5. Bölüm | Güncellendi

~Eyvah! Yakalandım mı?

Dışarıdan gelen tıkırtılar uyanmasını sağlamıştı. Yatağından doğrulup kendine gelmeye çalışırken hala o tıkırtıları işitiyordu. Üstelik yanında yatan sevgilisini de uyandırmıştı. Çıplak yatan sevgilisi çarşaflara dolanırken yan dönmüş, elini yatağın boşluğuna doğru uzatarak 'yat' diye mırıldanmıştı. Ama onu dikkate almadı. Ayağa kalktı. Yanılmıştı. Sesler dışarıdan değil, evin içinden geliyordu. Yavaş adımlarını odanın dışına doğru yönlendirdi.

"Nereye gidiyorsun, Adrian?" diye sordu kadın. "Gel, biraz daha yatalım. Uykusuz kalınca huzursuz oluyorsun." Kadın haklıydı. Adrian uykusunu alamadığında huysuz olurdu. Ama bu odanın dışına çıkıp sesin kaynağını keşfetmesini engellemezdi. 'Ahmak kadın.' diye geçirdi içinden. Ne yapıp ne yapmayacağına karış olmuştu. Oysa hepi topu anca bir haftadır birliktelerdi. Adrian için sıradandı bu birliktelik, bir değeri yoktu. Kendi için bir değeri olmaya bu duruma sevgilisinin ne düşündüğünü merak etti. Bilmiyordu, umurunda da değildi. Buz kütlelerini aratmayan mavi gözlerini kadına çevirdi. Karanlıkta bile parıldayan gözler kadını korkutmaya yetmişti.

Adrian ruhsuz bir sesle. Fısıldarcasına çıkan sesi sert ve bir o kadar da soğuktu. "Birazdan döneceğim."

Adrian için geri dönüşü kadının beklemeyeceği türdeydi. Yeni uyumuşlardı fakat Adrian tam dalamamıştı uykusuna. Sonrada sesler duydu. Tıkırtılar tekrar başladı. Karıştırılan çekmecelerin yerlerine sertçe çarpma sesleri arttı. Adrian'ın bütün dikkati tekrar seslere çevrilmişti.

Üzerine hızla bir eşofman altı geçirdi ve açık kapıya yöneldi. Odadan çıkıp karanlık koridoru döndü, aşağı inen merdivenlere doğru sessiz adımlarla ilerledi. Yumuşak halı çıplak ayakları altında ezilirken sakin adımlarla basamakları inmeye başladı. Merdiveni sonunda kenarda duvara yaslı duran beysbol sopasına uzandı ve sopayı kaptığı gibi dolapların olduğu girintiye, salona yöneldi.

Adımlarında telaş yoktu. Evine giren zavallının telaş yapması gereken bir ebattaydı. Adrian uzun boylu, geniş omuzları olan yapılı bir adamdı. Kasları da sıkıydı. Tek yumrukla dev gibi adamları devirdiğini hatırlıyordu. Talihsiz hırsız ya acemi ya da şanssızdı. Her iki durumda kaçarı yoktu. Biterdi işi.

Adrian sakin, sessiz bir nefes alırken boynunu esnetti. Kapı ağzında kısa bir an duraksayarak içeri doğru başını uzattı ve herhangi bir hareket olup olmadığını kolaçan etmek için gözlerini gezdirdi. Ancak gördükleri onu memnun etmedi. Mavi gözleri kısıldı. Karşısında duran bu figür anca ufak tefek birine ait olabilirdi. Salonunun ortasında durmuş panikle etrafına doğru bakınıyor ve ellerini nereye koyacağını bilmiyormuş gibi telaş içerisinde sallıyordu.

Sırtı adama dönük olduğundan Adrian tam olarak yüzünü göremiyordu. Hırsız, başına geçirdiği kapüşonunun altına gizlemişti ve kimliğini açık etmiyordu. Ufak tefek bir yapısı vardı hırsızın. Adrian beyninde parıldayarak yanan kelimeyle yüzünü buruşturdu ve elindeki sopayı ses çıkarmamaya özen göstererek ayaklarının dibine bıraktı.

