26. Kalem ve Silgi
Multideki şarkı ve gif bölümle çok uygun, göz atmanızı öneririm.
Finale bir kala, keyifli okumalar.
Bu bölüm, çaba gösteren adamlara ithafen yazılmıştır.
"Onunla konuşabileceğinden emin misin Havva? Ne olursa olsun, Âdem'in ona anlattığı gerçekleri sana söylemedi." Dedi yatağımın üzerinden oturmuş, aynadaki yansımadan gözlerimin içine bakan Berna. Küpelerimi taktıktan sonra arkamı döndüm. Maşa yaptığım saçlarımı dağıttım ve Berna'ya baktım.
"Anlatmamak onun tercihiydi. Hem onu bir kez daha yargılamak istemiyorum." Dönüp bir kez daha aynaya baktım. Ruj sürmediğimi fark edince, masamın üzerindeki makyaj çantamı elime aldım.
"En yakın arkadaşıma kötü bir etiket yapıştırdım. Oysaki ona güvenmem gerekirdi." Rujumu sürdükten sonra çantayı eski yerine bıraktım. Siyah montumu sandalyenin üzerinden aldım ve giyindim. Ama önümü kapatmadım.
"Haklısın ama bir şeyler içime sinmiyor Havva." Diye mırıldandı Berna. Omuz silkip çantamı koluma taktım. "Artık gitmem gerek." Dedim gözlerine bakarak.
"Ben de seninle çıkayım, Buğra ile buluşacağız." Dedi ve ayağa kalkıp yerdeki montu ve çantasını aldı. Montunu giyinmeyip ilerleyince, "Giyinmeyecek misin?" diye sordum gözlerimle işaret ederek. Beni geçip dışarı çıktı.
"Hayır, Buğra arabayla alacak beni." Diye yanıt verdi. Ben de peşinden ilerleyip odamdan çıktım ve dış kapıya yöneldim. Kapıyı Berna açınca ben de ayakkabılarımızı dışarı koydum. Hızlı bir şekilde ayakkabılarımızı giyinip asansör ile aşağıya indik. Dışarı çıktığımızda soğuk rüzgâr açıkta olan yüzümü yalamıştı. Saçlarım geriye doğru savrulurken Berna, "İstersen, Buğra Jale'nin evine bırakabilir." Diye bir teklifte bulundu. Gülümsedim.
"Hayır, yalnız başıma yürümek istiyorum. Belki söyleyeceğim birkaç şeyi belirlerim." Anlayışla başını salladığında biraz ileride bir araba durdu. Güneşin ışıkları yüzünden arabada kimin olduğu seçilmiyordu ama Berna'nın arabaya bakarak gülümsediğini görünce, Buğra olduğunu anladım.
"İstersen bırakabiliriz?" diye sordu Berna. Ona baktım ve ne kadar şanslı olduğunu gördüm. "Sağ ol," dedim içim yana yana. "Ama yürüsem daha iyi olacak."
Omuz silkti. "Peki, öyleyse, görüşürüz."
*****************
Uzun zamandır, çok garip hissetmemi sağlayan bir düşünce geziniyordu zihnimde. Her şeyin mükemmel olacağına inandırmaya çalışıyordum kendimi. Ama bir yerlerde hep kopukluk oluyordu. Yıllardır kullandığım sokaklar bana yabancı geliyordu. Aklım da normal değildi doğrusu. Eskiden sevilmediğimi kabul ederdim ama şu an öyle değildi. Herkes beni sevsin istiyordum. Hatta o kadar kötü biri olmuştum ki, Berna'yı bile kıskanmaya başlamıştım. Her şeyi yakıp yıkmak istiyordum. Benim kalbim hep kırılmıştı, biraz da onların kırılsın istiyordum. Yıllardır Berna'dan başka kimseyi görmeyen Buğra'nın, artık onu sevmemesini istiyorum.
Her insanın içinde bir parça kötülüğün olduğunu biliyordum. Benim içimde de bir parça kötülük vardı hep. Ama şimdi, o kötülüğün bir parça olarak kalmadığını fark ettim.
