19. Âdem Gitti.

Bölüm Şarkısı: Selena Gomez - Bad Liar
Multimedyada Havva var. Görüşlerinizi belirtin lütfen.

Bu arada Havva olarak seçtiğim oyuncuyu kabul etmek zorunda değilsiniz. Gözünüzde başka bir şekilde canlanmışsa, o şekilde kalsın. Ben sadece Havva için uygun olduğunu düşündüm.

Not: Havva'nın gözleri ela, ancak seçtiğim oyuncunun gözleri ela değil. Gözleri hesaba katmayın :)

Keyifli okumalar ;)

*****

Bu bölüm, düşmekte olan insanlara ithafen yazılmıştır.

Kalabalık dağılmaya başlamıştı. İnsanlar kavga hakkında konuşuyorlardı. Bu da uğultuya sebep oluyordu. Zihnimin içinde dönüp duran uğultulara... Etrafımda olup biteni görüyordum. Ancak öyle garip bir durumun içindeydim ki, hiçbir şeyin farkında değildim. Zihnimin 'durdur' tuşuna basılmış gibiydi. Hislerim durmuştu. Büyük bir hiçliğin içindeydim sanki. Nefes alıyor muydum? Peki, vücudum neden titriyordu? İhtiyacım olan şey neydi?

Bilincimi açık tutmaya çalışıyordum. Bunun için büyük bir savaş veriyordum. Her şey durmuştu ancak sesler ve görüntüler durmamıştı. Âdem'in yerde, tekmelere maruz kaldığı o dakikalar gözlerimin önünden gitmiyordu. İşkenceden farksızdı ancak buna rağmen hiçbir şey hissedemiyordum. Okyanusun ortasında gibiydim. Etrafımı köpekbalıkları sarmıştı. Soğuk vücudumu esir ettiği için artık hiçbir şey umurumda değildi. Böyle bir durumun içindeydim. Karaya yüzmek kolay olacak mıydı? Peki, kara neredeydi?

Görüş açıma bir bardak su girince, irkildim. Bardağı yavaşça alacağım sırada, bardağı kimin uzattığına baktım. Yaralı yüzüyle Osman bana bakıp gülümsüyordu. Bardağı aldığımda teşekkür ettim. Boğazım kurumuştu ancak içmek istemiyordum. Buna rağmen bir yudum içtim. Su, kuru boğazımı ıslatıp, yoluna devam ettiğinde, içimden bir ses bir yudum daha içmemi söylüyordu ancak dinlemedim. Eğer içersem, kusabilirdim.

Osman bir sandalye çekip yanıma oturdu. Sessizdi. Hiçbir şey söylememesine sevindim. Etrafta bu kadar ses varken, kimseyle konuşmak istemiyordum. Rahatlamaya ihtiyacım vardı, kahveye ihtiyacım vardı. Ancak midem bu kadar çalkantılıyken kahve içmem intihar olurdu.

Osman ayağa kalktı ancak ona bakmadım. Eğer gitmek istemişse ona bakmam, kendisini kötü hissetmesini sağlayabilirdi. Ve ben onun kötü hissetmesini istemiyordum. Âdem'i sevmediğini görebiliyordum. Kavgaya Âdem'i korumak için karışmamıştı. Beni korumak için karışmıştı. İçime, kendimi çok kötü hissetmemi sağlayan bir his düştü. Başımı eğdim. Benim yüzümden dayak yemişti.

Boğazım tekrar kurumuştu ve az da olsa ıslanmak için yalvarmaya başlamıştı. Başımı kaldırıp bir yudum daha su içeceğim sırada, omuzlarıma konan pamuksu hırkayla kalbim hızla çarpamaya başladı. Yanımdaki sandalyeye biri oturdu. Bana baktı ve gülümsedi.

"Üşüdüğün zamanlarda, hırka istemelisin."

Şaşkın gözlerle ona baktım. Sağ gözünün çevresi morarmıştı. Sol şakağında kurumuş kan vardı ve dudağı patlamıştı. Ancak Osman hiçbir şey olmamış gibi gülümsüyordu. Güneş gibi, gecenin en karanlık anında doğmuş ve her yeri aydınlatmaya başlamıştı. Ayağını yere vurarak ritim tutmaya başladı.

"Titriyordun, üşüdüğünü düşündüm. Rahatsız mı oldun? Eğer öyleyse üzgünüm. Yardım etmeye çalışmıştım." Kendime gelmeye çalışırken başımı iki yana salladım.