Hırsız, bir şey devirmişti ve onu almak için canı pahasına çabalıyordu. Adrian bu tuhaf durum karşısında sırıttı. Aklı kıt birinin hırsızlık yapmak için evine girmiş olmasına alayla gülümsedi. Tehlikeli olmayacağını anladığı anda durdu ve hırsızın hareketlerini dikkatle izlemeye başladı. Duruma bakılırsa hareketleri fazlasıyla ürkekti. O zaman karar vardı hırsız acemi'ydi Ancak onda normal olmayan bir şeyler vardı. Adrian, mavi gözlerini bir kez daha kısıp sessizliğini koruyarak hırsızın yanına doğru ilerlemeye başladı.

Jessie beceriksizdi. Hırsızlıkta olduğu kadarıyla sessiz kalmakta da becerisi yoktu. Sakardı bir kere, etrafa çarpmadan yürüyemezdi. Mutlaka bir şeyler döküp kırardı. Yapısı gereği böyleydi. Elini neye atsa ya parçalar ya da bozardı. Hırsızlık yapmak mı? Ona mı kalmıştı! Bilmiyordu! Bildiği tek şey başının belada olduğuydu.

Ama paçayı bu kadar erken kaptıracağını da hiç hesaba katmamıştı. En azından ikinci ya da belki üçüncü seferde yakalanabilirdi. Bu kadar gürültüyle evde kimse olmasa da yan evdekileri başına toplardı. Yanında alabileceği bir şeylere bakarken sakarlığı tutmuştu. Olacak iş değildi. Koca salonda soluk soluğa kaldı. Kendini toparlayarak derin bir nefes çekti ciğerlerine, ardından belli bir süre bekledi. Her şey normal sakinlikteydi ancak ters giden bir şey vardı, hissediyordu. Jessie nefesini tuttu ama bir başka soluk salonda duyuluyordu. Birden panik kalbinde patlayıp soğuk terler dökmesine sebep oldu. Peki, o nefesini tutuyorsa bu soluk alan da kimdi?

'Hay lanet!'

İçindeki ses acıyla ciyaklarken arkasında bir şey hissetti. Hemen arkasında duran şey ya da kişi yaydığı enerjiyle Jessie'yi çevreledi. Fakat bu enerji pozitif değil, negatifti. Tehlike saçıyordu. Elindeki fener kayıp yumuşak halıyla kaplı zemine düşerken yutkundu. Durduğu yerde çakılı kalmıştı. Sanki ayaklarının dibine beton dökmüşler gibi yerinden kımıldayamıyordu. Ensesinde hissettiği sıcak nefesle bedeni buz keserken zoraki bir şekilde arkasını döndü ve durdu. Üzerinde dağ gibi yükselen karartıyla korkup geriye doğru bir adım attı. Jessie kalbinin durduğunu hissetti. Kulakları uğulduyordu. Islak parmağını prize sokmuş da elektrik akımına kapılmış gibi titriyordu.

İlk seferinde yakalanmak aklının ucundan geçmemişken düşünmedikleri başına gelmişti. Yutkundu. Korkudan ağzı kurumuştu. Nasıl davranacağı, ne yapacağı konusunda tereddütleri vardı. Arkasını dönüp, geriye bakmadan kaçmak istiyordu. Ama yapamazdı, şimdi olmazdı. Hele ki burnundan soluyarak üzerine gelen bu adam böyle tehlike saçarken, kaçamazdı. Ağzını açmış konuşacağı sırada keskin buz mavisi gözlerin esiri altında kaldı. Birden kulakları sağır eden alarmlar çaldığındaysa Jessie son nefesini vereceğini düşündü. Geri geri bir iki adım atmışsa da karşısındaki adam da onunla beraber ilerliyordu. 'Eyvah,' diye düşündü. 'Bu adam beni yer!'

"Kimsin sen ve evimde ne arıyorsun?" diye sordu Adrian. Sesi ifadesizdi. İşittiği sesin düzlüğü kanını dondururken Jessie korkudan kuruyan boğazını ıslatmak adına ardı ardına yutkundu. Kocaman açtığı yeşil gözleri karanlığın orta yerinde duran adamın üzerindeydi. Ne yapacaktı ki şimdi? Ne diyecekti? Gözleri doldu. Başını arkaya atıp kendinden bir kafa boy uzun olan adamın gözlerine bakmaya çalıştı. Acaba acıması olan bir adam mıydı?