Hiç dikkat etmeden kişiliğim değişmişti. Ve bu beni delirtiyordu. Deli gibi ağlamak istiyordum. Ama bunu da yapamıyordum. Yakmak, yıkmak ve mahvetmek çok cazip geliyordu. Ama bir yangın başlatacaksam, ilk kendimi yakmam gerektiğini de biliyordum.
Yine de ne kadar kötü bir halde olursam olayım özür dilemem gerekiyordu. Ama bunu da nasıl yapacağımı bilmiyordum. Bir yanım Jale'yi sevmediği için mutluydu ama diğer yanım bana, her şeyi kendi kafamda kurduğum için burgundu.
Ayaklarım beni daha fazla taşıyamayınca kaldırımın kenarına oturdum. Başımı bacaklarıma yasladım. İşlek bir caddede, birden kaldırıma çökünce çok dikkat çekmiştim. Göz ucuyla gelen geçen herkesin bana baktığımı görüyordum. Ama insanları umursayamayacak kadar kendimi kötü hissediyordum. Birkaç sokak ötede Jale'nin evi vardı ama ayaklarım beni oraya götürmemekte direniyordu.
Orada öylece oturarak kaç dakika kaybettim bilmiyordum. Ama açık olan gözlerim her şeyin döndüğüne şahit oluyordu. Hatta bir ara kusacak gibi oldum.
Bacaklarımı saran kollarım düştü. Nasıl bu kadar kötü biri olmuştum bilmiyordum. Gözlerimin önünde bir cinayet işlense, boş boş bakardım muhtemelen. Yerde can çekişen insanı bile umursamazdım. Hatta onu orada öylece bırakıp yoluma devam ederdim.
Bıkkınlıkla nefesimi verdim. Hangi ara böyle bir insan olmuştum anlayamıyordum. Ellerim saçlarıma gitti ve rüzgârda savrulan saçlarımı tutup çekiştirdi.
Omzumda hissettiğim bir elin ardından, yaşlı bir kadının sahip olacağı seste biri, "Kızım iyi misin?" diye sordu. İrkildim. Yüzüme düşen saçlarımın ardından kadına baktım. Saçlarına aklar düşmüş kadın endişeyle beni süzüyordu. Geriye doğru hareket edip kadının elini düşürdüm. Çatık kaşlı kadın bana acayip bir insanmışım gibi bakarken ayağa kalktım ve onu umursamayıp yalpalayarak ilerlemeye çalıştım. Ama çizgiler bile düz değildi ve hareket ediyorlardı. Durdum ve gözleri kapattım. Yapmam gereken tek şey düşünmemekti. Tabii bunu nasıl başaracağımı da bilmiyordum. Ama birkaç dakika sonra gözlerimi açtığımda her şey normal gözüküyordu.
Saçlarımı geriye attım ve yalpalayarak ilerlemeye devam ettim. Sabah her şey çok güzeldi. Ama fark etmiştim ki, insan yalnız kalınca gerçekler su yüzeyine çıkıyordu. İlerlerken elim dudaklarıma gitti. Ve bir hafta önceyi hatırladım. Gözlerimi sıkı sıkı yumdum. Ardından aralayıp başımı iki yana salladım. Hızlı adımlarla, düşünceleri yarıya indirerek ilerledim.
İşkence gibi geçen birkaç dakikanın ardından Jale'nin oturduğu siteye geldim. Güvenlik beni tanıdığı için bir şey söylemese de, garip hallerim yüzünden kaşlarını çatmıştı. Hızlı adımlarla ilerledim ve Jale'nin apartmanından içeri girdim. Zihnim o kadar garip bir durumdaydı ki bir anda kendimi kapıyı çalarken bulmuştum. Yanaklarıma hafif birkaç tokat attım. Artık kendime gelmeliydim.
