, teorileri artık bir kenara bırakalım," dedi Hayat ve her birimiz onu onayladık. Âdem'i bulmak isteyen ben bile, bu konuşmalardan sıkılmıştım.

"Havva şimdi düşün, Âdem yaşadığı yer ile ilgili daha önce bir şey söyledi mi?" Hayat'ın gözlerinin içine bakarken bu sorunun ne kadar da mantıksız olduğunu düşünmüştüm. Âdem'e karşı büyük bir ilgi beslerken, yaşadığı yer ile ilgili verdiği bilgiyi nasıl unutabilirdim ki?

"Söylemedi, belki de bilmemi istemiyordu." Canan ayağa kalktı ve dışarı doğru yönlendirdi adımlarını. "Nereye gidiyorsun?"

"Dolapta cips var mı, ona bakacağım."

"Bir de Büşra Teyze kurabiye yapmış mı bak, eğer yapmışsa bana da kurabiye getir!" diye seslendim ardından. Jale gözlerini kısarak bana baktı.

"Kurabiyelerimi bitirirsen, ölürsün." Koltukta daha rahat bir pozisyonda oturmaya çalışırken dilimi çıkarttım.

Canan elinde bir paket cips ve bir tabak kurabiyeyle içeri girdi. Tabağı bana uzatınca ona öpücük yollayıp tabağı aldım. Karşı koltuğa oturunca Berna cipse atıldı ve paketin içinden bir avuç aldı. Canan'ın gözleri kocaman açıldı ve şaşkınlıkla Berna'ya baktı.

"Hey, o benim cipsim!" Berna omuz silkmekle yetindi. Canan Berna'nın elindeki cipsleri almak için Berna'ya doğru bir hamle yaptı. Berna elini geriye atınca Canan da kendini Berna'nın üzerine attı. Kahkaha atarak onları izlerken Jale mavi-mor rengi saçlarına üfledi ve ayağa kalktı. Berna ve Canan koltuktan yere düşünce cipslerin ezilme sesi kulaklarıma ulaştı. Gülmekten karnıma ağrı girmişti ve gözlerimden yaşlar geliyordu. Hayat da benimle aynı durumdaydı ancak Jale gayet ciddiydi. Ayağıyla onları dürtüyordu.

"Hey, kavgayı bırakın!" Hayat ayağa kalktı ve yerde boğuşan Canan ve Berna'nın üzerine atladı. Hayat sevinç çığlığı atarken Berna ve Jale acıyla inlemişlerdi. Yumruklar ve tekmeler havada uçuşurken ben de onlarla eğlenmek istemiştim. Elimdeki tabağı yan tarafa koydum ve hızla ayağa kalkıp yanlarına gittim.

Berna Canan'ın üzerindeydi ve onu yumruklamaya çalışıyordu ancak Canan kollarından tutmuş ve onu engelliyordu. Hayat Berna ve Canan'ın üzerine yatay olarak uzanmıştı, kızlar fark etmiyorlardı belki ama o kahkaha atarak yavaş yavaş darbeler indiriyordu. Canan Berna'yı üzerinden atmayı başarınca Hayat ve Berna yana yuvarlandı. Bu durumda atladığım zaman her birini acıtabilecektim. Kötü kötü gülümsedim.

"Atlıyorum!"

"Hayır!" Kızlar hep birlikte bağırınca onlarla birlikte Jale'nin de bağırması beni şaşırtmıştı. Kaşlarım çatılmış bir şekilde Jale'ye baktım. Saçını arkaya attı ve her birimize kısa kısa baktı. Ardından gözlerini sıkıca yumdu.

"Âdem'in evinin nerede olduğunu biliyorum." Karanlık bir sokağa adım attım. Gözlerim bir çift göze kilitlenmişti. Karanlık sokakta gözlerim sadece bir çift gözü görüyordu ve bu durum beni korkutuyordu. Kalbimin ritmi hızlanmıştı.

"Âdem... İlk zamanlarda, bana mesaj atmıştı, yani, Havva özür dilerim ama biz konuşuyorduk ve..." Gözlerimin önüne şeffaf bir perde indi. Artık gördüğüm o gözler de bulanıktı.

"Ben, şey... Tam olarak ne kadar önceydi bilmiyorum ama aradan baya geçti." Bir yere tutunmaya ihtiyacım vardı ancak bu sokak çok karanlıktı ve ben tutunabileceğim bir yer göremiyordum.

"Biz konuşurken, bana hasta olduğunu söylemişti. İnanmamıştım ama daha sonra beni arayınca sesinden ne kadar kötü olduğunu anlamıştım. Tek başına bir şey yapamıyordu, ben de onun attığı adrese gittim." Kelimelerin ağırlığı olabilir miydi? Dudaklardan dökülen kelimeler nasıl olur da bıçak yarasından daha çok acıtırdı? Üzerine düşünce, ağırlığıyla seni nasıl ezebilirdi?

