3. Bölüm | Güncellendi

~Kalbe çöreklenen korku!

Karmaşık hislerin barındığı kalbi yerinde son hız atarken, usulca açtı gözlerini yeni bir güne. İçindeki mutluluk kırıntılarını toplayarak yatağında gerindi ve soluklandı. Ardından kalbini sıkıştıran tedirginlikle hızla yatağından doğruldu, ayaklandı. Üzerindeki pijamasının eteklerini çekiştirerek odasının kapısına yöneldi. Metal tokmağı kavrayarak sola yatırıp kapıyı açtı, dar koridora çıktı. Adımlarını büyükannesinin odasına çevirdi ve kısa sürede yaşlı kadının odasına vardı. Usul bir nefes çekti ciğerlerine Jessie. Kapıyı fazla ses çıkarmadan açarak başını içeri soktu, gördüğü manzaraya gülümsedi. Rahatsız etmemeye dikkat ederek sessiz adımlarla odaya girip, Mia’nın yatağına koştu. Yanına sokularak yanağına minik bir öpücük kondurdu.

Öpücüğünü bıraktıktan sonra geri çekildi. Yine aynı sessizlikte geldiği gibi geri çıktı odadan, daha sonra banyoya yöneldi. Zaman kaybetmemek adına hızla elini yüzünü soğuk su ile yıkadı, açık olan saçlarını tepeden gelişi güzel topladı. Son sürat mutfağa giderek önlüğü üzerine geçirdi ve büyük annesi için kahvaltı hazırlıklarına girişti.

Harıl harıl geçen bir saatin sonunda istediğine kavuşmuş, mükemmel bir kahvaltı masası hazırlamıştı. Yüzünde oluşan gülümsemeyle üzerindeki önlüğü çıkarıp yerine astı ve eserine baktı. Tahıllı ekmeğini dilimlemişti. Reçelli krepleri pişirmiş, dünden hazır olan pankekleri ısıtıp masadaki yerine koymuş, sıcacık kahve dumanları üzerinde tüterek fincanında duruyordu. Süt ve portakal suyu da masadaki yerini almıştı.

Her şey hazırdı.

Yüzüme tırmanan gevrek sırıtışla baktı masaya. Topukları üzerinde yaylanarak geriye doğru bir adım atıp, sırtını masaya döndü. Adımlarını mutfak kapısına yönlendirerek içindeki heyecanla dışarı fırladı. Usulca dış kapıya ilerleyerek kapıyı açtı ve kendini ılık rüzgârın estiği dışarıya attı. Bahçeden büyük annesine o çok sevdiği çiçekleri toplamak için evlerinin önündeki küçük bahçeye dadandı. Rengârenk çiçeklerin olduğu bahçeden ufak bir demet toplamaya koyuldu. Papatyaları vardı Mia2nın ve birbirinden güzel kokan gülleri. Adını bilmediği hoş kokulu bir sürü çiçeği de demetinin içine katarak büyük annesini için topladı. Yaşlı kadının insafına sığınarak topladığı demeti düzenleme işini de bitirdi. Kalktığından beri üzerindeki atom karınca hızıyla eve, içeri girdi, adımlarını sıklaştırarak tekrardan mutfağa yöneldi. Elindeki çiçekleri vazoya yerleştirdikten sonra büyükannesini uyandırmaya, kadının odasına doğru ilerlemeye başladı.

Jessie yavaşça açtığı odanın kapısından içeri süzülürken yatağında mışıl mışıl uyuyan büyükannesine baktı. Aceleci adımlarına hız katıp yanına sokuldu. Omuzlarından nazikçe kavrayarak kadını sarsarken uyandırmaya çalıştı fakat büyükannesini bir türlü uyandıramıyordu. Korkuyla yutkunurken bir terslik olduğu anladı. Ne kadar dürterse dürtsün yaşlı kadın bir türlü uyanmak bilmiyordu. Panik ve şaşkınlıkla ne yapacağını bilemeyerek hızla üzerine eğildi.

Nefes alıp almadığını kontrol ettikten sonra kalp atışlarını dinlemek adına kulağını göğsüne yasladı. Tanrı'ya şükür ki hala nefes alıyordu ve kalbi atıyordu. Yine de tereddütle anlamayacağının bilincinde çarçabuk nabzını kontrol etti. Parmaklarının ucuna çarpan nabız o kadar zayıftı ki yine korku tüm bedenini ele geçirdi.