Jale kapıyı açınca yüzümde mahcup bir gülümseme belirdi. Geri çekildi içeri girmem için. Dudağımı ısırırken içeri girdim ve ayakkabılarımı çıkarıp Jale'nin önüme bıraktığı terlikleri giyindim. Jale tek kelime etmeyip odasına yöneldi. Onu uzun zamandır tanıyorum ve gerçekten kırgın olduğunda bu tip davranışlar sergilediğini biliyorum.
Pişmanlıkla avuçlarımı sıktım. Tırnaklarım etime gömüldüğünde bir kez daha, Jale'nin peşinden gittim. Odaya girdiğimde Jale'nin dolabını açtığını gördüm. Sadece askıların ve bir montun bulunduğu dolap beni korkutmaya yetmişti. Odaya göz gezdirdiğimde bir valizin olduğunu gördüm. Kalbim korkuyla çarptı.
"Bir yere mi gidiyorsun?" diye sordum. Montunu askıdan çıkaran Jale birkaç saniye duraksadıktan sonra, boşalan askıyı astı ve dolabın kapaklarını kapattı.
"Evet." Diye kısa bir cevap verdi. Aramızdaki soğukluk açık bir şekilde hissediliyordu. Eskiden olsa sırtına atlardım. O da beni atmaya çalışırdı. Sonra birlikte yere düşerdik ve kahkaha atmaya başlardık. Bu kadar güzel bir arkadaşlığı bir erkek uğruna yok ettiğim için çok fazla pişmandım. Ne olursa olsun arkadaşıma bunu yapmamalıydım. Ama zamanı ya da hataları geri alamıyordunuz.
"Nereye gidiyorsun?" diye sorduğumda arkasını döndü. O an Jale'ye dikkatle baktığımda göz kalemi ve ruj sürdüğünü görmüştüm. Saçları da haddinden fazla uzamıştı. Dip boyası da gelmişti. Şaşkınlık içinde onu süzdüğümde beyaz salaş bir gömlek ve altına siyah dar paça bir pantolon giyindiğini gördüm. Jale asla böyle giyinmezdi.
"Değişiklik iyi gelir dedim. Bu yüzden şehir değiştiriyorum. Bir işte falan çalışacağım. Son günlerde Antalya'da aslında bir hayatım olmadığını fark ettim. Çok geç olmadan bir şeyleri değiştirmem gerekiyordu."
Saçlarım önüme düşmemesine rağmen, kulağımın arkasına sıkıştırdım. Ama bu hareketimle saçım yüzüme düştü. "Özür dilerim." Dedim aniden. "Önyargıyla yaklaşmamam gerekirdi. Ama Jale, geçmiş peşimi bırakmadı. Bu yüzden sana kötü bir etiket yapıştırdım ve özür dilerim, cidden Jale, pişmanım. Ne yapmam-"
"Özür dileme." Diyerek lafımı böldü. Afallamış bir halde ona bakarken, karşımda eski arkadaşım olmadığını gördüm. "Özür dileyecek bir şey yapmadın. Hepsi benim hatamdı. Seni gereğinden fazla korumaya çalıştım. Senin doğruyu görebileceğine inanmadım." Başımı iki yana salladım.
"Hayır, Jale, doğru olmadığını biliyor-"
"Uçak biletim yanmadan önce evden çıkmam gerekiyor. Sana hayatında güzel günler diliyorum." Dedi hızlı bir şekilde. Valizini sürmeye başladı. Beni geçti ve odadan çıktı. Dönüp ona bakamadım.
"Sanırım Âdem'ini buldun Havva. Ama dikkat et, seni tekrar üzecek."
Ve konuşmama izin vermeden evden dışarı çıktı. Jale'nin evinde, giden o, kalan ben olmuştum.
******************
Aynı sokaklarda, geçmişin yüküyle yürüyordum yine. Hala inanamıyordum bu gerçeğe. Günün birinde Jale'nin beni bırakabileceğine inanmamıştım hiçbir zaman. Ama şimdi gitmişti. Akan burnumu çektim. Git gide daha çok kötü olduğuma inanıyordum. Artık ruhumda uçurumlar olduğunu görüyordum. Yüzümü ellerimin arasına gömdüm. Yanı başımda geçen araba dursun istiyordum. Beni umursamayan insanlar dursun istiyordum. Bacaklarıma sürterek geçen kedi dursun istiyordum. Ama çok daha fazla istediğim bir şey vardı. Bunu her ne kadar itmek istesem de kendi hayatımın durmasını da istiyordum.