"Onun evine gittim ve ona yemek yaptım..." Derin bir nefes içine çekti gözlerin sahibi. Sesi artık boğuktu. Ağlıyor muydu?

"Evinin nerede olduğunu sana söylemek istemedim çünkü Âdem'i orada bulmandan korktum. Ancak şu an görüyorum ki Âdem'i bulman senin için daha iyi olacak. Evi... Bizim sitede, oraya gitmek istersen apartmanın numarasını ve daireyi sana mesajla gönderirim..." Gözlerimi kapattım birkaç saniye. Zihnimin denizi sahilime darbeler indirdiğinde gözlerimi açtım. Fırtına geliyordu.

"Özür dilerim, söylemeliydim."

"Kes sesini." Sesim sanki hiçbir şey olmamış gibi sakin çıkmıştı.

"Biliyorum kızgınsın-"

"Kes sesini!" Boğazım yanmaya başlayana kadar bağırdım.

"Kes sesini Jale!" Gözlerimden birkaç damla yaş süzülünce elimin tersiyle sildim ve belki de ilk kez ağlamamı durdurdum. Ben bir gülün içindeydim ve o gül yaşadığı sürece yaşayacaktım. Suya ihtiyacım vardı. Her gün biri su ihtiyacımı karşılıyordu ve ben de o kişinin yaşamımı uzattığını sanıyordum. Oysaki yalnızca beni zehirliyordu. Bana verdiği şey yalnızca su değildi. Suyun içine karıştırılmış zehir vardı.

Ve ben bunun farkına yeni varıyordum.

"Havva..." Berna ayağa kalmıştı ve bana doğru geliyordu.

"Biliyor muydunuz?" Berna başını hızla iki yana salladı. Gözleri birkaç saniye Jale'ye takıldı.

"Hayır, Havva, arkandan iş çevirdiğini bilmiyorduk."

Başımı iki yana salladım ve kendime gelmeye çalıştım. İki hafta boyunca yaşadığım o kötü olayları hatırlamanın yararı yoktu. Bakışlarımı sokak lambasından ayırdım. Bir tane sigaraya daha ihtiyacım vardı. Geçmişin su yüzeyine çıkması kalbimin üzerine bir yük daha koymuştu. Âdem'in Jale'yi evine çağırması beni sarsmıştı. Jale, ben, dükkâna gelip onu soran kadınlar... Hepimizi bir arada idare etmişti ve biz öylece ona kanmış mıydık? Bir hortum gibi gelip hepimizi içine hapsetmişti ve gidince geride yalnızca harap olmuş bizleri bırakmıştı.

Kollarımı demirlere dayadım ve başımı da kollarıma gömdüm. Ne zaman zihnim bulanık olsa bu şekilde başımı bir yere gömme ihtiyacı duyardım. Bu şekilde rahatladığımı düşünüyordum ancak şu an anlamıştım ki rahatlamıyordum. Hala aklımı kurcalıyordu. Âdem hastayken neden beni yanında istememişti. Onu bu denli seven ben varken neden evini ve kalbini Jale'ye açmıştı. Jale daha mı güzeldi? Yoksa daha mı iyiydi? Belki de daha masum?

Onu sevdiğimi bilmesine rağmen ve beni çağırdığında ona doğru koşacağımı anlamasına rağmen çağırdığı kişi ben olamamıştım. Sevdiğim adam hastayken ona yardım edememiş, yemek yapamamıştım.

Kendimi rahat bıraktım ve gözyaşlarımın akmasına izin verdim. Artık onu sevip sevmediğimi bilmiyordum. Onu görseydim eğer neden diye sormak isterdim. Ama yine de onu görmeyecektim. Bu yüzden düşünmeme de gerek yoktu.

Başımı kaldırdım ve gözyaşlarımı sildim. Keşke gözyaşlarımı silebildiğim gibi kalbimdeki acıyı da silebilseydim. Keşke bazı acıları dindirmek kolay olsaydı. Bedenin acısı geçiyordu ancak ruhun acısı geçmiyordu. Sol tarafta hep bir sızı oluyordu.

İçime Antalya'nın serin havasını çektim. Telefonumu hırkamın cebinden çıkarıp saate baktım. Saat 23.40'tı. Instagram ve WhatsApp'tan bildirim gelmişti. Ekran kilidini açtım ve bildirimlere baktım. İlk olarak WhatsApp'a girdim ancak telefonum birkaç saniye dondu.