Güç bela tuttuğu gözyaşlarını yok sayarak komodinde duran büyük annesinin taşınabilir telefonunu uzandı, eline aldı. Tuşladığı numaraları tekrar ederken kapının çalmasıyla hızla yerinden doğrulup ok gibi odanın dışına fırladı. Uzun holü koşar adımlarla geçerken elinde sıktığı telefonuyla kapıya yöneldi. Gelen her kimse umut ışığını bolca yakmıştı. Kapıyı açar açmaz karşısında Jake'i gördüğünde sevinçle gülümsedi ve koluna yapışarak onu içeri çekiştirmeye başladı.

“Jake, büyükanneme bir şey oldu. Koş! Yardım et.” Kelimeler diline dolanıyor ve düzgünce konuşamıyordu. Derin soluklar alarak bakışlarını telefonuna çevirdi. Tökezledi ama düşmedi, ayakta kalabildi. Yarım yamalak tuşladığı telefonuna bakıp tekrar girdi numaraları. Tek tek hızlıca tuşladı. Telefon altıncı çalışında Olivia cevap verirken aradan iki dakika geçmişti.

“Jessie?” diye seslenen Olivia’nın sesi hattın ucundan endişeli geliyordu. Jessie soluğu kaçmış bir şekilde yutkundu. Korku tüm bedenine yayılmıştı. Jake ile büyükannesinin yanına ulaştı. Kadının yanına gidip yatağından kaldırırken hala Olivia’ya bir cevap verememişti. Mia’yı sarsmadan yatağından kaldırıp onu odasından dışarı taşımaya başlamışlardı. Yutkundu. Kurumuş boğazını ıslattı.

“Büyükannem.” diyebildi Jessie, telefona cevap verme gereği duyarken. “Ona yine bir şey oldu!”

Titreyen sesi kendi kulağına ulaşıp bozuk olan sinirleri dağıldı. Kulakları uğuldayıp gözleri buğulanırken Olivia’nın cevap vermesine olanak tanımadı. Telefonu kapatıp yanaklarından süzülen yaşları koluyla sildi. Evin sınırlarını çoktan aşmışlar, zar zor bahçe kapısını geride bırakmışlardı. Yoldan çevirdikleri taksiye yaşlı kadını bindirerek zaman kaybetmeden hastaneye gitmelerini söylemişlerdi. Jessie nefes alamadığını hissediyordu ve artık gözyaşlarına hâkim olamıyordu. Gözlerini yumdu. Derin bir nefes aldı. Bunun kâbus olmasını diledi ama olmadığını çok iyi biliyordu.

“Bir şey ol-olmayacak değil mi Jake?” diye sordu, ses tonu kırık döküktü. Arkadaşının kekeleyerek sorduğu sorusu üzerine Jake aynadan pırıltısı sönen yeşil gözlerle buluşturdu kendi kara gözlerini.

“Bir şey olmayacak Jessie, söz veriyorum sana!”

Jessie, Jake’in yatıştırıcı yumuşak sesiyle söylediklerine inandı, korkusunun eridiğini hissetti. Tamamen yok olmadıysa da, erimiş ve yarısı kalmıştı. Arka koltukta oturuyordu Jessie, büyükannesinin başı kucağında endişeyle hastaneye ulaşmayı bekliyordu. Jake önde oturmayı seçerek, Olivia’nın çalıştığı Ronald Reagan Medical’e gidilecek yolu tarif ediyordu. Durup derin bir nefes aldı, başını çevirip arkadaşına baktı. Jessie’nin korkuyla bakan gözlerinde gördüğü mutsuzlukla gözlerini kaçırdı, önüne döndü ve dışarı baktı. İçine dönüp kendine kızarken Jessie büyükannesinin yanağını okşayıp sessizce ağlıyor, akıttığı gözyaşları kadının yüzüne damlamasına izin veriyordu.

Kelimelerin bitip de yıldığı yerde duruyorlardı. Kalbi sıkıştı Jessie'nin, ne yapabileceğini düşündü ama bir şey bulamadı. Ne yapabilirdi ki sahi? Şu durumda elinden ne gelebilirdi. Boğazına takılan yumruyu yutmayı denedi fakat başarılı olamadı. Usulca süzülen yaşları titrek elleriyle silerken dudaklarını dişliyordu.