Adrian karanlıktan dolayı tam net göremiyordu. Önünde yaprak gibi titreyen bedenin yakınlığını anca hissedebiliyordu. O beden geriye doğru bir adım atıp kapıya doğru koşmaya yeltendiğinde kaçmasına fırsat vermedi. Çevik bir hareketle hırsızın ince bileğinden yakalayıp kendine doğru hızla çekti. Çekişinin kuvvetiyle dengesini koruyamadan göğsüne çarpan hırsızla beraber yere düşerken aklında olmayan bir şey oldu.

Üzerinde boylu boyunca yatıp kocaman açtığı parıldayan yeşil gözleriyle bakan hırsız bir kadındı! Üstelik görebildiği kadarıyla ufak bir kadındı. Yüzüne doğru dökülen saçlardan dolayı görüşü kısa süreliğine kapansa da çırpınmaya başlayan kadının hareketleriyle düşünceleri dağıldı. Jessie kafasında kaçma planları kurup dururken adamın kollarında çırpınmaya hiç düşünmemişti. Aklı durmuştu. Kurtulmak için çırpınmaktan başka şansı kalmadığını düşünerek panikle oltaya takılmış balık misali çırpındı. Korkudan dili tutulmuştu. Üstelik adamın üzerindeydi! Ve adamın üst kısmı çıplaktı. Çırpınışlarına devam ederken üzerinde yattığı adamın homurtusu kulaklarına doldu.

"Rahat dur!" diye tısladı, sesinde emir veren bir sertlik vardı ve bela saçmaya hevesli gibi duruyordu. Ancak bu Jessie'yi durdurmaya yetmedi. Gözleri dolarken bir ümit kendini geri çekmeye çalıştı.

"Bırak," diyerek ince sesiyle yalvardı. "Bırak beni yahu!"

Adrian onu bırakmadı. Bırakmak bir yana daha sıkı kavradı kadını. Yeşilin en koyu tonu olan titreyen gözlere baka kalmıştı. Öylece, uzunca bir süre baktı. Bileklerinden sıkıca kavradığı kadını, hırsızlık için evine girmiş bir kadını öylece üzerinde tuttu.

Jessie korkuyla tek kelime etmeden öylece baktı. Kapının çalmasıyla düşüncelerinden sıyrıldı. Hareketsiz kalıp tamamen soluk almayı kesti. Adrian hareketsiz kalan kadını farkında olmadan biraz daha kendine çekmişti.

"Tekrarlıyorum, kimsin sen?" derin bir nefes aldı. Gözleri kadının korkuyla irileşen gözlerine değip oradan dudaklarına kaydı. Bakışlarının kaydığı yere kaşlarını çatarak baktı ve yeniden gözleri yeşil gözlerle çakıştı. "Evimde ne işin var?"

Jessie diyecek bir şey bulamadı. Ne diyebilirdi ki? Hiçbir şey. Gerçekleri söylese adam inanmazdı, inansa da polise verirdi. Her türlü sonu demir parmaklıklardı. Şansına yandı, hep de onu bulurdu belalar. Yutkundu. Cevap vermedi. Yattığı yerden rahatsız bir şekilde kıpırdandı. Kıpırdanışıyla adamın kaşları mümkünmüş gibi daha da çatıldı. Böylece duramazdı. Kendini kapıldığı kıskaçtan kurtarmak için yeniden çırpınmaya başladı.

Hırsızın cevap vermeyeceğini anladığında yapacağı bir şeyin olup olmadığını düşündüyse de bulamadı. Atsa ya da kese belki bir parça sinirini yatıştırabilirdi. Üzerinden kalkmak için çırpınan kadınla beraber yerden doğrulurken Adrian'ın düşüncelerini kaplayan yalnızca bir şey vardı. O da meraktı. Bu kadının evinde üstelik hırsızlık için ne işi vardı. Kıskıvrak yakaladığı kadını pençelerine hapsederken biraz daha kendine çekti. Ona ne yapacağını düşündü. Düşündü. Düşündü. Ama hiçbir şey bulamadı.

Tam da o an kapı çaldı.

Her ikisinin de bakışları önce birbirlerinin gözlerinde çakışmış, ardından kapıya kaymıştı. Jessie'nin korkusu taçlanır, Adrian sıkıntısı artarken kapı ısrarla çalmaya devam ediyordu. Adrian kendini rahatsız hisseti. Kendi evindeydi ve salonunda, durduğu yerde, bulunduğu durumdan rahatsızdı. Üstelik altına geçirdiği eşofman altı harici çıplaktı. Ve kolları arasında çırpınan hırsız, bir kadındı. 'Ne gece ama!' diye düşünürken kadının kolundan çekip üç adım ötelerinde kalan koltuğa oturmasına sağladı. Ardından ince kolları bırakarak özgürlüğüne kavuşturdu. Tehditkâr bir şekilde üzerine eğildi ve delici bakışlarını doğrudan kadının korkuyla irileşen gözlerine dikti, tane tane konuştu.