Vicdan azabıyla kalbim sızladı. En son intihar ettiğimde, pişman olmuştum. Yaşamak istiyordum. Ama daha güzel bir hayatta.
"Yolun ortasında neden dikiliyorsun?" diye sordu Âdem'in sesi. Başımı kaldırıp etrafıma baktığımda, yanı başımda duran taksiyi ve içindeki takım elbiseli Âdem'i görmem bir oldu. Durmasını istediğim araba, durmuştu.
"Ne işin var burada?" diye sordum ben de merak ederek. Osman'ınkine çok benzeyen bir taksinin içinde, takım elbiseyle bana bakan Âdem, omuz silkip, "Seni almaya geliyordum ama görünen o ki, yerde ararken gökte buldum." Dedi. "Gökte ararken, yerde buldun." Diyerek düzelttim.
Bir kez daha omuz silkip, "Her neyse, gelsene." Dedi. O kadar bitkindim ki, hiçbir şey sormadan arabaya bindim. Emniyet kemerimi taktım. Âdem'e dönüp baktığımda, onun da bana baktığını gördüm. Hatta sırıtarak baktığını...
"Ne?"
"Ne, ne?"
"Bu konuşmayı daha önce yapmıştık Âdem."
"Evet, en iyisi kendimizi tekrarlamayalım. Eee, nene ne?"
"Âdem!"
"Sadece şaka yapıyordum." Dedi önüne dönerek. Anahtarı çevirdi ve motordan pek alışık olmadığım bir gürültü yükseldi.
"Bu arada, seni, saçlarının kabarık olmadığı bir anda görebilecek miyim?"
"Hayır."
"Güzel, ben de seni bu halinle seviyordum." Heyecan kalbime tırmandı. O an her şey silindi. Çünkü bir erkekten ilk kez böyle bir şey duyuyordum. Utanarak önüme döndüm ve saçlarımı sol omzuma alarak, kızaran yanağımı gizlemeye çalıştım. El frenini indirirken, "Kızardığını biliyorum Havva, gizlemene gerek yok." Diyerek tatlı bir şekilde alay etti. Araba yavaş yavaş hareket ederken, zihnimdeki yorgunluğun yavaş yavaş geçtiğini fark ettim. Bir keresinde bana, beni zehirliyorsun ama panzehrim de sensin demişti. Yavaşça ona doğru döndüm. O da beni zehirliyordu ama panzehrim de oydu.
O an anlamıştım. Biz birlikteyken çok kötü bir çifttik. Ama ayrıyken de yaşayamazdık. Çünkü bizim zehrimiz, aynı zamanda, panzehrimizdi. Ben onun için vardım. O da benim için.
O Âdem'di.
Ben ise Havva.
******************
"Ya şu Antalya'nın da trafiği çekilmiyor be!"
"Neden, bence öyle çok da trafik yok."
"Elmas, ben çekici değilim."
Etini ete vurma sesi duyuldu. Alnımdaki elimi yavaşça indirdim.
"Bunu yapmış olamazsın." Dedim başımı iki yana sallarken. Göz ucuyla bana bakıp gülümsediğini gördüm.
"Yaptım." Dedi yaramaz bir çocuk gibi.
"Âdem!" diye uyardım onu. "Dakikalardır espri yapıyorsun. Henüz ilişkimizi bile konuşamadık. Zaten son olaylar..."
"Ne olmuş en son?" diye sordu muzip bir şekilde. Onu gözlerimle öldürmeye çalışırken, "Bilmiyormuş gibi yapma." Dedim bir yandan da utanarak.
"Neyi bilmiyormuş gibi yapmayayım?"
"Âdem!"
"Efendim."
"Ah, bir de efendim diyorsun."