Büyük annesinin üzerine eğildi, sonra beyazlamış saçlarına içini çekerek öpücükler kondurmaya başladı. Bir yandan da onu bırakmaması için sessizce yalvarıyordu. Tanrı'nın sesini duyacağını iyi biliyordu. Onu seviyordu... Çocukluğundan beri uslu bir kız olmuş ve hiç bir zaman yaramazlık yapmamıştı. Hep büyük annesinin dediği gibiydi. Tanrı uslu çocuklarını severdi. Seviyordu elbet. Bunu iyi biliyordu. Hem büyük annesinden başka kimsesi yoktu ki onun ve bu yaşta bir başına kalmasına müsaade etmezdi.

Etmezdi değil mi?

Çocukluğundan beri tek korkusu yalnız kalmaktı Jessie’nin. Dünyadaki tek yakını Mia’ydı onun, bir de arkadaşları vardı tabi... Şimdiyse kollarında tepki vermeden hayatının yaşama sebebi yatıyordu. İçinde Tanrı’ya ettiği duaların yanına bir yenisini daha eklerken yaşlı kadını sarıp sarmalıyordu.

“Yalvarırım büyükanne, yalvarırım bırakma beni. Beni bırakıp gitme. Yalvarırım...”

Hayat denen buz pistinde hayaller kendileri için ayrılan yerde, kendilerine yer edinme telâşında kavrulurlardı. Ve mutluluk; bir camın buğusuna sıradan bir kalp çizen ufak bir kızın hayali gibiydi. Bazen de dibi olmayan karanlık bir kuyuda kalmaktı. Yalnız hissetmenin ne demek olduğunu en iyi Jessie biliyordu.

Yakardı ya insanın içini korku, soluğunu keser ve nefes almasını önlerdi, ilmek ilmek işlerdi kalbe. Kollarında ki hayatına, onun sürmesi için içten yalvarmalarına bir yenisini eklerken yaşlı kadın için kaygıları geçen her saniye ufak kalbinde daha da büyüyordu. Jessie çaresizlikle başını iki yana salladı. Kalbi kan yerine vücuduna korku pompalarken Jake taksi parasını ödemişti. Jake araçtan inip hastanenin girişinde etrafa bakarken yardım istemişti. Hemşireleri koşturarak getirdikleri sedyeye Mia'yı yatırmalarına yardım etmiş ve doğrudan koşarak hastaneye yönelmişti. Jessie ise taksinin gitmesiyle durduğu yerde öylece hastaneye bakıyordu. Kendine gelmesi uzun sürmedi. Gözlerini kırpıştırıp kuruyan dudaklarını yalarken oda çoktan hastaneye doğru koşmaya başladı.

Koşarak çıktığı merdivenler ayaklarının altından kayıp boşuna çıkıyormuş gibi uzuyordu. O an yorulduğunu iliklerine kadar hissederken sedyenin üzerinde yatan büyük annesini kaybetme gerçeğiyle sarsıldı. Beyninin içinde bir yerlerde onu yiyip bitiren 'Ona bir şey olursa' düşüncesiyle delirecek gibi oluyordu. Hastane içine girip sağa sola sapmadan asansöre doğru ilerlerken zor zar yetişmişti Jake'e. Beraber asansöre bindiler. Fazla değil, bir kaç dakika sonrasında asansör o çileden çıkartan 'çın' sesiyle durmuş ve telaşla içerisindekiler dışarı çıkmıştı. Zaman geçmek bilmezken saniyeler asırlara dönüp Jessie'e işkence yapmaya başlamıştı.

Muayene süresi boyunca ne Jessie büyükannesinin yanına girebilmişti ne de Jake. Yaşlı kadının doktoru gelene kadar ilk yardım için hemşireler ve nöbetçi doktor imdatlarına koşmuş, yoğun bakıma girerek içeri kimseyi almamıştı. Her hastanede olduğu gibi burada da uyulması gereken belli başlı kurallar vardı. Ve kuşkusuz Jessie bu kurallara uymak zorundaydı.

Gözlerinden akan yaşları sinirle silerken içinden kendine saydırdıklarını dışından yüksek sesle söylemeye başladı. Belki kendi suçu olmayabilirdi ama Mia’ya daha iyi bakması gerekirken elinden hiçbir şey gelmiyordu. Bu durum da canını çok yakıyordu.