"Eğer çıtını çıkarırsan en ufak bir acıma hissetmem, seni polise teslim ederim." dedi sert bir sesle. Son bir kez gözdağı verdikten sonra hışımla doğrularak aceleci adımlarla kapıya yöneldi.

Koca holü birkaç adımla aşıp kapıya ulaşmak fazla zamanını almamıştı. Derin bir nefes alarak kapıyı araladı ve açıklıktan başını uzatarak evi başına yıkmaya niyetli görünen adama baktı. Karşısında devriye polisi Paul duruyordu. Paul, gözlerini bir süre Adrian'ın üzerinde gezdirdi, sonrasında boğazını temizleyerek çenesini dikleştirdi.

"Bay Patrov, gecenin bu saatinde sizi rahatsız ediyorum fakat bize bildirilen olası bir hızsızlık vakası var. Komşulardan birinin şikâyetiyle durumun farkına vardık. Sizin dikkatinizi çeken herhangi bir şeyin olup olmadığını sormaya geldim," diyen Paul'a gözlerini devirdi Adrian. Başını iki yana salladı. Ağzını açıp herhangi bir şey görmediğini söyleyecekti ki içeriden bir kırılma sesi daha geldi. İç çekti. Anlaşılan davetsiz misafiri bir türlü rahat durmuyor, kaçma planları sürdürüyordu. Bıkkınca baktığı adama gülümsedi

"Hayır, Paul! Dikkatimi çekebilecek herhangi bir şey görmedim. Bir olay olmadı. Evim ve ben tamamen güvendeyiz fakat aynı şey kedim için geçerli değil. Son zamanlarda biraz saldırgan, sanırım bir vazomu daha kırdı. Ah, üzgünüm. İyi geceler sana." Paul'un cevap vermesini beklemeden apar topar kapıyı adamın yüzüne kapattı. Derin bir nefes eşliğinde sakinliğini koruyarak topukları üzerinde döndü ve koşar adımlarla salona ilerledi. Adımları salonunun girişinde son bulurken durdu.

Karşılaştığı manzara karşısında şaşkınlıktan dona kalırken bu sefer kahkahasını tutmadı. Bıraktı

Yakalanmış olmanın verdiği panikle ayağa kalkan Jessie farkına varamadığı, burnunun dibindeki büyük vazoya da çarpmış ve devirmişti. Gözlerini yumup kendine söverken dikkatli adımlarını kırıkların olmadığı boş alana çekti. Durdu. Çıkan ses öyle fazlaydı ki herkesin duyduğuna emindi. Üstelik enselendiği adam onu açıkça uyarmış hatta direkt olarak tehdit etmişti. Ellerini yüzüne götürüp yanaklarına bastırdı. "Bittim ben." dedi ip ince sesiyle. Ardından dizlerinin üzerine yere çöktü. Ellerini yüzünden çekip kendine kızarken kırılan vazonun parçaları toplamaya başladı. Bir yandan homurdanıyor, bir yandan da başına gelenler için kaygılanıyordu. Tam bu sırada başını hafif kaldırmasıyla gözlerine uzaktan bir şey ilişti. Yeterince göremediği geniş salonun sağ kanadında kalan merdivenlerden aşağıya beyaz bir şeyin süzüldüğünü fark etti. Korkusu tavan yaparken dondu kaldı. Dengesini kaybedip popo üstü düştü. Bacaklarını kendine çektiği sıra nefes almayı bile unutmuştu. Elinin altında duran vazodan geri kalan büyük parçayı kavradığı gibi gelen şeye doğru uzattı. Tek eliyle de ağzını kapamış ve bağırmamaya çalışıyordu. Işıkların yanmasıyla karşısında duran şeyin beyaz çarşafa dolanmış bir kadını olduğunu gördü. Eş zamanlı olarak da ağzına kapadığı eli aşağı düştü. Gözleri fincan altı büyüklüğünde açılırken çıplak kadına uzunca baktı. 'Yok, artık.' diye düşündü. 'Adam yukarıda işi pişirirken ben evini mi soyuyordum.'