"Ne dememi istersin Elmas?"
"Iııı, şey..." Duraksadım birkaç saniye. Sonra altta kalmamak için, "Tamam, efendim, diyebilirsin." Diye uydurdum.
"Bana efendim demene gerek yok Havva." Sinirle yumruğumu sıktım. "Ay, yeter Âdem, çatlayacağım."
Güldü. Sonra gözlerini yoldan ayırıp bana baktı. Gözlerine ulaşan bu gülümsemeyle, gözüme o kadar tatlı gelmişti ki, yüreğim sızladı. Sonra uzun zamandır zihnimde dönüp duran cümle, kendini tekrarladı: Sonra seni gördüm ve ben o an öldüm. O hala bana bakarken ben önüme döndüm ve yolu izledim.
Arabadaki elle tutulan sessizlik, müzik sesiyle bölündü. Saçlarımı birkaç saniye düzelttikten sonra duraksadım. Şarkının sözleri beni çok iyi yansıtıyordu ve bu durum tüylerimin diken diken olmasına sebep olmuştu. Çalan şarkının ismine baktım. Yalın'ın bir şarkısıydı. Alışmak Zorundayım.
Elimi yavaşça uzattım ve sesini arttırdım. İnsan bazen, karşısındaki tarafından haklı olduğunu duymak isterdi. Ama kimse söylemezdi. İşte şarkıların ilaç olmasının sebebi buydu. Bulunduğum durumu tam anlamıyla özetliyordu, bu da benim haklı sebeplerim olduğunu gösteriyordu.
Başımı cama yasladım ama gözlerimi şarkının adını sola doğru kayan küçük ekrandan ayırmadım. Öylece hareketsizce şarkının bitmesini bekledim. Şarkı bittikten birkaç dakika sonra Âdem arabayı bir restoranın önünde durdurdu. Ben şaşkınlık ve korkuyla etrafıma bakarken, emniyet kemerini hızlı bir şekilde çıkardı ve arabadan indi. Arabanın çevresinden dolandığı görünce dayandığım kapıdan ayrıldım. Bu işten zevk aldığını belli edercesine gülümserken, kapımı açtı. Şaşırmış bir şekilde, karşımdaki adama baktım. Ama herhangi bir şey söyleyip hevesini kırmak istemedim. Emniyet kemerini çıkardım. Omzumdan kaymış olan çantamı yukarı kaldırdım ve yavaşça arabadan indim. Âdem için gülümsemeye çalışsam da beceremiyordum. En son böyle bir yere geldiğimizde olaylar kalp kırıcı bir şekilde sonuçlanmıştı. Ona güvenmek istiyordum. Ama bu, elleri olmayan bir insanın, uçurumdan düşmek üzere olan başka birini yakalamaya çalışması gibiydi. Biraz zor, biraz da imkânsız.
Kapıyı kapatıp, Âdem'in uzattığı eli tuttum. Birlikte restorana doğru ilerlerken arabanın çekildiğini duydum ama bakamdım. Çünkü aklımı kurcalayan bir cümle vardı. Babam hep derdi çünkü; imkânsız diye bir şey yoktur, çaba gösterilmeyen şeyler vardır, diye. Anlam veremedim. Âdem'e güvenmek imkânsız. Ama ya hata bendeyse? Ya gerçekten de imkânsız diye bir şey yoksa ve çabalamayan bensem?
Restoranın kapıları iki yana açılırken Âdem'e bakıyordum. Kader yollarımızı çok farklı bir şekilde kesiştirmişti ve şimdi birlikteydik.
"Hanımefendi, montunuz?" diye sordu bir adam. Sol tarafımda elleri yukarıda beni bekleyen adamı görünce duraksadım birkaç saniye. Burada olmak istemiyordum. Geçmiş bir bıçak yarasıydı ve şu an yaram kanıyordu. Ama Âdem için istemeye istemeye montumu çıkardım ve Âdem ile ilerlemeye devam ettik. Çevremdeki kadınlara baktığımda herkesin elbise giyindiğini görmem bir olmuştu. Ben ise geçen seferki gibi günlük giyinmiştim. Sesli bir şekilde nefesimi verdim.