Yaşlı kadının kaldığı odanın kapısına doğru yürümeye başladı Jessie. Kapıya yaklaşınca içeri giremeyeceği için duvara sağlam olduğunu tahmin ettiği bir yumruk salladı. Yine acıyan kendi canı oldu. Homurdandı. Başını yerden kaldırıp karşıya baktığı sırada yaklaşmakta olan güneşini fark etti. Yüzüne sahte bir gülümseme takınıp kömür karası gözlere bakarak gülümsemeyi becerebildiği kadarını hediye etti.

"Jake!" diye mırıldandı kırık bir sesle. Sakin bir soluk alan Jake yanına gelene kadar durmadı. Ayakkabılarının ucu birbirine değecek şekilde yakınına geldiğinde durdu, ardından uzanarak başının püsküllüsünü kollarından tutup göğsüne çekti. Jessie'nin bu haline ne kadar içi parçalansa da parasızlık yüzünden onunda elinden gelen bir şey yoktu. Bir kaç dakika öylece birbirlerine sarılı şekilde kaldıktan sonra ayrılmışlardı. İkili yan yana durup sırtlarını duvara yaslarken Jake gözlerini yumdu.

“Kendine gelebildi mi?” Sorusu havada asılı kalırken Jessie’nin yanına, ayaklarının dibine çökmesiyle bakışları arkadaşının birbirine dolanan sarı saçlarına kilitlendi.

“Bilmiyorum,” dedi Jessie burnunu çekerken. Koluna yanaklarından yuvarlanan yaşları sildi. Jake içini çekti. Sessizliğini korurken kolundaki saate baktı. “Ben,” dedi Jessie, sesi kırık döküktü. Yutkundu. “Bak, daha fazla oylanmak istemiyorum Jake, Tanrım! Kaybetmekten korkuyorum.”

Bacaklarını karnına çekip, başını dizlerine yaslarken gözlerini Jake’in kara gözlerinden ayırıp kapadı. Ufak bir top misali duruşu arkadaşının içini acıttı. Bu kadar ufak ve savunmasız birinin nelere bulaşacağını düşününce Jake öfkeyle dişini sıktı.

Beklemek ölüm gibiydi.

Sevdiğini beklemek ise ölümün ötesiydi.

Çaresizce bir köşede oturmak ölümle eş değerdi. Jessie sık nefes almaya başladı. Böyle olmazdı, daha fazla bekleyemezdi. Hışımla oturduğu yerden doğrulup yoğun bakımda yatan büyük annesine bakmak için cam bölmeye yöneldi. Bir kaç saat öncesine kadar şen şakrak kahvaltı hazırlarken şimdi hastane köşelerinde yaşlı kadının kendine gelmesini bekliyordu. Hayatın gerçekten şakası yoktu!

Yoğun bakımın sürgülü kapısı açılıp Doktor Daniel görüş alanına girerken gözlerini büyük annesinden çekti. Yanına gelmekte olan adama döndü. Daniel dudağına kondurduğu rahat gülümseyişiyle "Merhaba." dedi. Jessie bedenini doktora çevirirken zoraki bir gülümsemeyle karşılık verdi.

"Merhaba Daniel, nasılsınız." diye sordu. Sesi yorgun çıkıyordu. Daniel gözlerinin etrafındaki kırışıklıkların ortaya çıkacak şekilde gözlerini kıstı.

"Ben iyiyim." dedi ela gözlerini kadının üzerinde gezdirirken. "Fakat sen hiç iyi görünmüyorsun."

Doktorun gözlemci tavrına tebessüm ederken "Yorgunum." diye kısa bir cevap verdi. Yorgundu. Bedenen bir yorgunluk olmasa da ruhen yorgundu. Yorulmuştu. Koşmaktan, çabalamaktan ama çabalarının sonucunu alamamaktan yorulmuştu. Aralarında oluşan sessizliği bozmak Daniel'e düşerken Jessie mutsuzluğunda boğuluyordu.

Daniel dostane bir tavırla elini kadının omzuna yerleştirip bastırdı ve yoğun bakım kapısından uzaklaştırmak adına nazikçe itti.

"Biraz olsun dinlenmelisin," diye başladığı sözlerine Jessie'yi yatıştıran telkinlerde bulunarak devam etti. "Bu şekilde destek olamazsın, aksine ayak bağı olursun."

Duydukları hoşuna gitmedi. Kendini kötü hissediyordu, evet. Berbat göründüğünün de farkındaydı fakat ayak bağı olabileceği düşüncesi canını sıktı. Kaşları çatıldı. Daniel, sayıları gittikçe artan ve merakla bakan hasta yakınlarına döndü, gözlerini dalgınca bakan yeşil gözlere çevirdi.