Sonra bir ses doldu kulağına. Hoş, boğuk bir sesti. Böyle... Kahkaha gibi. Başını dehşetle sesin olduğu yöne çevirdi. Sol elinde vazo parçası tutup havada dururken öylece baktı. Bu da yetmezmiş gibi demin burun buruna geldiği adamı fark etti. Açık kalan ağzının bile farkında değildi. Dağılmış siyah saçları vardı adamın. Bir koyulaşıp bir açılan okyanus mavisi gözleri, Yunan Mitoloji'lerinden fırlamış bir Tanrı'yı andırıyordu. Dudakları kurudu, ağzı kurudu, boğazı kurudu, yutkunmak çare olmadı.

Tanrı onu korumalıydı. Tanrı onu korusundu!

Nasıl bir belanın kucağına düşmüştü ya da böylesi bir bela neden daha önce Jessie'nin başına gelmemişti?

Jessie içinde düştüğü duruma inanamıyor, bir o kadar da korkuyordu. Elindeki vazo parçasıyla dururken gözleri ve aklı adamın okyanusu andıran mavi gözlerindeydi! Oysa daha önemli bir konu, korku etkeni bir varlık vardı önünde; beyaz çarşaflı kadın!

Kadının kızgın bakışları Jessie'nin elindeki vazodan geriye kalan iri parçaya takılınca bir iki adım gerilemişti. Adrian ise köşede durmuş bu garip görüntüye bakıyordu. Kahkahaları dindi, bir süre sonra sakinleşti. Yerde duran sopasına uzanmaya meyilli sevgilisi o an hırsız için büyük tehlikeydi. Başını iki yana salladı. Dudaklarıyla oynadı, çenesini kaşıdı ve ardından adımlarını kadınların yanına çevirdi.

"Sana yerinde kalman gerektiğini söylemiştim," dedi. Sesi umduğundan daha sakindi, takılmadı. "Uslu bir çocuk olup elindekini bırak ve köşene geç, otur! Sesini çıkarırsan seni elimden kimse alamaz. Anladın mı beni?" sorusuyla beraber Jessie uysal davranarak elindekini bıraktı. Kalçasını yere sürterek gerileyip, biraz önce kalktığı koltuğa sırtını yaslayarak yerinde büzüldü. Adrian tatmin olmuşluğun verdiği rahatlamayla mavi gözlerini perdeleyen öfkeli bakışlarını sevgilisine çevirdi. Uzandı ve kolundan tuttuğu gibi peşinden sürüklemeye başladı. Fazla değil, bir altı adım attıktan sonra merdivenlerden yukarı çıkmaya başladı. "Ve sen Hollie! Üzerini giyindikten sonra hemen evimden gidiyor, sakin kafayla konuşmak için seni aramamı bekliyorsun."

"Ne!" diye çığlık attı Hollie, ardından adamın sert tutuşundan bileğini kurtarmak için kolunu çekiştirdi. "Kolumu 'hemen' bırakıyorsun Adrian! Ve bana bir açıklama yapıyorsun. Aşağıda duran kadın kim, gecenin bir yarısı evinde ne işi var ve ben neden gidiyorum!"

Jessie'nin gözleri duyduklarıyla beraber kocaman açılırken garip çiftin kavgasını geride kalarak sessizce seyrediyordu. Kendinin sebep olduğu kavgaya atılıp, durun yapmayın dese iki katı suçlu olurdu. Bu yüzden sustu.

Adrian ise bedenini kaplayan öfkeyle merdivenin orta yerinde duraksamıştı. Onun durmasıyla Hollie hızını alamayarak sırtına çarptı. Adrian derin bir nefes eşliğinde kadını kenara çekişiyle her iki kadın inledi. Hırsız korkuyla, Hollie acıyla. Sırtı duvarla buluşan Hollie'nin üzerine doğru bir adım attı. Anlık sinirden dolayı çenesindeki damar zıplamaya başlamıştı bile. Bir başka derin nefesi alarak kadını kendi ile duvar arasında sıkıştırdı. Yüzünde iplemez bir gülüş, gözlerinde umursamaz bir bakış belirdi.