"Sırası mıydı şimdi?" Birkaç saniye sonra telefonum kendine geldiğinde bulunduğum gruplardan mesaj geldiğini gördüm. Grup mesajları dışında eski arkadaşlarım ya da akrabalarım yeni yılımı kutlamışlardı. Aşağıya indim ve o sırada gözlerime bir şey takıldı. Başta inanamasam da birkaç saniye sonra gerçek olduğuna kanaat getirmiştim. Âdem mesaj atmıştı. Açıp baktığımda konum gönderdiğini görmüştüm. Ellerim heyecanımın etkisiyle titremeye başlamıştı. Attığı konum bizim evin yakınlarındaydı. Arabayla yedi dakika sürüyordu ancak yürüyerek yirmi dakikada ulaşabiliyordum. Sahilin biraz gerisinde büyük bir alan mevcuttu ve her yıl orada yılbaşı kutlanırdı. Bir sürü insan oraya gelirdi ve yılbaşı coşkulu bir şekilde kutlanırdı. Havai fişek gösterisi saattam 00.00'da olurdu. Genelde orada olurdum ancak bu yıl keyfim olmadığı için gitmek istememiştim. Üzerimdeki elbise yüzünden dışarıda olan bacaklarım üşümeye başlamıştı.

Hemen Âdem'e mesaj attım ancak iletilmedi. WhatsApp'tan çıktım ve onu aradım ancak ulaşılamadı. Bana verdiği kâğıt gözlerimin önüne gelmişti. Giderken bile bana küçük bir mesaj vermişti ancak ben onu anlamıştım. Acaba diğer kadınlara da vermiş miydi? Kalbim bu düşünceyle sızladı. Onun için bir şey yapmak istemiyorum ancak yine de onu görmem gerekiyordu. Hızlı bir şekilde balkondan çıktım. Herkes bir yerde oturuyordu. Onlara bakmadan ilerledim ve salondan çıktım. Odama gidip çantamı aldım. İçinde cüzdanım var mı diye kontrol ettim. Paraya ihtiyacım olabilirdi. Telefonumu da içine attıktan sonra dolaptan siyah deri ceket çıkardım. Üzerimdeki hırkayı çıkarınca elbisemin üst kısmı ortaya çıktı. Elbisem siyahtı ve boynuma kadar uzanıyordu. Orta kalınlıkta bir kumaş boynumu sarıyordu. Boynumu saran kumaştan üç ayrı parça aşağıya iniyordu ve elbiseye bağlanıyordu. Siyah kumaş göğüslerime kadar düzdü ancak iki göğsümün arasında göbek deliğime kadar ulaşan bir dekolte mevcuttu. Elbise vücudumu sarıyordu ve her kıvrımı açıkça belli ediyordu. Elbise dizimin bir karış kadar üstünde bitiyordu. Annem yılbaşına özel giyinmemi söylemişti ama ne özel bir yılbaşıydı!

Siyah deri ceketimi üzerime geçirdiğimde Canan odaya girdi.

"Nereye böyle?"

Ona cevap vermedim. Acele etmem gerekiyordu. Âdem oradan ayrılmadan onu yakalamalıydım. Bunun için hızlı hareket etmem gerekiyordu. Çoraplarımı hızla ayağıma geçirdim ve farkına varmadan yere attığım çantamı aldım. Koşa koşa odamdan çıkınca Canan da peşimden geldi.

"Nereye gidiyorsun Havva?" Sesi artık endişeli çıkıyordu. Dış kapıyı açtım ve dışarı çıktım. Spor ayakkabılarımı giyindim ve şans eseri bir kat aşağıda olan asansörü çağırdım. Birkaç saniye sonra asansör geldi ve ben ardımda şaşırmış bir Canan bırakıp aşağı indim. Asansör durunca koluma astığım çantamı düzeltip dışarı çıktım. Yürüyerek gidersem eğer geç kalabilirdim ve Âdem gidebilirdi. Bu yüzden koşmaya başladım.

Yollar sessiz değildi. Kahkaha atan kadınlar ve yolun kenarında uyumuş bir sürü genç vardı. Hızımı arttırıp koşmaya devam ettim. Koşmayı çok sevmeyen bir insan olarak hemen yorulmuştum. Nefes alış verişlerim hızlanınca dengelemeye çalıştım. Yukarıdan gevşek bir şekilde topladığım saçım yavaş yavaş aşağıya kaydı ve en sonundan açılıp iki yanıma döküldü.

"Hey buraya gelsene!" Birkaç erkek kaldırıma oturmuşlardı ve bana seslenmişlerdi. Onları umursamayıp koşmaya devam ettim. Bir tanesi bana doğru gelmeye çalıştı ancak iki adım atmıştı ki yere düştü. Arkadaşları düşen çocuğa bakıp kahkaha atarken beni unutmuş gibiydiler.