“Durumunda bir değişiklik var mı?” diye soran Olivia’nın sıcacık koyu kahve gözleri meslektaşının çakır gözleriyle buluştu. Daniel duraksadı, çenesini kaşıdı. Yüzü gevşeyip ifadesizleşirken göz ucuyla yanına gelen arkadaşına baktı.

Jessie ise bir şey anlamak umuduyla Jake’ye döndü. İçindeki ses ona kötü bir şeylerin olduğunu fısıldıyor, canını sıkıyordu. Yutkundu. Güç bela tuttuğu yaşlar fırsat bulup yanağından süzülürken sesini çıkarmadan usulca yanaklarını kuruladı.

“Pekâlâ, İlk geldiği zamana kıyasla söylemeliyim ki, Mia’nın durumu ciddi bir hâl aldı. Şu anlık uyutuluyor fakat ne olacağı belirsiz. Zamanın bize yardımı dokunmayacak. Bir an önce ameliyatını yapmalıyız. Geç kaldığımız her dakika hayati tehlikesi artacak.”

Nefesi boğazında düğümlendi, bir an yer ayakları altından kayacak gibi oldu. Kolundan tutan arkadaşının yardımıyla ayakta kalırken Jessie, Daniel’in gözlerinden gözlerini çekemedi.

“Bu kötü bir şey,” diye mırıldandı. “Çok geç kaldım, ne yapacağım şimdi!”

“Bekle,” Olivia, Jessie’nin buz tutmuş ellerini destek olurcasına avucunun içine alarak sıkıca tuttu. “Henüz her şey bitmiş değil!”

Daniel kuruyan dudaklarını yaladı. Elanın koyu tonundaki gözleri duvar kenarındaki sarı renk olan oturaklara kaydı ve orayı işaret edip yürümeye başladı. Daniel’in ardından diğerleri de adamı takip ederek oturaklara doğru ilerledi, onunla beraber yerlerine oturdu.

“Doğru, henüz her şey birmiş değil.” Nefeslendi. Üzerindeki önlüğün yakasını düzeltti. Zaman kazanmak için uğraşmaya bir son vererek Jessie’ye döndü. “Ameliyatın ne kadar işe yarayacağını bilmiyorum. Benzer vakaların kurtulma oranı yüzde otuz bile değil. Belki daha azı ya da fazlası, emin değilim. Fakat emin olduğum tek şey Mia’nın inatçı oluşu. Hayatı seviyor, dahası sizlere tapıyor. Ümitliyim. Kurtulma şansı bu saydıklarımla birlikte artmakta. Bu yüzden bir an önce ameliyat olmak zorunda. Şansımızı kaybedemeyiz.”

Gerçekler ağır bir top olup Jessie'nin beynine inerken boşlukta asılı kalan bakışlarını çekti. Uyuşukça başını önce Daniel'e, ardından Olivia'ya çevirdi. Yutkundu. Gözleri bu sefer yuvalarında dönüp Jake'i buldu. Yüz ifadesi sertti arkadaşının, bakışları donuk. Tek kolu göğsünü sarmış diğeri o koluyla destek alırken iri eli çenesini kavramıştı. Tekrardan gözlerini çekti ve yeniden destek beklercesine Olivia'ya döndü. Üzerinde kısa bir gezinti yaptıktan sonra hızla ellerini sıcak ellerden kurtardı, beklemeden ayağa fırladı. Yutkundu. Söyleyeceklerine kendi bile inanmasa da onları inandırmalıydı.

“Kurtulmalı!” diye mırıldandı. “O kurtulsun elimden ne gelirse yapmaya hazırım. Kurtulmak zorunda.”

Arkadaşlarının üzgün halleri gözlerine ulaşmadı. Olivia, Elena ya da Jake’in gözlerindeki hüznü, Daniel’in oturduğu yerde huzursuzca kıpırdanmasını göremedi. Jake’in çaresizlik ile öfke arasında kalıp kasılan yüzüne bakmadı.

Arkasını döndü ve kaçmayı seçti.

Asansöre koşup kapılar kapanmadan kendini içine attı ve zemin kat düğmesine bastı. Aradan fazla zaman geçmedi. İki ya da üç dakika sonrasında zemin kattaydı. Asansör kapıları açılıp dışarı fırlarken gerçekleri ardında bıraktığını düşündü. Ve korkak gibi kaçtı.

Yapabileceği en iyi şey şimdilik buydu.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top