"Sana bir açıklama yapmak zorunda olduğumu düşündüren nedir sevgili Hollie? Birkaç kere seviştik diye üzerimde hak iddia etmen senin gibi bir kadına yakışan davranış değil. Sadece sana ne söyleniyorsa, onu yap."

Hollie duydukları karşısında bir an duraksadı, gözlerine yerleşen boş bakışlarla Adrian'a baktı, hüzünle sarsılan kalbine eşlik eden bedeni titremeye başladı. Gözlerini yakan saf öfke damarlarında dolaşarak çıkış yolu bulmuşçasına dudaklarına koştu. Kısılan gözlerini Adrian'ın okyanus gözlerine dikerek tısladı. "Benim ne düşündüğüm ya da ne hissettiğim başından beri umurunda değildi," diye mırıldandı. "Haklısın benim gibi bir kadının senin gibileriyle bir işi olamaz!" Adrian aldırmadı.

"Üzgün olduğumu duymaya ihtiyacın varsa, bekleme. Çünkü üzgün değilim." Adrian'ın kırıcı sözleriyle gözlerini kapadı. Bedenine sardığı çarşafı sabitledikten sonra titreyen ellerini Adrian'ın göğsünde yasladı, kendinden uzaklaştırmak için onu itti. Yerinden oynatamadıysa da Adrian'ın kenara kaymasını sağlamıştı. Yanından geçip merdivenin kalan basamaklarını bir çırpıda çıkarak koşar adım gözden kaybolurken odada aldı soluğu.

Jessie salonda tek başına kaldığına sevinsin mi üzülsün mü bilemedi. Adamın tehditleri yabana atılacak gibi değildi. Bacaklarını kendine çekti, etrafına kollarını doladı. Sıkkınca içini çekti. Beynini saran düşüncelerle gözlerini yumduğu gibi alnını dizlerine dayadı. Bir amaç uğruna hırsızlık için adamın evine girmişti ve amacının dışında her iş gelmişti başına. Yakalanmış, ayrılık nedeni olmuş, tarihi olduğu her halinden anlaşılan iki vazoya çarpmış, düşürmüş ve kırmıştı. Bunların parasını ömür boyu çalışsa asla ödeyemezdi. O bir şey değildi. Asıl önemli olan Jake'in, Sam'in, Victor'un ve kızların ortadan kaybolduğunu fark etmeleri, panikleyerek onu merak edecek olmalarıydı. Kapana kısılmış fare gibi hissediyordu kendini.

Çaresizdi. Ve kahretsin ki yalnızdı!

Saniyeler saniyeleri kovalar dakikalara dönüşürken Jessie yalnız kaldığı salonda sessizce beklemekten çok sıkıldı. Başını yana yatırıp etrafa şöyle bir baktı. Yere oturmaktan poposu uyuşmuştu. Doğruldu, ayağa kalktı, belini geriye doğru büktü ve önünde durduğu koltuğa kurulup ayaklarını altına topladı. Yerinde kıpırdanmayı kesip arkasında yasladığı yumuşak koltuğa gömüldü. Etrafı incelemeyi bırakarak bakışlarını eline çevirdi. Şükür ki bir tarafını kesmemeyi başarmıştı. Bir yanı bu evden nasıl kurtulacağını düşünürken diğer yanı büyük annesinin durumunu ilişip kadını dürtüyordu. İç çekti. Ardından duraksadı. Aklına gelen fikirle gözleri irileşirken sağ eliyle anlına şaplak attı. Neden adamın sözünü dinleyip onu bekliyordu ki! Kendine kızdı bir anda. Ne diye uslu çocuklar gibi söz dinliyordu. Yalnızdı ve bu evden kaçıp gitse kimsenin ruhu duymazdı. Tereddütle merdivenin olduğu tarafa baktı. Dolgun dudağını dişleriyle kıstırıp ısırdı. Kaçıp gidebilirdi ama sonradan dışarıda polislerin kaynadığı gerçeğini kendine hatırlattı. Derin bir iç çekerek ayağa kalktı fakat üst kattan gelen seslerle yerine tekrar oturup, sindi. Sızlanmayı bir kenara bıraktı, mahcup bakışlarını takınarak ev sahiplerini beklemeye koyuldu. Belki olan bitene neden kalkıştığını anlatırsa gözleri okyanus olan adam ona acır, merhamet gösterebilirdi. Belki gitmesine izin bile verirdi. Belki gitmesine izin bile verirdi. 'Belki.' diye geçirdi içinden.