"Benim hatam." Dudaklarım iki yana kıvrıldı. Gülümsemiştim. "Teşekkür ederim." Başını eğdi ancak yine de gülümsediğini görebilmiştim. Osman... Tesadüf eseri hayatıma girmiş bu yakışıklı adam. Hiçbir karşılık almadan her seferinde bana yardım ediyordu. Ama neden? Neden bana yardım ediyordu? Herkese karşı böyle miydi? Hayır, herkese değil. Derin bir nefes aldım. Sonra birden yine gülümsedim. Âdem'i tanıdığımdan beri ne çok derin nefes alıyordum ben öyle! Babam hep derdi: "Bir insan durup durup derin bir nefes alıyorsa, aklını kurcalayan bir şey vardır."

"Havva?" Canan'ın sesini duyunca sesin geldiği yöne doğru döndüm. O sırada gözüme yüzüklerin bulunduğu raf takıldı. Buraya geldiğim ilk gün gözümün önüne geldi. Bir yanım, onu tanıdığı için pişmandı.

Canan bana doğru büyük ve hızlı birkaç adım attı ve boynuma atladı.

"İyi misin?" Beş dakika önce bu soruyu sorsaydı muhtemelen ağlayarak iyi olmadığımı söylerdim ancak şimdi gayet iyiydim.

"Evet, iyiyim." Daha sıkı sarıldı. "Üzgünüm, seni bırakmamalıydım." Sesi cılız çıkmıştı. Burnunu çekti. Evet, Canan ağlıyordu. Kollarını tuttum ve onu kendimden uzaklaştırdım. Gözyaşları birbirini takip ediyordu.

"Canan..." Hilmi, Canan'ın yüzüne şaşkın şaşkın baktı. Hangi ara gelmişti, bilmiyordum ancak Canan'ın ağladığını görünce şaşırmıştı. Normal bir zamanda olsaydım, bu duruma gülebilirdim.

"Üzgünüm Havva, seni bırakmamalıydım." Ayağa kalktım ve ona sıkı sıkı sarıldım.

"Gitmeni ben söyledim Canan!" Saçını okşadım. Bir dakika! "Hey, teselli edilmesi gereken benim!" Canan ağlamaya kesti ve gülümsedi. Benden olabildiğince uzaklaştı. "Yine aynısını yaptım, değil mi?" Kıkırdadım.

"Bunu her zaman yapıyorsun!" Ne olup bittiğini anlayamayan Osman ve Hilmi cevap bulabilmek için bakıştılar.

"Boş verin, aramızda bir mesele." Yere düşen hırkayı eğilip aldım. Çok yumuşaktı ve çok güzel kokuyordu. Osman'a doğru uzattım.

"Sanırım bu senin." Hırkayı ilk kez görüyormuş gibi baktı. Dudağımı ısırdım.

"Az önce omuzuma bırakmıştın Osman?" Gözleri yaşadığı şaşkınlıkla büyüdü. Muhtemelen unuttuğunu anlayınca şaşırmıştı. Daha sonra gözlerini kıstı ve elimden almak için bana doğru uzandı. Kendine kızmıştı. Hırkayı ona verdim ancak giyinmedi.

"Osman sen gerçekten de ahmaksın." Hilmi'nin bu şekilde araya girmesiyle şaşırmıştım. Osman, Hilmi'ye doğru hızla döndü. "Neden?" Hilmi güldü ve arkasını dönüp dükkândan çıkmak için yürüdü.

"Hırkayı geri almamalıydın." Ellerini pantolonunun cebine soktu ve havalı bir şekilde dükkândan çıktı. Osman da hiçbir şey anlamadan Hilmi'nin arkasından bakakaldı. Canan gülmemek için nefesini tutmuştu ve başını eğmişti. Osman zoraki bir şekilde bize doğru döndü.

"Hadi, gelin, sizi eve bırakalım." Yüzüme bakmadan konuşmuştu. Hızlı bir şekilde arkasını döndü ve ilerledi. Neden bu kadar çok utanmıştı anlamamıştım. Gülüp geçmesi gerekirdi. Dükkândan çıktı ve sağa sapıp gözden kayboldu. Canan hızla yanıma geldi ve koluma girdi.

"Âdem acelesi olduğunu söyleyip gitti." Bu cümle kanıma karıştı ve geçtiği her yeri yaktı. Ben onu, o halde görünce öldüm ancak o bana hiçbir şey söylemeden çekip gitti. Her seferinde yaptığı gibi kalbimi parçalara ayırdı. Bunu nasıl başarıyordu bilmiyordum. Kalbimi kıran o muydu? Yoksa kalbimi eline vererek kıran ben miydim?

"Bunu verdi bana. Zamanı geldiğinde ne olduğunu anlayacakmışsın." Avucuma bıraktığı kâğıda baktım. Rastgele bir sayfadan yırtıldığı, kâğıdın şeklinden anlaşılıyordu. Üzerinde 31 Aralık 23:30 yazıyordu. Ne anlama geldiğini anlamadım. Yılbaşı gecesini ima etmiş olmalıydı. Ancak neden -yaklaşık- iki hafta önceden bunu yazmıştı?