Rezerve edilmiş bir masanın önüne geldiğimizde, Âdem hızlı hareket edip sandalyemi çekti. Bu hareketi üzerine gülümserken yavaşça oturdum. O da karşıma geçti ve ışıldayan gözlerle bana baktı.
Önümüze menüler bırakıldı. Sessizce menüleri inceledik bir süre ve siparişlerimizi verdik. Kahvaltıdan sonra hiçbir şey yemememe rağmen aç değildim. Benliğim kanlar içindeydi. Dilimin ucunda, huzursuzluğumu temsil eden metalik bir tat baş gösterdi.
Dudaklarım bir yay gibi gerildi. Sesimi bulmak için boğazımı temizledim. "Tüm bunlar," dedim huzursuzluğumu gizlemeye çalışırken. "Ne için?"
Işıl ışıl gözlerle baktı. Benim aksime dudakları, geçmişin üzerini örtmüş bir halde iki yana kıvrıldı ve gülümsemesi gözlerinin üzerine düştü.
"Son zamanlarda," dedi öne doğru eğilirken. "Pek de güzel zamanlar geçirmedik Havva. Ben de güzel bir şeyler olsun istedim."
Bakışlarını masaya indirdi. "Sen söylemeden önce söyleyeyim, yaşanmışlıkları geri alamam. Ya da beni affetmeni sağlayamam." O konuşurken gerilmiştim. Oturduğum yerde daha rahat bir pozisyon almaya çalıştım. Hala gülümsüyordum ve bu da yanaklarımın sızlamasına sebep oluyordu.
"Ama Havva," dedi başını kaldırıp gözlerimin içine bakarken. Yüz hatları eski neşesinden yoksundu. Pişmanlıkla tırnaklarımı sandalyenin deri kısmına geçirdim. Ve buna rağmen, hala gülümsüyordum.
"Yaşanmamış gibi davranabiliriz. Bu dünyada affedilmeyecek hiçbir şey yok. Birbirini seven insanlar unutabilirler geçmişi."
"Âdem." Diyerek lafını böldüm. "Geçmiş, bir bedende iz bıraktıysa, istediğin kadar yok say. Aynaya baktığında, o izi hep göreceksin."
Bir süre hayal kırıklığının izlerini taşıdı yüzü. Tabakları incelerken ikimiz de birbirimizi tanımayan yabancılar gibiydik. Konuştuğum için pişman olmuştum. Bu pişmanlığım da o an, yavaşça vücuduma kazınmıştı. Anlamıyordum kendimi. Elini uzatmaya çalışıyordu. Ama ben her seferinde elini donduruyordum. İp uzatıyordu. Kesiyordum. Hem ona hem de kendime acı çektiriyordum.
Ellerim saçlarıma gitti fark etmeden. Bir kez daha, saçlarımı çekiştireceğim sırada, önümüze yemekler bırakılınca irkildim. Kendime gelmeye çalışırken, uzaklaşan garsona teşekkür ettim.
Başımı eğdim ve parmaklarıma baktım. Kısa bir an parmak uçlarımda geçmişin mürekkep izlerini gördüm. Korkuyla kalbim çarptı. Hızla ayağa kalktım. Sandalyem geriye doğru süründü. Birkaç kişinin dönüp bana baktığını gördüm ama bunu umursamadım. Âdem'in şaşırmış ve korkmuş yüzüne bakarken, bakışlarım restoranın içinde gezindi. Masadan uzaklaşıp etrafıma bakındım. İleride kızlar tuvaletini görünce adımlarımı yönlendirdim. Tuvaletin kapısını hızla açtım ve içeri girdim. Makyaj yapan birkaç kadın dönüp garip garip bana baktı. Onları göz ardı edip boş bir lavabonun önünde durdum. Duvarı boydan boya kaplayan aynaya bakamadım. Siyah mermeri tuttum. Başımı eğip bir süre yere baktım. Kendime biraz zaman tanırken, nefesimin hızlanmış olduğunu fark ettim.