Merdivenlerden ilk önce korkunç bir karşılaşma yaşadığı beyaz çarşafa sarınan kadın iniyordu, hemen peşine mavi gözlü adam takılmıştı. Adımları her ikisinin de yavaştı ve bu sefer her ikisi de baştan ayağa giyinikti. Kadının bedenini saran zümrüt yeşili bir elbise vardı. Dizlerine kadar uzanan siyah çizmeleri şıktı. Kısıp durduğu iri gözleri de elbisesiyle aynı renkti. Omuzlarında biten gece karası saçlar çenesine sürtünüyordu. Tehlikeli pırıltılara ev sahipliği yapan gözlerindeki delici bakışları arada bir omzunun üzerinden adama ilişiyordu.

"Gecenin sonu," diyerek adamı iğneledi Hollie, topuğunun üzerinden dönerek kapıya doğru yöneldi. Elindeki ceketini üzerine geçirdikten sonra vestiyerde asılı duran çantasına uzandı, alıp omzuna astı.

Adrian kaşlarını çattı. "Ararım seni Hollie." dedi kadının ardından. Dudaklarını birbirine bastırdı.

"Arama," dedi kadın, "Aramanı beklemeyeceğim."

Boş boş baktı. Başını iki yana salladıktan sonra kadını yolcu etti, sonrasında topukları üzerinde yaylanarak yönünü salona çevirdi. Tek başına bıraktığı hırsızın yanında soluğu aldı.

Adrian her adım atışında hırsızın korkuyla oturduğu koltukta büzüldüğünü fark etti. Ağır adımlarla ilerlerken kadının korkudan kocaman olmuş gözlerini fark etmesiyle duraksadı. Yeşildi. İrice açılan yeşil gözler titriyordu. Tam tepesine gelip dikilirken hırsızın bakışları koyulaştı. Yavaşça yutkunduğu sırada aklından 'Acaba bana ne yapacak?' diye geçirirken, adamın kollarını göğsünde bağlayışını izledi.

***

Tedirginlik çamurlu bir histi. Bulaştığı yere yayılır, insanın içini çürütürdü. Ve bu çamurlu his Jake'e bulaşmış, huzurunu kaçırıyordu. Korkuyordu. Çaresizdi. En çok da kızgındı. Avını son anda elinden kaçıran bir aslan misali yerinde duramıyor sağa sola saldırıyordu. Hesaba katmadıkları diğer güvenlikçilerin kulübeye gelmeleriyle planları bozulmuştu. Baygın olan arkadaşlarını ayıltıp onları fark etmeleriyle polis ordusu etrafa sarmış, buna rağmen bir yolunu bulup kaçmışlardı. Bir eksikle!

Arkalarına bakmadan kaçmak zorunda kalmaları, en önemlisi de Jessie'yi alamayıp geride bırakmaları Jake'i deli ediyordu. Ona kalsa geri dönüp Jessie her neredeyse bulur çekip alırdı ama Sam bırakmamıştı. Yanına gitmek isteyişi engellenmiş, başarılı olamamıştı.

"Ya başına bir şey gelmişse? Bilmiyoruz. Kahretsin! Jessie yalnız kalmaktan korkar. Tanrım! Lanet olsun!" Bir an olsun yerinde durmuyor, durmaksızın volta atıyordu.

"Tamam, ona bir şey oldu diyelim. Nerede ve nasıl olduğunu bilmiyoruz! Belki de eve bir şekilde dönmeyi başarmıştır, olamaz mı?" Sakinliğini koruyan Victor olayı en mantıklı şekilde analiz etmek için kafa yoruyordu. Korkuyla bir köşede oturan kızlara yandan bir bakış attıktan sonra yerinde durmayan Sam ve Jake'e uyarıcı bir bakış attı.

Jake fikrin doğruluğunu tartmak için soluklanmaya karar verdi. Sonuç olarak öfkesi içinde daha da büyüdü.

"Fikirlerini kendine sakla Victor ve işime karışayım deme." diye homurdandı Jake. Sam boğazını temizlerken volta atmayı kesip duraksadı.

"Jake senden sakince düşünmeni istiyorum. Böyle yaparak bizi germekten başka işe yaramıyorsun."