"Bunu verirken başka bir şey söyledi mi?" Başını olumlu anlamda sallarken gözleri uzağa dalmıştı. Âdem'in sözcüklerini hatırlamaya çalıyor olmalıydı.

"Ona üzgün olduğumu söyle." Başını bir sağa bir sola eğdi. "Neden diye sormasın." Saçını karıştırdı. "Evet, sanırım bunları söyledi."

Gitmesi için bir sebebi olduğunu biliyordum. Ve ona güveniyordum da. Bu yüzden neden diye sormak istemiyordum. Ancak elimde değildi. Elimin tersiyle itsem de soru işaretleri üzerime yığılıyordu. Avucumu kapattım ve kâğıdın içinde buruşmasını sağladım. Onun için endişelenmeye başlamıştım. Çünkü anlamıştım ki, aniden gitmesinin sebebi, birilerinden kaçmasıydı.

Âdem birilerinde kaçıyordu.

*******

Üzerimdeki kıyafetleri çıkarırken gözüm masamın üzerindeki kâğıda takıldı. Hala ne olabileceğini anlamamıştım. Yol boyunca sadece bunu düşünmüştüm ancak cevabı bulamamıştım. Nasıl bulabilirdim ki? Onun hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Aptallık edip beraber olduğumuz onca zamanda ona hiç soru sormamıştım. Üst geçitteyken bana bir şeyler anlatmaya çalışmıştı. Bunu şu an anlıyordum. Ben ise gereksiz triplere girip onu dinlememiştim.

Saçımı tuttum ve çekiştirdim. "Ahmak." Bunu yapmak hiç işime yaramamıştı. Aksine daha çok sinirlenmeme sebep olmuştu.

"Ahmak Havva!" Ayaklarımı yere vurdum. Dayak yemek istiyordum. Birinin beni dövmesi gerekiyordu. Derin bir nefes aldım ve yarı çıplak bir şekilde odamdan çıkıp mutfağa gittim. Adımlarımdan kararlılığım görülebiliyordu. Mutfağın kapısından içeri girince Efsane Afacanlar ve teyzem bana doğru döndü. Şaşkın şaşkın bana baktıklarında annem de ne olduğunu anlamak için döndü.

"Git üstünü giyin Havva!" Sesi uyarı doluydu ancak görmezden geldim. Dayak yemek istiyordum.

"Anne beni dövsene." Annem dışında herkes kıkırdadı.

"Kızım baban görecek üstünü giyin bu ne hal!" Omuz silktim. Ağır bir tokadı hak ediyordum.

"Anne ben hamileyim." Sakin sakin bana bakan annem ve ağzındaki içecekleri püskürten diğerleri.

"Üstünü giyin ve çöpü çıkar."

"Yine mi?" İtiraz edecektim ki aklıma Âdem'in buralarda olabileceği geldi. Geçen sefer gelmişti. Hiçbir şey söylemeden koşa koşa odama gittim ve üzerimi giyindim. Saçlarıma çeki düzen verdim, makyajımı tazeledim ve koşa koşa dış kapıyı açıp evden çıktım. Ayakkabılarımı giyinebileceğim en kısa sürede giyindim. Asansör en alt kattaydım. Yukarı da bir türlü çıkmıyordu. Bu yüzden koşa koşa merdivenlerden indim. Aşağıya inmeme çok az kalmıştı ki çöpü almadığımı fark ettim. Tekrar yukarı çıktım. Nefes nefese zili çaldım. Birkaç saniye sonra Özlem kapıyı açtı.

"Çöp... Çöp poşeti..." Hoplaya zıplaya içeri girdi. Annemin homurdanmalarına ve teyzemin onu onaylayışlarına kulak verirken Özlem poşeti bana uzattı. Katımıza gelmiş olan asansöre bindim ve aşağıya indim. Çok heyecanlıydım. Eğer buradaysa ona doğru koşacak ve sıkı sıkı sarılacaktım. Sonra olaylarını anlatmasını isteyecektim. Asansör durunca kapıyı açtım ve koşa koşa dışarı çıktım. Çöp konteynırının önüne geldim. Etrafıma bakındım ancak Âdem'in burada olduğunu gösteren hiç işaret yoktu. Kalbimin burkulma sesi kulaklarıma ulaşırken poşeti konteynırın içine attım. Sonra konteynırdan uzaklaştım ve bekledim. Belki... Belki buralarda bir yerdeydi. Belki... Belki birazdan gelecekti. Zaman aktı ancak o bir türlü bu sokağa girmedi. Gözüme bir türlü lacivert bir araba takılmadı. Hava soğumaya başladı. Üzerime hırka almadığım için pişman oldum. Ancak eve çıkmadım. Orada bekledim. Önce güneş battı. Umutlarımlar birlikte. Sonra hava karardı. İnsanların garip bakışları üzerimdeydi. Umursamadım. Bekledim. Bekledim. Bekledim. Kaç saat geçmişti bilmiyordum ancak ben orada sokağın ortasında bekledim. Hava iyice kararmıştı ve dükkânlar kapanmaya başlamıştı.