Kahretsin!
Kahretsin!
Kahretsin!
Başımı ağır ağır kaldırdım. Ağır geliyordu artık her şey. En ufak bir düşünce beni bozguna uğratmaya yetiyordu. Bir insanın öleceğini bile bile yaşamasına benziyordu. Üzüleceğimi biliyordum ama mutluluğu da bir kenara atamıyordum.
Kendime gelmek için avuçlarımı uzattım ve soğuk suyun beni uyandırarak avuçlarımın içine yerleşmesine izin verdim. Avuçlarımdaki suyu yüzüme çarptım. Soğuk, gerçeklikti. İnsanı uyandırıyordu. Çoğu zaman da sakinleştiriyordu.
Suyun vücuduma aşıladığı güce inanarak ağır ağır çıktım tuvaletten. Islak bir ve kireç gibi yüzümle Âdem'in yanına doğru ilerledim. Ayakkabımın çıkardığı tok sesleri, restoranım tenhalığı sayesinde duyuyordum.
Başını eğmiş, masa örtüsünün desenlerine bakan Âdem, ona yaklaştığımdan habersizdi. Aslında beni görmemesine sevinmiştim. Birkaç saniye kendime gelmemi sağlamıştı. Daha sakin bir halde sandalyeme oturdum ve sandalyemi masaya yaklaştırdım. Yere sürten sandalye kulak tırmalayıcı bir ses çıkardı.
Sessizce onu izlerken vereceği tepkiyi merak ettim. Şu sıralar Âdem bana ne kadar yaklaşmaya çalışırsa çalışsın onu itiyordum. Bunu yapmak istemiyordum ama bir şekilde oluyordu. Biraz da korkuyordum. Şu zamana kadar Âdem ile doğru düzgün bir anımız olmamıştı. Her şey yarım yamalaktı. Onu izlerken elinde kalem, bir şeyler karaladığını fark ettim.
Önündeki not defterini karalamayı bıraktı ve defteri benim görebileceğim şekilde kaldırdı. Kara kalemle bir kalp çizmişti ve içini aynı kalemle boyamıştı.
"Bak Elmas, aşk buna benzer." Dedi. Ses tonundan eskisi kadar sakin olmadığını fark ettim. Defteri tekrar masanın üzerine bıraktı. Ne yaptığını izlemek için öne doğru eğildim. Elindeki silgiyle kalbi silmeye başladı. Ama silinmekten çok, dağılmaya başladı. Kâğıdın her yeri siyah içinde kaldı. Silgi de kirlenmişti. Sonunda silmeyi bıraktı ve tekrar defteri kaldırdı.
Kalemi işaret ederek, "Aşkın içini karalarsan, daha koyu, daha kuvvetli bir aşk elde edersin." Dedi. Daha sonra silgiyi işaret etti. "Ama aşkını silmek istersen, bu kalbinden dışarı çıkar ve tüm vücuduna yayılır. İzden bahsetmiştin değil mi? Bu iz tek bir yerde olmaz Havva. Ve sadece aynaya baktığında görmezsin. Ellerinde görürsün bu izi, yüzünde görürsün, belki de bacaklarında." Defteri masanın üzerine bıraktı. Bir eline kalemi, diğer eline kirlenmiş silgiyi aldı.
Bana doğru birkaç adım attı ve önümde dizlerinin üzerine çöktü. Restoranı sessizlik sardı. İnsanların bizi izlediğini biliyordum.
Gözlerime bakarken kalem ve silgiyi yere bıraktı. Ve yine gözlerini gözlerimden ayırmadan, elini cebine attı ve küçük, kırmızı bir kutu çıkardı.
Yavaş yavaş açarken, "Şimdi söyle Elmas, kalemi mi seçiyorsun, silgiyi mi?" diye sordu. Tepkisiz ve korkak bir halde Âdem'e bakarken alkış sesleri kulaklarıma tırmandı.
Ve ben büyük bir boşluğun içine yuvarlandım.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top