Her ne kadar spor ayakkabımı giyinmiş olsam da üzerimdeki elbiseyle koşmak hiç kolay değildi. Nefes nefese kalmıştım ancak çok yaklaşmıştım. Şarkıların gümbürtüsü ve insanların bağırışları kulaklarıma ulaşırken geçmişim su üzerine çıktı. Her yıl oraya gidip ertesi gün yaşadıklarımı hatırlayamayacak kadar sarhoş olurdum. Çılgınlar gibi dans ederdim. Bu yıl oraya gidemeyecek kadar kötü hissetmiştim kendimi...

Birkaç dakika sonra alana varmıştım. İnsanlar çılgınlar gibi dans ediyordu. Âdem'i bulmak için aralarına karışmam gerekiyordu ve öyle de yaptım. Ter kokmuş ve bağıran insanların arasından sıyrılmak hiç kolay değildi. Yine de onu aradım. Sayısız insanın arasından geçtim hatta birkaç defa elli tacize uğradım ancak ne zaman buraya gelsem yaşadığım şeylerdi bu yüzden aldırış etmedim. Elinde mikrofon olan bir kadın, "Son iki dakika, hazır mıyız?" diye bağırdı. İnsanlardan da "Evet!" cevabını aldı. İlerlemeyi bırakıp gözlerimle etrafı yokladım. Âdem hiçbir yerde yoktu. Umutsuzluğa kapılmıştım ki arkadan biri bana sarıldı. Korku kalbime tırmandığında birkaç saniye ne yapacağımı şaşırdım. Belimdeki elleri tuttum ve çektim ancak beni tutan adamdan kurtulamadım. Ellerim titremeye başladı. Kurtulmak için debelendim. Kadın bir dakika kaldığını belirtti. Kalbim göğüs kafesimi delecek gibi atarken çözüm yolu aramaya çalıştım.

Adam başını sağ omuzuma, saçlarımın içine gömdü. "Bırak!" Sesim güçsüz çıkmıştı. Ağzımı bir kez daha bırak demek için açmıştım ki adam "Şşş." Dedi. Donup kaldım. Hücrelerim ani duygu değişimi yüzünden patlayacak gibiydi.

"Güneş, başka bir şehri terk ettiğinde," Kalbim bu tanıdık sesle hem rahatlamış hem de sızlamıştı.

"Orada, gündüz ve geceyi ayıran çizgide," Etraftaki kalabalık zıplamaya başlamıştı ancak biz sanki onlar orada değilmiş gibi kaskatı bir şekilde duruyorduk. Kalbimin sesi, bu gürültüyü yarıp kulaklarıma ulaşıyordu.

"Durdun ve sustun." Ayaklarımda hiç güç kalmamıştı. Yere düşeceğim sırada beni daha sıkı sardı ve düşmemi engelledi.

"Ve tırmandın, pes ettiğimde." Bakışlarım gökyüzüne takılı kalmıştı. İnsanların oluşturduğu bu gürültüyü Âdem kendi sesiyle bastırıyordu.


"Ne bir Adım ileride, ne bir adım geride," Kulaklarıma ulaşan bu şiir üzerimde bir ninninin etkisini yaratıyordu.

"Güneşin battığı çizgide," Bu şiir bir ninni gibi beni rahatlatıyordu.

"Durdun ve sustun." Yıldızları zar zor seçerken, yalnızca bir şiirle bana son iki haftayı unutturduğunu fark etmiştim.

"Ve gittin, umut ettiğimde." Âdem bana daha sıkı sarıldı ve kokumu içine çekti.


"Şimdi geçmiş geleceği yendiğinde," İnsanlar geri sayıma başlamışlardı.

"Anıların karalanacağı o ince çizgide," Kalabalık ondan geriye doğru sayarken kalbim hızla çarpmaya devam etti. Ölümün kıyılarındaymış gibi...

"Durdun ve sustun." Yeni yıla sadece üç saniye kalmıştı.

"Ve geldin, gitti dediğimde."

Havai fişekler gökyüzüne yükselip patladığında insanlar coşkuyla bağırmaya başladılar. Yanıp sönen ışıkları ve birbiri ardına gökyüzüne yükselen havai fişekleri izledim

Sonra Âdem başını öne doğru uzattı ve açıkta kalan yanağıma masum bir öpücük kondurdu. 


Veeee bölüm sonu! Görüşlerinizi belirtmeyi unutmayın. Mesela bu olsaydı daha iyi olurdu bu olmasaydı gibi. Bu arada bölüm geciktiği için üzgünüm, yazmıştım ancak yayınlamakta sıkıntı yaşıyordum. Ha bir de şiiri beğendiniz mi? Yazdığım ilk şiirdi görüşlerinizi belirtirseniz çok iyi olur. :) Neyse bölüm 4000 kelimeydi, en uzun bölüm oldu! Bir sonraki bölümde sürprizlerim olacak, takipte kalın :) 

Yazarınız :*

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top