Gelecekti. İnanıyordum. Kaldırıma oturdum ve gelmesini bekledim. Hem geçen sefer geç saatlerde gelmemiş miydi? Bu düşünceye sıkı sıkı sarıldım. Geride kalan zaman benim için önemli değildi. Telefonumu yanıma almadığım için sevinmiştim. Eğer yanımda olsaydı illaki birileri arardı ve bu da benim rahat edemememe sebep olurdu.

Kollarımı bacaklarıma sardım ve yolu izledim. Aklımdan onunla geçirdiğim anlar geldi. Başta pek bir şey ifade etmiyordu. Ancak yakından bakınca hiçbir şey görülmezdi zaten. Jale'den kaçarken Âdem'e çarptığım o anlar zihnimde canlanırken gülümsedim. Aniden ruh halim değişmişti ve birden ağlamıştım. Yirmi dokuz yaşına gelmiş bir çocuktum ben. Kariyerde gözüm yoktu. Ben sadece gerçek aşkı arıyordum. Şehir şehir gezmiştim ancak gerçek Âdem'i yine bu şehirde bulmuştum. Uzaklarda aradıklarım hep yanı başımda oluyordu. Lisede âşık olduğum Âdem acaba şimdi ne yapıyordu? Derin bir nefes aldım ve daha çok dikkat ederek yolu izledim. Geçmişi düşünerek dakikalarımı geçirdim. Sokakta sadece bir dükkân açıktı. Diğer dükkânlar tek tek kapanmıştı. Saatlerdir buradaydım. Acaba annemler beni merak etmiş miydi? Belki de eve sessizce girip odama çekildiğimi düşünmüşlerdi. Başımı bacaklarıma gömdüm. Âdem geldiğinde onu yumruklayacaktım.

"Havva?" Adımın telaffuz edilmesiyle irkildim. Başımı kaldırdım ve sesin geldiği yöne baktım. Babam üzerinde pijamalarıyla karşımdaydı. Yanıma geldi.

"Hava soğuk Havva, bu saatte ne yapıyorsun?" İçten içe üzülüyorsanız, biri size herhangi bir soru sorunca ilgi istiyordunuz. Büyük bir ağlama isteği içimde yeşerirken gözlerimin dolmasına engel olamadım. Babam durumu anlayıp yanıma oturdu.

"Âdem meselesi, değil mi?" Benim babam, her zaman küçük sırdaşım olmuştu. Günlük tutmazdım ben. Çünkü günün birinde içine karaladığım kelimeler bana karşı kullanılabilirdi. Bu yüzden hep babama anlatırdım. Onun, benim için ayırdığı boş sayfaları vardı. Ben o sayfaları karalardım, ihtiyacım olana kadar o sayfalar görünmez olurdu. Yine ona anlattım. Sinirlendiğini görebiliyordum ancak yine de hiçbir şey söylemiyordu. Bir günlük gibi içine karalıyordum kelimeleri ancak geri dönüş olmuyordu. En yakın arkadaşlarıma bile anlatamadıklarımı babama anlatırdım bu yüzden. Her şeyi anlattıktan sonra elini cebine attı ve telefonumu çıkardı.

"Geç kalma." Dedi ve gitti. Apartmana girene kadar arkasından baktım. Ardından telefonuma baktım. Neden getirmişti? Ya da neden geç kalma deyip gitmişti?

Tuş kilidini açtım. Yalnızca bir cevapsız çağrı vardı. Üzerine tıkladım. Vücudumu büyük bir panik dalgası sardı. Âdem beni aramıştı. Ancak ben aptallar gibi burada oturmuştum ve gelmesini ummuştum. Nefes alamayacak duruma gelmiştim. Elim titrerken Âdem'i geri aradım. Telefonumu kulağıma götürdüm. Onunla konuşmak istiyordum. Kavganın sebebini deliler gibi merak ediyordum. Âdem kavga edecek bir adam değildi. Onu biraz bile tanımışsam işin içinde çok farklı bir şey vardı. Telefon kulağımdayken, bir kadının sesini duydum.

"Aradığınız kişiye ulaşılamıyor..." O an zaman durdu. Zihnime korkunç bir gerçek süzüldü. Sanki kanım akmıyordu. Kalbim kanı pompalamıyor gibiydi. Arabalar geçmiyordu artık. Rüzgâr da esmiyordu. Ama hava soğumuştu. Bir damla gözyaşı yanağımda düz bir çizgide ilerledi. Sonra gözyaşı kucağıma düştü.

Âdem... Âdem gitmişti.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top