"Hay sikeyim Sam! Kardeşim ortada yok diyorum. Neden anlamıyorsunuz!" Jake'in bağırışıyla kızlar oturdukları yerde irkilip birbirlerine sarılırken Sam dişlerini sıktı. Tehlikeli bir şekilde öne doğru bir adım attı, Jake'in yakasını kavrayıp kendine çekti.

"Peki, senin o sikik beynin bizlerin de endişe ettiğini düşünebiliyor mu? Yoksa benim müdahale etmemi mi bekliyor?"

"Sam!" dedi Victoria, Natalia'nın kolları arasından çıkıp birbirini iten adamların yanına ulaştı. Korkusuyla sarsılmış olduğu arkadaşları tarafından görülmüyordu. Soğukkanlı olması gerektiğinin farkındaydı. Hepsi korkuyordu. Jake ise acı çekiyordu. Kardeşini kaybetme korkusu ağırdı. Bunu bir kez daha yaşayamayacağını biliyordu. "Sakin olun lütfen."

Sevgilisinin sesiyle yumuşayan Sam, Jake'i bırakırken sessizlik etrafı yutmuştu. Ama Jake sakin olamadı. Boğazına kadar tırmanan bağırışları yutmaya çalışırken Sam'e omuz atarak yanından geçip ilerledi. Öfke arsenik misali kanında dolaşırken ölümcül bir sinir kaplamıştı bedenini. Adımlarını sıklaştırarak karanlığa karıştı. Öfkeliydi. Sinirliydi ve bu olan biten her şey kendi sorumsuzluğu karşısında olmuştu!

Cebinde titreyen telefonunu kapanmadan fark edebildi. Elini cebine atıp telefonu çıkartırken sarhoş misali sarsak yürüyordu. Yanıp sönen ekranda Elena'nın ismini görmesiyle içini buz gibi bir korku kapladı. Daha fazla beklemeden telefon açarak kulağına götürdü.

"Elena." Ses tonunun gergin çıkmasından ziyade öfke ve korkunun da içerdiğinin farkındaydı. Yutkunarak konuşmaya başlayan Elena'nın sesi bir nebze içine serin sular serpiştirmişti.

"Sevgilim. Her neredeysen, bulunduğun yeri bana söylememezlik etme. Aklımın sende kalmasını istemiyorum. Kapatmalıyım şimdi, seni seviyorum."

Jake bir an afalladı. Kelimeleri toparlayıp cümle kurmakta güçlük çekti. Kuruyan boğazına inat gür bir sesle "Ben de," diyebildi telefon kapanmadan önce. "Ben de seni seviyorum."

Elena'yı seviyordu. Sıcacık bakan kahve gözlerde gördüğü aksini seviyordu. Kokusunu, gülüşünü, kızınca kaşının tekini yolarcasına kaşıyışını seviyordu. Heyecanlanınca rengi atan yüzünü seviyordu. Derin bir soluk aldı, ne yapacağını düşünmeye koyuldu.

Jessie ne kadar güçlü görünse de kırılgandı. Başına bir şey gelme fikrinden nefret etti, öyle bir durumda kendini hiç affetmezdi. Aklına gelen düşüncelerden kurtulmak adına başını iki yana salladı. Elinde sıktığı telefonu cebine geri yollarken arkadaşlarına taraf dönerek yanlarına doğru ilerledi. Ya saldırıya uğradıysa? Ya da polislere yakalandıysa? Yutkundu. Boğazına takılan yumruyu yutamadı. Kabaca küfrederek önüne gelen taşa sertçe tekme attı. İçinden Tanrı'ya yalvarırken ikinci seçeneğin gerçekleşmesini umdu. En azından tek parça halinde bulabilirdi.

Homurdandı. Hayır, Jessie çok korkardı. Polis de olmazdı. İç çekti. Önünde iki seçenek vardı şimdi. Eve gidecek sarhoş olan annesinden azarı işitecek ve odasına çıkarak bekleyecekti ya da sokaklarda dolaşarak Jessie'nin ona ulaşmasını bekleyecekti. Her iki seçenekte de bekleyecek olmasına bir kez daha lanet etti. Başını çevirdi, Sam'e baktı. Göz göze geldiklerinde başını eğdi, arkasını döndü adımlarını arabasına çevirdi. Arabanın etrafından dolandıktan sonra anahtarı yuvasına yerleştirerek kapıyı açıp kendini direksiyonun başına attı. Motoru çalıştırarak gaza basıp arkadaşlarını geride bıraktı.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top